TARİH VE İLERLEME
|
Kubilay Aysevener
Tarihte bir ilerleme var mıdır? Bu soru 16. ve 17. yüzyıllarda doğabilimlerindeki büyük gelişmelerin ve teknik yeniliklerin insan yaşamına sağladığı kolaylıklar bakımından, özellikle 17. ve 18. yüzyıl Avrupa toplumunda ilerlemekte oldukları inancıyla birlikte ortaya atılmış bir sorudur. Bilimin ve buna bağlı olarak toplumun bir ilerleme içinde olduğu inancı, tarihte de bir ilerleme olduğu inancına yol açmıştır. Collingwood'a göre, insan etkinliğindeki sürekliliği ve buna bağlı olarak da bir gelişmeyi gösterecek olan, tarihin akışını yöneten bir ilerleme yasası kavramı, insanın, doğaya üstünlüğüne inancı ile onun doğanın bir parçasından fazla bir şey olmadığna inancı arasındaki, doğal olmayan, uzlaşmayla bozulmuş tam bir düşünce kanşıkhğıdır. Bununla birlikte, ta ilk çağlardan bu yana, Collinwood'un dile getirmiş olduğu düşünce karışıklığı, filozofları, tarihçileri ve teologları etkilemiş ve bu yönde kuramlar geliştirmelerine neden olmuştur.
Tarihte ilerleme kavramı ile anlatılmak istenen, tarihsel her olayın bir kezlik oluşu ve olaylar sürekliliğinin birbiri ardısıra çizgisel olarak geleceğe doğru akıyor olmasıdır. Bu akış, sonul (nihai) bir amacı gerçekleştirmek üzere, belirli bir hedefe doğru olabildiği gibi, böyle bir hedeften bağımsız da olabilir. İlerleme kavramı, belirli bir süreç yoluyla ve o sürecin oluştuğu, kendisini gösterdiği devreler boyunca ortaya çıkan gelişmeyi belirtir. Yalnızca bir gelişme değil, sonuçta, betimlenebilecek ve değerlendirilebilecek bir kazanç söz konusudur.
Birikim ve ilerlemeyi, bu iki kavram bazen tarihin ya da kültürün aynı temel özelliğiymiş gibi anlaşılsalar da, ayırt etmeliyiz. Örneğin, teknik yenilikler ve böylesi yenilikleri olanaklı kılan bilimsel düşünce açısından Batı Uygarlığının diğer uygarlıklardan daha birikimci olduğunu kanıtladığı söylenir. Bu başarılı biçimde, yazı, aritmetik ve geometri gibi, bir dizi ilerlemeyi ortaya koymuştur. Bir duraksama döneminin ardından bir endüstri devrimini oluşturmuştur. Bu devrim Öylesine kapsamlı ve uzun erimlidir ki, yapılabilecek tek karşı karşılaştırma, Rotenstreich'a göre, Cilalıtaş devriminin kendisiyledir. Bu bağlamda, birikim burada çok sayıda yeniliğin ilerlemeye yolaçmış olduğu anlamına geliyor. Bu ilerleme, teknik tutarlılık ya da üretim yöntemlerinin iyileştirilmesi olabilir, çünkü başka türlü, Cilalıtaş devriminden endüstriyel devrime uzanan bir çizgiyi göstermek anlamsız olurdu. Birikim yalnızca devrimlerle değil, üretim yöntemleri ya da teknikleri ölçütüyle ölçülebilen ya da karşılaştırılabilen devrimlerle İlgilidir.
Bu örnekte gördüğümüz gibi, birikim ile iyileşme arasındaki ayrım, birikimin davranış biçem ya da araçlarına göndermede bulunması nedeniyle kesin bir ayrım değildir. Cilalıtaş döneminin ya da devriminin araçları endüstriyel devrime aktarılmamış ya da sonraki dönemde kalmıştı. Çevreye egemen olma tutumu sürmekte; ancak bunun göstergeleri niceliksel ve niteliksel olarak değişmiştir.
İlerleme düşüncesinin Tanrı öğretisiyle ilgili olduğuna değinilmiştir. Bury'nin bu ilişki konusundaki etkili olmuş yorumuna göre, ilerlemeye olan inanç, daha önceleri tanrıya olan inancın dinsel olmayan bir biçimde yerine geçiştir. Çünkü ilerleme düşüncesi tanrı öğretisiyle uyuşmaz. Burada Bury'nin demek istediği, her iki tarihsel süreç görüşünün aynı tarihçi tarafından gözönünde bulundurulamayacağı değil, kendi içsel mantıkları açısından bakıldıklarında bu görüşlerin ortak bir biçimde tek oldukları, her şeye açık olmadıklarıdır. Ancak ilerleme düşüncesiyle tanrı öğretisi arasındaki ilişkinin bu yorumu, Rotenstreich'a göre, yalnızca kısmen geçerlidir. Bunun geçerliği, insan bilgisi, bilim, ekonomi ve politikanın tarih-içi güçlerince başlatılan, sürdürülen, düzenlenen sürekli bir ilerleme olarak tarihsel gelişme kavramının yeterliliği ya da yetersizliğine dayanır.
Eğer tarihsel ilerleme, gerçekten kendi kendisine ilerleyen, yalnızca tarih-içi güçlerce beslenen ve yalnızca onların işleyişleriyle yönetilen bir süreçse, tarihsel gelişme düşüncesi tanımıyla bile tanrı düşüncesini dışlar. Değişik bir tarihsel gelişme kavramı sunulursa, bunun kısmen bile olsa, tanrı öğretisiyle uzlaşması için hiçbir neden olmaz. Bununla birlikte E.H. Carr, tarihin sonul bir amacının olduğu ve bunu gerçekleştirmek için çeşidi dönemlerden geçerek hedefine doğru ilerlediği görüşünün, daha çok dinsel bir tutuma dayandığını söyler.
Bu görüş, özellikle Ortaçağ'da Yahudi-Hristiyan geleneğinin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Tarihin bir hedef kazanması, Carr'a göre, tarihin sonu olmuştur ki, böylelikle tarih, bir tanrı savunusuna (teodise) dönüşmüştür. Herder'e göre, İnsanlık tarihi, bizim kendi çabalarımızı, yeteneklerimiz ve anlayışımız yoluyla tanrının bizim kurtuluşumuz için hazırladığı bir süreçtir. Bu, Kant'ın da değindiği ve tanrıyla insanın tarihsel sürecin oluşumunda işbirliği içinde olduklarını öne süren Voncursus" öğretişidir.
Talihte sonul bir amaç düşüncesi, 19. yüzyıl tarih felsefesinde de etkili olmuştur. Ortaçağ'ın mirası olan bu düşünce Hegel'de Tin'in açılamına, Marx'da ise tarih yasasına bürünmüştür. Her iki düşünür de varılacak hedefi özgürlük olarak belirlemişlerdir. Hristiyan düşünürler, kurtuluşun tarihsel sürecin sona erişiyle geldiğini önesürerler. Hristiyan düşüncesinin, kurtarılmanın başlangıç adımını oluşturan bir evre olarak zamana tanıdığı rol, gelişme öğretisinin zaman kavramıyla ilişkisinde olduğu gibi, Zaman'ın içinde gerçekliğe yönelişi yansıtır.
Bu yönüyle, gelişme düşüncesi, genel olarak dinsel geleneğin ve özel olarak onun Hristiyan eğiliminin, zaman içindeki süreç boyunca farkına varılan sonun, dinsel olmayan bir çevrimi olarak kabul edilebilir. Löwith'e göre, tarihin bir başlangıcı ve sonu olduğu, onu belirleyen bir gücün olduğu ve sürekli olarak bir sona doğru ilerlediği biçiminde belirlenebilinecek olan bu tarih bilinci, çizgizel-eskatolojik tarih bilincidir.
Hristiyanlığın zaman karşısındaki tutumu içerik ve anlamlan içine çeken bir alan olarak kabullenilen zaman içindeki gerçeklik kavramıyla daha çok açığa çıkar. Rotenstreich'a göre, Hristiyan düşüncesinde süreç, Hz. İsa'nın gelişiyle birlikte, şimdiki tarih sahnesinde ortaya çıkan içerik ya da anlam bütünlüğü karşısında bir varlık gösteremez. Bu kavramın dinsel olmayan bir uyarlaması, gelişme öğretisinin temelini oluşturan, zaman'ın evrensel bir düzgü ile rastlaşmayı uzlaştırabilen bir alan olduğu yolundaki varsayımı ortaya çıkarır. Bu düzgü, ister özgürlük, eşitlik, uluslararası birlik düşüncesi, isterse herhangi bir şey olsun.
Zaman karşısındaki Hristiyan tutumu, hem zaman içindeki sürecin bir onayı, hem de zaman ve telos arasındaki tümel karşılaşmaya doğru tek bir geçiş ya da cennet krallığına tek bir koridor olarak o sürecin hesaplanmasını içerdiği için, biraz da karışık ve kararsızdır. İnanan kişi yaşadığı dünyanın geçici olmaya yazgılı kılındığını bilirken, bu dünyaya kutsal amaç tarafından kurtuluş tarihi çizgisi içinde bir yer tanındığını da bilir. Zaman'la olan bu kararsız ilişki, onu içerikle kusurlu bir kacşılaşma olarak yadsırken bir yandan da içerik için bir hazırlık Alarak onaylayarak, gelişme öğretisinin-bir temel özelliğini oluşturur. Kesin bir sona doğru aralıksız ilerleme olarak tarih kavramı, zaman'ın yapısının açık-ve sürekli olduğunu önsel olarak gereksir. Odak noktası gelecek olan zaman sürekliliği, içerik yoğunluğunun bir ilke konusu olarak olanaklı kılındığı bir alanı oluşturur. Zaman ilerledikçe, içerik yoğunluğu artar ve gelişir. Zaman'ın açık ve sürekli yapısı nedeniyle varlığını haklı çıkarır yeni bir çok içeriğe zaman içinde gerçeklik olarak varolma olanağı tanınır. Bundan dolayı, zaman'ın açıklığı gelişme olasılısını güvence altına alır. Gelişme düşüncesi, tarihsel bilincin temel önsayıltısı olarak, zaman'ın bir yorumudur.
Tarihin ilerleyen bir süreç olduğu görüşü, genelde döngüsel bir görüşün tam karşıtı olarak düşünülebilirse de, aslında tarihin bir hedefe doğru ilerleyen amaçsal tutumu nedeni ile, özellikle ilk altın çağa ya da tanrıya geri dönmek amacını gütmekle, bir kezlik döngüsel bir süreci dile getirmektedir. Bu durumda ilerleme başlangıca geri dönmek anlamındadır.
Amaçsal bir görüşün ilk temellerini Leibniz atmıştır. Ona göre tarih, aklın gitgide olgunlaşmasıdır; karanlıktan aydınlığa doğru adım adım yükseliştir. Bu devinim süreklidir, gerileme ve duraksamalar yeni başarılar için güç kazanmaktan başka bir şey değildir. Tarihteki bütün olaylar sürekliliği olan bir bağlantı içinde yer alırlar. Ancak ilerlemenin bir başlangıcı ve bir sonu olduğunu varsaymak yersiz bir düşünce gibi görünmektedir. Çünkü böyle bir düşünce, tarih üzerine çalışanları yanlış yargılara götürebilir. En azından, hedefin bireysel bir tutumca belirlenecek olması, onun herkes için geçerli bir amaç olmasını engellemektedir. Örneğin Hegel, ilerlemenin sonul amacının Prusya Devleti'nde gerçekleştiğini söylemekle bu yanlışa düşmüş ve yoğun eleştirilere uğramıştır.
Dilthey, tarihte düzenli bir ilerlemenin olduğuna inananlara karşı çıkarak, tarihsel olaylara bakıldığında yalnızca ilerlemenin değil, gerileme ve çöküşün de gözlenebildiğini belirtmiştir. Carr'da benzer bir görüşü dile getirir ve Hegel ile Marx'in üç ya da dört uygarlığı, Toynbee'nin yirmi bir uygarlığı, uygarlıkların doğuş, yükseliş ve çöküşten geçen bir yaşam döngüleri olduğu kuramı türünden tasarımların kendi içlerinde hiçbir anlamları olmadığını, ancak bunların, uygarlığı ileriye götürmek için gerekli çabanın bir noktada yavaşlayarak yok olduğu ve sonra bir yerde yeniden ortaya çıktığı, böylece tarihte gözlenebilecek her türlü ilerlemenin kesinlikle zamanca ve mekanca da sürekli olmadığı yolundaki olgunun belirtileri olduğunu söyler.
Tarihte ilerleme kavramına yalnızca teknik buluşlardaki gelişmelerin topluma bir yansısı olarak bakılabilir mi? Kuşkusuz böyle bir yaklaşım bize çok dar bir bakış açısı sağlayacaktır. Oysa ki, insanın ahlaksal yanının yetkinleştirilmesi düşüncsi de ilerleme kavramı için bir ölçüt oluşturmaktadır. Örneğin Kant için, ilerleme kavramı ahlaksal bir değer taşımakta ve daha özgür bir insanlık özlemine dayalı hedeflerimiz açısından tarihe ilerleme idesi altında bakmak, ahlaksal bir ödev olarak görünmektedir. Kant, insanlığın başlangıcı üzerine olan düşüncelerinde ilerlemenin, insanın akılla kendisini yönetme, kendisine yasalar koyma yoluyla gerçekleştiğini belirtir, İlerleme Kant'a göre, doğada başlamış ve özgür bir varlık olma, özgürce etkileme yönünde gelişmesini sürdürmektedir.
Tarih insanın özgürlüğünün oluşumundan başka bir şey değildir ve oluş geleceğe doğru akıp gitmektedir. Tarih bilimi karmaşık ve düzensiz akışı içinde insan yeteneklerinin yavaş ama sürekli gelişimini gösterebilir. Bu ise bizi tarihte bir ilerleme olduğu konusunda umutlandırabilir. Eğer tarihe insan eylemlerinin gelişimi ve ilerlemesi olarak bakamazsak, Kant'a göre her şey anlamsızlaşır.
Rönesans'da başlayan evrene ve insan ilişkilerine geleneksel dinlerin yaklaşımından uzaklaşma eğilimi, aydınlanma çağında en yüksek noktasına ulaşmıştır. Tarihsel düşüncedeki bu yan, Condorcet tarafından, "İnsan aklının İlerlemesinin Tarihsel bir Resmi için Taslaklar" adlı çalışmasında çok dokunaklı bir anlatımla Aydınlanmadaki ilerleme düşüncesiyle açıkça gösterildi. Bu çalışmada cennet gökyüzünden yeryüzüne indirildi. İnsanın amacı bu dünyada mutluluğu elde etmek oldu. Bu düşünce Divine Comedya adlı yapıtında, yeryüzü cenneti yaratmanın doğaüstü güçlerin yardımı olmaksızın da olanaklı olduğunu söyleyen Dante için de yeni değildi. Bunun anlamı, insanın, doğal nedenlerin yardımıyla, kusurları düzeltildiğinde yeryüzüne düşmeden önceki mutluluğunu kazanması biçiminde belirtilebilir. Cairns'e göre, Condercet, Aydınlanmacı bir düşünür gibi kendi zamanında çok hızla gelişmeye başlayan yeni bilimsel bilgi umudunu yararlı kılmakla bu amacın sesini daha modern ve inandırıcı yapar. Condorcet, insanın bilim aracılığıyla bu dünyayı ergeç kendi cenneti yapacağını düşünmektedir. İnsanın bu son amacına doğru ilerlemesi, Condorcet, tarafından çizgisel bir seri gibi on basamakta dizgeleştirilmiştir. "Gelecekteki insan aklının ilerleme dönemi" diye adlandırdığı son dönem, uluslar arasındaki eşitsizliğin ortadan kaldırılmasıyla görülecektir. İnsanlığın mükemmelliğiyle Condorcet, savaşın ortadan kaldırılacağı, eğitimin serbest ve eşit olacağı, evrensel bir dilin oluşturulacağı, bütün insanların ekonomik gereksinimlerini bol bol karşılayabilecekleri ve sonunda ölümü kendi denetimleri altına alabilecekleri ve insanların soylu bir ölümsüzlüğe ulaşabilecekleri, sanatlar, bilimler ve ahlaklardaki süregiden ilerlemeyi anlar.
Aydınlanma düşünürleri, tarihin insanın yetkinleşmesinin gerçekleştiği sahne olduğuna inanırlar. Bu düşünürlerden Lessing, din ve ahlak alanına kaydırdığı ilerleme düşüncesinin teknik buluşlarla değil, insanın iç varlığının derinlikleriyle ilgili olduğunu söyler. Bu görüş bütün Alman idealist Felsefesinin inancıdır. Yine Aydınlanma düşünürlerinden Isaac Iselin de, insanlığın sürekli bir ilerleme içinde olduğunu söyler. Ona göre, Aydınlanma ile birlikte her gün biraz daha inceleşen düşünceler insanı daha mutlu ve erdemli kılacaktır. İnsanlık böyle bir geleceğe doğru sürekli ilerleyecektir. Ancak ilerlemenin mutlu bir sonla noktalanmayacağını savunan düşünürler de vardır. Tarihsel ilerlemenin yetkinliğe doğru olmadığını savunan düşünürlerden birisi olan Rousseau, "sanat ve bilimlerin ilerlemesi ahlakın yararına olmuş mudur?" sorusuna olumsuz yanıt verip, bu tür yaşam tekniklerinin insanı kendisine yabancılaştırdığını belirterek, tarihin gidişinin bir yükselme olmadığını, bir alçalma olduğunu söylemiştir."
Völtaire'de benzer bir görüşü daha köktenci bir biçimde yanıtlamış ve tarihin hiç de anlamının olmadığını belirtmiştir. Herder her iki kutbu uzlaştırmaya çalışarak, tarihte bir dizge ve ilerlemenin varlığını kabul etmekle birlikte, sonul amacın bireyin mutluluğu, yetkinleşmesi olmadığına inanır. Herder'e göre, tarihteki tek tek olaylar amaç değil, araçtırlar, birey de tanrının bilinmeyen amacının elinde kör bir alettir. Her ulus, her dönem kendisine göre mutlu olur ve kendisine düşen Ödevi yerine getirir. Ancak yine de, bütün dönemlerin üzerinde kımıldayan bir ileri gidiş yardır.
Burada dile getirilen görüşler çerçevesinde, tarihsel süreci ilerleyen bir şeymiş gibi varsaymak nasıl temellendirilebilir? Bu temellendirme insanın bilgi ve becerilerinin, ister bilimsel ister ahlaksal olsun, kuşaktan kuşağa geçişliliği gözönünde bulundurularak yapılabilir. İnsanın herhangi bir konuda bilgi birikimini gelecek kuşağa ya da kültüre aktarması ve bu kuşağın ya da kültürün de aktardan bu bilgiyi, daha bir yetkinlikle kendisinden sonraki kuşağa ya da kültüre aktarmasında, ilerlemenin izleri görülebilir. İlerleme idesi, bir anlamda, karşımıza bilgi birikiminin ve değerlerin kuşaktan kuşağa taşınmasında çıkmaktadır. E.H. Carr'da ilerlemenin temelini edinilmiş niteliklerin geçişine bağlamakta ve tarihi, edinilmiş becerilerin kuşaktan kuşağa iletilmesi olarak değerlendirmektedir. Böyle bir yargı, döngüsel tarih görüşünü benimseyen Toynbee'de de vardır. O da, her yeni kültürün kendinden önceki kültürün mirasını devraldığını ve o mirasa yeni şeyler kattığını belirterek, ilerlemenin, bu anlamda, olanaklılığma değinmiştir.
Sonuç olarak diyebiliriz ki, ilerleme kavramı, insan bilgisinin, davranış seçeneklerinin artması ve buna bağlı olarak da davranışlarının incelmesi biçiminde ortaya çıkmaktadır. Ancak, toplumlarda sürekli bir ileri gidiş söz konusu değildir. Kimi zaman duraklama ve çöküş de görülebilmektedir. Bununla birlikte bu duraksamaların önemi yoktur. Çünkü ilerleme ile, kaçınılmaz herhangi bir süreç değil, insan yeteneklerinin kuşaktan kuşağa aktarılarak ilerleyen gelişmesi anlatılmak istenmektedir. Collingwood'un deyişiyle, "tarihsel ilerleme düşüncesi, eğer hiçbir şeyi imâ etmiyorsa, en azından, yalnızca aynı özel tiplerce kapsanan yeni eylemlerin, düşüncelerin ya da durumların ortaya çıkışını değil, yeni özel tiplerin ortaya çıkışını da imâ eder. Dolayısıyla, tarihsel ilerleme, böyle belirli yenilikleri önceden-varsayar ve bunları gelişme kavramı içinde barındırır."
Tarihte bir ilerleme var mıdır? Bu soru 16. ve 17. yüzyıllarda doğabilimlerindeki büyük gelişmelerin ve teknik yeniliklerin insan yaşamına sağladığı kolaylıklar bakımından, özellikle 17. ve 18. yüzyıl Avrupa toplumunda ilerlemekte oldukları inancıyla birlikte ortaya atılmış bir sorudur. Bilimin ve buna bağlı olarak toplumun bir ilerleme içinde olduğu inancı, tarihte de bir ilerleme olduğu inancına yol açmıştır. Collingwood'a göre, insan etkinliğindeki sürekliliği ve buna bağlı olarak da bir gelişmeyi gösterecek olan, tarihin akışını yöneten bir ilerleme yasası kavramı, insanın, doğaya üstünlüğüne inancı ile onun doğanın bir parçasından fazla bir şey olmadığna inancı arasındaki, doğal olmayan, uzlaşmayla bozulmuş tam bir düşünce kanşıkhğıdır. Bununla birlikte, ta ilk çağlardan bu yana, Collinwood'un dile getirmiş olduğu düşünce karışıklığı, filozofları, tarihçileri ve teologları etkilemiş ve bu yönde kuramlar geliştirmelerine neden olmuştur.
Tarihte ilerleme kavramı ile anlatılmak istenen, tarihsel her olayın bir kezlik oluşu ve olaylar sürekliliğinin birbiri ardısıra çizgisel olarak geleceğe doğru akıyor olmasıdır. Bu akış, sonul (nihai) bir amacı gerçekleştirmek üzere, belirli bir hedefe doğru olabildiği gibi, böyle bir hedeften bağımsız da olabilir. İlerleme kavramı, belirli bir süreç yoluyla ve o sürecin oluştuğu, kendisini gösterdiği devreler boyunca ortaya çıkan gelişmeyi belirtir. Yalnızca bir gelişme değil, sonuçta, betimlenebilecek ve değerlendirilebilecek bir kazanç söz konusudur.
Birikim ve ilerlemeyi, bu iki kavram bazen tarihin ya da kültürün aynı temel özelliğiymiş gibi anlaşılsalar da, ayırt etmeliyiz. Örneğin, teknik yenilikler ve böylesi yenilikleri olanaklı kılan bilimsel düşünce açısından Batı Uygarlığının diğer uygarlıklardan daha birikimci olduğunu kanıtladığı söylenir. Bu başarılı biçimde, yazı, aritmetik ve geometri gibi, bir dizi ilerlemeyi ortaya koymuştur. Bir duraksama döneminin ardından bir endüstri devrimini oluşturmuştur. Bu devrim Öylesine kapsamlı ve uzun erimlidir ki, yapılabilecek tek karşı karşılaştırma, Rotenstreich'a göre, Cilalıtaş devriminin kendisiyledir. Bu bağlamda, birikim burada çok sayıda yeniliğin ilerlemeye yolaçmış olduğu anlamına geliyor. Bu ilerleme, teknik tutarlılık ya da üretim yöntemlerinin iyileştirilmesi olabilir, çünkü başka türlü, Cilalıtaş devriminden endüstriyel devrime uzanan bir çizgiyi göstermek anlamsız olurdu. Birikim yalnızca devrimlerle değil, üretim yöntemleri ya da teknikleri ölçütüyle ölçülebilen ya da karşılaştırılabilen devrimlerle İlgilidir.
Bu örnekte gördüğümüz gibi, birikim ile iyileşme arasındaki ayrım, birikimin davranış biçem ya da araçlarına göndermede bulunması nedeniyle kesin bir ayrım değildir. Cilalıtaş döneminin ya da devriminin araçları endüstriyel devrime aktarılmamış ya da sonraki dönemde kalmıştı. Çevreye egemen olma tutumu sürmekte; ancak bunun göstergeleri niceliksel ve niteliksel olarak değişmiştir.
İlerleme düşüncesinin Tanrı öğretisiyle ilgili olduğuna değinilmiştir. Bury'nin bu ilişki konusundaki etkili olmuş yorumuna göre, ilerlemeye olan inanç, daha önceleri tanrıya olan inancın dinsel olmayan bir biçimde yerine geçiştir. Çünkü ilerleme düşüncesi tanrı öğretisiyle uyuşmaz. Burada Bury'nin demek istediği, her iki tarihsel süreç görüşünün aynı tarihçi tarafından gözönünde bulundurulamayacağı değil, kendi içsel mantıkları açısından bakıldıklarında bu görüşlerin ortak bir biçimde tek oldukları, her şeye açık olmadıklarıdır. Ancak ilerleme düşüncesiyle tanrı öğretisi arasındaki ilişkinin bu yorumu, Rotenstreich'a göre, yalnızca kısmen geçerlidir. Bunun geçerliği, insan bilgisi, bilim, ekonomi ve politikanın tarih-içi güçlerince başlatılan, sürdürülen, düzenlenen sürekli bir ilerleme olarak tarihsel gelişme kavramının yeterliliği ya da yetersizliğine dayanır.
Eğer tarihsel ilerleme, gerçekten kendi kendisine ilerleyen, yalnızca tarih-içi güçlerce beslenen ve yalnızca onların işleyişleriyle yönetilen bir süreçse, tarihsel gelişme düşüncesi tanımıyla bile tanrı düşüncesini dışlar. Değişik bir tarihsel gelişme kavramı sunulursa, bunun kısmen bile olsa, tanrı öğretisiyle uzlaşması için hiçbir neden olmaz. Bununla birlikte E.H. Carr, tarihin sonul bir amacının olduğu ve bunu gerçekleştirmek için çeşidi dönemlerden geçerek hedefine doğru ilerlediği görüşünün, daha çok dinsel bir tutuma dayandığını söyler.
Bu görüş, özellikle Ortaçağ'da Yahudi-Hristiyan geleneğinin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Tarihin bir hedef kazanması, Carr'a göre, tarihin sonu olmuştur ki, böylelikle tarih, bir tanrı savunusuna (teodise) dönüşmüştür. Herder'e göre, İnsanlık tarihi, bizim kendi çabalarımızı, yeteneklerimiz ve anlayışımız yoluyla tanrının bizim kurtuluşumuz için hazırladığı bir süreçtir. Bu, Kant'ın da değindiği ve tanrıyla insanın tarihsel sürecin oluşumunda işbirliği içinde olduklarını öne süren Voncursus" öğretişidir.
Talihte sonul bir amaç düşüncesi, 19. yüzyıl tarih felsefesinde de etkili olmuştur. Ortaçağ'ın mirası olan bu düşünce Hegel'de Tin'in açılamına, Marx'da ise tarih yasasına bürünmüştür. Her iki düşünür de varılacak hedefi özgürlük olarak belirlemişlerdir. Hristiyan düşünürler, kurtuluşun tarihsel sürecin sona erişiyle geldiğini önesürerler. Hristiyan düşüncesinin, kurtarılmanın başlangıç adımını oluşturan bir evre olarak zamana tanıdığı rol, gelişme öğretisinin zaman kavramıyla ilişkisinde olduğu gibi, Zaman'ın içinde gerçekliğe yönelişi yansıtır.
Bu yönüyle, gelişme düşüncesi, genel olarak dinsel geleneğin ve özel olarak onun Hristiyan eğiliminin, zaman içindeki süreç boyunca farkına varılan sonun, dinsel olmayan bir çevrimi olarak kabul edilebilir. Löwith'e göre, tarihin bir başlangıcı ve sonu olduğu, onu belirleyen bir gücün olduğu ve sürekli olarak bir sona doğru ilerlediği biçiminde belirlenebilinecek olan bu tarih bilinci, çizgizel-eskatolojik tarih bilincidir.
Hristiyanlığın zaman karşısındaki tutumu içerik ve anlamlan içine çeken bir alan olarak kabullenilen zaman içindeki gerçeklik kavramıyla daha çok açığa çıkar. Rotenstreich'a göre, Hristiyan düşüncesinde süreç, Hz. İsa'nın gelişiyle birlikte, şimdiki tarih sahnesinde ortaya çıkan içerik ya da anlam bütünlüğü karşısında bir varlık gösteremez. Bu kavramın dinsel olmayan bir uyarlaması, gelişme öğretisinin temelini oluşturan, zaman'ın evrensel bir düzgü ile rastlaşmayı uzlaştırabilen bir alan olduğu yolundaki varsayımı ortaya çıkarır. Bu düzgü, ister özgürlük, eşitlik, uluslararası birlik düşüncesi, isterse herhangi bir şey olsun.
Zaman karşısındaki Hristiyan tutumu, hem zaman içindeki sürecin bir onayı, hem de zaman ve telos arasındaki tümel karşılaşmaya doğru tek bir geçiş ya da cennet krallığına tek bir koridor olarak o sürecin hesaplanmasını içerdiği için, biraz da karışık ve kararsızdır. İnanan kişi yaşadığı dünyanın geçici olmaya yazgılı kılındığını bilirken, bu dünyaya kutsal amaç tarafından kurtuluş tarihi çizgisi içinde bir yer tanındığını da bilir. Zaman'la olan bu kararsız ilişki, onu içerikle kusurlu bir kacşılaşma olarak yadsırken bir yandan da içerik için bir hazırlık Alarak onaylayarak, gelişme öğretisinin-bir temel özelliğini oluşturur. Kesin bir sona doğru aralıksız ilerleme olarak tarih kavramı, zaman'ın yapısının açık-ve sürekli olduğunu önsel olarak gereksir. Odak noktası gelecek olan zaman sürekliliği, içerik yoğunluğunun bir ilke konusu olarak olanaklı kılındığı bir alanı oluşturur. Zaman ilerledikçe, içerik yoğunluğu artar ve gelişir. Zaman'ın açık ve sürekli yapısı nedeniyle varlığını haklı çıkarır yeni bir çok içeriğe zaman içinde gerçeklik olarak varolma olanağı tanınır. Bundan dolayı, zaman'ın açıklığı gelişme olasılısını güvence altına alır. Gelişme düşüncesi, tarihsel bilincin temel önsayıltısı olarak, zaman'ın bir yorumudur.
Tarihin ilerleyen bir süreç olduğu görüşü, genelde döngüsel bir görüşün tam karşıtı olarak düşünülebilirse de, aslında tarihin bir hedefe doğru ilerleyen amaçsal tutumu nedeni ile, özellikle ilk altın çağa ya da tanrıya geri dönmek amacını gütmekle, bir kezlik döngüsel bir süreci dile getirmektedir. Bu durumda ilerleme başlangıca geri dönmek anlamındadır.
Amaçsal bir görüşün ilk temellerini Leibniz atmıştır. Ona göre tarih, aklın gitgide olgunlaşmasıdır; karanlıktan aydınlığa doğru adım adım yükseliştir. Bu devinim süreklidir, gerileme ve duraksamalar yeni başarılar için güç kazanmaktan başka bir şey değildir. Tarihteki bütün olaylar sürekliliği olan bir bağlantı içinde yer alırlar. Ancak ilerlemenin bir başlangıcı ve bir sonu olduğunu varsaymak yersiz bir düşünce gibi görünmektedir. Çünkü böyle bir düşünce, tarih üzerine çalışanları yanlış yargılara götürebilir. En azından, hedefin bireysel bir tutumca belirlenecek olması, onun herkes için geçerli bir amaç olmasını engellemektedir. Örneğin Hegel, ilerlemenin sonul amacının Prusya Devleti'nde gerçekleştiğini söylemekle bu yanlışa düşmüş ve yoğun eleştirilere uğramıştır.
Dilthey, tarihte düzenli bir ilerlemenin olduğuna inananlara karşı çıkarak, tarihsel olaylara bakıldığında yalnızca ilerlemenin değil, gerileme ve çöküşün de gözlenebildiğini belirtmiştir. Carr'da benzer bir görüşü dile getirir ve Hegel ile Marx'in üç ya da dört uygarlığı, Toynbee'nin yirmi bir uygarlığı, uygarlıkların doğuş, yükseliş ve çöküşten geçen bir yaşam döngüleri olduğu kuramı türünden tasarımların kendi içlerinde hiçbir anlamları olmadığını, ancak bunların, uygarlığı ileriye götürmek için gerekli çabanın bir noktada yavaşlayarak yok olduğu ve sonra bir yerde yeniden ortaya çıktığı, böylece tarihte gözlenebilecek her türlü ilerlemenin kesinlikle zamanca ve mekanca da sürekli olmadığı yolundaki olgunun belirtileri olduğunu söyler.
Tarihte ilerleme kavramına yalnızca teknik buluşlardaki gelişmelerin topluma bir yansısı olarak bakılabilir mi? Kuşkusuz böyle bir yaklaşım bize çok dar bir bakış açısı sağlayacaktır. Oysa ki, insanın ahlaksal yanının yetkinleştirilmesi düşüncsi de ilerleme kavramı için bir ölçüt oluşturmaktadır. Örneğin Kant için, ilerleme kavramı ahlaksal bir değer taşımakta ve daha özgür bir insanlık özlemine dayalı hedeflerimiz açısından tarihe ilerleme idesi altında bakmak, ahlaksal bir ödev olarak görünmektedir. Kant, insanlığın başlangıcı üzerine olan düşüncelerinde ilerlemenin, insanın akılla kendisini yönetme, kendisine yasalar koyma yoluyla gerçekleştiğini belirtir, İlerleme Kant'a göre, doğada başlamış ve özgür bir varlık olma, özgürce etkileme yönünde gelişmesini sürdürmektedir.
Tarih insanın özgürlüğünün oluşumundan başka bir şey değildir ve oluş geleceğe doğru akıp gitmektedir. Tarih bilimi karmaşık ve düzensiz akışı içinde insan yeteneklerinin yavaş ama sürekli gelişimini gösterebilir. Bu ise bizi tarihte bir ilerleme olduğu konusunda umutlandırabilir. Eğer tarihe insan eylemlerinin gelişimi ve ilerlemesi olarak bakamazsak, Kant'a göre her şey anlamsızlaşır.
Rönesans'da başlayan evrene ve insan ilişkilerine geleneksel dinlerin yaklaşımından uzaklaşma eğilimi, aydınlanma çağında en yüksek noktasına ulaşmıştır. Tarihsel düşüncedeki bu yan, Condorcet tarafından, "İnsan aklının İlerlemesinin Tarihsel bir Resmi için Taslaklar" adlı çalışmasında çok dokunaklı bir anlatımla Aydınlanmadaki ilerleme düşüncesiyle açıkça gösterildi. Bu çalışmada cennet gökyüzünden yeryüzüne indirildi. İnsanın amacı bu dünyada mutluluğu elde etmek oldu. Bu düşünce Divine Comedya adlı yapıtında, yeryüzü cenneti yaratmanın doğaüstü güçlerin yardımı olmaksızın da olanaklı olduğunu söyleyen Dante için de yeni değildi. Bunun anlamı, insanın, doğal nedenlerin yardımıyla, kusurları düzeltildiğinde yeryüzüne düşmeden önceki mutluluğunu kazanması biçiminde belirtilebilir. Cairns'e göre, Condercet, Aydınlanmacı bir düşünür gibi kendi zamanında çok hızla gelişmeye başlayan yeni bilimsel bilgi umudunu yararlı kılmakla bu amacın sesini daha modern ve inandırıcı yapar. Condorcet, insanın bilim aracılığıyla bu dünyayı ergeç kendi cenneti yapacağını düşünmektedir. İnsanın bu son amacına doğru ilerlemesi, Condorcet, tarafından çizgisel bir seri gibi on basamakta dizgeleştirilmiştir. "Gelecekteki insan aklının ilerleme dönemi" diye adlandırdığı son dönem, uluslar arasındaki eşitsizliğin ortadan kaldırılmasıyla görülecektir. İnsanlığın mükemmelliğiyle Condorcet, savaşın ortadan kaldırılacağı, eğitimin serbest ve eşit olacağı, evrensel bir dilin oluşturulacağı, bütün insanların ekonomik gereksinimlerini bol bol karşılayabilecekleri ve sonunda ölümü kendi denetimleri altına alabilecekleri ve insanların soylu bir ölümsüzlüğe ulaşabilecekleri, sanatlar, bilimler ve ahlaklardaki süregiden ilerlemeyi anlar.
Aydınlanma düşünürleri, tarihin insanın yetkinleşmesinin gerçekleştiği sahne olduğuna inanırlar. Bu düşünürlerden Lessing, din ve ahlak alanına kaydırdığı ilerleme düşüncesinin teknik buluşlarla değil, insanın iç varlığının derinlikleriyle ilgili olduğunu söyler. Bu görüş bütün Alman idealist Felsefesinin inancıdır. Yine Aydınlanma düşünürlerinden Isaac Iselin de, insanlığın sürekli bir ilerleme içinde olduğunu söyler. Ona göre, Aydınlanma ile birlikte her gün biraz daha inceleşen düşünceler insanı daha mutlu ve erdemli kılacaktır. İnsanlık böyle bir geleceğe doğru sürekli ilerleyecektir. Ancak ilerlemenin mutlu bir sonla noktalanmayacağını savunan düşünürler de vardır. Tarihsel ilerlemenin yetkinliğe doğru olmadığını savunan düşünürlerden birisi olan Rousseau, "sanat ve bilimlerin ilerlemesi ahlakın yararına olmuş mudur?" sorusuna olumsuz yanıt verip, bu tür yaşam tekniklerinin insanı kendisine yabancılaştırdığını belirterek, tarihin gidişinin bir yükselme olmadığını, bir alçalma olduğunu söylemiştir."
Völtaire'de benzer bir görüşü daha köktenci bir biçimde yanıtlamış ve tarihin hiç de anlamının olmadığını belirtmiştir. Herder her iki kutbu uzlaştırmaya çalışarak, tarihte bir dizge ve ilerlemenin varlığını kabul etmekle birlikte, sonul amacın bireyin mutluluğu, yetkinleşmesi olmadığına inanır. Herder'e göre, tarihteki tek tek olaylar amaç değil, araçtırlar, birey de tanrının bilinmeyen amacının elinde kör bir alettir. Her ulus, her dönem kendisine göre mutlu olur ve kendisine düşen Ödevi yerine getirir. Ancak yine de, bütün dönemlerin üzerinde kımıldayan bir ileri gidiş yardır.
Burada dile getirilen görüşler çerçevesinde, tarihsel süreci ilerleyen bir şeymiş gibi varsaymak nasıl temellendirilebilir? Bu temellendirme insanın bilgi ve becerilerinin, ister bilimsel ister ahlaksal olsun, kuşaktan kuşağa geçişliliği gözönünde bulundurularak yapılabilir. İnsanın herhangi bir konuda bilgi birikimini gelecek kuşağa ya da kültüre aktarması ve bu kuşağın ya da kültürün de aktardan bu bilgiyi, daha bir yetkinlikle kendisinden sonraki kuşağa ya da kültüre aktarmasında, ilerlemenin izleri görülebilir. İlerleme idesi, bir anlamda, karşımıza bilgi birikiminin ve değerlerin kuşaktan kuşağa taşınmasında çıkmaktadır. E.H. Carr'da ilerlemenin temelini edinilmiş niteliklerin geçişine bağlamakta ve tarihi, edinilmiş becerilerin kuşaktan kuşağa iletilmesi olarak değerlendirmektedir. Böyle bir yargı, döngüsel tarih görüşünü benimseyen Toynbee'de de vardır. O da, her yeni kültürün kendinden önceki kültürün mirasını devraldığını ve o mirasa yeni şeyler kattığını belirterek, ilerlemenin, bu anlamda, olanaklılığma değinmiştir.
Sonuç olarak diyebiliriz ki, ilerleme kavramı, insan bilgisinin, davranış seçeneklerinin artması ve buna bağlı olarak da davranışlarının incelmesi biçiminde ortaya çıkmaktadır. Ancak, toplumlarda sürekli bir ileri gidiş söz konusu değildir. Kimi zaman duraklama ve çöküş de görülebilmektedir. Bununla birlikte bu duraksamaların önemi yoktur. Çünkü ilerleme ile, kaçınılmaz herhangi bir süreç değil, insan yeteneklerinin kuşaktan kuşağa aktarılarak ilerleyen gelişmesi anlatılmak istenmektedir. Collingwood'un deyişiyle, "tarihsel ilerleme düşüncesi, eğer hiçbir şeyi imâ etmiyorsa, en azından, yalnızca aynı özel tiplerce kapsanan yeni eylemlerin, düşüncelerin ya da durumların ortaya çıkışını değil, yeni özel tiplerin ortaya çıkışını da imâ eder. Dolayısıyla, tarihsel ilerleme, böyle belirli yenilikleri önceden-varsayar ve bunları gelişme kavramı içinde barındırır."