KARL JASPERS'İN SİYASET ANLAYIŞINDA "POLİTİK SUÇ" KAVRAMI
|
Dr. Hasan ÇİÇEK
Egzistansiyalist felsefenin önde gelen temsilcilerinden biri olan Karl Jaspers (1883-1969) siyaseti, "insanın kaderi' olarak dile getirir. Ona göre, düşünce ve davranış olarak insan toplumunu kuşatıcı bir düzenleme olan siyaset, "insanların dünyada, beraber yaşamaları için büyük bir olaydır." Bu yüzden Jaspers, siyasetin yalnızca siyasetçilere bırakılmayacak kadar önemli olduğunun anlaşılması için topluma politik bilinç vermeye çabalar. Genel olarak siyasetin yönünü belirleyen iki eğilimden söz eden Jaspers, bunlardan birinin zorbalık diğerinin de "birlikte özgürlük" olduğunu belirtir. Bunlardan birincisini, totalitarizm; ikincisini de demokrasi sağlar.
Jaspers, parlamenter demokrasiyi insanın özgürlüğü için zorunlu görür ve eserlerinde savunusunu yapar. Almanya'da Hitler(1889-1945)'in iktidara gelmesinden sonra, eşinin Yahudi olması dolayısıyla bariz sıkıntılara maruz kalan Jaspers, faşist yönetimin Almanya'yı ve diğer ülkeleri ikinci dünya savaşına sürükleyen totaliter anlayışına karşı, onların kararlarına boyun eğmeyerek ve ilkelerinden ödün vermeyerek, bir filozof duruşu sergiler; hatta sürgün ve ölüm tehdidine rağmen, yönetimin eşinden boşanma isteğini ret eder. O, Almanya'nın maruz kaldığı bu dalgadan önce, halkı totalitarizm konusunda uyardığı gibi, İkinci dünya Savaşından sonra da ülkesinin duçar kaldığı bu sorunun, halkın kendi hatasından kaynaklandığını çeşitli vesilelerle dile getirir ve bu hatanın politik bir suç olduğunu ısrarla savunur. Çünkü ona göre ne olursa olsun, insan politik sorumluluklarını yerine getirmediğinde suç işler.
O, Alman halkının Hitler'e karşı bir inisiyatif sergileyip, tepkide bulunmasını beklemiş, halkın bu tepkiyi ortaya koyamayışını "suç" olarak nitelemiştir. Jaspers konuyla ilgili bir eser yazdığı gibi (Die Schuldfrage), bir çok eserinde de bu problem üzerinde detaylıca durur.
Giriş niteliğindeki bu kısa bilgiden sonra, bu çalışmada Jaspers'in "politik suç" (Politische Schuld) kavramı hakkındaki görüşleri üzerinde durulacaktır.
Suç Sorunu (Die Schuldfrage)
İkinci Dünya Savaşından sonra Jaspers, savaş sırasında insanların üzerine düşeni
yapmadıklarını belirtmek için, "suç sorunu"nu işlediği konferanslar verir. Onun çıkış noktası genel suçlar yanında, insanların birlikte hareket etmeyerek kötü yöneticilere boyun eğmeleri; savaşa ve haksızlığa karşı bir kamuoyunun oluşmaması ve bundan dolayı da diktatörlerin istedikleri şekilde hareket edebilmeleriydi. Bu nedenle Jaspers, savaş sonrasında suç kavramı üzerinde önemle durarak; insanlara suçlarını göstererek, onlara sorumluluklarını hatırlatmak ister. Böylece onun siyaset anlayışında önemli bir yer işgal eden politik suç kavramı ortaya çıkar. Ama öncelikle onun suç sorununa bakışını irdelemekte yarar vardır.
Jaspers dört çeşit suç olduğunu belirterek suçların bir sınıflamasını yapar:
1. Kriminal (kriminelle) suç
2. Ahlâkî (moralische) suç
3. Metafizik (metaphysische) suç
4. Politik (politische) suç
Kriminal suç, hemen hemen her toplumda görülmesi muhtemel, toplumdaki geçerli yasaları ihlal etmekle ve söz konusu yasal düzenlemelere karşı gelmekle ortaya çıkan suç olup, yasa dışı eylemleri ve yüz kızartıcı etkinlikleri kapsar. Bu suçun cezasını mevcut otorite verir.
Ahlâkî olarak nitelenen ve toplum tarafından benimsenmiş toplumsal bir takım kural ve ilkelerin ihlalini Jaspers, suç şeklinde görür; bu ilkelere göre hareket etmemeyi ve böylelikle ahlâkî sorumlulukları yerine getirmemeyi de ahlâkî suç olarak ifade eder.
Ona göre bu suçların cezası toplum ya da mevcut otorite tarafından verilebilir. Muhatabı ne toplum ne de mevcut otorite olan bir suçtan da söz eder Jaspers. Bu da metafizik suçtur. Ona göre metafizik suçun tek muhatabı Aşkın Varlık olduğundan bu suçla ilgili cezayı da O verir. O halde nedir metafizik sup? Jaspers, metafizik suçu "insanların insanlarla mutlak dayanışma eksikliği" şeklinde dile getirir. Düşünür, insanların birbirleriyle iletişim içinde olmamalarını, birbirlerine yardım etmemelerini ya da dayanışma eksikliğini bir suç olarak kabul ettiğini ifade eder.
Jaspers, metafizik suç konusunda "merciin yalnız Tanrı" olduğuna inandığından bu konuda insanların Aşkın Varlık karşısında sorumlu olduğunu belirtir. Metafizik suç, bu özelliğiyle diğer suç türlerinden ayrılır.
Yukarıda ifade edildiği gibi, insanın kaderini belirleyici olduğundan, politika alanındaki suç Jaspers için diğerlerinden daha önemli ve etkileyicidir. Özellikle bu konuda insanları duyarlı olmaya çağırması ve onları politikayla ilgilenmeye teşvik etmesi, onun politik suç konusundaki duyarlılığının sonucudur.
Politik Suç (Politische Schuld)
Jaspers, ülke yönetme etkinliği olan siyasetle herkesin ilgilenmesi gerektiğini "vatandaş olarak her birey politik bir karar gücüne ve ahlâka, aynı zamanda ülke yönetimi hakkında bir düşünceye sahip olmalıdır" şeklinde savunarak, insanlara politik görev ve sorumluluklarını; aynı zamanda politikanın yalnızca politikacılara bırakılmayacak kadar önemli olduğunu hatırlatır. Onun siyaset anlayışında politik suç da burada ortaya çıkar. Ona göre, bir ülkenin yönetiminde sadece yöneticiler değil vatandaşlar da yöneticiler gibi sorumludur ve bu sorumluluğu yerine getirmemek, ihmal etmek, toplumsal sorunların temel nedenidir. Bu nedenle Jaspers, politik sorumluluklarına sahip olmamayı politik suç olarak görür.
Jaspers politik suçun, "bir ülkenin devlet adamları ve vatandaşlarının davranışlarında ortaya çıktığını ileri sürerek, vatandaşların da yöneticiler kadar bu konuda yükümlülük sahibi olduklarını ve işlendiğinde, bu suçun herkesi ilgilendiren ve etkileyen bir sonucunun olduğunu açıkça belirtir. İnsanlar politik sorumluluklarından kaçınca, yani politik suç işleyince, istenmeyen yönetim anlayışları, istenmeyen uygulamalar, istenmeyen ilişkiler ortaya çıkar.
Jaspers'e göre insanlık tarihinde toplumlar politik sorumluluklarına sahip çıkmadığında, insanlığı rencide edici yönetim biçimleri ve uygulamalar ortaya çıkmıştır. Sözgelimi totaliter yönetimler veya diktatörlükler böyle oluşmuşlardır. Burada sorunun kaynağında yönetilenler vardır. Çünkü yönetilenler sorgulamamış, karşı çıkmamış, yükümlülüklerine sahip çıkmamış, kolayca itaat etmişlerdir. Jaspers haklı olarak bu durumu, "halk kolay itaat edilebilir olunca; herkes her defasında harekete geçmeyi diğerine terk edince, diktatör rejimi ele geçirir" şeklinde dile getirir. Böylece yönetilenler, en temel görevlerini ihmal ederek, 'kötü 'nün egemen olmasına ön ayak olmuşlardır.
Bu tezin başka savunucuları da vardır. Bunlardan biri olan Franz Oppenheimer de, "mutlakçılığm nedeni, devletin ya da şefin güçlü olmasında değil, başındaki kimsenin elinde tuttuğu erke karşı hemen hemen direnme göstermeksizin boyun eğen bireyin ahlakça güçlü olmamasında yatar," diyerek konuya dikkat çeker. Bu teze göre halkın koşulsuz itaati, uysallığı ve dirençsizliği diktatörlüklerin gücünün kaynağıdır. Bunlar da Jaspers için, sorumlulukları yerine getirmemek şeklinde anlaşılır, dolayısıyla politik suç olarak kabul edilir. Öyleyse politik suç, kişinin siyasal anlamda kendine düşeni yapmamasıdır.
Jaspers, olayı Almanya özelinde de ele alır ve hem İkinci Dünya Savaşında hem de ondan önce, Hitler'in egemenliğine giden yolda Alman halkının politik sorumluluklarını yerine getirmeyerek suç işlediğini iddia eder. Jaspers, "her birey, meslekî ahlâk ve becerisi sınırlı olsa bile, ülke yönetimi hakkında bir fikre sahip olmalıdır" ibaresiyle, kişinin sorumluluklarını ifade ederek, bu ahlâkî ve politik fonksiyonlarını ifa edemeyenlerin suç işlediklerini, insanlığın başına gelen bütün belalarda, bu politik sorumluluğun gereğinin yapılmamasının belirleyici etken olduğunu ileri sürer. Jaspers'e göre Almanlar ülke yönetimi konusunda bir fikre sahip olduklarım ortaya koymayarak, hem Hitler'in Almanya'da yönetimi ele geçirmesinin, hem de İkinci Dünya Savaşının önünü açtılar. O, istenmeyen bu gelişmelerin halkın pasifliğinden, yani politik ve ahlâkî sorumluluklarının farkında olmamasından kaynaklandığını sürekli vurgulayarak, "her namuslu insan somut durumlarda bunu hatırından çıkarmamalıdır" açıklamasında bulunur. Çünkü bu sorumluluk ihmal edildiğinde, toplumlar en kötü sonlara duçar olurlar. Öyleyse sorun, insanın sorumluluğunun bilincinde olmamasında aranmalıdır. Filozof, kendi halkının başına gelenleri de bununla izah eder ve ekler: "Bu yüzden olup bitenlerde her Alman'ın bir sorumluluğu ve suçu vardır." Çünkü Alman halkı politik sorumluluklarım ihmal ederek politik suç işledi ve bunun karşılığında ağır bir cezaya maruz kalıp, korkunç bir bedel ödedi.
Almanya'da nasyonal sosyalist dönemi (Hitler'in yönetimi ele geçirmesinden sonraki yıllar), "karanlık yıllar" (dunklen jähren) olarak niteleyen Jaspers, bu yıllarda politik suçu yalnız halkın değil; aydınların, bürokratların, askerlerin kısacası herkesin işlediğini belirtir. O, bu konuda özellikle, meslektaşı, arkadaşı ve ekoldaşı Heidegger(1889-1976)'den muzdariptir.
Egzistansiyalist felsefenin en büyük düşünürlerinden biri olan Heidegger, Jaspers'e göre yanlış tarafta yer alıp, politik suçu gönüllü olarak iştirak etmiştir. Jaspers "Felsefi Otobiyografi" sinde, Heidegger'i nasyonal-sosyalizme taraf olmama konusunda uyardığını ama, onun Yahudileri suçlayıp, Hitler'e övgüler düzdüğünü yazar. Jaspers, karşılaşmalarının birinde Heidegger'e, "Hitler gibi kültürsüz bir insan Almanya'yi nasıl yönetiri diye sorar; Heidegger, "eğitimle hiç ilgisi yok, yalnız onun mucizevi ellerine bak' şeklinde cevap vererek Hitler'i mecazlarla över. Bu nedenle Jaspers, arkadaşı Heidegger'i Nazi yanlısı olmakla suçlar ve eleştirir.
Heidegger, bu anlayışıyla sadece Jaspers tarafından değil, çeşitli çevrelerce de Nazilerin işbirlikçisi olarak suçlanmıştır. Jaspers'le aynı dönemi paylaşmalarından dolayı, Jaspers'in onun hakkında söylediklerinin tarihsel bir tanıklık olarak anlaşılması itibariyle önemli olduğu söylenebilir.
Jaspers'e göre, böyle bir yanlışa düşüp, politik suç işleyen bir kurum da ordudur. Halkın içinden çıkan ordu halkına karşı yapılan yanlışa taraf olmamalıydı. Çünkü, "ordu, halkın ahlakî derinliklerinden doğar. 1933'te ve 1934'te hükümet yanlış yaptığında ona boyun eğmemeliydi.'%2 Buna rağmen Ordu üzerine düşeni yapmayıp; ülkesini ve insanlığı yıkıma sürükleyen bir diktatörün peşine takıldı; dolayısıyla halkının, ülkesinin ve kurumunun itibarını yok etmeyi tercih etti. Gücüne rağmen ordunun böyle bir yanlışa düşmesini Jaspers, çelişki olarak görür ve şu açıklamayı yapar:
"Burada mantığın çözemeyeceği bir çelişki var; ancak bu çelişkiyi, devlet adamlarının hayati önemdeki kararları çözer." Böylece Jaspers, liyakat sahibi devlet adamlarının orduyu yanlıştan uzaklaştırabileceğini belirtir. Jaspers için asıl önemli olan, halkın politik tepkileridir. Bu durumda yöneticiler, askerler ve aydınlar yanında halk da politik suç işledi mi? Ona göre "evet." Çünkü halk, "bu karanlık yıllarda suçlu bir pasiüik içinde büyük sorumluluk yüklendi." Bu, halkın politik görevlerini yerine getirmemesi, tepkide bulunmaması, sesini yükseltmemesi ve boyun eğmesi anlamına gelir. Halkın görevini yerine getirmemesi, yani politik suça iştirak etmesi nasıl gerçekleşti?
Egzistansiyalist felsefenin önde gelen temsilcilerinden biri olan Karl Jaspers (1883-1969) siyaseti, "insanın kaderi' olarak dile getirir. Ona göre, düşünce ve davranış olarak insan toplumunu kuşatıcı bir düzenleme olan siyaset, "insanların dünyada, beraber yaşamaları için büyük bir olaydır." Bu yüzden Jaspers, siyasetin yalnızca siyasetçilere bırakılmayacak kadar önemli olduğunun anlaşılması için topluma politik bilinç vermeye çabalar. Genel olarak siyasetin yönünü belirleyen iki eğilimden söz eden Jaspers, bunlardan birinin zorbalık diğerinin de "birlikte özgürlük" olduğunu belirtir. Bunlardan birincisini, totalitarizm; ikincisini de demokrasi sağlar.
Jaspers, parlamenter demokrasiyi insanın özgürlüğü için zorunlu görür ve eserlerinde savunusunu yapar. Almanya'da Hitler(1889-1945)'in iktidara gelmesinden sonra, eşinin Yahudi olması dolayısıyla bariz sıkıntılara maruz kalan Jaspers, faşist yönetimin Almanya'yı ve diğer ülkeleri ikinci dünya savaşına sürükleyen totaliter anlayışına karşı, onların kararlarına boyun eğmeyerek ve ilkelerinden ödün vermeyerek, bir filozof duruşu sergiler; hatta sürgün ve ölüm tehdidine rağmen, yönetimin eşinden boşanma isteğini ret eder. O, Almanya'nın maruz kaldığı bu dalgadan önce, halkı totalitarizm konusunda uyardığı gibi, İkinci dünya Savaşından sonra da ülkesinin duçar kaldığı bu sorunun, halkın kendi hatasından kaynaklandığını çeşitli vesilelerle dile getirir ve bu hatanın politik bir suç olduğunu ısrarla savunur. Çünkü ona göre ne olursa olsun, insan politik sorumluluklarını yerine getirmediğinde suç işler.
O, Alman halkının Hitler'e karşı bir inisiyatif sergileyip, tepkide bulunmasını beklemiş, halkın bu tepkiyi ortaya koyamayışını "suç" olarak nitelemiştir. Jaspers konuyla ilgili bir eser yazdığı gibi (Die Schuldfrage), bir çok eserinde de bu problem üzerinde detaylıca durur.
Giriş niteliğindeki bu kısa bilgiden sonra, bu çalışmada Jaspers'in "politik suç" (Politische Schuld) kavramı hakkındaki görüşleri üzerinde durulacaktır.
Suç Sorunu (Die Schuldfrage)
İkinci Dünya Savaşından sonra Jaspers, savaş sırasında insanların üzerine düşeni
yapmadıklarını belirtmek için, "suç sorunu"nu işlediği konferanslar verir. Onun çıkış noktası genel suçlar yanında, insanların birlikte hareket etmeyerek kötü yöneticilere boyun eğmeleri; savaşa ve haksızlığa karşı bir kamuoyunun oluşmaması ve bundan dolayı da diktatörlerin istedikleri şekilde hareket edebilmeleriydi. Bu nedenle Jaspers, savaş sonrasında suç kavramı üzerinde önemle durarak; insanlara suçlarını göstererek, onlara sorumluluklarını hatırlatmak ister. Böylece onun siyaset anlayışında önemli bir yer işgal eden politik suç kavramı ortaya çıkar. Ama öncelikle onun suç sorununa bakışını irdelemekte yarar vardır.
Jaspers dört çeşit suç olduğunu belirterek suçların bir sınıflamasını yapar:
1. Kriminal (kriminelle) suç
2. Ahlâkî (moralische) suç
3. Metafizik (metaphysische) suç
4. Politik (politische) suç
Kriminal suç, hemen hemen her toplumda görülmesi muhtemel, toplumdaki geçerli yasaları ihlal etmekle ve söz konusu yasal düzenlemelere karşı gelmekle ortaya çıkan suç olup, yasa dışı eylemleri ve yüz kızartıcı etkinlikleri kapsar. Bu suçun cezasını mevcut otorite verir.
Ahlâkî olarak nitelenen ve toplum tarafından benimsenmiş toplumsal bir takım kural ve ilkelerin ihlalini Jaspers, suç şeklinde görür; bu ilkelere göre hareket etmemeyi ve böylelikle ahlâkî sorumlulukları yerine getirmemeyi de ahlâkî suç olarak ifade eder.
Ona göre bu suçların cezası toplum ya da mevcut otorite tarafından verilebilir. Muhatabı ne toplum ne de mevcut otorite olan bir suçtan da söz eder Jaspers. Bu da metafizik suçtur. Ona göre metafizik suçun tek muhatabı Aşkın Varlık olduğundan bu suçla ilgili cezayı da O verir. O halde nedir metafizik sup? Jaspers, metafizik suçu "insanların insanlarla mutlak dayanışma eksikliği" şeklinde dile getirir. Düşünür, insanların birbirleriyle iletişim içinde olmamalarını, birbirlerine yardım etmemelerini ya da dayanışma eksikliğini bir suç olarak kabul ettiğini ifade eder.
Jaspers, metafizik suç konusunda "merciin yalnız Tanrı" olduğuna inandığından bu konuda insanların Aşkın Varlık karşısında sorumlu olduğunu belirtir. Metafizik suç, bu özelliğiyle diğer suç türlerinden ayrılır.
Yukarıda ifade edildiği gibi, insanın kaderini belirleyici olduğundan, politika alanındaki suç Jaspers için diğerlerinden daha önemli ve etkileyicidir. Özellikle bu konuda insanları duyarlı olmaya çağırması ve onları politikayla ilgilenmeye teşvik etmesi, onun politik suç konusundaki duyarlılığının sonucudur.
Politik Suç (Politische Schuld)
Jaspers, ülke yönetme etkinliği olan siyasetle herkesin ilgilenmesi gerektiğini "vatandaş olarak her birey politik bir karar gücüne ve ahlâka, aynı zamanda ülke yönetimi hakkında bir düşünceye sahip olmalıdır" şeklinde savunarak, insanlara politik görev ve sorumluluklarını; aynı zamanda politikanın yalnızca politikacılara bırakılmayacak kadar önemli olduğunu hatırlatır. Onun siyaset anlayışında politik suç da burada ortaya çıkar. Ona göre, bir ülkenin yönetiminde sadece yöneticiler değil vatandaşlar da yöneticiler gibi sorumludur ve bu sorumluluğu yerine getirmemek, ihmal etmek, toplumsal sorunların temel nedenidir. Bu nedenle Jaspers, politik sorumluluklarına sahip olmamayı politik suç olarak görür.
Jaspers politik suçun, "bir ülkenin devlet adamları ve vatandaşlarının davranışlarında ortaya çıktığını ileri sürerek, vatandaşların da yöneticiler kadar bu konuda yükümlülük sahibi olduklarını ve işlendiğinde, bu suçun herkesi ilgilendiren ve etkileyen bir sonucunun olduğunu açıkça belirtir. İnsanlar politik sorumluluklarından kaçınca, yani politik suç işleyince, istenmeyen yönetim anlayışları, istenmeyen uygulamalar, istenmeyen ilişkiler ortaya çıkar.
Jaspers'e göre insanlık tarihinde toplumlar politik sorumluluklarına sahip çıkmadığında, insanlığı rencide edici yönetim biçimleri ve uygulamalar ortaya çıkmıştır. Sözgelimi totaliter yönetimler veya diktatörlükler böyle oluşmuşlardır. Burada sorunun kaynağında yönetilenler vardır. Çünkü yönetilenler sorgulamamış, karşı çıkmamış, yükümlülüklerine sahip çıkmamış, kolayca itaat etmişlerdir. Jaspers haklı olarak bu durumu, "halk kolay itaat edilebilir olunca; herkes her defasında harekete geçmeyi diğerine terk edince, diktatör rejimi ele geçirir" şeklinde dile getirir. Böylece yönetilenler, en temel görevlerini ihmal ederek, 'kötü 'nün egemen olmasına ön ayak olmuşlardır.
Bu tezin başka savunucuları da vardır. Bunlardan biri olan Franz Oppenheimer de, "mutlakçılığm nedeni, devletin ya da şefin güçlü olmasında değil, başındaki kimsenin elinde tuttuğu erke karşı hemen hemen direnme göstermeksizin boyun eğen bireyin ahlakça güçlü olmamasında yatar," diyerek konuya dikkat çeker. Bu teze göre halkın koşulsuz itaati, uysallığı ve dirençsizliği diktatörlüklerin gücünün kaynağıdır. Bunlar da Jaspers için, sorumlulukları yerine getirmemek şeklinde anlaşılır, dolayısıyla politik suç olarak kabul edilir. Öyleyse politik suç, kişinin siyasal anlamda kendine düşeni yapmamasıdır.
Jaspers, olayı Almanya özelinde de ele alır ve hem İkinci Dünya Savaşında hem de ondan önce, Hitler'in egemenliğine giden yolda Alman halkının politik sorumluluklarını yerine getirmeyerek suç işlediğini iddia eder. Jaspers, "her birey, meslekî ahlâk ve becerisi sınırlı olsa bile, ülke yönetimi hakkında bir fikre sahip olmalıdır" ibaresiyle, kişinin sorumluluklarını ifade ederek, bu ahlâkî ve politik fonksiyonlarını ifa edemeyenlerin suç işlediklerini, insanlığın başına gelen bütün belalarda, bu politik sorumluluğun gereğinin yapılmamasının belirleyici etken olduğunu ileri sürer. Jaspers'e göre Almanlar ülke yönetimi konusunda bir fikre sahip olduklarım ortaya koymayarak, hem Hitler'in Almanya'da yönetimi ele geçirmesinin, hem de İkinci Dünya Savaşının önünü açtılar. O, istenmeyen bu gelişmelerin halkın pasifliğinden, yani politik ve ahlâkî sorumluluklarının farkında olmamasından kaynaklandığını sürekli vurgulayarak, "her namuslu insan somut durumlarda bunu hatırından çıkarmamalıdır" açıklamasında bulunur. Çünkü bu sorumluluk ihmal edildiğinde, toplumlar en kötü sonlara duçar olurlar. Öyleyse sorun, insanın sorumluluğunun bilincinde olmamasında aranmalıdır. Filozof, kendi halkının başına gelenleri de bununla izah eder ve ekler: "Bu yüzden olup bitenlerde her Alman'ın bir sorumluluğu ve suçu vardır." Çünkü Alman halkı politik sorumluluklarım ihmal ederek politik suç işledi ve bunun karşılığında ağır bir cezaya maruz kalıp, korkunç bir bedel ödedi.
Almanya'da nasyonal sosyalist dönemi (Hitler'in yönetimi ele geçirmesinden sonraki yıllar), "karanlık yıllar" (dunklen jähren) olarak niteleyen Jaspers, bu yıllarda politik suçu yalnız halkın değil; aydınların, bürokratların, askerlerin kısacası herkesin işlediğini belirtir. O, bu konuda özellikle, meslektaşı, arkadaşı ve ekoldaşı Heidegger(1889-1976)'den muzdariptir.
Egzistansiyalist felsefenin en büyük düşünürlerinden biri olan Heidegger, Jaspers'e göre yanlış tarafta yer alıp, politik suçu gönüllü olarak iştirak etmiştir. Jaspers "Felsefi Otobiyografi" sinde, Heidegger'i nasyonal-sosyalizme taraf olmama konusunda uyardığını ama, onun Yahudileri suçlayıp, Hitler'e övgüler düzdüğünü yazar. Jaspers, karşılaşmalarının birinde Heidegger'e, "Hitler gibi kültürsüz bir insan Almanya'yi nasıl yönetiri diye sorar; Heidegger, "eğitimle hiç ilgisi yok, yalnız onun mucizevi ellerine bak' şeklinde cevap vererek Hitler'i mecazlarla över. Bu nedenle Jaspers, arkadaşı Heidegger'i Nazi yanlısı olmakla suçlar ve eleştirir.
Heidegger, bu anlayışıyla sadece Jaspers tarafından değil, çeşitli çevrelerce de Nazilerin işbirlikçisi olarak suçlanmıştır. Jaspers'le aynı dönemi paylaşmalarından dolayı, Jaspers'in onun hakkında söylediklerinin tarihsel bir tanıklık olarak anlaşılması itibariyle önemli olduğu söylenebilir.
Jaspers'e göre, böyle bir yanlışa düşüp, politik suç işleyen bir kurum da ordudur. Halkın içinden çıkan ordu halkına karşı yapılan yanlışa taraf olmamalıydı. Çünkü, "ordu, halkın ahlakî derinliklerinden doğar. 1933'te ve 1934'te hükümet yanlış yaptığında ona boyun eğmemeliydi.'%2 Buna rağmen Ordu üzerine düşeni yapmayıp; ülkesini ve insanlığı yıkıma sürükleyen bir diktatörün peşine takıldı; dolayısıyla halkının, ülkesinin ve kurumunun itibarını yok etmeyi tercih etti. Gücüne rağmen ordunun böyle bir yanlışa düşmesini Jaspers, çelişki olarak görür ve şu açıklamayı yapar:
"Burada mantığın çözemeyeceği bir çelişki var; ancak bu çelişkiyi, devlet adamlarının hayati önemdeki kararları çözer." Böylece Jaspers, liyakat sahibi devlet adamlarının orduyu yanlıştan uzaklaştırabileceğini belirtir. Jaspers için asıl önemli olan, halkın politik tepkileridir. Bu durumda yöneticiler, askerler ve aydınlar yanında halk da politik suç işledi mi? Ona göre "evet." Çünkü halk, "bu karanlık yıllarda suçlu bir pasiüik içinde büyük sorumluluk yüklendi." Bu, halkın politik görevlerini yerine getirmemesi, tepkide bulunmaması, sesini yükseltmemesi ve boyun eğmesi anlamına gelir. Halkın görevini yerine getirmemesi, yani politik suça iştirak etmesi nasıl gerçekleşti?