TÜRKİYE'DE BİLİM DÜŞÜNCESİNİN DURUMU ÜZERİNE GÖZLEMLER

Ahmet İNAM

Bilimle Neden ilgileniyoruz?

Ülkemiz hızla değişiyor. Bu değişim süresinde, toplumun değişik kesimlerinde bilime olan ilgi artıyor. İlgi. büyük ölçüde pragmatik kaygılardan, beklentilerden kaynaklanıyor. Bilimsel bilgiyi, onun savunacağı "reçeteleri" kullanarak; a) Daha mutlu; b) çıkarlarımıza daha uygun; c) daha nitelikli; d) daha verimli; e) daha akılcı; f) daha düzenli; g) daha sağlıklı; h) daha rahat... bir yaşam sürmeyi umuyoruz.

Bu bakış içinde bilim, daha çok bize sunduğu teknolojik ürünler, sağlık olanakları, yönetim biçimleri, yaşamımızı kolaylaştırıcı, rahatlatıcı bilgilerle gündemimizde kalıyor. Hayatımızda iş gördükleri, etkili oldukları sürece ilgimizi çekiyor. Bilimin, bilimsel malumatın, tekniğin, uygulamaların giderek sonuç almaya yönelik toplumsal konumumuzu yükseltici (diplomalar, dereceler...), kültürümüzde son zamanlarda yaygınlaşan bir deyimle iş bitirici bir tutumla "kullanılmak" istenmesi, bilimle ve onunla bütünleşmiş teknolojinin yaşama biçimimizde, düşünce ve duygularımızın oluşumunda, politik tercihlerimizde, dünya görüşlerimizin belirlenip savunulmasında karşı konulamaz etkisini gösteriyor.

Bilimi kullanarak, inançlarımızı, dünya görüşlerimizi haklı kılmaya, meşrulaştırmaya çalışıyoruz. Bir "ideoloji"nin. "bilimselliği" onun gücünün, geçerliliğinin güvencesi oluyor. Burada, bilimin gündemini belirleyemediğimizi, teknolojik büyük ölçüde dışarıdan aldığımızı unutmamak gerekiyor. Bilim ve teknoloji "dışarıdan" geliyor. Biz onu "kullanıyoruz". Hayatımızın hemen hemen her alanında: Ticarette, politikada, askerlikte, mutluluk ve başarı kazanma savaşında. Bilim-teknoloji kendi yaşam biçimimizden kaynaklanmadığı için, hayatımızın "doğal", "organik" bir parçası olamıyor; bizi etkiliyor, dönüştürüyor; çatışmalar yaratıyor. Sosyo-psikolojik yapımızda, değerlerimizde, inanç ve yaşam biçimimizde. Biz onu kulandığımızı sanıyoruz; oysa o bizi "kullanabiliyor"!

Adına değişik bağlamlarda "modernleşme" krizi de denen bu dönüşüm süreci "bilimsel bilginin", onun ardındaki "muhtemel ideolojilerin" içselleştirmesi, içimize sindirilmesi sorununu da gündeme getiriyor. Bilim ve teknolojide yaratıcı olabilmemiz, kendi kültür değerlerimize uygun atılımlarda bulunmamız gerekiyor.

Bilim-teknoloji kullanma rahatlığı farkına henüz varamadığımız üstü örtük bir yaşama, duyma ve düşünme esaretini de birlikte getirebilir! Bu sözlerim bir bilim düşmanlığı olarak anlaşılmamalı. Bilgimizle hayatımız arasındaki ilgi sorunu, sandığımızdan daha kapsamlı, daha derin bir sorundur.

"Bilmem bu bilimle ben nasıl yaşayacağım!" sorusu, ilk bakışta, "peki ne varmış bu yaşayışta?" ya da "haydi git de böyle yaşa!" gibi tepkilerle karşılanabilir. Bilimi bir "köle" gibi. bir "hizmetçi" gibi kullanma tehlikesine dikkat etmeliyiz. (Burada "bilim" sözüyle, bilim-teknoloji bütünlüğünü kastediyorum! ) Kültürümüze egemen olan, programcı, positivist bakış, bize bilimin "teorik", "felsefi", "ideolojik" boyutlarını unutturmamalı!

Bilimi Nasıl Anlıyoruz? Nasıl Yaşıyoruz?

Medya, yazılı ve görüntüleriyle, bilim konusunda bizi "bilgilendirmeye" çalışıyor. Televizyonlarda seyrek de olsa seyrettiğimiz belgeseller, evrenin yapısı, çevre sorunları, teknolojik gelişmeler, doğadaki düzen, enerji sorunları üstünde duruyor, daha çok. Bilimin iç işleyişini, teorik ve metafizik yapısını bu yapıyla ilgili tarihini anlatmaktan uzak.

Yayımlanan kitap ve dergiler daha çok ders kitabı, teknik bilgiler, bilgisayar kullanımlarına yönelik. Meraklarımızı ucuz yoldan tatmin eden çoğunlukla sığ malumat sunuyorlar. Bir bölüm, bilimin "ideolojik" yanı üstünde duruyor. Bunlarda bilim pratiğini, metafiziğini ve tarihini köklerine inerek, yorumlama rahatlığına kapılıyoruz. Bilime kızanlar, "pozitivizme" saldırıyor; "bilimin ve aklın savunucuları" bilim havarisi kesiliyor! Ortada kültür hayıtımızı, düşünce dünyamızı geliştirici tartışmalar yeterince görünmüyor.

Bilim üzerine ahkam kesenlerin bir bölümünün bilim pratiğinden haberi yok. Bilim tarihini "vakıa çözümlemeleriyie" (İngilizce konuşalım "case studies" dedikleri!), olup bitenlerin inceden inceye, belli mantıksal tekniklerle incelenmesi işine girişmeden, belli kalıp ve şablonlarla anlamaya kalkıyorlar. Burada,

a) Bilimsel yöntemin aydınlatılmasında mantıksal, olasılık hesabına dayalı dili, nedensellik çözümlemelerini, kuvantum fiziğinin felsefesindeki tartışmaları:

b) Bilim tarihindeki henüz yeterince gün ışığına çıkarılmamış psiko-sosyo-ekonomik, metafizik öğeleri yeterince irdeleyemiyorlar.

Kuhn, Feyerabend, Lokatos, Popperin yanında, Carnap, Toulmin, Hansan, Polanyi, Agossi..., yeterince bilinmiyor. Bilim sosyolojisi, psikolojisi çalışmaları yeterince yansımıyor ülkemize. Daha önemlisi, Batı Düşüncesi'nin köklerine inemiyoruz. Batıyı hâlâ batılı gözüyle görebiliyoruz!

Bilim adamlarımızın tutumlarına gelince: Bir bölümü bilimi olduğu gibi, eleştirisiz ve uygulamalarında kendilerine göre değişiklik yapmadan kabul ederek yaşıyorlar. Bir bölümü ise, uygulamalara katkıda bulunabiliyor, onlara dışarıdan verilmiş sorunları çözüyor, daha önceki araştırmaların gidişini etkilemeye çalışıyor; ama kavramsal, açıdan eleştiri getiremiyorlar.

Bilimde egemen görüşleri eleştirip de, yaptığı araştırmalarla değişiklik yapamayan bir grup bilim adamında da çözedebiliriz. Sanırım, en olumlu bilim adamları "bilim insanları" deyimini de kullanabiliriz! hem eleştirel gücü olup, hem de yaptığı araştırmalarla eleştirileri doğrultusunda bilimin gidişine katkıda bulunanlardır. İş başındaki bilim adamlarımızın, ülkemizdeki bilimin hayatımızdaki rolü üzerindeki tartışmalara daha etkin biçimde karışmalarını bekliyoruz.

Felsefecilerimiz henüz dünyadaki bilim felsefesi tartışmalarının gündemini belirlemekten uzaktadır. Bu tartışmaları izleyip, arada bir katkıda bulunan felsefecilerimizin sayısı ileride artacaktır.

Bilim üzerine konuşanların bir bölümümünün bilimin işleyişi ile bilgi ve görgülere yeterince sahip olmadığını görüyoruz. Burada felsefecisin hem bilimsel araştırmanın dili, mantığı, yöntemi, yöntemsel sorunları, hem de tarihi ve sosyo-antropolojisi üstüne bilgilenmeye çalıştıktan sonra konuşmasının uygun olacağını söylemek gerekiyor. Henüz yeterli sayıda bilim felsefecimiz yoktur. Dünyadaki tartışmalara katkıda bulunamadığımız gerçeği bir yana, olup bitenleri geniş bir açıyla görebilenlerimizin sayısı da çok azdır.

Kendi kültürümüze, tarihimize, yaşama biçimimize, değerlerimize yönelik çalışmalarla, bilimin, genel olarak "bilgi"nin hayatımızdaki yeri üstüne düşünüp, bir "bilim felsefesi okulu" kurarak, bilim felsefesindeki tartışmalara farklı çözüm yollarıyla katkıda bulunacak felsefecilerimizin olacağı bir Türkiye çok mu uzağımızdadır? Böyle bir umudun gerçekleşmesi, kültürünü evrensel ölçülerde yaşıyabilen, titiz, çalışkan^ heyecanlı, düşünebilen insanların yetişmesiyle olanaklı görünüyor.

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP