Kant’ta İnsana Saygı Duyma Eğitimi
|
Ogün Ürek
İnsan hakları konusunda verilecek bir eğitimin amacının dünyada yaşanan insan hakları ihlâllerine son vermek için eylemde bulunma gerekliliğinin bilincini arttırmak olduğu düşünülürse, böyle bir eğitimin temelinde, eğitim görende bir bilinç uyandırmak ya da eylemde bulunma isteği oluşturmak olduğu söylenebilir. Bu türden bir istemenin yapısına ve bu isteme temelinde ahlâksal bir eğitimin amacı ve metoduna ilişkin olarak ortaya koyduğu düşünceleriyle insan hakları eğitimine ilişkin önemli belirlemelerde bulunan filozof ise Kant’tır.
Kant, “iyi isteme”, “ahlâk yasası” ve özellikle de “ahlâk yasasına saygı duygusu” kavramları temelinde ortaya koyduğu ahlâksal eğitim anlayışıyla insan hakları eğitiminin amacı ve metodunun ne olması gerektiğine ışık tutar. Kant’a göre ahlâk yasasının öznesi insan olduğundan insana saygı duygusu olarak da nitelendirilebilecek olan saygı duygusu, ahlâk yasasının istemeyi belirleme amacıyla kendisinden önce gelebilecek olan bütün eğilimleri engellemesiyle ortaya çıkan, dolayısıyla tutkusal olarak nitelendirilen diğer bütün duygulardan ayrı olan a priori bir duygudur. Saygı duygusunun bu özelliği, onun eylemlerde saf pratik aklın tek güdüsü olarak etkide bulunmasını sağlar.
Kant’a göre insana saygı, ahlâksal bir eğitimin gerçekleşmesinin de tek koşuludur. Çünkü ahlâksal bir eğitimin amacı, insanın bir olanağı olarak insana saygı duygusunu ortaya çıkarmaktır. Bu da, ancak ahlâklılık insan kalbi üzerine saf ahlâksal güdüler olarak sunulursa olanaklıdır. Kişinin kendi mutluluğundan çıkan güdülerin her karışması, ahlâk yasasının insan kalbini etkilemesine bir engeldir. Bu nedenle, kişinin duyusallığı üzerinde ahlâk yasasına saygı güdüsünün etkili olabilmesi için, kişiye ahlâksal bakımdan iyi eylem örnekleri vererek, onun buna doğrudan ilgi duymasını sağlamak gerekir.
Bir insan için insanların haksızlığa uğradığını ve nasıl uğradığını görmek en acı deneyimlerden birini oluşturur. Bu deneyimin insana verdiği duygudan dünyada insan haklarının bundan sonra çiğnenmesini engelleyecek bütün yolları deneme arzusu doğar. Ama bu durumda da önyargılar, ideolojiler, yerleşik eski ve hatta yeni ayrıcalıklar yolları tıkar. (Mercier 1996: 175) Tıkanan yolları açmanın en temel aracı ise eğitim, özellikle de insan hakları konusunda verilecek bir eğitimdir.
İnsan haklarını korumada başarı sağlanması bir yandan hukuka, diğer yandan da insan hakları bilincinin bütün insanlarda yerleşmesine bağlıdır. İnsanlarda bu bilincin yerleşmesi öncelikle kişilerin bu hakların farkında olmalarına, yani insan hakları konusunda bilgi sahibi olmalarına, bu hakların neden korunması gerektiğinin bilincine varmalarına ve onların nasıl korunabileceğini bilmelerine bağlıdır. Bunu sağlamanın yolu da yine “insan hakları eğitimi”dir. (İnsan Hakları Eğitimi Onyılı Ulusal Komitesi 1999: 11)
Buna dayanarak insan hakları eğitiminin amacının, dünyada yaşanan insan hakları ihlâllerine son vermek için eylemde bulunma gerekliliğinin bilincini arttırmak olduğu söylenebilir . Dolayısıyla buna bağlı olarak denebilir ki, insan hakları eğitiminin temelinde, eğitim görende bir bilinç uyandırmak ya da insan hakları ihlâllerine son vermek için eylemde bulunma isteği oluşturmak yatmaktadır. (Kuçuradi 1999: 385)
Çünkü “insan haklarının neyin istemi olduklarını, aynı zamanda da bu istemi kime yönelttiklerini biliyorsak, her an herkesçe herkes için neden korunması gerektiğini de bilmiş oluruz. Bunu biliyorsak, aynı zamanda başkalarını insan haklarını çiğnedikleri için suçlamaya, kendi çiğnemelerimizi ise örtbas etmeye neden bunca hazır olmamamız gerektiğini de bilmiş oluruz. Bunu biliyorsak, her kişinin bu kendi başına amaç olan devredilmez haklarının, neden toplumsal ve siyasal kararın temeli yapılmaları gerektiğini de bilmiş oluruz. İnsan haklarının neyin istemi olduklarını biliyorsak, tek tek hakların içeriğini belirlemek için sağlam bir temel bulabiliriz”. (Kuçuradi 1996: 4)
İnsan hakları eğitiminin temeli olarak insan haklarını korumayı isteme noktasında oluşturulacak bir istemenin nasıl bir isteme olması gerektiğine, böyle bir istemenin dayandığı varlıksal yapıya ve böyle bir varlıksal yapının nasıl olup da insanın değerliliği ve insana saygı düşüncelerine temel oluşturduğuna ilişkin olarak ortaya koyduğu etik görüşüyle önemli belirlemelerde bulunan filozof ise Kant’tır. Kant’ın özellikle “iyi isteme”ye (özgür istemeye) ve iyi istemeyi ortaya çıkaracak ahlâksal bir eğitime ilişkin söyledikleri insan hakları eğitimi ve insan haklarını korumada eğitilende oluşturulacak bir istemenin yapısı noktasında çok temeldir.
Kant’a göre “dünyada, dünyanın dışında bile, iyi bir istemeden başka kayıtsız şartsız iyi sayılabilecek hiçbir şey düşünülemez”. (1982: 8) Bütün doğa vergisi yetenekler ya da mizaç özellikleri iyi istemenin kendisi için yararlı olsalar ve bu istemenin işini kolaylaştırsalar da bunun dışında kendilerinin bir iç, koşulsuz değeri yoktur ve hep iyi bir istemeyi gerektirirler. Dolayısıyla iyi isteme, kayıtsız şartsız iyi olan tek istemedir.
Kant’ta istemenin varlıksal temeli akıldır . Saf akıl iyi istemeyi, yani özgür istemeyi özgürlük idesinin varlığı aracığıyla olanak olarak kendinde taşır. Yapısı gereği saf akıl da formel (biçimsel) bir yapıya sahip olduğundan, başka bir ifadeyle bütün akıl sahibi varlıklarda akıl aynı yapıda olacağından, bütün akıl sahibi varlıklar böyle bir iyi isteme olanağını kendinde taşıyacaktır. Bu nedenle Kant’ta iyi isteme, biçimsel olan saf akıldaki özgürlük idesi aracığıyla varlıksal temele sahip olduğundan, bu bakış açısıyla da iyi istemenin koşulsuz tek isteme olduğu kanıtlanmış olur. Çünkü her türlü koşul bir içeriği varsayar. Koşulsuz olansa hiçbir içeriği taşımayan kendi olanağını kendinde taşıyan bir biçimselliği varsayar .
Temelini aklın varlık yapısında bulan böyle bir isteme, insanın özel amacını, tür olarak insana ait olan ödevleri gerçekleştirmeyi istemedir. İyi isteme, ödev olduğunun bilinciyle, ödevden dolayı eylemde bulunmayı istemedir. Ama tür olarak insanın ödevi ya da Aristoteles’in ifadesiyle işi nedir? Kant, bu soruyu cevaplandırdığında akıl sahibi varlıkların eylemlerinin ahlâksal değerini belirlemede ölçü olabilecek yasayı da ortaya koyacaktır. Ona göre, böyle bir yasa bütün akıl sahibi varlıklar için nesnel geçerliliğe sahip nitelikte bir yasa olabilir. Bütün akıl sahibi varlıklar için geçerli olabilecek nitelikteki yasayı ortaya koyma çabasında ise Kant, bütün içerikli pratik ilkeleri bir kenara iter. Çünkü “arzulama yetisinin bir nesnesini (içeriğini), istemeyi belirleyen neden olarak varsayan bütün pratik ilkeler istisnasız olarak deneyseldirler ve pratik yasalar sağlamazlar”. (Kant 1994: 23)
Böylece Kant, bütün akıl sahibi varlıkların istemesini belirleyebilecek olan bir yasanın, ancak, istemenin içeriği bakımından değil, sırf biçimi bakımından belirlenmesinin bir nedenini taşıyan nitelikte bir yasa olabileceğini ortaya koyar. Bu yasa da bir tektir ve şu şekilde dile getirilebilir: “Öyle eyle ki, senin istemenin maksimi , hep aynı zamanda genel bir yasamanın ilkesi olarak da geçerli olabilsin”. (a.g.e., 35) Kant, “ahlâk yasası” dediği bu yasayı temele alarak “pratik buyruğu” da şu şekilde ortaya koyar: “Her defasında insanlığa, kendi kişinde olduğu kadar başka herkesin kişisinde de sırf araç olarak değil, aynı zamanda amaç olarak davranacak biçimde eylemde bulun”. (Kant 1982: 46)
Kant’a göre istemenin içerikli bir yasaya boyun eğmesinden çıkabilecek olan bütün tutkusal duyguları bir kenara itildiğinde, geriye eylemin genel yasaya uygunluğundan başka bir şey kalmaz. Pratik bir yasa ancak biçimsel olabilir ki, bu özellik de ancak ahlâk yasasında vardır. Dstemenin görünüşler dünyasının doğa yasalarından, yani nedensellik yasasından bağımsız olması ise bize negatif özgürlük kavramını verdiğinden özgür bir istemeyi belirleyen neden de ancak biçimsel olan ahlâk yasası olabilir.
Özgürlük ahlâk yasasının koşuludur. Çünkü “özgürlük ahlâk yasasının varlık nedeni (ratio essendi), ahlâk yasası da özgürlüğün bilgi nedeni (ratio cognosendi) dir”. (Kant 1994: 4) Başka bir ifadeyle, ahlâk yasası daha önce aklımızda açıkça düşünülmüş olmasaydı, özgürlük gibi bir şeyi (kendi içinde çelişme taşımasa bile) kabul etmekte hiçbir zaman kendimizi haklı göremezdik. Ama özgürlük de olmasaydı, içimizde ahlâk yasasıyla hiç karşılaşamazdık.
Kant’a göre, eylemlerin bütün ahlâksal değerini belirlemede tek ölçüt olan ahlâk yasası, aynı zamanda özgür istemeyi doğrudan belirleyecek nitelikte olan tek yasadır. Çünkü “istemenin belirlenmesi, ahlâk yasasına uygun olmakla birlikte ne türden olursa olsun yalnızca bir duygu -ahlâk yasası istemenin yeterli bir belirlenme nedeni olabilsin diye, varsayılması zorunlu olan bir duygu- aracılığıyla oluyorsa, yani yasa uğruna olmuyorsa, o zaman eylem gerçi yasalılık içerecek, ama ahlâklılık içermeyecektir”. (a.g.e., 79)
Ahlâk yasasının istemeyi belirlemesinde önemli olan, istemenin özgür olarak, yalnızca duyusal eğilimlerin etkisinden uzak olarak değil, aynı zamanda bu eğilimleri geri çevirerek ve yasaya aykırı olduğu takdirde her türlü eğilimi engelleyerek, yalnızca yasayla belirlenmesidir. Ahlâk yasası, yapısından dolayı istemeyi belirleme amacıyla kendisinden önce gelebilecek olan bütün eğilimleri -ben sevgisini özellikle de kendini beğenmişliği - engellediğinden, yani kişiyi kendi gözünde küçük düşürdüğünden, en büyük saygının konusudur. Bu saygı, ahlâk yasasına karşı duyulan bir saygı olduğu için de, Kant, bu duyguya “ahlâk yasasına saygı duygusu” der. (a.g.e., 82)
Kant’ta saygı duygusu, ahlâk yasasından önce gelen bir duygu değildir; aksine ahlâk yasasının eğilimleri engellemesiyle ortaya çıkan bir duygu olduğundan, tutkusal olarak nitelendirilen diğer bütün duygulardan ayrıdır. Dolayısıyla ahlâk yasasına saygı duygusu, deneysel kaynaklı olmayan, düşünsel bir nedenin uyandırdığı bir duygu olduğundan, a priori olarak bilinebilecek ve zorunluluğu doğrudan kavranacak olan tek duygudur. (a.g.e., 82)
Kant’a göre saygı, yalnız ahlâk yasasına karşı duyulan bir duygu olduğundan ve ahlâk yasasının öznesi de insan olduğundan, yalnız kişilere yönelir, hiçbir zaman şeylere yönelmez. Saygı, insana saygıdır. Çünkü saygı, temelini saf akılda bulan a priori bir duygu olduğundan her zaman içkindir; oysa tutkusal duygular aşkındır, dolayısıyla da her zaman şeylere yönelirler. Bir kişi, en sıradan insanda bile bir dürüstlük olduğunu fark ederse, istese de istemese de o dürüst kişiye saygı duymaktan kendini alamaz. Çünkü iyi olan her şey insanda her zaman eksiklik gösterir ve o dürüst kişinin eylemini kişi kendi eylemiyle karşılaştırdığında, kendini beğenmişliği yerle bir eden bir yasanın yasaya uygun eyleminin başarılabileceğini eylemde görmüş olur. Zira “bir kişiye duyulan bütün saygı, aslında, bize örneğini verdiği yasaya (dürüstlük yasasına vb.) saygıdır”. (Kant 1982: 17)
En sıradan insanın bile kendinde insana saygı duygusunu olanak olarak taşıdığını ileri süren Kant, bu paralelde, saygıya ilişkin olarak şöyle bir genellemeye varır: “Doğal yapımızın yüceliğini, aynı zamanda davranışımızın bu yapıya uygunluğu bakımından gösterdiği eksikliği fark ettirmekle, böylece de kendini beğenmişliği yerle bir etmekle, gözlerimizin önüne seren bu saygı uyandıran kişilik idesi, en sıradan insan için bile doğaldır ve kolayca fark edilir”. (Kant 1994: 96)
İnsan hakları konusunda verilecek bir eğitimin amacının dünyada yaşanan insan hakları ihlâllerine son vermek için eylemde bulunma gerekliliğinin bilincini arttırmak olduğu düşünülürse, böyle bir eğitimin temelinde, eğitim görende bir bilinç uyandırmak ya da eylemde bulunma isteği oluşturmak olduğu söylenebilir. Bu türden bir istemenin yapısına ve bu isteme temelinde ahlâksal bir eğitimin amacı ve metoduna ilişkin olarak ortaya koyduğu düşünceleriyle insan hakları eğitimine ilişkin önemli belirlemelerde bulunan filozof ise Kant’tır.
Kant, “iyi isteme”, “ahlâk yasası” ve özellikle de “ahlâk yasasına saygı duygusu” kavramları temelinde ortaya koyduğu ahlâksal eğitim anlayışıyla insan hakları eğitiminin amacı ve metodunun ne olması gerektiğine ışık tutar. Kant’a göre ahlâk yasasının öznesi insan olduğundan insana saygı duygusu olarak da nitelendirilebilecek olan saygı duygusu, ahlâk yasasının istemeyi belirleme amacıyla kendisinden önce gelebilecek olan bütün eğilimleri engellemesiyle ortaya çıkan, dolayısıyla tutkusal olarak nitelendirilen diğer bütün duygulardan ayrı olan a priori bir duygudur. Saygı duygusunun bu özelliği, onun eylemlerde saf pratik aklın tek güdüsü olarak etkide bulunmasını sağlar.
Kant’a göre insana saygı, ahlâksal bir eğitimin gerçekleşmesinin de tek koşuludur. Çünkü ahlâksal bir eğitimin amacı, insanın bir olanağı olarak insana saygı duygusunu ortaya çıkarmaktır. Bu da, ancak ahlâklılık insan kalbi üzerine saf ahlâksal güdüler olarak sunulursa olanaklıdır. Kişinin kendi mutluluğundan çıkan güdülerin her karışması, ahlâk yasasının insan kalbini etkilemesine bir engeldir. Bu nedenle, kişinin duyusallığı üzerinde ahlâk yasasına saygı güdüsünün etkili olabilmesi için, kişiye ahlâksal bakımdan iyi eylem örnekleri vererek, onun buna doğrudan ilgi duymasını sağlamak gerekir.
Bir insan için insanların haksızlığa uğradığını ve nasıl uğradığını görmek en acı deneyimlerden birini oluşturur. Bu deneyimin insana verdiği duygudan dünyada insan haklarının bundan sonra çiğnenmesini engelleyecek bütün yolları deneme arzusu doğar. Ama bu durumda da önyargılar, ideolojiler, yerleşik eski ve hatta yeni ayrıcalıklar yolları tıkar. (Mercier 1996: 175) Tıkanan yolları açmanın en temel aracı ise eğitim, özellikle de insan hakları konusunda verilecek bir eğitimdir.
İnsan haklarını korumada başarı sağlanması bir yandan hukuka, diğer yandan da insan hakları bilincinin bütün insanlarda yerleşmesine bağlıdır. İnsanlarda bu bilincin yerleşmesi öncelikle kişilerin bu hakların farkında olmalarına, yani insan hakları konusunda bilgi sahibi olmalarına, bu hakların neden korunması gerektiğinin bilincine varmalarına ve onların nasıl korunabileceğini bilmelerine bağlıdır. Bunu sağlamanın yolu da yine “insan hakları eğitimi”dir. (İnsan Hakları Eğitimi Onyılı Ulusal Komitesi 1999: 11)
Buna dayanarak insan hakları eğitiminin amacının, dünyada yaşanan insan hakları ihlâllerine son vermek için eylemde bulunma gerekliliğinin bilincini arttırmak olduğu söylenebilir . Dolayısıyla buna bağlı olarak denebilir ki, insan hakları eğitiminin temelinde, eğitim görende bir bilinç uyandırmak ya da insan hakları ihlâllerine son vermek için eylemde bulunma isteği oluşturmak yatmaktadır. (Kuçuradi 1999: 385)
Çünkü “insan haklarının neyin istemi olduklarını, aynı zamanda da bu istemi kime yönelttiklerini biliyorsak, her an herkesçe herkes için neden korunması gerektiğini de bilmiş oluruz. Bunu biliyorsak, aynı zamanda başkalarını insan haklarını çiğnedikleri için suçlamaya, kendi çiğnemelerimizi ise örtbas etmeye neden bunca hazır olmamamız gerektiğini de bilmiş oluruz. Bunu biliyorsak, her kişinin bu kendi başına amaç olan devredilmez haklarının, neden toplumsal ve siyasal kararın temeli yapılmaları gerektiğini de bilmiş oluruz. İnsan haklarının neyin istemi olduklarını biliyorsak, tek tek hakların içeriğini belirlemek için sağlam bir temel bulabiliriz”. (Kuçuradi 1996: 4)
İnsan hakları eğitiminin temeli olarak insan haklarını korumayı isteme noktasında oluşturulacak bir istemenin nasıl bir isteme olması gerektiğine, böyle bir istemenin dayandığı varlıksal yapıya ve böyle bir varlıksal yapının nasıl olup da insanın değerliliği ve insana saygı düşüncelerine temel oluşturduğuna ilişkin olarak ortaya koyduğu etik görüşüyle önemli belirlemelerde bulunan filozof ise Kant’tır. Kant’ın özellikle “iyi isteme”ye (özgür istemeye) ve iyi istemeyi ortaya çıkaracak ahlâksal bir eğitime ilişkin söyledikleri insan hakları eğitimi ve insan haklarını korumada eğitilende oluşturulacak bir istemenin yapısı noktasında çok temeldir.
Kant’a göre “dünyada, dünyanın dışında bile, iyi bir istemeden başka kayıtsız şartsız iyi sayılabilecek hiçbir şey düşünülemez”. (1982: 8) Bütün doğa vergisi yetenekler ya da mizaç özellikleri iyi istemenin kendisi için yararlı olsalar ve bu istemenin işini kolaylaştırsalar da bunun dışında kendilerinin bir iç, koşulsuz değeri yoktur ve hep iyi bir istemeyi gerektirirler. Dolayısıyla iyi isteme, kayıtsız şartsız iyi olan tek istemedir.
Kant’ta istemenin varlıksal temeli akıldır . Saf akıl iyi istemeyi, yani özgür istemeyi özgürlük idesinin varlığı aracığıyla olanak olarak kendinde taşır. Yapısı gereği saf akıl da formel (biçimsel) bir yapıya sahip olduğundan, başka bir ifadeyle bütün akıl sahibi varlıklarda akıl aynı yapıda olacağından, bütün akıl sahibi varlıklar böyle bir iyi isteme olanağını kendinde taşıyacaktır. Bu nedenle Kant’ta iyi isteme, biçimsel olan saf akıldaki özgürlük idesi aracığıyla varlıksal temele sahip olduğundan, bu bakış açısıyla da iyi istemenin koşulsuz tek isteme olduğu kanıtlanmış olur. Çünkü her türlü koşul bir içeriği varsayar. Koşulsuz olansa hiçbir içeriği taşımayan kendi olanağını kendinde taşıyan bir biçimselliği varsayar .
Temelini aklın varlık yapısında bulan böyle bir isteme, insanın özel amacını, tür olarak insana ait olan ödevleri gerçekleştirmeyi istemedir. İyi isteme, ödev olduğunun bilinciyle, ödevden dolayı eylemde bulunmayı istemedir. Ama tür olarak insanın ödevi ya da Aristoteles’in ifadesiyle işi nedir? Kant, bu soruyu cevaplandırdığında akıl sahibi varlıkların eylemlerinin ahlâksal değerini belirlemede ölçü olabilecek yasayı da ortaya koyacaktır. Ona göre, böyle bir yasa bütün akıl sahibi varlıklar için nesnel geçerliliğe sahip nitelikte bir yasa olabilir. Bütün akıl sahibi varlıklar için geçerli olabilecek nitelikteki yasayı ortaya koyma çabasında ise Kant, bütün içerikli pratik ilkeleri bir kenara iter. Çünkü “arzulama yetisinin bir nesnesini (içeriğini), istemeyi belirleyen neden olarak varsayan bütün pratik ilkeler istisnasız olarak deneyseldirler ve pratik yasalar sağlamazlar”. (Kant 1994: 23)
Böylece Kant, bütün akıl sahibi varlıkların istemesini belirleyebilecek olan bir yasanın, ancak, istemenin içeriği bakımından değil, sırf biçimi bakımından belirlenmesinin bir nedenini taşıyan nitelikte bir yasa olabileceğini ortaya koyar. Bu yasa da bir tektir ve şu şekilde dile getirilebilir: “Öyle eyle ki, senin istemenin maksimi , hep aynı zamanda genel bir yasamanın ilkesi olarak da geçerli olabilsin”. (a.g.e., 35) Kant, “ahlâk yasası” dediği bu yasayı temele alarak “pratik buyruğu” da şu şekilde ortaya koyar: “Her defasında insanlığa, kendi kişinde olduğu kadar başka herkesin kişisinde de sırf araç olarak değil, aynı zamanda amaç olarak davranacak biçimde eylemde bulun”. (Kant 1982: 46)
Kant’a göre istemenin içerikli bir yasaya boyun eğmesinden çıkabilecek olan bütün tutkusal duyguları bir kenara itildiğinde, geriye eylemin genel yasaya uygunluğundan başka bir şey kalmaz. Pratik bir yasa ancak biçimsel olabilir ki, bu özellik de ancak ahlâk yasasında vardır. Dstemenin görünüşler dünyasının doğa yasalarından, yani nedensellik yasasından bağımsız olması ise bize negatif özgürlük kavramını verdiğinden özgür bir istemeyi belirleyen neden de ancak biçimsel olan ahlâk yasası olabilir.
Özgürlük ahlâk yasasının koşuludur. Çünkü “özgürlük ahlâk yasasının varlık nedeni (ratio essendi), ahlâk yasası da özgürlüğün bilgi nedeni (ratio cognosendi) dir”. (Kant 1994: 4) Başka bir ifadeyle, ahlâk yasası daha önce aklımızda açıkça düşünülmüş olmasaydı, özgürlük gibi bir şeyi (kendi içinde çelişme taşımasa bile) kabul etmekte hiçbir zaman kendimizi haklı göremezdik. Ama özgürlük de olmasaydı, içimizde ahlâk yasasıyla hiç karşılaşamazdık.
Kant’a göre, eylemlerin bütün ahlâksal değerini belirlemede tek ölçüt olan ahlâk yasası, aynı zamanda özgür istemeyi doğrudan belirleyecek nitelikte olan tek yasadır. Çünkü “istemenin belirlenmesi, ahlâk yasasına uygun olmakla birlikte ne türden olursa olsun yalnızca bir duygu -ahlâk yasası istemenin yeterli bir belirlenme nedeni olabilsin diye, varsayılması zorunlu olan bir duygu- aracılığıyla oluyorsa, yani yasa uğruna olmuyorsa, o zaman eylem gerçi yasalılık içerecek, ama ahlâklılık içermeyecektir”. (a.g.e., 79)
Ahlâk yasasının istemeyi belirlemesinde önemli olan, istemenin özgür olarak, yalnızca duyusal eğilimlerin etkisinden uzak olarak değil, aynı zamanda bu eğilimleri geri çevirerek ve yasaya aykırı olduğu takdirde her türlü eğilimi engelleyerek, yalnızca yasayla belirlenmesidir. Ahlâk yasası, yapısından dolayı istemeyi belirleme amacıyla kendisinden önce gelebilecek olan bütün eğilimleri -ben sevgisini özellikle de kendini beğenmişliği - engellediğinden, yani kişiyi kendi gözünde küçük düşürdüğünden, en büyük saygının konusudur. Bu saygı, ahlâk yasasına karşı duyulan bir saygı olduğu için de, Kant, bu duyguya “ahlâk yasasına saygı duygusu” der. (a.g.e., 82)
Kant’ta saygı duygusu, ahlâk yasasından önce gelen bir duygu değildir; aksine ahlâk yasasının eğilimleri engellemesiyle ortaya çıkan bir duygu olduğundan, tutkusal olarak nitelendirilen diğer bütün duygulardan ayrıdır. Dolayısıyla ahlâk yasasına saygı duygusu, deneysel kaynaklı olmayan, düşünsel bir nedenin uyandırdığı bir duygu olduğundan, a priori olarak bilinebilecek ve zorunluluğu doğrudan kavranacak olan tek duygudur. (a.g.e., 82)
Kant’a göre saygı, yalnız ahlâk yasasına karşı duyulan bir duygu olduğundan ve ahlâk yasasının öznesi de insan olduğundan, yalnız kişilere yönelir, hiçbir zaman şeylere yönelmez. Saygı, insana saygıdır. Çünkü saygı, temelini saf akılda bulan a priori bir duygu olduğundan her zaman içkindir; oysa tutkusal duygular aşkındır, dolayısıyla da her zaman şeylere yönelirler. Bir kişi, en sıradan insanda bile bir dürüstlük olduğunu fark ederse, istese de istemese de o dürüst kişiye saygı duymaktan kendini alamaz. Çünkü iyi olan her şey insanda her zaman eksiklik gösterir ve o dürüst kişinin eylemini kişi kendi eylemiyle karşılaştırdığında, kendini beğenmişliği yerle bir eden bir yasanın yasaya uygun eyleminin başarılabileceğini eylemde görmüş olur. Zira “bir kişiye duyulan bütün saygı, aslında, bize örneğini verdiği yasaya (dürüstlük yasasına vb.) saygıdır”. (Kant 1982: 17)
En sıradan insanın bile kendinde insana saygı duygusunu olanak olarak taşıdığını ileri süren Kant, bu paralelde, saygıya ilişkin olarak şöyle bir genellemeye varır: “Doğal yapımızın yüceliğini, aynı zamanda davranışımızın bu yapıya uygunluğu bakımından gösterdiği eksikliği fark ettirmekle, böylece de kendini beğenmişliği yerle bir etmekle, gözlerimizin önüne seren bu saygı uyandıran kişilik idesi, en sıradan insan için bile doğaldır ve kolayca fark edilir”. (Kant 1994: 96)