HEGEL'DE «SANATIN ÖLÜMÜ» ÜZERİNE BİR DENEME (... devam )

Bu nedenle yukarıda sözünü ettiğimiz idealleştirme süreci eksik, kusurlu kalıyor. Şair, gerçeğin fotoğrafını vermez, ayrıntıları seçer, eler diyorduk. Evet ama bu seçimle ayıkladığı, attığı maddesel olanın taşıdığı olumsallık, karışıklık, yani anlamı gizleyen, karartan öğeler, sanat yapıtında tümüyle ortadan kalkmıyor. Çünkü sanat yapıtı, maddesellikten hiçbir zaman tümüyle kurtulamıyor. Böylece o, figür değiştirmesine neden olduğu maddeselliğin tutsağı olmaktan vazgeçemiyor. Bunu tümüyle başardığı an o, artık sanat yapıtı olmaktan çıkacaktır.

Resme istediğimiz kadar bakalım, o yine de, bağımlı olduğu maddesellikten ötürü kendi için bir nesnedir, bir anlam değil. Renklerin büyüsü yine de uzaysal türden, dışsal bir şeydir. Duyumlanabilir dışsaldık, yalnızca şiirde en aza, hemen hemen sıfıra yaklaşır ve sonunda belirtkeler (signe) maddeselliklerini kaybederler. Ama maddesellikten kurtulmuş bir şey olarak şiir, Hegel'e göre, estetik dışı bir şeydir. «Tinsellik yani maddesel olmama durumu şiirde eksik olan şeyin sorumlusudur» ve şiir tinselleştikçe sanatın kökensel tanımının dışına düşmeye başlar. Estetik görünüş yalnızca belirtkeye dayandığında kendi hakikatine o denli iyi ulaşmaktadır ki sanat artık hem olanaksız hem de yararsız olacaktır. Çünkü sanat, tanımı gereği varoluşla hakikati arasındaki maddesel dolayımdır. Artık sanat kökensel işlevini yitirmiştir, çünkü bu işlev, Hegel'e göre dölayımsız olanın —yalnızca varoluşun, dilsiz varoluşun— anlamsızlığını, hiçliğini göstermektir, bunu göstermek içinse sanatın maddeye gereksinmesi vardır. Şiirde artık dölayımsız olarak var olan (salt varoluş) tümüyle ortadan kalktığı için, onun anlamsızlığını, hiçliğini (resim örneğinde, görmüş olduğumuz gibi) gösterme işlevi yani sanatın kökensel işlevi de sona ermiştir.

Şiir, sonuçta, Tin'in doğuşunu hazırlamakta bir bakıma da geciktirmektedir. Şiir sanattır desek bile bunu, söylediğimiz şeyin iç çelişkisini bilerek söylemeliyiz. Çünkü şiir öyle bir estetik türüdür ki onun özü duyumlanabilir olanın yok olması, salt belirtkenin üstün gelmesidir. Evet, şair ve estetikçi şiirin çevirilmezliğini söyleyerek onun maddesel boyutunu —dilsel maddesiyle bütünleşmişliğini— vurgulayacaklardır. Ama, iyi ya da kötü, biliyoruz ki. şiir çevrilebilir. Denilecektir ki şiirsel söz estetik (duyumlanabilir) öğeden tümüyle yoksun değildir, çünkü o, ne de olsa «ses» e bağlıdır ve «ses» maddedir, salt belirtke değil. Şiir «ses»siz de okunabilir. Bu durumda ise yazılı belirtkeler ve anlaşılabilirlik öğelerinden başka bir şey kalmaz geriye ve estetik, bir serap gibi yok olur.

Yukarıda resim örneğinde görmüştük ki belirtke, görünüş'le hakikatle tam olarak bütünleşemiyordu ve bu anlamda estetik görünüş Tin'e ulaşmada bir engel oluşturmaktaydı. Bunun nedenini daha iyi anlamak için estetik belirtkeyi dilsel belirtke ile karşılaştırmak gerekiyor: Sanatta dolayımsız varlık idealleşmiştir. Dilde ise, Hegel'e göre, tümüyle ortadan kalkmıştır. İkisi de dolayımsız olanın, özne için veri olan salt varoluşun yadsınmasidir, ama iki farklı türden yadsıma. Birincisi hakikati görünüş kılar, ikincisi onu söz haline sokar. Birincisi görünüştür, ikincisi deyiş. Sanat kökensel anlamında dil-ötesi (para-langage) bir şeyken, şiire dönüştüğünde alt-dil (infra-langage) olur. Her sanat türü bu görünüş /deyiş uçları arasındaki yerine göre sınıflanabilir. Sanat hakikati görünüşe dönüştürmekte, söyleyememektedir. Sanat Hegel için kötü konuşulan bir dildi, bir dil-öncesiyöi. Bu nedenle onun ölümü Hegel'e acı vermemektedir. Sanat, Kavrama ulaşamadı, büyüsünü bu eksikliğinden getiriyordu. Ama büyüleyen şeyin ölümü, Aklın doğuşunu bildirmektedir. Sanat bizim nesrimizin söyleyemediği bir şeyi söyleyebiliyordu, diye düşünüp yakınmak gerekmez. Onun ölümü Dil'in doğuşudur.

Ancak Hegel Dil'e geçişle hemen Kavram'a ulaşılacağını da düşünmemektedir. Çünkü bu dil Anlığın (Entendement) dilidir. Aklın değil. Anlığın (anlama yetisinin) dili ise henüz temsil edici öğenin tutsağıdır, henüz görme modelinden sıyrılamamıştır. Onun için filosoflar (Hegeî burada Kant'ı düşünmektedir özellikle) dilden yakınmakta, onun hakikati, mutlak olanı dile getirmek için yetersiz olduğunu söylemektedirler. Oysa yanlış olan onların dil anlayışıdır. Dile getirilemez düşünce, Dil-öncesi bir düşünce olamaz Hegel'e göre. Yalnız yaşayan bir insanın bile, düşünmek için dile gereksinmesi var. Çünkü hakikat dilsel bir şeydir. Bu nedenle, anakronizm yaparak diyebiliriz ki Hegel Feuerbach'ın «dilin şeylerle bir ilgisi yok» deyişine katılmaktadır. Ancak, ona göre bu, dilin kusuru değil, belirtke zaten imgeden farklı olarak, duyumlanabilir benzerlikten koptuğu için ortaya çıkmıştır. İnsanlık henüz bu kopuşu, benzerliğin bir uç durumu, belirtkeyi imgenin bir dönüşümüymüş gibi düşünüyorsa, bu onun bir türlü sıyrılamadığı yanlış dil bilincinden gelmektedir. Nesir dili, bizi imgesellikten kurtarmakta ama tam olarak Tin'e ulaştıramamakta. Sanat, Tin için uygun bir yer değildir. Dilin de böyle olduğu, kuşkusuz böyle olduğu, söylenemez. Çünkü spekülatif düşünce öncesi dil, temsil etmenin tuzağından kurtulamadı.

Sezgi, hayalgücü ve belirtke, aslında hepsi soyutlamayla çalışıyor. Temsil edici düşünce de duyumlanabilir olanı demekle onun yetkesini (salt algılamanın verdiği edilgenlikten gelen yetkesini) kırmakta, onu yadsımaktadır. Duyumlanabilir olana bu yolla karşı çıkış ne denli köklü olursa olsun, temsil edici düşünce yine de, somut olana, duyumlanabilir olana başvurmaktan alıkoyamaz kendini ve onu kavramlarının maddesel temeli olarak korur.

Bu açıdan, temsil edici dil ile sanat yapıtı benzeşmektedirler: Sanat yapıtı, içeriği, duyumlanabilir düzeyde görünüşe dönüştürmekte, dil ise aynı içeriği demektedir. Bu anlamda belirtenle belirtilenin sanattaki birleşimi ile onun dildeki ayrışımı çok büyük bir fark oluşturmaktadır. Dil aracılığıyla biz, Hegel'e göre, imgeler kurmaktan vazgeçiyoruz. «Aslan» sözcüğünü kullanırken artık bu hayvanı ne sezmek ne de onun imgesini üretmek zorunda değiliz. Ama dil bilincimiz gelişmemiş olduğu için yine de «asian» sözcüğünü küçültülmüş bir imge gibi görmekteyiz.

Bütün felsefe tarihi bu tür bir dilsel yanılsama üzerine kurulmuştur. Bu nedenle evrensel'e, Kavfam'a ulaşılamamıştır. Çünkü evrensel olanın anlatımı için imgesiz bir dil gerekmektedir. Biz hâlâ sözcüğü, şeylerin —imgede olduğu gibi— bir yansıması olarak görüyoruz. Sözcük sanki dış bir şeyi göstermek (indication) için kullanılan, imgeden daha kullanışlı bir şey gibi geliyor bize. Oysa sözcük, gösterme işleminin ortadan kalkmasıdır aslında. Biz gördüğümüz gibi konuşmayız ve dil daha kısa bir yoldan gösterme değildir. Dil göstermeksizin düşünmedir. Dilin temsil edici kullanımı, onun pagan çağından tanıyıp getirdiği bir saplantıdır. Felsefe, saplandığı dil ideolojisinden, varlıkla kavramı ayırmaktan kurtulduğu zaman sıyrılacaktır. Çünkü varlık bizim için Kavramından başka bir şey olamaz. Bu nedenle bilgi kuramının sorunsalı, hakikat sorunsalı yalnızca temsil edici düşünce olan anlık için söz konusudur. Felsefe baştan aşağı dil olduğunun bilincine eriştiğinde yani spekülatif düşünce olduğunda hakikat sorunsalı ortadan kalkacaktır.

Hegel'e göre anlam, her zaman «görme»yi; anlamlı olma, görülebilir olmayı örnek aldı ve Hegel'e kadar felsefe temsil etme çıkmazından kurtulamadı. Eski Yunandaki «ışık» metaforunun bolluğu, «anlamaada her zaman «görme»ye bir gönderi olduğunu gösteriyor. Oysa Hegel için anlamlılık ve görülebilirlik arasında hiçbir uzlaşma olamaz: Anlamın giderek ortaya çıkışı figürün giderek silinmesiyle mümkündür. Hegel'e göre insanlığın estetik etkinlik tarihini incelersek imgelerin giderek azalan bir işlevi olduğu anlaşılır. İmge sıkı sıkıya figür'e, görülebilir olana bağlıdır. İmgenin azalan gücü ile görülebilir olanın, dolayımsız olanın önemi de azalacaktır. Sanatın özelliği, salt varoluştaki içeriği «görünüş»e dönüştürerek, anlama giden yolu açmasıdır. Ama o, zorunlu olarak taşıdığı maddesel, dolayımsız öğeden ötürü bu yolu, aynı zamanda kapatmaktadır da.


Sonuç olarak Hegel, gezgin şairi türlü armağanlar sunduktan sonra sitenin kapısından uğurlayan, ona ancak iktidarla özdeşleşmiş felsefenin yani rasyonel söylemin buyruğunda olmayı benimsediği ölçüde katlanabileceğim söyleyen Platon'la aynı şeyi mi söylemektedir? Başka bir deyişle Hegel'in sanatla Akıl arasında kurduğu ilişki —daha doğrusu kesinti— Haton'un Devlet'inde yer alan sanat kavramının yinelenmesinden başka bir şey değil midir?

Bilindiği gibi Platon için sanat yapıtı her şeyden önce epistemolojik açıdan değersizdir. Sanat —resim örneğinde açıkça görüldüğü gibi—, idealar dünyasının kusurlu bir kopyası olan bu dünya üzerine tek yönlü bir bakış açısından gerçekleştirilmiş ikinci düzeyden bir kopya, bir yalandır. Ressam, dülgerin tanımını, özünü taklit ederek yaptığı masanın birincisinden çok daha kusurlu ikinci bir kopyasını üretmekteydi. Bu durumda eğer felsefe, özlerin doğru bilgisini taşıyan rasyonel söylem olarak mümkünse, o zaman sanatçı zorunlu olarak ya dilden uzaklaşacak ya da doğru söylemin güdümünde olmayı seçecektir. Hegel için de sanat rasyonel söylemin doğuşunun öncesinde kalmış bir şeydir, bir dil-öncesi dönemidir. Ama sanat, Platon'un dediği gibi var olanın kötü bir kopyası değildir. Her şeyden önce sanat bir kopya değildir. Ayrıca sanatsal etkinlik, daha önce gördüğümüz gibi, salt varoluşun, dilsiz varoluşun, kendinde bulunmayan hakikatini üretmektedir. Bu nedenle hakikat açısından sanat salt varoluşa, sanat yapıtı da doğaya göre bir ileri adım oluşturmakta. Ama bu ilerleme noktasının Kavram'a ulaşmak için kendi kendini silmesi, yok etmesi yani sanatın ölmesi gerekmiştir.

Hegel'le Platon arasındaki tüm ayrılıklara karşın ortak bir yön söz konusu: Platon sanatın hakikati —kötü kopya ettiği için— veremediğini söyleyerek onu değersiz hatta zararlı buluyor. Hegel için sanat hakikati bir ölçüde veriyor ama maddesel boyutundan ötürü onunla tam olarak bütünleşemiyor, Kavram olamıyor ya da kavram olduğu an sanat dışına düşüyor. Bu nedenle Hegel'in estetik anlayışı bütün çağcıl yönlerine karşın sonuçları açısından pek savunulabilir görünmemektedir. Kavram'ı (Concept), kavramsal hakikati amaçlamayan bir kültürel etkinlik türünün var olabileceğinin, var olduğunun kuşku götürmez olduğu çağımızda Hegel'in estetiği etki gücünü yitirmiyorsa bunu büyük ölçüde yukarıda açıklamaya çalıştığımız dil-sanat ilişkisine değgin çözümlemelerine borçlu olmalıdır.

1 Yorum

Adsız
7 Ekim 2011 09:53  

http://en.wikipedia.org/wiki/Fractal_art

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP