HARE ETİĞİNDE EVRENSELLİĞE GEÇİŞ YOLLARI

Hakan POYRAZ

Ahlâk gibi bir alanda, eylemlerimizin kendisine göre temelJendirileceği evrensel bir ilke bulmanın güçlüğü aşikardır. Zira artık bu alanda, olandan yani betimlenebilir /tanımlanabilir bir olgu durumundan değil, olması gerekenden yani değerden söz etmekteyiz ve olması gerekenin ne olduğu konusunda, olan hakkında olduğu gibi bir mutabakata varmak, ilk bakışta mümkün değil gibi görünmektedir.

Olgusal düzlemdeki bir anlaşmazlığı/uyuşmazlığı, olgunun kendisine dönerek çözümleyebiliriz. Dünyanın yuvarlak olup olmadığı meselesini, bu konudaki coğrafî keşiflere ve ilmî verilere geri dönerek halledebiliriz. Ama dünyanın ne değer ifade ettiği sorusuna vereceğimiz cevaplar aynı olmayabilir. Meselâ insanların niçin iki gözü olduğu gibi bir olgu durumu hakkında sorulacak bir soruya, sanatkâr estetik değer açısından, ekonomist ekonomik değer açısından ve din adamı dini değer açısından farklı cevaplar verecektir. Sanatkâr açısından güzel yüzümüzün simetrisi için iki göz lâzımdır. Aksi halde gözümüzün simetrisi bozulur, çirkin olurduk. Ekonomi uzmanına göre, şayet bir gözümüz kör olursa, yedek olarak onun yerini tutacak ikinci göz gerekecektir. Fakat din adamının bakış açısına göre ise o kadar çok günahımız vardır ki, günahlardan arınmak için tek gözle ağlamak kâfi değildir. Emst Mach'tan nakledilen bu anekdot, (Bkz, Keklik, 1982:14) bir olgu durumu olan insanların iki gözü olması gerçeği hakkındaki değer hükümlerimizin nasıl değiştiğine örnektir. Farklı ahlâkî hayat tarzlan (moraüteler) ve bu ahlâkları besleyen sosyal ve dini inançlar tasarımı, bir diğerine göre farklılık gösterdiğinden, gerçekte olgular hakkındaki değer hükümlerimiz, ahlâkî değerler söz konusu olduğunda daha da muğlaklaşmaktadır.

Yine de ahlâk problemleri üzerine düşünen kişi, dünyayı bütünüyle karmaşık ve yaşanmaz hale getiren problemlerin eyleme ve davranışa ilişkin olduğunu keşfedecektir. Ahlâk filozofu bu manâda böyle bir kişidir ve herhangi bir kişiden farklı olarak problemi mantıksal bir tutarlılık ve kavramsal maharetle temellendirecek, eylemlerin arkasında değişmeyen sabit ilkeler bulmayı umut edecek ve rölativizmin yıkıcı etkilerinden kurtulmak isteyecektir. Moral ya da ahlâkî değerlerin topluma ve kişiye göreceliği, ahlâkî bağıntıların niteliği üzerinde genel bir görüş elde etmek isteyen ahlâk filozofunu tek tek morallere (ahlâklara) değil, genel geçer etik bağıntılara yöneltecektir. Bu açıdan ahlâkın evrenselliği ya da ahlâkta evrensellik, ahlâk filozofunun önündeki en önemli güçlüklerden biridir.

Evrenselliğe ulaşmak, ahlâkta evrensel bir dayanak noktası bulmak isteyen filozof, bunun için mümkün yollar önerebilir. Ahlâk filozof da yolda olandır, üstelik olması gerekene doğru olan bir yolda... Kimisi, olması gerekene doğru olan bu yolda, evrenselliğe geçişin rasyonalite içerisinden mümkün olabileceğini düşünmektedir. Yani ahlâk, evrensel bir yasa ya da ilke ile temellendirilmek istenirken, bu temeîlendirmede aklın referans noktası olarak alınmasıyla, rasyonalizm etikte evrenselliğe açılan bir kapı olmaktadır. Bu manâda evrensel bir ahlâkı mümkün gören bir çok filozofun rasyonalist olduğu gerçeği göz ardı edilmelidir. Sokrates, Platon, Aristoteles ve Kant gibi filozoflar, ahlâkîliği rasyonalite içerisinde düşünmektedirler. Fakat evrenselliğe zorunlu olarak rasyonalite içerisinden mi çıkmak gerekir? Tam tersine bir yoldan - irrasyonalizmden evrenselliğe geçilemez mi? Sözgelimi Sartre gibi irrasyonalist varoluşçu bir filozofun, kendini seçerken başkalarını da seçmesi bağlamında, bir nevi evrenselliğe kapı araladığım söyleyemez miyiz?

Ahlâkın evrenselliğini ahlâkın ontolojisinden hareketle, yani ahlâka ontolojik bir dayanak noktası bulmakla da açıklamak mümkündür. Böylece, ahlâkın garantisi olarak ontolojik bir varlık alam kabul etmekle ahlâkın izafi olmadığı, evrensel olduğu dile getirilebilir. Bu varlığın aynı zamanda değerle yüklü olduğunu kabul etmektir. Bu şekilde "iyi" kendisinden başka, doğal bir özellikle de tanımlanmamış olur ve G.E.Moore'un, iyiyi kendisinden başka bir şeyle tanımlayan bütün ahlâk felsefelerine izafe ettiği doğalcı yanılgı (natulastic fallacy) dan kurtuluruz (Doğalcı yanılgı için bkz, Moore, 1903) Çünkü artık varlık ve değer birbirinden ayrı alanlar değil, varlık da değer de bir ve aynı kaynaklıdır. Kısaca evrenselliğe geçişte ahlâkî kavramların ontotojik referanslarından yani ahlâkın ontolojisinden -meselâ Platon'un iyi ideasf nda olduğu şekliyle- ulaşma imkânımız bulunmaktadır.

Belki de ahlâkta, evrenselliğe çıkış yollarından en çok rağbet görüleni objektivitedir. Pek çok düşünür evrenselliğin objektif bir temeli olduğunu ve ahlâkta evrensellik eğer mümkünse, objektif bir temelden hareketle bunun imkânını dile getirerek objektiviteden hareketle evrenselliğe geçmektedirler.

Sezgici ve doğala bütün betimleyici ahlâk kuramlarında olduğu gibi Ahlâk felsefesinde objektivist yaklaşıma göre ahlâkın izafi değil genel geçer oluşu, ahlâkî "iyi" kavramının herhangi bir sujeden bağımsız olarak varolmasını gerektirmektedir. Ahlâk felsefesinde doğalcı ve sezgicilerin büyük bir kısmı, iyinin kendi içerisinde bir bütünlüğü olduğunu kabul etmekle -çünkü sezgicilere göre, bizler bir şeyin iç değerini veya aksiyonun doğruluğunu, doğrudan doğruya sezgi yoluyla bilebiliriz- objektivîst bir konumda yer almaktadırlar. "İyi" nin kendisinden başka doğal özelliklerle tanımlanabileceğini savunan ve bir versiyonu ile ahlâkı pozitif bilimlerin araştırma sahası içerisinde düşünen doğalcılık ve iyinin tanımlanamaz olduğunu ileri süren sezgicilik, objektivite ile evrenselliği aynı anlamda ele aldıklarından (ya da birbirine karıştırdıklarından) ahlâkın sübjektif bir temele dayanmasının ahlâk yargılarının evrenselliğini ve onların bilişsel (cognitive) statüsünü inkâr anlamına geleceğini kabul ederler.

Kimilerine göre ise ahlâkta evrensellik, seçtiğimiz evrenselleririlebitir bir ilkeyle ilişkilidir. Onlara göre, değerler alanında ve özellikle ahlâkî alanda evrensellik, çoğunlukla objektivite yani betimlenebilir nesnellikle karıştırılmaktadır. Şöyle ki, betimlenebilir nesnel bir durumda da evrensellikten bahsederiz fakat buradaki evrensellik ile ahlâkî evrensellik arasında bir mahiyet farkı bulunmaktadır. Buna göre ahlâk yargısında bulunmak, evrenseUeştirilebilir olarak seçtiğimiz bir ilkede temellendirilmektedir. Bu işe, alternatif ilkeler arasında bir seçime dayanmaktadır. Seçim, seçme eyleminde bulunan bir bireyi yani sujeyi gerektirdiği için, temelde sübjektiftir. Fakat bu sübjektivite, evrensellik önünde bir engel değil, evrensel olana yönelmedeki ilk hareket noktası olmaktadır. Seçerken başkaları ve kendim için seçmekle, sübjektiviteden hareketle evrenselliğe bir kapı aralayabiliriz. Ahlâkta sübjektiviteden hareketle evrensele ulaşılamayacağı görüşü, hatalı bir görüş olarak, objektif olanın rasyonel, sübjektif olanın irrasyonel olduğu şeklindeki bir anlayıştan kaynaklanmaktadır.

Bu deneme, evrenselliğe sübjektif bir temelden hareketle ulaşmak isteyen çağdaş ahlak düşünürlerinden birisi olan ve görüşlerini daha tafsilatlı olarak incelemeye gayret edeceğimiz R.M'.Hare'in fikirlerinin oldukça genel çerçevedeki bir özeti sayılabilir. Üstelik o, ahlâkta evrenselliğe -geçilemezmiş gibi görülen bir alandan yani sübjektiviteden geçmeğe ulaşan ilk filozof da değildir. Hare, bu manâda, kendisini Kant'in bir takipçisi olarak görmekte ve onu izlemektedir (Hare,1989 15} Üstelik Hare etıği, hem meta hem de normatif etikten ibaret olan ikili bir etik çaba olduğundan, evrenselliğe hem meta etikten hem de normatif etikten, birincisinde evrenselliğin biçimsel yönü, ikincisinde aslî (substantiel) yönü vurgulanılarak geçilmektedir.

Hare, evrenselleştirilebilirlik düşüncesiyle ahlâkta evrensel olana yer açmak istemektedir. Bu özellik onun hem meta etiğinin hem de normatif etiğinin hareket noktasını teşkil eder ve bu evrensellik, ahlâkın rasyonelliği ile birlikte ele alınması gereken bir özelliktir. Ahlâk yargılan evrenselleştirilebilir olduğu için, ahlakî düşünce rasyoneldir. Rasyonellik bize evrenselliğin nedenini verir (FR, 5).

Çünkü rasyonellik, sadece betimsel yargıların bir özelliği değildir. Hem betimsel yargılar hem de betimsel olmayan ahlâkî yargılar, aynı türden -tümdengelimli akılyürütme- kurallara bağlıdır. Eğer bu böyleyse, ahlâk yargılan, bu yargıların bilgi açısından hiç bir şey söylemediğini, sadece kişinin duygu ve düşüncelerini dışa vurmaya yarayan tehevvucî (emotive) sözler olduğunu ve böylece ahlâk yargılarının irrasyonel olduğunu söyleyen Emotivistlerin tezinin inkârı olacaktır.

Eğer bizler, evrenselleşmenin mantıksal nedenlerim gösterebilirsek, ahlâk düşüncesinin rasyonel ve böylece evrensel olduğunu görürüz. Hare'a göre bunun için ahlâkın diline bakmak gerekir. Unutulmamalıdır ki Hare, çözümleyici (analitik) felsefe geleneğine bağlı bir düşünürdür ve bu geleneğin etikte yaptığı işi,-yani ahlâk yargılarının dilsel ve mantıksal analizi manâsına gelen meta etik- yapmaktadır Çözümleyicilerin nokta-i nazarında ahlâk felsefesi, ahlâkî kavramların lengüistik çözümlemesi olarak görülmekteydi ve onların kahır ekserıyatı -doğalcılar dışında- etik ifadeler için ontolojik bir referans kabul etmiyorlardı Zira böyle bir referans, metafizikle eşanlamlı olacaktı ve metafizik, özellikle mantıkçı olgucular açısından felsefeden elenmesi gereken sözde kavramlardan oluşmuş boş bir kurgulamaydı.

Bu yaklaşıma göre (doğalcı ya da karşı-doğalcı da olsa) ancak betimleyici kelimelerin işaret ettikleri bir gerçeklik bulunmakta olduğu için, bu alanda ontolojik bir gerçeklikten söz edilecekse, ancak bu mânada edilebilirdi. Etik ifadeler, ya betimleyici ifadelere dönüştürülebilirdi (doğalcılık da dahil, etik betimleyiciliğin bütün türleri=descriptivism); ya da bu ifadeler, betimleyici türden olmadıkları ve ancak betimleyici ifadeler bir gerçekliğe karşılık geldikleri için, ahlâkın ontolojik referansından söz edilemezdi (non-descriptivism).

Ahlâk kelimelerinin ontolojik referanslarının olup olmadığı sorusu gerçekte, dile getirdiğimiz kelimelerin ontolojik referansları ve bu mânada dil ile dilde ifade edilen dünya arasındaki ilişkiler sonum ile bağlantılı idi. Yani genel anlamdaki dilin özel anlamda ahlâk diline indirgenmiş şekli idi.

Bu çerçeveden ahlâkın diline baktığımızda. Hare'in tanımladığı biçimiyle etiğin (meta etiğin) ahlâk dilinin mantığının incelenmesi manâsına geldiğini görülür (LM, önsöz). Rasyonelliği ahlâk dilinin mantığı içerisinde keşfetmeyi amaçlayan ahlâk filozofu, ahlâkî yargılan, psikolojik ünlemler, dürtüler veya duygu ve tutum değiştirici émotif ifadeler olarak görmez. Gerçi emotivisler (duygulanmalar), ahlâkı sübjektivite içerisinde düşünmekle objektivist ya da betimleyici kuramlara nazaran bir ileri adım atmışlardır. Çünkü doğalcı ve sezgici bütün betimleyicilik türleri, ahlâkî ifadeleri, betimlenebilir ifadelere geri çevirmekle, ahlâk dilini betimlenebilir bir dil olarak görmüşler ve betimleyiciliğin yanılgısına düşmüşlerdir. (Betimleyici yanılgı Hare'in Austin'den ödünç aldığı bir kavramdır. Bkz, Hare, 1993:452). Bütünüyle betimleyici olmayan dil ifadelen vardır. Meselâ "Kapıyı kapa" gibi basit bir istemi betimleyici olarak nasıl tarif edebiliriz? (Hare, 1993:455). Ahlâk yargılan da emirlerle âyra matatıksal dil içerisinde olduklarından onlan bütünüyle betimleyici değildir. Ahlâk yargılannm içerisinde betimleyici bir parça (eleman) bulunsa bile, ahlâk yargılannm asıl anlamı betimleyici olmayan dil içerisindedir. Fakat emotivistler, sübjektivite ile ırrasyonelliğı ve rölativizmi, objektivite ile de rasyonalizmi ve evrenselliği birbiriyle aynı gördüklerinden, bundan dolayı da ancak betimleyici ifadeler rasyonel olabilir düşüncesinden hareket ettiklerinden, ahlâkî ifadeleri duygu ve his ifadeleri olarak görme yanılgısına düşmüşlerdir.

Sübjektivizm ile rölatıvizm çoğunlukla birbirleriyle ilişkili olduğu düşünülen kavramlardır. Oysa sübjektivizm, rölativizmin sebebi veya sonucu değildir. Sübjektiviteden hareketle evrenselliğe ulaşmak mümkündür. Sözgelimi Herakleitos'un "kendini araştırırken" yani sübjektif bir temelden hareket ederken, evrensel yasa olarak logos'u bulması buna bir örnek olabilir. "Kendi kendimi araştırdım"(Kranz, 1984:65) diyen Herakleitos, bu evren kanununa, kendisinden yola çıkarak ulaştığını ifade etmektedir. Sübjektif olandan hareketle evrensel olana geçmekte, bütün insanlarda ortaklaşa olan ve bütün şeylerin kendinden pay aldığı logos"a ulaşmaktadır. Burada varlığın gerçek bilgisine, atların arkasındaki birliğe yani tanrısal bilgiye; logos'un sesini duyarak ve logos'a uyarak söylemenin gerçek bilgeliğine ulaşmaktadır. (Kanaatimizce bu bilgelik, onu varlık filozofu yaptığı kadar ahlâk filozofu da yapmaktadır).

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP