FELSEFENİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ ( ... devam )
|
Bunları düşünürken masamdan ayrılıyorum. Ama, bu kere, buraya kadarki düşüncelerimin, yaptığım işin ve problemimin neye katkıda bulunacağının, neye hizmet edeceğinin düşüncesine kapılıyorum. Bergson'dan esinlenerek diyorum ki, ne anlama gelirse gelsin, şimdiye kadarki düşünme eylemimle, ben uzak geleceğe katkılarda, bildirmelerde bulunmuşum, bulunuyorum. Sonra da duygu ve düşüncelerle, beşer olarak yeniden var olma içinde bulunduğumu idrak ediyor, ferdi varlığımdan daha engin, daha geniş, beni daha aşan, şüphesiz benden oldukça farklı bir başka kavramla "insan" ve "insaniyet" kavramlarıyla karşılaşıyorum. Felsefi planda şüphesiz, ancak kendine özgü bir mahiyet içermesi gereken bu kavramları düşünür ve hissederken, aklıma birden, ezberimde kalan K. Jaspers'in şu cümlesi geliyor:
"İnsan felsefe yaparken, eninde sonunda kendi üzerine, yani insana ve insaniyete döner".
îmdi Descartes'ın diyelim ki, tartışma götürür Felsefe ağacından hareketle bu noktaya ulaşan ben, Tuba ağacından hareket edecek olsaydım acaba eninde sonunda bu noktaya ulaşmayıp da, nereye varacaktım? Belki daha engin, daha geniş, kozmik veya ontolojik bir alana mı? Fakat aslında kökleri metafizikte olan felsefe ağacı'nın da, kökleri yukarıda, semada olan Tuba ağacı'nın da, sembolik olarak bize gösterdiği bir başka alanda, bunlar değil mi? Öyleyse, diyelim mi ki, dünyadaki felsefe ağacı ile, Cennetteki Tuba ağacı arasında, artık bir irtibat yoktur? Kökü semada, dal ve budaklanyla aşağıya, insana ve insaniyete uzanmış bu ağacın bunlarla bir ilgisi yoktur? Felsefenin insaniyet problem ve davası var da, Tuba'nın böyle bir iddia ve davası yoktur? Felsefenin insaniyet problemi ile, Tuba'nın insaniyet problemi arasında bir irtibat kalmamıştır? Bu sorularla tekrar dolan zihnimi susturmak için, bu kere de, yürüdüğüm bu yolda acaba ne kadar hata yapıyorum, tutarsızlıklarım nelerdir? Diye düşünmeye başlıyorum:
Diyebilirim ki, diyorum, düşünmemde de, işimde de, doğal bir şekilde hürüm ama, eğer bazı yollara, kurallara, yöntemlere, tekniklere önceden uymamışsam, bunlara bağlanmamışsam, yani hürriyetim bunların kumandasında kullanılmamış ise, benim hürriyetim eksiktir. Başka deyişle demekki, düşüncelerim ve eylemim serbestçe ortaya konmamıştır. Hürriyetimin tam addedilmesi için uymam gerekli bu teknikleri düşünme eylemimden önce, eserimde uygulamam gerekirdi. Eğer bu yapılmamışsa, eserimin, bu makalemim bir değeri yoktur. Yani gerekli kural ve teknikler içinde üretilmediği için, bir şeye yaran da yoktur. Demekki metodolojik hir takım zorunluklaraklara uymadıkça düşüncelerim ve eylemim serbest olmamıştır. Öyleyse önemli olan düşünce ve eylemin değil, bunları değerli ve yararlı kılacak metodolojidir! Çünkü bilgi üretmekten, düşünmekten amaç, bize sağhyacağı yararla sınırlıdır. Aksi halde çabalar, boşa giden emeklerdir. Ne edip etmeli, her şeyin başında, düşünmenin de yapmanın da başında, önce onlan yararlı ve değerli kılacak bu teknikleri bilmeli, onların tam bir bilgisine sahip olmalıdır. Tabiri caizse, önce besmele çekilmelidir. Çünkü bir bilgi, bir düşünce, düşünen şuur ve akıldan kaynaklanan bir mantık, bir muhayyile vb. akıllı sayılması, bu tekniklere bağlı ve bağımlıdır. Bu nedenle herşeyin başında "bilimlerin bilimi, metodoloji" gelir. "Esprit"nin tüm eylemlerini yararlı ve değerli kalan budur!
Yazımı bitirmeye çalışırken, durumdan düşümdürerek beni meşgul eden bu problem karşısında, esprime sınırlar çizme, onu kuşatan, kısıtlayan bu teknikleri, yani düşünme eylemimi değerli ve yararlı kılacak bu vasıtaları, gaye edindiğimde, konumdan, problemimden uzaklaşacağımı, düşünme eylemimi doğal ve hür bir şekilde gerçekleştiremiyeceğiıni hatta Pragmatik materyalist bir değerler felsefesine saplandığım, takdirde! yani teknikleri, vasıtaları gaye edindiğim takdirde, ne gibi sonuçlar doğabileceğini, dolayısiyle işin içinden çıkamıyacağımı düşünmeye başladım. Ancak etüd etmekten de kurtulamadım.
Nitekim deniliyor ki, eğer bir düşünce fayda değeri taşımıyorsa, saf ve doğal bir şekilde akıllı, hür düşünceye metodolojik tekniklerle sınırlar konulmamışsa, mahiyeti itibariyle hürriyetini arama eğilimi düşünce, faydadan başka gayelere de pek alâ yönelebilir. Öyleyse her şeyden önce, doğal, hür, akıllı düşünceyi bu tekniklerin zorunluluğuna inandırmah, hatta ona bunlarsız bir eylemde bulunmamanın mümkün olmadığı empoze edilmelidir. Yani her şeyden önce düşünceyi faydaya inandırmak, ona bağlamalıdır. Çünkü ancak fayda değerlidir, ve çünkü eğer bir şey yararlı ise, değerlidir. Bu nedenledir ki, değer ve yarar aynı şeydir, özdeştir.
Esasen hayatın değeri de, onun bahşettiği yararlardan gelir. Hayatın da insanın da, en temel eğilimlerinde hep fayda vardır. Bilginin davranışlara geçirilmesi, hayata uygulanmasını sağlıyan eğitimin de, en temel ve genel değeri yarardır. Bilgi ve davranışlarımızın temelinde de hep, fayda emelleri, menfaat arzu ve eğilimleri yatar. Dünya bile bu arzu ve emeller peşinde döner. O da önceden belirlenmiş, konulmuş konular, kurallarla, kozmik planda bir faydaya hizmet etmez mi? İnsan da öz yapısı gereği, menfaatperesttir, yani tüm düşünme ve eylemlerinde faydaya yönelmiştir. Öyle ki, onun bu özelliği, en samimi, derin duygularında, inanmalarında bile göze çarpar. Hürriyetinde, tüm hürriyet aramalarında, çabalarında menfaatler gizlenmiştir!
Ancak, fayda, "pragmet" kolay bir iş değildir, bizden büyük gayret ve çaba ister, onu başarmak gerekir. Bu yüzden basan pragmanda esastır. Bu da,önce "bilimlerin bilgisi" metodoloji teknoloji ile mümkündür. Çünkü mahiyeti gereği bunlar, pragmamn en temel ürünü ve araçlarıdır. Dolayısiyle mümkün olduğu kadar, her alanda bunlan üretmeli, ürünlerden, araçlardan bol bol yararlanmalıdır. Bunlardan her yerde ne kadar bulunursa, orada o kadar zenginlik vardır. Araçlarda, teknik ve teknolojide zengin olmak, sonunda bize zenginlik kazandırır. Ne kadar zengin olursan da, o kadar yararlı ve değerli olursun. Esasen bu nedenle toplumun en yararlı ve değerli kimseleri de zenginler değil midir? Bunların artırılması sonucundadır ki, zenginlik ve refah her tarafta yaygınlaşır, her yerde bolluk, bereket olur. Bunlar sayesinde diğerleri de, pragmayı anlamaya, bilmeye başlarlar. Rekabet bile pragma için olduğundan, yeni pragmalann oluşmasında kullanıldığından, sonucu gene yarardır. Nitekim rekabette birisinin kazançlı çıkması, diğerinin kaybetmesi, yenilmesi önemli değildir. Esasında kaybeden bile, sonunda pragmamn oyunlarını öğrenmiş, dersini almıştır. Bu da bir yarar değil midir? Öyleyse, bütün bunları bilen dimağlar, uzmanlar, araştırmacılar yetiştirmelidir. Bu da her şeyden önce eğitimi gerekli iaiar. Zaman kaybetmeden öyleyse, eğitimde, "bilgilerin bilgisi"ni "bilimlerin bilimi" ni uygulamalı, öğretmelidir. Doktrinin özünde başarısızlık değil, başarı vardır. Eğer başarısızlık varsa, bu "bilimlerin bilimi" inden habersiz olunmasından bundan nasibini almamaktan kaynaklanır.
Her şeye rağmen "pragmat" çıkar ve menfaatlar söz konusu olduğunda, dikkatli olunmalıdır. Çünkü bunlar bize hoş gelse bile, dışta soğulduk, fitne, fesat ve kıskançlık yaratırlar. Bu pragmanın usulüne göre kııllanılmayışından, yanlışlık yanılmasından kaynaklanır. Ona düşmanlık duyanlara, çıkar, menfaat ve bunlardaki başarıya kötü bakanlara, kıskananlara, doktirinin özüne uygun düşen şu savunmalarda bulunabilirsin: "Kedi ulaşamıyacağı ciğere pis dermiş" Ya da, "en nadide çiçekler, gübre ile beslenirlermiş."
İşte, kuşbakışı bir şekilde özetlemeğe çalıştığım Blondel'ci olmayan, genellikle Amerikan ve Amerikancı gelenek içinde oluşmuş pragmatik esprit.. W. James, J. Dewey vd. düşünür ve eğitimcilerle gittikçe yayılmakta olan esprit!...
Zihnimin birden bire altüst olduğunu hissettiğim bir anda, Laland'ın felsefe sözlüğünden yaptığım bu etüdlerden, dört mahiyetin {Metodolojisine matérialisme, technologisme, pragmatisme) pragmanın bir nevi dinle de özdeşleşmeye, elverişli muhtevalara, "libéralisme" e bağlanarak ilerleme potansiyeline sahip olduğunu görüyor,yıllarca önce okuduğum bir kitapta gördüğüm şu cümleyle, bunun teyid edilmiş olduğunu anlıyorum. Bir Fransız düşünürü şunları yazmıştı: "Eğer bir yerde menfaat eğilimleri artmaya ve yaygınlaşmaya başlarsa, orada bu eğilimler, dini eğilimleri de yanma alarak bunlarla bütünleşmeye, böylece kutsallaşmaya dönüşür. Bu durumda din menfaattan ibaret olup, menfaatta kutsal dine dayanmıştır". Hazin bir şey! Faydanın değişik biçim ve dönüşümlerinden biri olan menfaatin, en yüce bir değer olduğunu bir an düşünsek bile, bunun paylaşımının, hangi değerle mümkün olabileceğini dikkate almak gerekmez mi? Hak gibi, adalet, meşruiyet, eşitlik gibi, hayır, iyilik, güzellik gibi değerler ne olacak? Faydaya, menfaata göre şüphesiz daha az maddi olan, daha spirituel, belki de daha insani bu değerlerin tezyif edilmesi halinde, menfaatin bu mahiyeti, bizzatihi fayda değerini ortadan kaldırmaz, onu asıl bir hiçe müncer kılmaz mı? Şüphe yokki bu sorular, değerler felsefesinin de bir çok sorunları olduğunu göstermeye yeterli! muhtevalar içermektedir ki, biz burada bunlara giremiyoruz. Sadece bu makalemizi yukandan beri özetlemeye çalıştığımız fayda değeri açısından yeniden değerlendirerek, eğitimci J. Dewey'in, bütün alanlar için hemen hemen aynı özellikleri taşıyan, genel yöntemlere göre problemimizi yeniden sunmaya gayret ediyoruz.
Nasıl düşünürüz? adlı eserinde J. Dewey yöntemlerin işleyişindeki başlıca basmakların şunlar olduğunu söylüyor:
1. Birinci basamakta bir ihtiyacın doğuşu, ya da bir problemi hissetme söz konusu ediliyor. Bu aşamada birey bir güçlükle karşılaşmıştır. Kişi bir problem durumu içindedir, istediği sonuca varamamaktadır. O umulmadık bir olay karşısındadır, olayı açıkîıyamamakta, aydınlatmamaktadır.
2. Bu basamakta kişi, problem yaratan çevrede bazı gözlemler yapmış, olaylara ve kanıtlara sahip olmuş, kendisini rahatsız eden şeyin, yani problemin ne olduğunu keşfetmiştir.
3. Bu aşarada veya basamakta, birey bazı çözüm yolları ve hipotezler önermektedir, sonucun ne olabileceği hakkında zekice tahminlerde bulunmaktadır. Bu basamaktaki düşüncenin ağırlığı tümevarım üzerindedir. Parçalar bir veya bir kaç hipotez için birleştirilmektedir.
4. Dördüncü basamakta doğruların saptanması yer almaktadır. Tümden gelim yoluyla beklenen kaçınılmaz durumların kestirilmesi çıkarılması, saptanması şeklinde işlenmektedir. Uygulamanın sonuçlarının düşünülüp tartışılmasıdır. Hipotez doğru ise, doğrulayanların mutlaka var olması oluşması gerekmektedir. Test edilen çoğu kez, hipotezlerin kendisi değil, doğrulayıcılarıdır.
5. Bu basamak hipotezlerin test edilmesi aşaması olup, burada birey kanıtlar toplayarak, olaylara bakarak hipotezlerin doğru olup olmadığını saptamaya çalışır. Böylece hangi hipotezlerin gözlenen olaylarla oluştuğu, probleme cevap teşkil ettiği, hangilerinin ise, deliller tarafından desteklenmediği meydana çıkarılmış olur .
Pragmatist J. Dewey'in, etüdün veya araştırmanın sağlamlığını gösteren basamakları işte bunlar. Descartes'da kararsızlıktan kurtulmak mutlu olmak için öngürülen yüksek ahlak yolu, "bilimlerin tam bilgisini gerektiren ve bilgeliğin en son basamağını teşkil eden tam ve temelli ahlak" Dewey'de metodolojik, ya da problemin çözümünü sağhyacak tekniklere dönüşüyor. Eğer bir düşünce veya araştırma bu kahplara uygun olarak ortaya konulmamışsa, bununla yolumuzu bulmak ve aydınlatmak mümkün değildir. Çünkü böyle olmayan bir düşüncenin ne kadar akıllı doğal ve hür bir şekilde olursa olsun, kimseye bir yararı yoktur.
îmdi, felsefi düşünce içinde kalarak, hissettigimizs problemi belirlemeye çalışalım. Problemimiz şudur: Descartes felsefeyi kökün metafizikte, gövdesi fizikte, dal ve budakları da, bu gün hayatımızda gittikçe yaygınlaşmakta olan bilimlerde öngörüldüğü bir ağaca benzetmektedir. Mutlu ve iyi yaşamak, kararsızlık ve şüpheden kurtulmak için de, "bilimlerin bilgisine sahip tem ve temelli bir ahlak önermektedir. Bu ağaçtan esinlenerek biz de diyoruz ki, bu ağaca benzer bir başka ağaç Tuba ağacı diye bir ağaç daha vardırki, kökleri Cennette yukarıda, semadadır. O halde iki ağaç iki metafizik ve iki kuvvet karşısında bulunuyoruz. Hayatımız, düşünsel eylemlerimiz bu iki kuvvetin etkisi altındadır. Fakat bu iki ağaç, iki metafizik, iki kuvvet arasında da irtibat ve bağlantı vardır, bunlarda henüz temeUendirlmemiştir, Bu iki kuvvetin gelenekleri içinde ulaşılan kavramlar ve bunların mahiyetleri arasında, benzerlik mi, ayrılık mı vardır?
Pragmatik ve materyalist felsefe ve yaklaşımlarda, "bilimlerin bilimi" mesabesinde tutulan metodoloji, teknoloji, her türlü maddi teknik ve araçlar, bunların değişik döüşümlerinden ibaret menfaat arzu ve emelleri, bu iki ağacın senbolik olarak bize sunduğu metafiziği açıklamakta yeterli olur mu?
Yeterli değilse, bu iki kuvvede nerede ve nasıl bir anlaşmaya işbirliğine girebiliriz? Hürriyetimizi gerçekleştirmeye çalışan "metafizik canlı" olarak biz, Felsefe ağacı ile, Tuba ağacı arasında, düşünen şuur ve akıl ötesinde nasıl bir yol izleyebiliriz?
Bugün yaşayabilmek için düşünmeye mecbur ve muhtaç bulunan biz, düşünebilmek için de yaşamaya itibar eden bk felsefeye muhtacız. Maddenin, hayatın, aksiyon ve düşüncenin gerçek mahiyetlerine yönelen, düşünen şuur ve akla da imkan verir bir felsefeye ki, burada temel ilke ve kavramlarla, bunların realiteleri arasında bizi kararsızlıktan kurtaracak apaçık anlayışlar vardır!
"İnsan felsefe yaparken, eninde sonunda kendi üzerine, yani insana ve insaniyete döner".
îmdi Descartes'ın diyelim ki, tartışma götürür Felsefe ağacından hareketle bu noktaya ulaşan ben, Tuba ağacından hareket edecek olsaydım acaba eninde sonunda bu noktaya ulaşmayıp da, nereye varacaktım? Belki daha engin, daha geniş, kozmik veya ontolojik bir alana mı? Fakat aslında kökleri metafizikte olan felsefe ağacı'nın da, kökleri yukarıda, semada olan Tuba ağacı'nın da, sembolik olarak bize gösterdiği bir başka alanda, bunlar değil mi? Öyleyse, diyelim mi ki, dünyadaki felsefe ağacı ile, Cennetteki Tuba ağacı arasında, artık bir irtibat yoktur? Kökü semada, dal ve budaklanyla aşağıya, insana ve insaniyete uzanmış bu ağacın bunlarla bir ilgisi yoktur? Felsefenin insaniyet problem ve davası var da, Tuba'nın böyle bir iddia ve davası yoktur? Felsefenin insaniyet problemi ile, Tuba'nın insaniyet problemi arasında bir irtibat kalmamıştır? Bu sorularla tekrar dolan zihnimi susturmak için, bu kere de, yürüdüğüm bu yolda acaba ne kadar hata yapıyorum, tutarsızlıklarım nelerdir? Diye düşünmeye başlıyorum:
Diyebilirim ki, diyorum, düşünmemde de, işimde de, doğal bir şekilde hürüm ama, eğer bazı yollara, kurallara, yöntemlere, tekniklere önceden uymamışsam, bunlara bağlanmamışsam, yani hürriyetim bunların kumandasında kullanılmamış ise, benim hürriyetim eksiktir. Başka deyişle demekki, düşüncelerim ve eylemim serbestçe ortaya konmamıştır. Hürriyetimin tam addedilmesi için uymam gerekli bu teknikleri düşünme eylemimden önce, eserimde uygulamam gerekirdi. Eğer bu yapılmamışsa, eserimin, bu makalemim bir değeri yoktur. Yani gerekli kural ve teknikler içinde üretilmediği için, bir şeye yaran da yoktur. Demekki metodolojik hir takım zorunluklaraklara uymadıkça düşüncelerim ve eylemim serbest olmamıştır. Öyleyse önemli olan düşünce ve eylemin değil, bunları değerli ve yararlı kılacak metodolojidir! Çünkü bilgi üretmekten, düşünmekten amaç, bize sağhyacağı yararla sınırlıdır. Aksi halde çabalar, boşa giden emeklerdir. Ne edip etmeli, her şeyin başında, düşünmenin de yapmanın da başında, önce onlan yararlı ve değerli kılacak bu teknikleri bilmeli, onların tam bir bilgisine sahip olmalıdır. Tabiri caizse, önce besmele çekilmelidir. Çünkü bir bilgi, bir düşünce, düşünen şuur ve akıldan kaynaklanan bir mantık, bir muhayyile vb. akıllı sayılması, bu tekniklere bağlı ve bağımlıdır. Bu nedenle herşeyin başında "bilimlerin bilimi, metodoloji" gelir. "Esprit"nin tüm eylemlerini yararlı ve değerli kalan budur!
Yazımı bitirmeye çalışırken, durumdan düşümdürerek beni meşgul eden bu problem karşısında, esprime sınırlar çizme, onu kuşatan, kısıtlayan bu teknikleri, yani düşünme eylemimi değerli ve yararlı kılacak bu vasıtaları, gaye edindiğimde, konumdan, problemimden uzaklaşacağımı, düşünme eylemimi doğal ve hür bir şekilde gerçekleştiremiyeceğiıni hatta Pragmatik materyalist bir değerler felsefesine saplandığım, takdirde! yani teknikleri, vasıtaları gaye edindiğim takdirde, ne gibi sonuçlar doğabileceğini, dolayısiyle işin içinden çıkamıyacağımı düşünmeye başladım. Ancak etüd etmekten de kurtulamadım.
Nitekim deniliyor ki, eğer bir düşünce fayda değeri taşımıyorsa, saf ve doğal bir şekilde akıllı, hür düşünceye metodolojik tekniklerle sınırlar konulmamışsa, mahiyeti itibariyle hürriyetini arama eğilimi düşünce, faydadan başka gayelere de pek alâ yönelebilir. Öyleyse her şeyden önce, doğal, hür, akıllı düşünceyi bu tekniklerin zorunluluğuna inandırmah, hatta ona bunlarsız bir eylemde bulunmamanın mümkün olmadığı empoze edilmelidir. Yani her şeyden önce düşünceyi faydaya inandırmak, ona bağlamalıdır. Çünkü ancak fayda değerlidir, ve çünkü eğer bir şey yararlı ise, değerlidir. Bu nedenledir ki, değer ve yarar aynı şeydir, özdeştir.
Esasen hayatın değeri de, onun bahşettiği yararlardan gelir. Hayatın da insanın da, en temel eğilimlerinde hep fayda vardır. Bilginin davranışlara geçirilmesi, hayata uygulanmasını sağlıyan eğitimin de, en temel ve genel değeri yarardır. Bilgi ve davranışlarımızın temelinde de hep, fayda emelleri, menfaat arzu ve eğilimleri yatar. Dünya bile bu arzu ve emeller peşinde döner. O da önceden belirlenmiş, konulmuş konular, kurallarla, kozmik planda bir faydaya hizmet etmez mi? İnsan da öz yapısı gereği, menfaatperesttir, yani tüm düşünme ve eylemlerinde faydaya yönelmiştir. Öyle ki, onun bu özelliği, en samimi, derin duygularında, inanmalarında bile göze çarpar. Hürriyetinde, tüm hürriyet aramalarında, çabalarında menfaatler gizlenmiştir!
Ancak, fayda, "pragmet" kolay bir iş değildir, bizden büyük gayret ve çaba ister, onu başarmak gerekir. Bu yüzden basan pragmanda esastır. Bu da,önce "bilimlerin bilgisi" metodoloji teknoloji ile mümkündür. Çünkü mahiyeti gereği bunlar, pragmamn en temel ürünü ve araçlarıdır. Dolayısiyle mümkün olduğu kadar, her alanda bunlan üretmeli, ürünlerden, araçlardan bol bol yararlanmalıdır. Bunlardan her yerde ne kadar bulunursa, orada o kadar zenginlik vardır. Araçlarda, teknik ve teknolojide zengin olmak, sonunda bize zenginlik kazandırır. Ne kadar zengin olursan da, o kadar yararlı ve değerli olursun. Esasen bu nedenle toplumun en yararlı ve değerli kimseleri de zenginler değil midir? Bunların artırılması sonucundadır ki, zenginlik ve refah her tarafta yaygınlaşır, her yerde bolluk, bereket olur. Bunlar sayesinde diğerleri de, pragmayı anlamaya, bilmeye başlarlar. Rekabet bile pragma için olduğundan, yeni pragmalann oluşmasında kullanıldığından, sonucu gene yarardır. Nitekim rekabette birisinin kazançlı çıkması, diğerinin kaybetmesi, yenilmesi önemli değildir. Esasında kaybeden bile, sonunda pragmamn oyunlarını öğrenmiş, dersini almıştır. Bu da bir yarar değil midir? Öyleyse, bütün bunları bilen dimağlar, uzmanlar, araştırmacılar yetiştirmelidir. Bu da her şeyden önce eğitimi gerekli iaiar. Zaman kaybetmeden öyleyse, eğitimde, "bilgilerin bilgisi"ni "bilimlerin bilimi" ni uygulamalı, öğretmelidir. Doktrinin özünde başarısızlık değil, başarı vardır. Eğer başarısızlık varsa, bu "bilimlerin bilimi" inden habersiz olunmasından bundan nasibini almamaktan kaynaklanır.
Her şeye rağmen "pragmat" çıkar ve menfaatlar söz konusu olduğunda, dikkatli olunmalıdır. Çünkü bunlar bize hoş gelse bile, dışta soğulduk, fitne, fesat ve kıskançlık yaratırlar. Bu pragmanın usulüne göre kııllanılmayışından, yanlışlık yanılmasından kaynaklanır. Ona düşmanlık duyanlara, çıkar, menfaat ve bunlardaki başarıya kötü bakanlara, kıskananlara, doktirinin özüne uygun düşen şu savunmalarda bulunabilirsin: "Kedi ulaşamıyacağı ciğere pis dermiş" Ya da, "en nadide çiçekler, gübre ile beslenirlermiş."
İşte, kuşbakışı bir şekilde özetlemeğe çalıştığım Blondel'ci olmayan, genellikle Amerikan ve Amerikancı gelenek içinde oluşmuş pragmatik esprit.. W. James, J. Dewey vd. düşünür ve eğitimcilerle gittikçe yayılmakta olan esprit!...
Zihnimin birden bire altüst olduğunu hissettiğim bir anda, Laland'ın felsefe sözlüğünden yaptığım bu etüdlerden, dört mahiyetin {Metodolojisine matérialisme, technologisme, pragmatisme) pragmanın bir nevi dinle de özdeşleşmeye, elverişli muhtevalara, "libéralisme" e bağlanarak ilerleme potansiyeline sahip olduğunu görüyor,yıllarca önce okuduğum bir kitapta gördüğüm şu cümleyle, bunun teyid edilmiş olduğunu anlıyorum. Bir Fransız düşünürü şunları yazmıştı: "Eğer bir yerde menfaat eğilimleri artmaya ve yaygınlaşmaya başlarsa, orada bu eğilimler, dini eğilimleri de yanma alarak bunlarla bütünleşmeye, böylece kutsallaşmaya dönüşür. Bu durumda din menfaattan ibaret olup, menfaatta kutsal dine dayanmıştır". Hazin bir şey! Faydanın değişik biçim ve dönüşümlerinden biri olan menfaatin, en yüce bir değer olduğunu bir an düşünsek bile, bunun paylaşımının, hangi değerle mümkün olabileceğini dikkate almak gerekmez mi? Hak gibi, adalet, meşruiyet, eşitlik gibi, hayır, iyilik, güzellik gibi değerler ne olacak? Faydaya, menfaata göre şüphesiz daha az maddi olan, daha spirituel, belki de daha insani bu değerlerin tezyif edilmesi halinde, menfaatin bu mahiyeti, bizzatihi fayda değerini ortadan kaldırmaz, onu asıl bir hiçe müncer kılmaz mı? Şüphe yokki bu sorular, değerler felsefesinin de bir çok sorunları olduğunu göstermeye yeterli! muhtevalar içermektedir ki, biz burada bunlara giremiyoruz. Sadece bu makalemizi yukandan beri özetlemeye çalıştığımız fayda değeri açısından yeniden değerlendirerek, eğitimci J. Dewey'in, bütün alanlar için hemen hemen aynı özellikleri taşıyan, genel yöntemlere göre problemimizi yeniden sunmaya gayret ediyoruz.
Nasıl düşünürüz? adlı eserinde J. Dewey yöntemlerin işleyişindeki başlıca basmakların şunlar olduğunu söylüyor:
1. Birinci basamakta bir ihtiyacın doğuşu, ya da bir problemi hissetme söz konusu ediliyor. Bu aşamada birey bir güçlükle karşılaşmıştır. Kişi bir problem durumu içindedir, istediği sonuca varamamaktadır. O umulmadık bir olay karşısındadır, olayı açıkîıyamamakta, aydınlatmamaktadır.
2. Bu basamakta kişi, problem yaratan çevrede bazı gözlemler yapmış, olaylara ve kanıtlara sahip olmuş, kendisini rahatsız eden şeyin, yani problemin ne olduğunu keşfetmiştir.
3. Bu aşarada veya basamakta, birey bazı çözüm yolları ve hipotezler önermektedir, sonucun ne olabileceği hakkında zekice tahminlerde bulunmaktadır. Bu basamaktaki düşüncenin ağırlığı tümevarım üzerindedir. Parçalar bir veya bir kaç hipotez için birleştirilmektedir.
4. Dördüncü basamakta doğruların saptanması yer almaktadır. Tümden gelim yoluyla beklenen kaçınılmaz durumların kestirilmesi çıkarılması, saptanması şeklinde işlenmektedir. Uygulamanın sonuçlarının düşünülüp tartışılmasıdır. Hipotez doğru ise, doğrulayanların mutlaka var olması oluşması gerekmektedir. Test edilen çoğu kez, hipotezlerin kendisi değil, doğrulayıcılarıdır.
5. Bu basamak hipotezlerin test edilmesi aşaması olup, burada birey kanıtlar toplayarak, olaylara bakarak hipotezlerin doğru olup olmadığını saptamaya çalışır. Böylece hangi hipotezlerin gözlenen olaylarla oluştuğu, probleme cevap teşkil ettiği, hangilerinin ise, deliller tarafından desteklenmediği meydana çıkarılmış olur .
Pragmatist J. Dewey'in, etüdün veya araştırmanın sağlamlığını gösteren basamakları işte bunlar. Descartes'da kararsızlıktan kurtulmak mutlu olmak için öngürülen yüksek ahlak yolu, "bilimlerin tam bilgisini gerektiren ve bilgeliğin en son basamağını teşkil eden tam ve temelli ahlak" Dewey'de metodolojik, ya da problemin çözümünü sağhyacak tekniklere dönüşüyor. Eğer bir düşünce veya araştırma bu kahplara uygun olarak ortaya konulmamışsa, bununla yolumuzu bulmak ve aydınlatmak mümkün değildir. Çünkü böyle olmayan bir düşüncenin ne kadar akıllı doğal ve hür bir şekilde olursa olsun, kimseye bir yararı yoktur.
îmdi, felsefi düşünce içinde kalarak, hissettigimizs problemi belirlemeye çalışalım. Problemimiz şudur: Descartes felsefeyi kökün metafizikte, gövdesi fizikte, dal ve budakları da, bu gün hayatımızda gittikçe yaygınlaşmakta olan bilimlerde öngörüldüğü bir ağaca benzetmektedir. Mutlu ve iyi yaşamak, kararsızlık ve şüpheden kurtulmak için de, "bilimlerin bilgisine sahip tem ve temelli bir ahlak önermektedir. Bu ağaçtan esinlenerek biz de diyoruz ki, bu ağaca benzer bir başka ağaç Tuba ağacı diye bir ağaç daha vardırki, kökleri Cennette yukarıda, semadadır. O halde iki ağaç iki metafizik ve iki kuvvet karşısında bulunuyoruz. Hayatımız, düşünsel eylemlerimiz bu iki kuvvetin etkisi altındadır. Fakat bu iki ağaç, iki metafizik, iki kuvvet arasında da irtibat ve bağlantı vardır, bunlarda henüz temeUendirlmemiştir, Bu iki kuvvetin gelenekleri içinde ulaşılan kavramlar ve bunların mahiyetleri arasında, benzerlik mi, ayrılık mı vardır?
Pragmatik ve materyalist felsefe ve yaklaşımlarda, "bilimlerin bilimi" mesabesinde tutulan metodoloji, teknoloji, her türlü maddi teknik ve araçlar, bunların değişik döüşümlerinden ibaret menfaat arzu ve emelleri, bu iki ağacın senbolik olarak bize sunduğu metafiziği açıklamakta yeterli olur mu?
Yeterli değilse, bu iki kuvvede nerede ve nasıl bir anlaşmaya işbirliğine girebiliriz? Hürriyetimizi gerçekleştirmeye çalışan "metafizik canlı" olarak biz, Felsefe ağacı ile, Tuba ağacı arasında, düşünen şuur ve akıl ötesinde nasıl bir yol izleyebiliriz?
Bugün yaşayabilmek için düşünmeye mecbur ve muhtaç bulunan biz, düşünebilmek için de yaşamaya itibar eden bk felsefeye muhtacız. Maddenin, hayatın, aksiyon ve düşüncenin gerçek mahiyetlerine yönelen, düşünen şuur ve akla da imkan verir bir felsefeye ki, burada temel ilke ve kavramlarla, bunların realiteleri arasında bizi kararsızlıktan kurtaracak apaçık anlayışlar vardır!