HAYATIMIZA YARAŞAN BİR FELSEFEYE DOĞRU

Ahmet İNAM

HAYATIMIZDAKİ FELSEFE

"Hayat kavramını anlayıp yorumlamada, felsefî açıdan irdeledemede, türlü zorluklar var. Burada, bu zorluklan, bu zorluklarla başedebilmedeki sorunları tartışmayacağım. Amacım, felsefedeki "hayatı" ele almaktan çok, hayatımızdaki felsefeyi anlayıp, yorumlayarak eleştirmek, eleştiriyle ve eleştiriden sonra bazı önerilerde bulunmak.

"Hayat"ı farklı anlamlarda kullanacağım: Kavram ve düşünce, düşünme alanlarının üzerinde etkisi olan, belli bir zaman ve mekan içinde olup biten olaylardan oluşmuş, tarihsel bir birikimi, gelecek beklentilerini içeren "kavram ötesi" güçleri alanına, bir yorumuyla, hayat diyebiliriz. Siyasi, ekonomik, toplumsal ilişkiler, değerler, kurumlar, oluşturuyor hayatı. Can, canlılık anlamlarını da taşıyor. Bir dinamizme değişime, akışa açık. Kavramlar ve düşüncelerle,- olgusal ve kuramsal araştırmalarla tükeülemiyor, onlardan daima fazla.

Hayatı kavramlaştırma olanağımız var. Üzerinde düşünürken, tüketemiyoruz. Hep açık uçlu. Bir anlamıyla sonsuz. Kendisi kavramları taşıyor. Evrendeki oluşumun, enerjinin, canlılığın yaşantılarımıza (tecrübelerimize) ulaşan bir biçimi. Çağımız bu çok hızlı değişen, bize binbir yüzüyie görünen hayatı yorumlama, anlama çabalarıyla dolu. Hayatın kuram ötesi bir "güç" olmasına karşın, hep kuramlarla anlaşılma zorunluluğu büyük sorunlar yatarıyor. "içeriği", "karşılığı" olmayan "uyduruk", "edebi", "içi boş" bir kavram mı "hayat"? Ne idüğü belirsiz bir "heyula" mı? Bir kuruntu mu? Vehim mi?

Değil. Öyle düşünüyorum. Hepimiz yaşıyoruz onu, yaşantiiıyoruz onu. Tanımı olanaksız, betimlemesi güç. İçindeyiz. Duyuyoruz.

Ve, bu hayat alışılmış anlamıyla felsefeye dar geliyor. Geçmişten getirdiğimiz, çağımızda karşılaştığımız felsefe anlayışları onu anlatamıyorlar. Olağan ki anlattığını ileri sürenlet olabilir. Onlarla burada hesaplaşmayacağim. Bir bölük felsefeci de felsefenin hayatla ilgisi olmadığını savlayabilir. Savlasınlar. Bu yazı onlar için yazılmadı.

Hayatımızda felsefe yok! Böyle bir sava, hangi "hayat" ta, hangi "felsefe" karşı savıyla itiraz edilebilir. Yazının tümü okunduğunda bu sorunun yanıtına ipuçları bulunabilecektir. Umuyorum. Biraz daha az abartıyla savımı yineleyeyim:

Hayatımızda felsefe eksik. Yetersiz. Etkisiz. Hayatımızı "anlatan", yaşadığımız öyküleri, öyküleyebilecek, hayatımızdan beslenen felsefemiz yok. Felsefede, felsefemiz yok. Cilâlı sözler değil bunlar. Psikîojik bir rahatsızlığı dile getirmiyor yalnızca: Felsefenin kendi iç serüveninde olguları anlatıyor.

Bugün Türkçemizde, Türkçe felsefe düşünme çabamızda iğreti duran, hayatımıza yakışmayan bir görünüş var.

