İNSAN ve SADAKAT
|
Emel KOÇ
Biz Amerikan filozofu Josiah Royce (1855-1916) ve Fransız filozufu Gabriel Marcel (1889-1973) 'in sistemlerinde "bağlanma" ve "sadakat" kavramlarını ele almaya çalışacağız.
Bağlanma, taahhüt ifade eden bir söz ya da ahittir. Bağlanmak herhangi bir iş hususunda taahhüt altına girebilmek, o işe bağlanabilmek demektir. Sadakat ise en genel anlamıyla, samimi ve sağlam dostluk, içten bağlılık, "his ve duygulanımlarda sağlamlık, ihanet etmeme, hakikate uygunluk vs. anlamlarına gelmektedir." Ancak Royce ve Marcel sistemlerinde bu kavramlara çok özel anlamlar yüklendiğini görmekteyiz. Royce'a göre gerçekte özerk olabilmenin tek yolu bilinçli bir biçimde bağlanabilmek ve sadık olmaktır.
Marcel'e göre ise "sadakat, özgürlüğe açılan imkândır."
Bilineceği üzere her etik araştırmasının ilk prensibi, insanın dünyadaki yerini ve görevini belirlemek ve buna göre yaşam plânını oluşturmaktır. Bu sebeple insan için "en yüksek iyi nedir?" ya da ahlâki anlamda iyi bir yaşam nasıl olmalıdır? gibi sorular sıklıkla sorulagelmiş ve farklı yanıtlar verilmiştir.
Royce'a göre, ahlâki birey olabilmenin yolu, bireyin kendisi için bir "yaşam plânı" formüle etmesinden geçer. Zira bireysel anlamımız, yaşam planlarımıza bağlı olarak şekillenmektedir.
O halde, yaşam plânımızı oluştururken etkili olan faktörler nelerdir? O'na göre dünyadaki yerimizin ve görevimizin ne olduğunu anlamaya çalışırken içsel faktörler kadar, dışsal öğeler, eğitim şartlan, sosyal otorite de etkilidir. Birey, kendisi için neyin iyi olduğuna karar verirken yalnızca doğal arzuları doğrultusunda hareket etmez. Bireyin isteklerinin şekillenmesinde özellikle "taklit" son derece önemli bir rol oynar. Sosyal eğitim, yalnızca diğer insanların yaşam planlarını öğretmekle kalmaz, aynı zamanda taklit etme ya da etmeme yoluyla bireysel "ben" imin şekillenmesini de sağlar. Böylece bir yandan nasıl yaşaması gerektiğinin örneklerini diğer insanlarda bulan birey, öte yandan diğer insanlarla farklılığının farkına vararak kendi öz-bilincini oluşturur. Kim olduğunun ve gerçekten ne istediğinin bilincine varır. Ancak Royce'a göre, içsel istekler ve dışsal koşulların tam olarak uzlaşabildiği bir yaşam planı bulmak güçtür. Kendi istekleri ve toplumun istekleri arasındaki keskin uzlaşmazlığı gören birey, varoluş paradoksunu yoğun bir biçimde yaşamaya başlar. Kendini gerçekleştirmeye ve yaşam planını oluşturmaya çalışan birey için, "ısrarcı bir kendine güvenirlik" ya da gözü kapalı bir "sosyal uysallık" tek başına yeterli değildir. Bireysel ve toplumsal istekler arasında bir uzlaşma sağlanarak varoluş paradoksu aşılmaya çalışılmalıdır.
Örneğin yurt tehlikedeyse, insan hiç düşünmeksizin savaş ruhuna bürünüverir, ve çok geçmeden kendisi için bir yaşam plânı belirleyiverir. Yurtsever böyle sıradışı bir durumda savaş ruhundan hoşlanabilir, varlığından feragat etmekten şeref bile duyabilir. Çünkü böyle bir feragat son noktada ona kahramanlık payesi kazandıracaktır.
Royce'a göre bu ve benzeri durumlarda varoluş paradoksu çözülür. Zira 'seçilen yaşam plânı' kişinin kendi isteklerini gerçekleştirmesine aykırı olmadığı gibi, bir ölçüde "sosyal işbirliğini" de ihtiva etmektedir. İşte Royce'un "bağlanma ve sadakat" konusundaki düşünceleri bu noktada düğümlenir.
"Sadakat, bir kişinin bir davaya pratikte, istekli ve tam bağlılığıdır." Dava ile o, bir kuruma (Parlemento vb.), ideal bir olaya (Hristiyanlığın ikinci kez gelişini ümit etmek gibi), ideal bir amaca (evrensel kardeşlik, bilgi topluluğu vb.) bağlılığın nesnesini kasteder.
Bireyin sadık bağlılığını hakkeden bir nesnenin, yani davanın şu özelliklere sahip olması gerekir.
-Bir dava benim doğal ilgimi çekebilmeye muktedir olmalıdır.
-Dava benim ilgimi muhafaza edebilmeye muktedir olmalıdır.
Royce'a göre birey bağlandığı davaya göre, yaşam planını formüle eder. Bu sebeple bağlanılan davanın, bireyin zaman içinde gelişen ve değişen arzu ve isteklerini tatmin etmesi, hatta onları zenginleştirmesi beklenir.
-Dava doğası itibariyle sosyal olmalıdır.
Şüphesiz bir bireye bağlanmak mümkündür. Annenin evladına, aşıkların birbirine bağlılığında olduğu gibi. Ancak Royce'un terimi kullandığı özel anlamda, daima sosyal bir davaya "bağlanma" ve "sadakat" sözkonusudur. Tüm sağlam sosyal ilişkiler bağlanmayı gerektirebilen davalara neden olabilir. Örneğin, birkaç bireyi dostça bir yaşamın birliği ile birleştiren "dostluk', üyelerinin birarada yaşamasını esas alan aile, ayrı vatandaşların bir toplamı olmayıp, sadık yurtseverlerin bir birliği olarak düşünülebflen devlet, bunlar arasında sayılabilir. Bir sadakat nesnesinin yani davanın varolduğu her yerde çok sayıda "ben"in tek bir yaşamla birleşmesi sözkonusudur.
Dava her ne olursa olsun, Royce'a göre bağlanma kişinin en önemli ahlâki ihtiyaçlarından birini karşılayarak -yani ne için yaşıyoruz? varoluş amacım nedir?- yaşamı değerli hale getirir. O'na göre sadakat birey için yüce bir iyinin somut bir şekillenmesidir.
Ahlâki yaşamımızın iyileri dediğimiz şeyler arasında en temel olanıdır. Zira "ben"in kendisini gerçekleştirebilmesi ve yaşamını anlamlandırabilmesinin gerekli koşulu bağlanmadır. Bu ahlâkî bir intihar, körü körüne bir bağlılık olmayıp, aksine özerk olmanın tek yoludur. Bağlanan insan, aktif olarak davasına hizmet etme görevini üstlenen, kendi özel isteklerinden vazgeçebilen, ve davasına inanan insandır. Davasına inandığı, bir amaç uğruna varolduğu için iç memnuniyetsizliklerinden ve tatminsizliklerinden de büyük ölçüde kurtulmuştur.
Royce'a göre dava her ne olursa olsun, her bağlanma sadakat ruhunu ve oto-kontrolü harekete geçirmesi açısından iyidir. Ancak bazı bağlanmalar, hem bireyin kendisini en iyi şekilde gerçekleştirmesi açısından, hem de bireyin bağlandığı davanın, diğer bireylerin davalarıyla uyumu açısından daha iyidir. O halde her dava bireyin sürekli bağlılığına layık değildir. Başka bir deyişle devamlı ve kararlı bir bağlanmaya değmeyecek davalar vardır. Bu sebeple birey açısından bağlanılacak davanın seçimi son derece önemlidir. Zira bağlanacağınız davayı seçtiğiniz andan itibaren o davaya uygun yaşam planınızda belirlenmiştir. Bir dava siz onu seçtiğiniz için sizindir, ve siz o davayı seçmekle kendiniz olmaktasınız. Davanızı seçer seçmez o artık sizin vicdanınızın sesi olmuştur, ahlâkî anlamda doğrularınızı da, ödevlerinizi de o belirleyecektir. Sizin için belirlenen ödevlerin ve yaşam planının dışına çıkmamanız istenecektir. Bu sebeple yaşam planınız "gönüllü bir itaat plânı" olarak da görülebilecektir.
Bazı bağlanmalar diğerlerinden daha iyidir ifadesinden de anlaşılacağı gibi, gayri ahlâkî ve kötü denilebilecek davalara (hırsızlık, kan davası vb.) bağlılıklar da sözkonusudur. Royce, kişinin kendisini gerçekleştirmesi esnasında karşılaştığı kompleks davalar gündeme geldiğinde, özel davaların değerini belirleyebilecek olan bir kritere ihtiyaç duyar. Zira insan kendini zenginleştirebilen ve daha kalıcı tatmin sağlayan davaları ayırdedebilme ihtiyacı içerisindedir. Bu noktada Royce'un önerdiği kriter "bağlılığa bağlılık" kriteridir. O'na göre ahlâkî yaşamımızın en yüksek iyisi, bağlanma ve sadakat olduğuna göre, birey bir davaya bağlanırken kendisini diğer bireylerin bağlılıklarını tehlikeye ata-cak bir tavırdan kurtarabümişse, kendi üzerine düşeni yapmıştır. Ahlâkî bir bireyden beklenen kendi seçimini yaparken, diğerlerinin bağlılıklarını sarsmayan aksine onları güçlendiren ve gelişimine katkıda bulunan davalar çerçevesinde seçimini yapmasıdır.
Bu durumda Royce ahlâkî bireyin hizmet edebileceği ve etmesi gereken en yüksek ve en genel dava olarak "evrensel bağlılık" (ya da sadakat) davasını gösterir. Bu davaya hizmet eden birey O'na göre yalnızca kendisi için yüce olan iyiye değil, aynı zamanda tüm insanlık için iyi olana da hizmet etmiş olacaktır.
Peki evrensel bağlılık ilkesine nasıl hizmet edilebilir? İster bireyler arası davaların çatışmaları olsun, isterse bir tek bireyin ilgi alanı içindeki davaların çatışması olsun, Royce bu ilkenin pratikteki kullanımına ilişkin bizi yeterince aydınlatamaz. Ancak ilkenin boş bir form olduğu yolundaki eleştirilere karşı kendisini savunurken sadık davranışın iki standardını belirler: Kararlılık ve vefa.
Bağlılığa bağlılık kararlılığı ve vefayı gerektirir. Zira seçtiğiniz bir davayı terketmek kendiniz için belirlediğiniz amacı terketmeniz anlamına gelir. Royce'un kabulü gereği bağlılığa bağlılık ilkesi, yalnızca birbirleriyle çatışan davalar arasında seçim yaparken, pratikte bize rehberlik edebilecek bir ilke olarak düşünülmüştür.
Ancak "evrensel bağlılık davası" ifadesi aynen evrensel barış davası gibi soyut bir ifadedir. Bir davayı evrensel bağlanmanın kendisi olarak tanımlamak terimin anlamını Royce'un iddia ettiği kavranılabilir uygulama alanı ötesine genişletmek olacaktır. Bu güçlüğün farkına varan Royce, daha sonraki yıllarda, insan bağlanmasının en yüksek nesnesi olarak düşündüğü daha kavranılabilir ve daha somut olduğunu varsaydığı "yorum topluluğu" teorisini ortaya koyar. Bu dönemde sadakatle, Royce bir bireyin bir topluluğa aşkla bağlılığını kasteder. Görüleceği üzere bu dönemde sadakatin başlangıçtaki tanımındaki dava teriminin yerini artık topluluk terimi almıştır.
Royce'un anladığı şekliyle gerçek topluluk, tarihsel bir süreç içerisinde kökleşen, tutarlı ve bilinçli bir biçimde seçilmiş aktiviteler dahilinde birbirine bağlanan bireylerden ibarettir. Onun birliği üyeleri tarafından ortaklaşa paylaşılan bir tarih ve kaderin sonucudur. Bir topluluğun gerçek bir birlik olmasının sebebi budur. Topluluğun tam olarak varoluşu karşılıklı ve sürekli bir yorum sürecine ve farklı ilgilerin ihtiyaçların ve amaçların uzlaştırılabilmesi için üyelerinin iyi niyetine bağlıdır. Topluluğun ortak tarihi ve kaderi, üyelerinin bireyselliğini ortadan kaldırmamalı, tek tek kapasitelerini yok etmemelidir. Çünkü bireylerinin çeşitliliği, topluluğun gücü ve zenginliği anlamına gelir.
Royce topluluğun birliği içerisinde, bireysel gerçekliklerin, çeşitliliklerin olduğu gibi korunması gerektiğini söyler.
Royce'un topluluk olarak tanımladığı ideal toplum işbirliğine dayanır. Bir topluluğu karakterize eden işbirliği organik olmalıdır. Yani topluluğun üyeleri kendi istekleri ile topluluğun istek ve basanlarını özdeşleştirebilmelidir. Kendisini ideal anlamda gerçekleştirebilmenin belki de en iyi yolu topluluğun istekleriyle uzlaşmaktır.
Biz Amerikan filozofu Josiah Royce (1855-1916) ve Fransız filozufu Gabriel Marcel (1889-1973) 'in sistemlerinde "bağlanma" ve "sadakat" kavramlarını ele almaya çalışacağız.
Bağlanma, taahhüt ifade eden bir söz ya da ahittir. Bağlanmak herhangi bir iş hususunda taahhüt altına girebilmek, o işe bağlanabilmek demektir. Sadakat ise en genel anlamıyla, samimi ve sağlam dostluk, içten bağlılık, "his ve duygulanımlarda sağlamlık, ihanet etmeme, hakikate uygunluk vs. anlamlarına gelmektedir." Ancak Royce ve Marcel sistemlerinde bu kavramlara çok özel anlamlar yüklendiğini görmekteyiz. Royce'a göre gerçekte özerk olabilmenin tek yolu bilinçli bir biçimde bağlanabilmek ve sadık olmaktır.
Marcel'e göre ise "sadakat, özgürlüğe açılan imkândır."
Bilineceği üzere her etik araştırmasının ilk prensibi, insanın dünyadaki yerini ve görevini belirlemek ve buna göre yaşam plânını oluşturmaktır. Bu sebeple insan için "en yüksek iyi nedir?" ya da ahlâki anlamda iyi bir yaşam nasıl olmalıdır? gibi sorular sıklıkla sorulagelmiş ve farklı yanıtlar verilmiştir.
Royce'a göre, ahlâki birey olabilmenin yolu, bireyin kendisi için bir "yaşam plânı" formüle etmesinden geçer. Zira bireysel anlamımız, yaşam planlarımıza bağlı olarak şekillenmektedir.
O halde, yaşam plânımızı oluştururken etkili olan faktörler nelerdir? O'na göre dünyadaki yerimizin ve görevimizin ne olduğunu anlamaya çalışırken içsel faktörler kadar, dışsal öğeler, eğitim şartlan, sosyal otorite de etkilidir. Birey, kendisi için neyin iyi olduğuna karar verirken yalnızca doğal arzuları doğrultusunda hareket etmez. Bireyin isteklerinin şekillenmesinde özellikle "taklit" son derece önemli bir rol oynar. Sosyal eğitim, yalnızca diğer insanların yaşam planlarını öğretmekle kalmaz, aynı zamanda taklit etme ya da etmeme yoluyla bireysel "ben" imin şekillenmesini de sağlar. Böylece bir yandan nasıl yaşaması gerektiğinin örneklerini diğer insanlarda bulan birey, öte yandan diğer insanlarla farklılığının farkına vararak kendi öz-bilincini oluşturur. Kim olduğunun ve gerçekten ne istediğinin bilincine varır. Ancak Royce'a göre, içsel istekler ve dışsal koşulların tam olarak uzlaşabildiği bir yaşam planı bulmak güçtür. Kendi istekleri ve toplumun istekleri arasındaki keskin uzlaşmazlığı gören birey, varoluş paradoksunu yoğun bir biçimde yaşamaya başlar. Kendini gerçekleştirmeye ve yaşam planını oluşturmaya çalışan birey için, "ısrarcı bir kendine güvenirlik" ya da gözü kapalı bir "sosyal uysallık" tek başına yeterli değildir. Bireysel ve toplumsal istekler arasında bir uzlaşma sağlanarak varoluş paradoksu aşılmaya çalışılmalıdır.
Örneğin yurt tehlikedeyse, insan hiç düşünmeksizin savaş ruhuna bürünüverir, ve çok geçmeden kendisi için bir yaşam plânı belirleyiverir. Yurtsever böyle sıradışı bir durumda savaş ruhundan hoşlanabilir, varlığından feragat etmekten şeref bile duyabilir. Çünkü böyle bir feragat son noktada ona kahramanlık payesi kazandıracaktır.
Royce'a göre bu ve benzeri durumlarda varoluş paradoksu çözülür. Zira 'seçilen yaşam plânı' kişinin kendi isteklerini gerçekleştirmesine aykırı olmadığı gibi, bir ölçüde "sosyal işbirliğini" de ihtiva etmektedir. İşte Royce'un "bağlanma ve sadakat" konusundaki düşünceleri bu noktada düğümlenir.
"Sadakat, bir kişinin bir davaya pratikte, istekli ve tam bağlılığıdır." Dava ile o, bir kuruma (Parlemento vb.), ideal bir olaya (Hristiyanlığın ikinci kez gelişini ümit etmek gibi), ideal bir amaca (evrensel kardeşlik, bilgi topluluğu vb.) bağlılığın nesnesini kasteder.
Bireyin sadık bağlılığını hakkeden bir nesnenin, yani davanın şu özelliklere sahip olması gerekir.
-Bir dava benim doğal ilgimi çekebilmeye muktedir olmalıdır.
-Dava benim ilgimi muhafaza edebilmeye muktedir olmalıdır.
Royce'a göre birey bağlandığı davaya göre, yaşam planını formüle eder. Bu sebeple bağlanılan davanın, bireyin zaman içinde gelişen ve değişen arzu ve isteklerini tatmin etmesi, hatta onları zenginleştirmesi beklenir.
-Dava doğası itibariyle sosyal olmalıdır.
Şüphesiz bir bireye bağlanmak mümkündür. Annenin evladına, aşıkların birbirine bağlılığında olduğu gibi. Ancak Royce'un terimi kullandığı özel anlamda, daima sosyal bir davaya "bağlanma" ve "sadakat" sözkonusudur. Tüm sağlam sosyal ilişkiler bağlanmayı gerektirebilen davalara neden olabilir. Örneğin, birkaç bireyi dostça bir yaşamın birliği ile birleştiren "dostluk', üyelerinin birarada yaşamasını esas alan aile, ayrı vatandaşların bir toplamı olmayıp, sadık yurtseverlerin bir birliği olarak düşünülebflen devlet, bunlar arasında sayılabilir. Bir sadakat nesnesinin yani davanın varolduğu her yerde çok sayıda "ben"in tek bir yaşamla birleşmesi sözkonusudur.
Dava her ne olursa olsun, Royce'a göre bağlanma kişinin en önemli ahlâki ihtiyaçlarından birini karşılayarak -yani ne için yaşıyoruz? varoluş amacım nedir?- yaşamı değerli hale getirir. O'na göre sadakat birey için yüce bir iyinin somut bir şekillenmesidir.
Ahlâki yaşamımızın iyileri dediğimiz şeyler arasında en temel olanıdır. Zira "ben"in kendisini gerçekleştirebilmesi ve yaşamını anlamlandırabilmesinin gerekli koşulu bağlanmadır. Bu ahlâkî bir intihar, körü körüne bir bağlılık olmayıp, aksine özerk olmanın tek yoludur. Bağlanan insan, aktif olarak davasına hizmet etme görevini üstlenen, kendi özel isteklerinden vazgeçebilen, ve davasına inanan insandır. Davasına inandığı, bir amaç uğruna varolduğu için iç memnuniyetsizliklerinden ve tatminsizliklerinden de büyük ölçüde kurtulmuştur.
Royce'a göre dava her ne olursa olsun, her bağlanma sadakat ruhunu ve oto-kontrolü harekete geçirmesi açısından iyidir. Ancak bazı bağlanmalar, hem bireyin kendisini en iyi şekilde gerçekleştirmesi açısından, hem de bireyin bağlandığı davanın, diğer bireylerin davalarıyla uyumu açısından daha iyidir. O halde her dava bireyin sürekli bağlılığına layık değildir. Başka bir deyişle devamlı ve kararlı bir bağlanmaya değmeyecek davalar vardır. Bu sebeple birey açısından bağlanılacak davanın seçimi son derece önemlidir. Zira bağlanacağınız davayı seçtiğiniz andan itibaren o davaya uygun yaşam planınızda belirlenmiştir. Bir dava siz onu seçtiğiniz için sizindir, ve siz o davayı seçmekle kendiniz olmaktasınız. Davanızı seçer seçmez o artık sizin vicdanınızın sesi olmuştur, ahlâkî anlamda doğrularınızı da, ödevlerinizi de o belirleyecektir. Sizin için belirlenen ödevlerin ve yaşam planının dışına çıkmamanız istenecektir. Bu sebeple yaşam planınız "gönüllü bir itaat plânı" olarak da görülebilecektir.
Bazı bağlanmalar diğerlerinden daha iyidir ifadesinden de anlaşılacağı gibi, gayri ahlâkî ve kötü denilebilecek davalara (hırsızlık, kan davası vb.) bağlılıklar da sözkonusudur. Royce, kişinin kendisini gerçekleştirmesi esnasında karşılaştığı kompleks davalar gündeme geldiğinde, özel davaların değerini belirleyebilecek olan bir kritere ihtiyaç duyar. Zira insan kendini zenginleştirebilen ve daha kalıcı tatmin sağlayan davaları ayırdedebilme ihtiyacı içerisindedir. Bu noktada Royce'un önerdiği kriter "bağlılığa bağlılık" kriteridir. O'na göre ahlâkî yaşamımızın en yüksek iyisi, bağlanma ve sadakat olduğuna göre, birey bir davaya bağlanırken kendisini diğer bireylerin bağlılıklarını tehlikeye ata-cak bir tavırdan kurtarabümişse, kendi üzerine düşeni yapmıştır. Ahlâkî bir bireyden beklenen kendi seçimini yaparken, diğerlerinin bağlılıklarını sarsmayan aksine onları güçlendiren ve gelişimine katkıda bulunan davalar çerçevesinde seçimini yapmasıdır.
Bu durumda Royce ahlâkî bireyin hizmet edebileceği ve etmesi gereken en yüksek ve en genel dava olarak "evrensel bağlılık" (ya da sadakat) davasını gösterir. Bu davaya hizmet eden birey O'na göre yalnızca kendisi için yüce olan iyiye değil, aynı zamanda tüm insanlık için iyi olana da hizmet etmiş olacaktır.
Peki evrensel bağlılık ilkesine nasıl hizmet edilebilir? İster bireyler arası davaların çatışmaları olsun, isterse bir tek bireyin ilgi alanı içindeki davaların çatışması olsun, Royce bu ilkenin pratikteki kullanımına ilişkin bizi yeterince aydınlatamaz. Ancak ilkenin boş bir form olduğu yolundaki eleştirilere karşı kendisini savunurken sadık davranışın iki standardını belirler: Kararlılık ve vefa.
Bağlılığa bağlılık kararlılığı ve vefayı gerektirir. Zira seçtiğiniz bir davayı terketmek kendiniz için belirlediğiniz amacı terketmeniz anlamına gelir. Royce'un kabulü gereği bağlılığa bağlılık ilkesi, yalnızca birbirleriyle çatışan davalar arasında seçim yaparken, pratikte bize rehberlik edebilecek bir ilke olarak düşünülmüştür.
Ancak "evrensel bağlılık davası" ifadesi aynen evrensel barış davası gibi soyut bir ifadedir. Bir davayı evrensel bağlanmanın kendisi olarak tanımlamak terimin anlamını Royce'un iddia ettiği kavranılabilir uygulama alanı ötesine genişletmek olacaktır. Bu güçlüğün farkına varan Royce, daha sonraki yıllarda, insan bağlanmasının en yüksek nesnesi olarak düşündüğü daha kavranılabilir ve daha somut olduğunu varsaydığı "yorum topluluğu" teorisini ortaya koyar. Bu dönemde sadakatle, Royce bir bireyin bir topluluğa aşkla bağlılığını kasteder. Görüleceği üzere bu dönemde sadakatin başlangıçtaki tanımındaki dava teriminin yerini artık topluluk terimi almıştır.
Royce'un anladığı şekliyle gerçek topluluk, tarihsel bir süreç içerisinde kökleşen, tutarlı ve bilinçli bir biçimde seçilmiş aktiviteler dahilinde birbirine bağlanan bireylerden ibarettir. Onun birliği üyeleri tarafından ortaklaşa paylaşılan bir tarih ve kaderin sonucudur. Bir topluluğun gerçek bir birlik olmasının sebebi budur. Topluluğun tam olarak varoluşu karşılıklı ve sürekli bir yorum sürecine ve farklı ilgilerin ihtiyaçların ve amaçların uzlaştırılabilmesi için üyelerinin iyi niyetine bağlıdır. Topluluğun ortak tarihi ve kaderi, üyelerinin bireyselliğini ortadan kaldırmamalı, tek tek kapasitelerini yok etmemelidir. Çünkü bireylerinin çeşitliliği, topluluğun gücü ve zenginliği anlamına gelir.
Royce topluluğun birliği içerisinde, bireysel gerçekliklerin, çeşitliliklerin olduğu gibi korunması gerektiğini söyler.
Royce'un topluluk olarak tanımladığı ideal toplum işbirliğine dayanır. Bir topluluğu karakterize eden işbirliği organik olmalıdır. Yani topluluğun üyeleri kendi istekleri ile topluluğun istek ve basanlarını özdeşleştirebilmelidir. Kendisini ideal anlamda gerçekleştirebilmenin belki de en iyi yolu topluluğun istekleriyle uzlaşmaktır.