HAYATIMIZA YARAŞAN BİR FELSEFEYE DOĞRU (... devam )
|
Nelere karşı duyarlı olacağız? Kavramların işleyişine, düşünmemezin yürüyüşüne, alışılmış anlamda AKLIMIZA karşı duyarlı olacağız. Ona özen göstereceğiz. İnceliklerini yakalamaya çalışacağız. BÎLGÎYE karşı duyarlı olacağız. İnsanların yüzlerce yıldan beri ürettiği, ortaya koyduğu, hakikati arayan Bilgiye karşı. SANAT'a karşı. İnsanın duygu-akıl bütünlüğünü yaşadığı GÖNÜLE karşı. ÇEVRE duyarlığımız hep olasak. Dünya bize emanettir. DOĞA. Bizden farklı olan insanlara, düşüncelere, kültürlere, ÖTEKİNE duyarlı olmayı bileceğiz.
Sorumluluğumuz bizi MAZLUMA karşı duyarlı kılacak. Yalnız "kendimizden olan" mazluma, ezilmişe, hakkı yenmişe karşı değil, ÖTEKİ MAZLUMLARA karşı da.
Mazlum, insan olabildiği gibi hayvan da, bitki de olabilir. Can, canlılık taşıyan her mazlum dostumuzdur. Duyarlılık alanımız içindedir. Bu açıdan baktığımızda, felsefe, kavramsallık ve bilgelik boyutları içinde en azından üç bileşenden oluşuyor:
1. Felsefe kavramsal bir etkinliktir. Kavram işçiliğidir.
2. Felsefe, onu yaşayanların kişiliklerinin oluşumunu belirliyor. Bilgelik oluşumudur.
3. Felsefe dünyaya, yaşadığımız hayata anlam çerçeveleri sunar. Hayatı yorumlar. Hayat hakkında öyküler, (hikayeler) oluşturur.
iç içe geçmiş bu üç bileşenin ilki daha çok kavramsalhğa, son ikisi ise bilgeliğe aittir. Felsefe küre, kavram ve bilgelik katmanlarından ya da kürelerinden meydana geliyor. Kavram işçiliği gelişmemiş bilgelik, bilgelikten yoksun kavram teknolojisi, bizi felsefe küreyi yaşamaktan alıkoyuyor.
YER - GÖK - SU ve ATEŞ
Eskiler evrenin dört temel öğreden meydana geldiğini düşünürlerdi: Yer, gök, su ve ateş. Hayatımızdaki felsefeyi arayışımızı, bir metafor olarak bu dörtlü yapının açtığı ufukta sürdürebiliriz. Önce, felsefe kürenin iki temel katmanının, bilgelik ve kavramsaüığîn, yer ve gökle olan ilişkisini gözden geçirelim. Aşağıdaki çizelge olanaklı ilişkileri özetliyor.
Bilgelik Kavramsallık
1. Yer Yer
2. Gök Yer
3. Yer Gök
4. Gök Gök
Bilgeliğin ve kavramsallığın "yer" de oluşu (1.durum) neyi gösteriyor? Yer, "dünyasal" olanı, yüryüzünü, günlük, gündelik yaşamı gösterdiği gibi, "yerel"liği de imâ ediyor. "Yer" anlam zenginliğine sahip bir kavram. Farklı yorumlarım sonraki çalışmalarımda ele alabilirim. Bilgeliğin "darlığı", belli bir inanç sistemiyle ve yaşam biçimiyle sınırlandırılması: İşte, "yersel", "yerel", "bîr yere bağlı" bilgelik, hikmet. Kavramsallığın "yerde", oluşu, dünyaya, gözleme, günlük yaşama yakınlığı demek.
Her hayat bir "yer" de dir. Burada "yer" "mekan" olarak anlaşılmamalıdır.
"Yer" yaşanan yerdir. İçinde kültür taşır. Her kültürün, en az bir "yaşam görüşü", "yaşama görgüsü" vardır. Bu anlamıyla, bilgelik, bir kültürde geliştirilen, yetkinleştirilmeye çalışılan bir çaba olarak yerdedir. Yerde olmalıdır.
Yeniden birinci duruma dönelim. Bilgeliğin "yer"de olmasını bir kültürden kaynaklanıyor olarak yorumladığımızda, kavramsallığın "yerde" oluşunu ise, bilim ve teknolojinin olgulara ve sonuçlara yönelik işleyişi olarak anlarsak; birinci durum, kavramsallığın bilgeliği farketmediği, önemsemediği şu anki bilim ve felsefenin halini yansıtıyor demektir.
Bilgeliğin "gökte" oluşu, kültür tabanına dayanmaktan çok "yukarıdan gelen", topraktan, hayattan çıkmayan özellikler taşımasındandır. Bilgelik gökte asılı kalırsa hayatın can veren suyuyla, toprakla, kültürle birieşemez. Bu açıdan ikinci durumu özlediğim bir durum değildir.
Üçüncü durum, bilgeliğin yerde, yaşama görüşüm ve görgümden kaynaklanarak, "evrensel", "göksel", yukarıdan çepeçevre görebilen, kavratnsalhkla birleşmesi durumudur: Özlediğim durum. Hayatımıza yakıştığını düşündüğüm felsefe: Bilgelik (hikmet) toprağından yeşermiş, kavram göğünün altında, evrenselliğe uzanıyor.
Dördüncü durum gökten gelen bilgelikten dolayı sorunlar taşıyor. Burada yanlış anlaşılmaları önlemek için, bilgeliğin göğe uzanan bir ağaç olduğunu kabul ettiğimi söylemeliyim. Bilgeliğin gökte oluşuyla kavramsallığın gökte oluşu farklıdır. Kavramlar, elbette yersel nitelikler taşırlar, belli bir "dille" ifade edilirler, ama o dilin sınırları, çağrışım olanaklarıyla sınırlı kalmazlar. Yerdeki, belli yerlerdeki yaşayışlarımız, yaşama biçimlerimiz arasında iletişim olanağını sağlarlar. Felsefe bizim hayatımızla sınıırh değildir. Tuhaf bir durumdur: Eski Yunanlı, Barbar'ın, kölelerin felsefe yapılabileceğini düşünemiyordu. Her kültür, kendi bilgeliği ile katılır felsefeye. Kendi dilini kullanır. Bu dille "'yer"inde çakılıp kalmaz, farklı dillere ulaşır. Dönüşür: Göklenir. Göğe erer. Evrensel yapı kazanır.
Bilgelik toprağında, kendimize özgü yaşayışımızı gerçekleştirirken, bu yaşayışımızla canı, canlılığı, bizim ötemizde olanı, bizden farklı olanı "öteki" kültürlerde, inançlarda insanları sevmeyi öğreneceğiz. Sevginin bilgeliğini arayacağiz. Felsefe yalnızca bilgelik sevgisi değildir, aynı zamanda sevginin bilgeliği, "sopho-philia" dır, bizim dilimizde bozulmuş biçimiyle söylersek "sefe-fel" dir.
Kavram göğüne ulaşabilmek, ağır işçilik, teknik ister. Logo-tekhnikê. Kavramlarla çalışmayı bilmeyen, bu çalışmanın çilesini çekmemiş bilgelik, feisefeye ulaşamaz.
Kavram göğü altında bilgelik toprağında yaşamak da bize felsefeyi getirmeyebilir: Felsefe ateşine gerek vardır: Felsefe cinine! Daimon"a, Aşka. Şevke! Eros'a! Felsefi kuşkuya, "hınzırlığa! Sofistlerin özgürlüğüne! Elbette namuslu, bilge sofistlerden söz ediyoruz! Felsefe aşkı, ateşi, bilgelik toprağını kavram göğüne bağlar: Bir yıldırımdır, şimşektir, kıvılcımdır. Dur durak bilmeyen ateştir, edebii hınzırlıktır; ironidir, mizahtır!
Susuz felsefe olmaz. Hayatın "rahmetine", yağmuruna, can suyuna ihtiyacı vardır. Gök, yerden uzaklaşabilir. Bilgelik, değişen hayatla beslenmezse kokuşabilir.
Kavramlarımız soyut, bilgeliğimiz etkisiz, kokuşmuş; ateşimiz mekanikîeşmiş, seytanileşmiş olabilir. İşte bu nedenle, bize, hayatm, o hızla devinen, canın, canlılığın kaynağı hayatın can suyu gerekir. Gökten yağmur, yerden kaynak olarak, pınar olarak çıkar gelir: Besler felsefemizi.
Öyleyse hayatımızdaki felsefe, bilgelik toprağında, kavram göğü altında, felsefe ateşiyle, hayatın can suyuyla yıkanarak, beslenerek göverecek, olgunlaşacaktır! Bu mecaz ve teşbihlerle, iğretilemelerle dolu söyleyişimizin anlamı, hayatın can suyuyla beslenirse, yeterince kavram işçiliği, bilgelik keşfi ve oluşumunu destekleyen felsefe ateşiyle pekiştirilebilirse anlaşılabilecektir.
Sorumluluğumuz bizi MAZLUMA karşı duyarlı kılacak. Yalnız "kendimizden olan" mazluma, ezilmişe, hakkı yenmişe karşı değil, ÖTEKİ MAZLUMLARA karşı da.
Mazlum, insan olabildiği gibi hayvan da, bitki de olabilir. Can, canlılık taşıyan her mazlum dostumuzdur. Duyarlılık alanımız içindedir. Bu açıdan baktığımızda, felsefe, kavramsallık ve bilgelik boyutları içinde en azından üç bileşenden oluşuyor:
1. Felsefe kavramsal bir etkinliktir. Kavram işçiliğidir.
2. Felsefe, onu yaşayanların kişiliklerinin oluşumunu belirliyor. Bilgelik oluşumudur.
3. Felsefe dünyaya, yaşadığımız hayata anlam çerçeveleri sunar. Hayatı yorumlar. Hayat hakkında öyküler, (hikayeler) oluşturur.
iç içe geçmiş bu üç bileşenin ilki daha çok kavramsalhğa, son ikisi ise bilgeliğe aittir. Felsefe küre, kavram ve bilgelik katmanlarından ya da kürelerinden meydana geliyor. Kavram işçiliği gelişmemiş bilgelik, bilgelikten yoksun kavram teknolojisi, bizi felsefe küreyi yaşamaktan alıkoyuyor.
YER - GÖK - SU ve ATEŞ
Eskiler evrenin dört temel öğreden meydana geldiğini düşünürlerdi: Yer, gök, su ve ateş. Hayatımızdaki felsefeyi arayışımızı, bir metafor olarak bu dörtlü yapının açtığı ufukta sürdürebiliriz. Önce, felsefe kürenin iki temel katmanının, bilgelik ve kavramsaüığîn, yer ve gökle olan ilişkisini gözden geçirelim. Aşağıdaki çizelge olanaklı ilişkileri özetliyor.
Bilgelik Kavramsallık
1. Yer Yer
2. Gök Yer
3. Yer Gök
4. Gök Gök
Bilgeliğin ve kavramsallığın "yer" de oluşu (1.durum) neyi gösteriyor? Yer, "dünyasal" olanı, yüryüzünü, günlük, gündelik yaşamı gösterdiği gibi, "yerel"liği de imâ ediyor. "Yer" anlam zenginliğine sahip bir kavram. Farklı yorumlarım sonraki çalışmalarımda ele alabilirim. Bilgeliğin "darlığı", belli bir inanç sistemiyle ve yaşam biçimiyle sınırlandırılması: İşte, "yersel", "yerel", "bîr yere bağlı" bilgelik, hikmet. Kavramsallığın "yerde", oluşu, dünyaya, gözleme, günlük yaşama yakınlığı demek.
Her hayat bir "yer" de dir. Burada "yer" "mekan" olarak anlaşılmamalıdır.
"Yer" yaşanan yerdir. İçinde kültür taşır. Her kültürün, en az bir "yaşam görüşü", "yaşama görgüsü" vardır. Bu anlamıyla, bilgelik, bir kültürde geliştirilen, yetkinleştirilmeye çalışılan bir çaba olarak yerdedir. Yerde olmalıdır.
Yeniden birinci duruma dönelim. Bilgeliğin "yer"de olmasını bir kültürden kaynaklanıyor olarak yorumladığımızda, kavramsallığın "yerde" oluşunu ise, bilim ve teknolojinin olgulara ve sonuçlara yönelik işleyişi olarak anlarsak; birinci durum, kavramsallığın bilgeliği farketmediği, önemsemediği şu anki bilim ve felsefenin halini yansıtıyor demektir.
Bilgeliğin "gökte" oluşu, kültür tabanına dayanmaktan çok "yukarıdan gelen", topraktan, hayattan çıkmayan özellikler taşımasındandır. Bilgelik gökte asılı kalırsa hayatın can veren suyuyla, toprakla, kültürle birieşemez. Bu açıdan ikinci durumu özlediğim bir durum değildir.
Üçüncü durum, bilgeliğin yerde, yaşama görüşüm ve görgümden kaynaklanarak, "evrensel", "göksel", yukarıdan çepeçevre görebilen, kavratnsalhkla birleşmesi durumudur: Özlediğim durum. Hayatımıza yakıştığını düşündüğüm felsefe: Bilgelik (hikmet) toprağından yeşermiş, kavram göğünün altında, evrenselliğe uzanıyor.
Dördüncü durum gökten gelen bilgelikten dolayı sorunlar taşıyor. Burada yanlış anlaşılmaları önlemek için, bilgeliğin göğe uzanan bir ağaç olduğunu kabul ettiğimi söylemeliyim. Bilgeliğin gökte oluşuyla kavramsallığın gökte oluşu farklıdır. Kavramlar, elbette yersel nitelikler taşırlar, belli bir "dille" ifade edilirler, ama o dilin sınırları, çağrışım olanaklarıyla sınırlı kalmazlar. Yerdeki, belli yerlerdeki yaşayışlarımız, yaşama biçimlerimiz arasında iletişim olanağını sağlarlar. Felsefe bizim hayatımızla sınıırh değildir. Tuhaf bir durumdur: Eski Yunanlı, Barbar'ın, kölelerin felsefe yapılabileceğini düşünemiyordu. Her kültür, kendi bilgeliği ile katılır felsefeye. Kendi dilini kullanır. Bu dille "'yer"inde çakılıp kalmaz, farklı dillere ulaşır. Dönüşür: Göklenir. Göğe erer. Evrensel yapı kazanır.
Bilgelik toprağında, kendimize özgü yaşayışımızı gerçekleştirirken, bu yaşayışımızla canı, canlılığı, bizim ötemizde olanı, bizden farklı olanı "öteki" kültürlerde, inançlarda insanları sevmeyi öğreneceğiz. Sevginin bilgeliğini arayacağiz. Felsefe yalnızca bilgelik sevgisi değildir, aynı zamanda sevginin bilgeliği, "sopho-philia" dır, bizim dilimizde bozulmuş biçimiyle söylersek "sefe-fel" dir.
Kavram göğüne ulaşabilmek, ağır işçilik, teknik ister. Logo-tekhnikê. Kavramlarla çalışmayı bilmeyen, bu çalışmanın çilesini çekmemiş bilgelik, feisefeye ulaşamaz.
Kavram göğü altında bilgelik toprağında yaşamak da bize felsefeyi getirmeyebilir: Felsefe ateşine gerek vardır: Felsefe cinine! Daimon"a, Aşka. Şevke! Eros'a! Felsefi kuşkuya, "hınzırlığa! Sofistlerin özgürlüğüne! Elbette namuslu, bilge sofistlerden söz ediyoruz! Felsefe aşkı, ateşi, bilgelik toprağını kavram göğüne bağlar: Bir yıldırımdır, şimşektir, kıvılcımdır. Dur durak bilmeyen ateştir, edebii hınzırlıktır; ironidir, mizahtır!
Susuz felsefe olmaz. Hayatın "rahmetine", yağmuruna, can suyuna ihtiyacı vardır. Gök, yerden uzaklaşabilir. Bilgelik, değişen hayatla beslenmezse kokuşabilir.
Kavramlarımız soyut, bilgeliğimiz etkisiz, kokuşmuş; ateşimiz mekanikîeşmiş, seytanileşmiş olabilir. İşte bu nedenle, bize, hayatm, o hızla devinen, canın, canlılığın kaynağı hayatın can suyu gerekir. Gökten yağmur, yerden kaynak olarak, pınar olarak çıkar gelir: Besler felsefemizi.
Öyleyse hayatımızdaki felsefe, bilgelik toprağında, kavram göğü altında, felsefe ateşiyle, hayatın can suyuyla yıkanarak, beslenerek göverecek, olgunlaşacaktır! Bu mecaz ve teşbihlerle, iğretilemelerle dolu söyleyişimizin anlamı, hayatın can suyuyla beslenirse, yeterince kavram işçiliği, bilgelik keşfi ve oluşumunu destekleyen felsefe ateşiyle pekiştirilebilirse anlaşılabilecektir.