"Nasıl olur?" diyebilirsiniz. Felsefe hayatımızın içinde değil mi? Felsefe diyelim ki yetersiz. Bu yetersizlik de hayatımızın bir parçası değil mi? Felsefeyle hayatı nasıl ayırabiliriz ki? Ayırmıyoruz. Hayatımızın bu durumundan yakmıyoruz.

Birçok felsefe kitabı felsefe dersi, felsefe yazısı felsefe kurumlan, dergileri yok mu? Felsefecilerimiz, felsefe görüşlerimiz inkar mı ediliyor? Birçok "bilimsel", "siyasal", "ekonomik", "toplumsal" kavramın ardında yatan felsefe anlayışlarını görmezlikten mi geliyoruz? Kim demiş?

Şu anda ülkemizdeki düşüncelerin "perde arkasındaki" felsefeleri, felsefe olarak ileri sürülen görüşleri ciddiye alıyor; bu çabalara saygı duyuyoruz. Çoğu, felsefenin beşiği olan Batı'dan geliyor. Keşke nicelik ve nitelik olarak daha da güçlenseler. Hayatımızdaki etkileri artsa. Düşünme biçimlerimize, sorun çözümlerine, karar verme çabalarımıza katkıda bulunsalar.

Oysa, çoğu akademik fildişi kulelerinde bir avuç insanın sınırlı uğraş alanı içinde kalıyorlar. Ülke sorunlarının gündemini belirlemede, gündemdeki sorunların çözümünde etkili olamıyorlar.

Dünyada, genel olarak, durum böyle. Felsefe "teknikleş"miş. Meslek olmuş. Hayatımızı anlatacak, yorumlayacak, farklı açılardan anlaşılmasını olanaklı kılıp, dönüştürecek, gönlümüzdeki bir felsefenin ardındayız. Hayatımız böyle bir felsefeye, böyle felsefelere aç. Felsefe yapamıyan bir hayatımız var.

Düşüncelerimizdeki sığlık, darlık, yılgınlık, fanatik saplantılarımız, bir anlamıyla, bu yüzden. Felsefe hayata müdahale edemiyor. Felsefe yaşanmıyor. Sadece "icra" ediliyor, meslek mensublarınca.

Felsefe, geçmişimizle, kültürel birikimimizle, destanlarımızla, masallarımızla, edebiyatımızla, folklorümüzle, sanatımızla birbağ kuramıyor. Dilimizin henüz yeterince farkına varamadığımız zenginliğiyle beslenemiyor. Felsefe bize kendimizi hatırlatamıyor. Kültürümüzün kendine özgü özeliklerini duyuramıyor. Onunla farklılığımızı farkedemiyoruz.

Felsefeyle yaşıyamıyoruz. Kağıtlarda, dersanelerin duvarları arasında kalıyor. Hayata inemiyor, (çıkamıyor!) Dikkat: Burada felsefeyi ayağa düşürmeye çalışmıyoruz. Yüzlerce yıllık serüveniyle kültürler arası özelikler kazanmış, evrensel bir yapı taşıyan felsefeyi "taşralı" psikolojisiyle çarpıtmıyoruz. Ondaki evrenselliği hayatımıza katmayı uğraşıyoruz.

Felsefe gelecek umudumuzu bileylemiyor. Beklentilerimiz, umutlarımız içinde yeterince yer almıyor. Felsefe hayatımızda bir "lüks" olarak duruyor. Kimi "özel" insanların ulaşabileceği, ulaştıklarında, anlaşılması son derece zor, teknik beceri ve hüner isteyen bir çaba olarak kalıyor, felsefe.

Felsefe ufkumuzu açmıyor. Hayatımızı eleştirmiyor. Yol göstermiyor.

Felsefenin temellendirici, çözümleyici, aydınlatıcı, beümleyici, farklı düşünme ve yaşama alanlarını birleştirici, alternatifler sunucu özellikleri, kavram oyunlarına indirgeniyor. Felsefeyle düşünenlerin hayatına kavuşmuyor, onlar tarafından içselleştirilip, yaşanmıyor felsefe, Teknisyen tutumuyla ele alındığı için, bilgi, düşünce ile hayat arasına bir uzaklık konuyor. Felsefe hep uzağımızda duruyor.

Felsefe hayatımıza oturmuyor. Yaraşmıyor. Bir aşk olan felesefe, anlaşılmaz bir tedirgenlik, yapaylık ve soğuklukla "icra" ediliyor. Herakleitos'un heyecanı, Sokratesin bitmek tükenmek bilmeyen arayışı, Planton'un Eros"u, Aristo'nun ince çözümlemeleri kaynağından hayatımıza akamıyor.

FELSEFE KÜRENİN BİRBİRLERİNE GEÇMİŞ İKİ KATMANI: KAVRAMSALLIK ve BİLGELİK

Felsefeyi yaşayabilenler, hava, su, yer kürelerin yanında felsefe küreyi de yaşam alanları içine almışlardır. Felsefe küre, felsefedeki düşüncelerin, düşünce ürünlerinin, düşünme süreçlerinin oluşturduğu küfedir. (Philosopho-sphere!) Kültür dünyamızda felsefe kürenin oluşması, onu yaşayabilecek, oluşturabilecek insanları ortaya çıkarabilecek koşullara bağlıdır. Şimdilik, teknik küre, para küre, ün küre, çıkar (menfaat) küre yaşanıyor, daha çok.

Felsefeyi oluşturan iki temel bileşenini tartışmaya açarak, felsefe kürenin ortaya çıkışındaki sorunları, hayat -felsefe ilişkisini sorgulayabiliriz. Felsefe küre, birbirine zaman zaman (bazı noktalarda) geçmiş kavramsallik ("conceptuality" diyebiliriz, İngilizce'de) ve bilgelik (wisdom!) katmanlarından oluşuyor. (LOGOS ve SOPHIA'dan!) Felsefeye böyle bir bakışın tartışmalı yanlarını burada ele almayacağım. Hayatımızdaki felsefeyi bulup çıkarmada bize yardımcı olabilecek bir ayırım yaptığımı düşünüyorum.

Felsefe dille gerçekleştiriliyor. Kavramlarla. Kavram dokusu ile. Kavram örgüsü ile. Kavram örgüsü, felsefe yapanların oluşturduğu kavramlar arası bağlarla oluşuyor. Doku ise, felsefe geleneği içinde bu örgülerin "eriyip" meydana getirdiği, tek tek filozofların çalışmalarını, kavramsal ürünlerini içerdiği halde onları aşan, onlardan bir ölçüde bağımsız bir yapıdır. Örgülerin "yapay", dokunun ise bir anlamda "doğal" olduğunu söyleyebiliriz. Kavram alanının örgüler düzeyinde kalması gelenekle, bütünleşemediğini gösterir. Kavram dağarcığı elimizin altındaymış gibi görünür. Bizim yaratıcılık gücümüze bağlı olarak "örgü" ya da "doku" özelliklerini kazanmaya başlar. Terimler ya da kavramlar arası ilişkiler, alışılmış anlamlarıyla
"sentaks, "semantik", pragmatik" alanlarında gelişebilir. Mantık, epistemoloji, hatta bir yorumuyla ontoloji de kavramlar arası örgüye ya da dokuya bağlıdır. Örneğin, özellikle yirminci yüzyılın başlarında geliştirilen matematiksel mantığın dili bir kavramsal örgü yapısını taşıyor. Anolitik felsefedeki çözümlemeler, oluşturulan kavram çatıları hâlâ örgüsel özelliklerinden kurtulup, kavram dokuları meydana getiremiyor. Geliştirilen değişik mantık dilleri, hermeneutik kavram dağarcıkları, Deleuze ve Guattari'nin hırçın kavram çatılan zaman içinde dokusal özellikler kazanabilir.

Kavramların kendi iç işleyişleri, oluşturdukları ağlar var. Bunun yanında bu işleyiş, "bilim-sanat -din"den etkileniyor. Örneğin, Wittgenstein, felsefi kavram örgülerinin ya da dokularının "dil tatile çıktığında" meydana geldiğini söylüyor. Bu anlamda kavramlar arasında "kendi kendine işleyen" örgünün varlığından söz edebiliriz. Hayata "değmeyen", hayata "sürtünmeyen", hayatın sıvazlamadığı kavramlar, sınırlı entellektüel çevrelerin oyun alanları içinde kalıyor.

Çağımızda felsefe "etkinliği" kavramsallığın içine hapis oluyor. Bir kavram teknolojisi ortaya çıkıyor: Logo-technike. Bu teknolojide kavramlar tasvir ediliyor; kullanımian taranıp inceleniyor; çözümlemeleri yapılıyor; "anlamlar" açıklanıyor, yorumlanıyor. Temellendirme, haklı kılma, destekleme, sorgulama, eleştirme, felsefenin "iş gördüğü" çabalan oluyor. Felsefe, kavramsal bir "teknik", bir faaliyetten başka birşey olmuyor. "Kavram işçiliği" gereğinden çok önemseniyor.

Hayatımızdaki felsefenin kavramsallık boyutu önemli. Ama felsefe bundan ibaret değil.

Kavramları kullanan insanı unutmamak gerek, O insanın kültürel, etik, estetik, toplumsal varlığını. Felsefeyle oluşturulacak hava, felsefe küreye katılmalıdır. Bilgelik, kavramlarla ilişkimizde yatıyor. Dünyaya kavramlarla tavır alıyoruz. Felsefenin bir tavır almayla başladığını unutmamak gerek. Kavramlar bizi oluşturuyor. Dönüştürüyor. Değiştiriyor. Tavır, belli bir felsefi kişilikten kaynaklanıyor. Belli haller içinde kavramlarla irtibat kuruyoruz. Dünyaya yönelişimizde, tavrımız, kişiliğimiz, yaşadığımız düşünme halleri önemli oluyor. Kavramlar bizde yaşıyor. İçselleşiyor çünkü. Bizim bir parçamız oluyor. Tutumumuz, tavrımız, felsefenin geleneği içinde, görünen günlük yaşamla sınırlı olmadığımızı; "bu kadar olmadığımızı" söylüyor bize. Kavramlarla ilişkimizde "seçenekler" arıyoruz.

Felsefi kişiliğimizin açtığı yolda şu dört noktada felsefi bilgeliği elde etmeye çabalıyoruz (Habermas'tan esinlenerek!):

a) Hakikati arıyoruz. Ödünsüz. Yorulmadan. Hakikat neyse. Kavramlarla çıktığımız yolculukta hedefimiz hakikat arayışıdır. Araştırmasıdır.

b) Dürüstüz bu araştırmada. Farkedebildiğimiz çaresizliklerimizi, eksiklerimizi, yanlışlarımızı saklamıyoruz. Sakladıklarımızı itiraf ediyoruz. Farkedemediğimiz güçleri içtenlikle farketmeye uğraşıyoruz.

c) Hakikat araştırmasında dürüstlük tavrıyla "açık"lığı arıyoruz. Anlaşılır olmaya çabalıyoruz. Kavramlarımızı açık klimaya, bulandırmamaya uğraşıyoruz.

d) Sorumluyuz. Bizle birlikte araştıranlara, hakikate, topluma, dünyaya karşı. Dünyadaki haksızlıktan, baskılardan, kurulmuş egemenlik çemberlerinden uzakta değiliz.

Felsefi kişilik, bilgelik temel boyutuyla insandan duyarlılıklar bekliyor. Duyarlı olmayan bir kavramsallık ve bilgelik yönelişinde, insanla ve evrenle olan ilişkimiz tehlikeye girebilir.

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP