HEIDEGGER FELSEFESİNDE HAKİKATİN ÖZÜ ÜZERİNE
|
A. Kadir Çüçen
Eğer birisi Heidègger'in felsefesini bir bütün olarak ele alırsa, iki tane önemli nokta olduğunu görebilir. Bu iki noktayı Walter Biemel şöyle ifade eder: Heidègger'in felsefesi hem "Varlık" sorusunda hem de "hakikat" (truth) sorusunda odaklanmıştır, ' Ben de bu görüşe kesinlikle katılıyorum. Sanırım hem ilk Heidegger' de hem de son (geç) Heidegger'de "Varlık" ve "hakikat" sorunu onun tüm felsefesinin inceleme alanı olmuştur. Her ne kadar Varlık ve Zaman'da Varlık ve hakikat (doğru) problemini bir felsefe düşüncesi alanda irdelemeye çalışmışsa da, geç Heidegger döneminde bu sorunu şiirsel bir düşünce ile kavramayı denemiştir. Diğer bir deyişle, ilk dönemde Varlık ve hakikat üzerine olan düşüncelerini felsefe kavramlarla açıklarken, son dönemindeki yazılarında düşünülen ve sorgulanan problemi Alman şairleri Hölderlin ve Rilke'in şiirlerinde doğrudan ve öncesiz bir anlatımda var olduğunu savunur. İşte bu iki dönemin kesiştiği zaman diliminin sonlarına doğru yazdığı "Hakikatin Özü Üzerine" adlı makalesinde, Heidegger bu iki düşünce biçimini en güzel bir şekilde vermektedir. Buradaki amacımız ise, bu geçişi belirlerken Heidegger felsefesinde Hakikatin ne anlama geldiğini ortaya çıkarıp, onu sorgulamaktır.
Her ne kadar Heidegger, Varlık ve Zaman adlı yapıtında doğru veya hakikat üzerine 44. paragrafta bir sorgulama yapmışsada, "Hakikatin Özü Üzerine" adlı makalesinde yalnızca Hakikat üzerine irdeleme yaparak yeni bir yorum getirmeye çalışmıştır. Bu nedenle, burada Varlık ve Zaman yerine "Hakikatin (Doğrunun ) Özü Üzerine" ile bir sınırlama içinde Heidègger'in nasıl geleneksel doğruluk kuramlarını eleştirdiğini ve kendisinin getirdiği yanıtı ayrıntılarıyla ele alınacaktır.
"Hakikatin Özü Üzerine" adlı makaleye geçmeden önce, Heidègger'in yazılarında ve düşünme şeklinde kullandığı yöntem doğrultusunda burada kulanılacak yöntemden kısaca bahsetmek gerekir. Heidegger öncelikle ele aldığı problemi ve açıklamak istediği kavramı kısaca ortaya koyduktan sonra, hemen sorgulanan ve irdelenen problemin kendisinden önce nasıl ele alındığını göserir. Bu kışıma problemin geleneksel felsefedeki algılanışı adını verebiliriz. İkinci kısımda geleneksel felsefenin vermiş olduğu açıklamanın köklerine inerek onu yine geleneksel felsefe çerçevesinde eleştirir. Bazen tamamen red eder, bazen de kısmen red ederken sorgulanan kavram ya da problemin geleneksel felsefede yetersiz ve daha karmaşık bir duruma getirildiğini göstermeye çalışır.
Üçüncü kısımda ise, red edilen ya da yetersiz görülen geleneksel açıklama yerini hermeneutik ve fenomenolojik bir yapıda yeniden sorgulanır. Burada Heidegger kendi görüşünü açıklar ve son bölümde ise yeni bir sonuca ulaşmaya çalışır. Kısaca Heidegger'in düşünme ve yazma tarzında 4 adım bulunmaktadır: Giriş, geleneksel açıklamaların ortaya konulusu ve onların eleştirisi, yeniden incleme ve sorgulama sonucu varılan yeni yorum, ve bu yeni yorumun Heidegger'in anladığı felsefe içindeki yerinin belirlenmesiyle bir sonuca varılmasından oluşmaktadır.
Bu dört adımdan oluşan yönteme uygun olarak, Heidegger'in hakikati nasıl anladığını irdelerken bizde "Hakikatin Özü Üzerine" adlı makalesini dört adımda ele alacağız. Öncellikle bu makale 10 bölümden oluşmaktadır. Fakat bu 10 bölümü ,Heidegger'in yöntemine uygun olarak dört kısımda inclenebilir. Makalenin giriş kısmı birinci adımı oluşturmaktadır. 1 ' den 3. bölüme kadar olan kısım ise, kavramın geleneksel açıklamışını ve onun eleştirisini oluşturmaktadır. Heidegger' in yeniden irdelemesi ve yorumlaması 4 ve 7. bölümler arasını ve 8 ve 9. bölümler ise sonucu oluşturmaktadır.
Herşeyden önce, Heidegger bu makalede neyi inceleyeceğini açık bir biçimde ortaya koyar. O, herhangi bir ontik doğrulukla ilgilenmez. Yani tek tek disiplinlerin doğruluk anlamları onu ilgilendirmez. Örneğin, ekonomik doğruluk, politik doğruluk gibi. Onun amacı, doğruyu ya da hakikati doğru ya da hakikat olarak incelemektir. Bu nedenle doğrunun özü veye hakikatin özü hertür doğruyu veya hakikati doğru veya hakikat olarak kapsamalı ve tanımlamalıdır.
Diğer bir yandan ise, sağduyu için, böyle bir araştırmanın hiçbir anlamı yoktur. Çünkü hiç kimse hakikatin özü ile ilgilenmez. Heidegger için ise, felsefeci kendini herhangi bir şeyin çeşitli anlamlardaki doğruluklarından kurtalmalıdır. Bunun içinde o, gerçek doğruyu veya hakikati istemek zorundadır. Heidegger bunu şöyle ifade eder:
"Bunun için, doğru veya hakikat ile ilgili bazı sorular sormak ne kadar gerekli ve zorunlu olsa bile, biz bugün bu sorulara verilen yanıtların nerede ve ne durumda oluğunu belirlemek zorundayız. Bugünkü durumumuzu bilmek istemeliyiz. Bunu gerçekleştirmek ise, ancak insanda ve onun tarihinde bulunabilinir. Önce biz varolan hakikati, sonrada gerçek hakikatin kendisini ırdelemeliyiz."
Buna karşılık, eğer biz varolan doğruyu biliyorsak, bu doğrunun ne anlama geldiğini de biliyoruz demektir. Bundan ötürü, Heidegger olağan doğru ve hakikat anlayışını, yani daha önce Heidegger'in yöntemini belirlerken söylediğimiz gibi geleneksel hakikat tanımını açıklamak gereklidir. Geleneksel anlamdaki hakikatin ortaya konulması sonucu onu eleştirmek mümkün olacaktır. Şimdi ikinci kısımda geleneksel doğru ya da hakikat anlayışını, Heidegger nasıl algılıyor ve onu hangi bakımlardan eleştirdiğini irdeliyelim.
Heidegger'in yönteminin ikinci adımı olağan, varolan, geleneksel, klasik doğru anlayışını belirlemek ve nasıl yetersiz kaldığını göstermektir. İlk öncelikle geleneksel doğruluk anlayışını iki açıdan ele aiınabilinir: Ontolojiksel ve mantıksal doğru. "Hakikat ya da doğru, gerçek olanı gerçek yapan şeye denir" diye tanımlıyan Heidegger şöyle devam eder: Gerçek olan bir şey nedir? Bu soruya yanıt vermek için Heidegger, gerçek altın ile gerçek olmayan altın (genuine and non-genuine gold) örneğini ela alır ve inceler.
Şöyle sorar: Altını gerçek altın yapan şey nedir? Geleneksel doğru veya hakikat kuramlarına göre ortak cevap şudur: Eğer altın edimsel (actual) olarak var ise, o gerçek bir altındır. Başka bir deyişle, gerçek altın edimsel (actual) ve sahiden (genuine) olarak vardır. Şimdi sorulan soru şu hale gelmiştir: Edimsel ve sahiden olan nedir? "Gerçek altın, "altın" diye adlandırılan madde ile olan karşıhklık ve örtüşme halinde olan edimselliktir... O, bir uygunluk, karşılıklık ve örtüşmedir (It is in accord). Madde ile karşılıklılığı, örtüşmesi ve uygunluğudur."
Bu bir ontolojiksel - varlıkbilimsel (ontological) doğru ve hakikat tanımıdır. Buna ilaveten, biz maddeler hakkında doğru ya da yanlış önermeler öne sürebiliriz. Bir önermeyi ne doğru ya da yanlış kılar? Önermenin doğruluğu bu önermenin yapıldığı olgu veya madde ile uygunluğu, karşılıklı örtüşmesi ile olanaklı olduğunu geleneksel doğruluk kuramına baktığımızda belirlemek mümkün olduğunu Heidegger söyler.
Bu durumda eğer önerme, madde ile uygunluk ve karşılıklı örtüşme içinde ise, o önerme doğrudur. Örneğin, "Heidegger, 20. yüzyılın en önemli bir felsefecisidir" önermesi Heidegger adlı şahsın 20. yüzyılda yaşamış ve büyük bir felsefeci olmasına bağlıdır. Eğer daha belirgin bir ömek ele alırsak, karşılıklı uygunluk veya örtüşme doğruluk kuramı (correspondence theory of truth) açık bir biçimde gözler önüne serilebilinir. "Demir serttir" önermesinin doğruluğu demir adı verilen madde ile sert adı verdiğimiz niteliğin karşılıklı örtüşmesi yani uygunluğu ile mümkündür. Sonuçta, hem önerme hem de madde ya da olgu, doğru ve gerçek olarak karşılıklı birbirini tamamlar ve örtüşür ise, önermenin doğruluğundan bahsetmek olanaklı olur. Kısaca, gerçekten var olan ile doğru olan örtüşmelidir.
Heidegger'e göre, burada iki anlamlı bir doğruluk veya hakikat söz konusudur. "Birinci anlam, bir olgu ya da madde hakkında onun ne olduğunu o maddeden veya olgudan bağımsız olarak önceden düşünmek; ikinci anlam ise, önerme ile öne sürülen düşüncenin olgu veya madde ile karşılıklı örtüşmesidir."
Heidegger için, bu ikili anlamlılık geleneksel doğruluk (traditional meaning of truth) anlayışı içinde formülleşip, gelişmiştir. "Veritas est adaequatio rei et intellectus, yani doğru - hakikat olgunun veya cismin bilgi ile karşılıklı örtüşme uygunluğudur; ya da bilginin (önermenin) olgu veya cisimle karşılıklı örtüşme uygunluğudur. Bu iki tanımdan birincisini hakikat (doğru) -> düşünce ve ikinci tanımı ise düşünce -> hakikat şeklinde ifade edilebilinir. Geleneksel doğru tanımın genel biçimi ise her iki tarafın birbirini karşılıklı örtmesi ve kapsaması gerekmektedir:
Madde <-> düşünce (thing <-> intellect)
Bu tanımları tek bir tümce içinde söylemek gerekirse, şöyle söyleyebiliriz: "Doğru veya hakikat, düşüncenin şeylerle ve şeylerinde düşünce ile karşılıklı uygun olarak örtüşmesidir." Heidegger, bazı güçlük ve karanlık anlaşılmaların bu tanımlarda var olduğunu ileri sürmektedir. Birinci tanımda, hakikat, düşüncenin olgu veya madde ile aynı olması yani bire bir tekabülü ve karşılıklılığı ile olanaklıdır. Bu anlamda, olgu veya madde yaratılmış (created thing) olmasına karşın, düşünce tanrısal düşünceye (Divine intellect) karşılık gelmektedir. Bu noktada Heidegger, Hristiyan teolojisindeki bir inancın var olduğunu görmektedir. Bu inanca göre, şeyler (ens creatum), tanrısal düşüncede önceden algılanmış idealara karşılık gelmektedir.. Hatta bu inanca göre, insan zihni ve düşüncesi bile yaratılmış bir nesnedir. Yani tüm şeyler, birer yaratılmış nesnelerdir. Şimdi, tanrısal doğruluk kavrayışı içinde insan düşüncesi (intellect) için doğruluk nasıl mümkündür? Heidegger şöyle yanıtlar: "Eğer herşey yaratılmışsa, insan bilgisinin doğruluk veya hakikat olasılığı, önerme ve bu önermenin bahsettiği nesne veya şeyle olan karşılıklı uygun örtüşme fikrine bağlıdır. Böylece, nesne veya madde ile önerme, yaratılışın tanrısal plan birliği temelinde birbiriyle örtüşmektedir."
İkinci güçlük ise, bilginin madde ile karşılıklı örtüştüğü doğru tanımından gelmektedir. Bu tanıma göre, insan düşüncesinin şeylerle uyum içinde olması gerekiyor. Tanımdaki doğruluğun oluştuğu yer, insan düşüncesinin yargı eylemindedir. Bu tanımda oluşan güçlükler, karşılıklı örtüşmenin sağlama bağlamak için yapılan düzeltme açısından çözülebilinir; çünkü eğer birisi doğruyu söylerse, o aynı zamanda doğru olmayandan da bahsetmiş olur. Eğer hakikat (doğru) örtüşmenin sağlama doğruluğunda yatıyor ise (in the correctness of confirmity), doğru olmayan (untruth) yanlış olanda ya da örteşmeyi sağlamayan bir yanlışlıkta ortaya çıkar.
Heidegger geleneksel doğru tanımını inkar edip, yanlış olduğunu söylemez. Bu doğru anlayışının doğru ve önemli olduğunu söyleyen Heidegger, yalnızca bizim tanımı geçerli ve olanaklı kılacak durum ve şartlan yenidin düşünmemiz gerektiğini öne sürer. Çünkü doğrunun veya hakikatin özü bu .şartların içinde bulunduğunu belirler.
Bu durumda Heidegger şu soruyu sorar: Ne, bu tür bir sağlamayı mümkün kılar? Çünkü, herbir önermede, yargı ile şeyler arasında karşılıklı bir uyum vardır. Buna karşılık, önerme ya da yargının, şeyler veya nesneler olduğunu da söylemek yanlış olur. Bunun için, Heidegger şunları söyler: "Karşılıklı örtüşme ve uygunluk, bir şeyin o şeye benzemeyenler arasındaki bir uygunluğu belirtmez. Kaşılıklılığın özü, önerme ya da yargı ve maddenin sağladığı bir tür ilişki tarafından belirlenir."
Heidegger için, bir önerme ya da yargı bir şeyin kendi karşısında bir obje olarak durmasını sağlar. Tasarımlanmış bir yargının nesne ile olan ilişkisi, herhangi bir zaman diliminde ve orjinal olarak kendisini bir davranış biçimi şeklinde gösteren gerçek bir ifadedir. Böylece, tüm davranışlar varlıklara doğru açık bir biçimde vardırlar.
Heidegger'e göre yargı, yargıyı önceden gören davranışların açıklığından kendi doğruluğunu (correctness) ortaya çıkartır. Bir yargı ya da önermenin doğruluğu (the correctness of the statement) ancak davranışların açıklığıyla mümkündür diyen Heidegger, şöyle devam eder: "Bundan sonra doğruluğu (correctness), öncellikle ne mümkün kılıyorsa doğrulukta, hakikatin özü gibi daha orjinal ve doğru olmak zorundadır."
Bundan dolayı, Heidegger geleneksel doğruluk tanımındaki önermelerde ve yargılarda hakikatin, orjinal bir şekilde ikamet etmediğini ileri sürer. Eğer değilse, soru şu şekilde sorulabilirin". Doğruluğu mümkün kılan ilke nedir ya da hakikatin özü nedir?
"Hakikatin Özü Üzerine" adlı makalenin üçüncü bölümünü geleneksel doğruluk anlamından Heidegger'in kendi görüşüne olan bir geçiş ve Heidegger'in kendi görüşünü açıkladığı bölüm oluşturmaktadır. Daha önce söylenildiği gibi, eğer doğru, önermede yani yargıda değilse, doğru nerededir? Ve doğrunun özü nedir? Heidegger, doğruluğun (correctness) olanaklı içsel şartlarını oluşturan geçerliliğin açıklığı, özgürlükte (freedom) temellendirilmiştir. Kısaca, doğruluğun veya hakikatin özü özgürlüktür (Namely, the essence of truth is freedom)."
Şimdi, Heidegger'in özgürlükten ne anladığını açıklamak gerekir. Çünkü doğru nedir sorusu özgürlük nedir sorusuna dönüştü. Her şeyden önce, gerçek doğru veya hakikat mutlak ve değişmezdir. Bu yüzden, hakikat, insanın özünde var olan değişkenlik ve mükemmel olmayan bit yapı üzerinde asla temellendirilemez. Yalnızca doğru olmayan (untruth) köklerini insanda bulabilir. İasanın özgürlüğünde, hakikatin özünün temellerini aramak boşunadır. Diğer bir yandan ise, özgürlük anlayışını birden fazla görüş içinde açıklamak mümkündür diyen birisine karşı Heidegger şöyle devam eder:
"Birisi sanabilirki özgürlük, insana ait bir mülktür ya da özgürlüğün özü, daha fazla soru sormaya ne ihtiyacı ne de bu sorgulamaya izin verir, ya da herkes, insanın ne olduğunu bilir."
Eğer birisi Heidègger'in felsefesini bir bütün olarak ele alırsa, iki tane önemli nokta olduğunu görebilir. Bu iki noktayı Walter Biemel şöyle ifade eder: Heidègger'in felsefesi hem "Varlık" sorusunda hem de "hakikat" (truth) sorusunda odaklanmıştır, ' Ben de bu görüşe kesinlikle katılıyorum. Sanırım hem ilk Heidegger' de hem de son (geç) Heidegger'de "Varlık" ve "hakikat" sorunu onun tüm felsefesinin inceleme alanı olmuştur. Her ne kadar Varlık ve Zaman'da Varlık ve hakikat (doğru) problemini bir felsefe düşüncesi alanda irdelemeye çalışmışsa da, geç Heidegger döneminde bu sorunu şiirsel bir düşünce ile kavramayı denemiştir. Diğer bir deyişle, ilk dönemde Varlık ve hakikat üzerine olan düşüncelerini felsefe kavramlarla açıklarken, son dönemindeki yazılarında düşünülen ve sorgulanan problemi Alman şairleri Hölderlin ve Rilke'in şiirlerinde doğrudan ve öncesiz bir anlatımda var olduğunu savunur. İşte bu iki dönemin kesiştiği zaman diliminin sonlarına doğru yazdığı "Hakikatin Özü Üzerine" adlı makalesinde, Heidegger bu iki düşünce biçimini en güzel bir şekilde vermektedir. Buradaki amacımız ise, bu geçişi belirlerken Heidegger felsefesinde Hakikatin ne anlama geldiğini ortaya çıkarıp, onu sorgulamaktır.
Her ne kadar Heidegger, Varlık ve Zaman adlı yapıtında doğru veya hakikat üzerine 44. paragrafta bir sorgulama yapmışsada, "Hakikatin Özü Üzerine" adlı makalesinde yalnızca Hakikat üzerine irdeleme yaparak yeni bir yorum getirmeye çalışmıştır. Bu nedenle, burada Varlık ve Zaman yerine "Hakikatin (Doğrunun ) Özü Üzerine" ile bir sınırlama içinde Heidègger'in nasıl geleneksel doğruluk kuramlarını eleştirdiğini ve kendisinin getirdiği yanıtı ayrıntılarıyla ele alınacaktır.
"Hakikatin Özü Üzerine" adlı makaleye geçmeden önce, Heidègger'in yazılarında ve düşünme şeklinde kullandığı yöntem doğrultusunda burada kulanılacak yöntemden kısaca bahsetmek gerekir. Heidegger öncelikle ele aldığı problemi ve açıklamak istediği kavramı kısaca ortaya koyduktan sonra, hemen sorgulanan ve irdelenen problemin kendisinden önce nasıl ele alındığını göserir. Bu kışıma problemin geleneksel felsefedeki algılanışı adını verebiliriz. İkinci kısımda geleneksel felsefenin vermiş olduğu açıklamanın köklerine inerek onu yine geleneksel felsefe çerçevesinde eleştirir. Bazen tamamen red eder, bazen de kısmen red ederken sorgulanan kavram ya da problemin geleneksel felsefede yetersiz ve daha karmaşık bir duruma getirildiğini göstermeye çalışır.
Üçüncü kısımda ise, red edilen ya da yetersiz görülen geleneksel açıklama yerini hermeneutik ve fenomenolojik bir yapıda yeniden sorgulanır. Burada Heidegger kendi görüşünü açıklar ve son bölümde ise yeni bir sonuca ulaşmaya çalışır. Kısaca Heidegger'in düşünme ve yazma tarzında 4 adım bulunmaktadır: Giriş, geleneksel açıklamaların ortaya konulusu ve onların eleştirisi, yeniden incleme ve sorgulama sonucu varılan yeni yorum, ve bu yeni yorumun Heidegger'in anladığı felsefe içindeki yerinin belirlenmesiyle bir sonuca varılmasından oluşmaktadır.
Bu dört adımdan oluşan yönteme uygun olarak, Heidegger'in hakikati nasıl anladığını irdelerken bizde "Hakikatin Özü Üzerine" adlı makalesini dört adımda ele alacağız. Öncellikle bu makale 10 bölümden oluşmaktadır. Fakat bu 10 bölümü ,Heidegger'in yöntemine uygun olarak dört kısımda inclenebilir. Makalenin giriş kısmı birinci adımı oluşturmaktadır. 1 ' den 3. bölüme kadar olan kısım ise, kavramın geleneksel açıklamışını ve onun eleştirisini oluşturmaktadır. Heidegger' in yeniden irdelemesi ve yorumlaması 4 ve 7. bölümler arasını ve 8 ve 9. bölümler ise sonucu oluşturmaktadır.
I
Herşeyden önce, Heidegger bu makalede neyi inceleyeceğini açık bir biçimde ortaya koyar. O, herhangi bir ontik doğrulukla ilgilenmez. Yani tek tek disiplinlerin doğruluk anlamları onu ilgilendirmez. Örneğin, ekonomik doğruluk, politik doğruluk gibi. Onun amacı, doğruyu ya da hakikati doğru ya da hakikat olarak incelemektir. Bu nedenle doğrunun özü veye hakikatin özü hertür doğruyu veya hakikati doğru veya hakikat olarak kapsamalı ve tanımlamalıdır.
Diğer bir yandan ise, sağduyu için, böyle bir araştırmanın hiçbir anlamı yoktur. Çünkü hiç kimse hakikatin özü ile ilgilenmez. Heidegger için ise, felsefeci kendini herhangi bir şeyin çeşitli anlamlardaki doğruluklarından kurtalmalıdır. Bunun içinde o, gerçek doğruyu veya hakikati istemek zorundadır. Heidegger bunu şöyle ifade eder:
"Bunun için, doğru veya hakikat ile ilgili bazı sorular sormak ne kadar gerekli ve zorunlu olsa bile, biz bugün bu sorulara verilen yanıtların nerede ve ne durumda oluğunu belirlemek zorundayız. Bugünkü durumumuzu bilmek istemeliyiz. Bunu gerçekleştirmek ise, ancak insanda ve onun tarihinde bulunabilinir. Önce biz varolan hakikati, sonrada gerçek hakikatin kendisini ırdelemeliyiz."
Buna karşılık, eğer biz varolan doğruyu biliyorsak, bu doğrunun ne anlama geldiğini de biliyoruz demektir. Bundan ötürü, Heidegger olağan doğru ve hakikat anlayışını, yani daha önce Heidegger'in yöntemini belirlerken söylediğimiz gibi geleneksel hakikat tanımını açıklamak gereklidir. Geleneksel anlamdaki hakikatin ortaya konulması sonucu onu eleştirmek mümkün olacaktır. Şimdi ikinci kısımda geleneksel doğru ya da hakikat anlayışını, Heidegger nasıl algılıyor ve onu hangi bakımlardan eleştirdiğini irdeliyelim.
II
Heidegger'in yönteminin ikinci adımı olağan, varolan, geleneksel, klasik doğru anlayışını belirlemek ve nasıl yetersiz kaldığını göstermektir. İlk öncelikle geleneksel doğruluk anlayışını iki açıdan ele aiınabilinir: Ontolojiksel ve mantıksal doğru. "Hakikat ya da doğru, gerçek olanı gerçek yapan şeye denir" diye tanımlıyan Heidegger şöyle devam eder: Gerçek olan bir şey nedir? Bu soruya yanıt vermek için Heidegger, gerçek altın ile gerçek olmayan altın (genuine and non-genuine gold) örneğini ela alır ve inceler.
Şöyle sorar: Altını gerçek altın yapan şey nedir? Geleneksel doğru veya hakikat kuramlarına göre ortak cevap şudur: Eğer altın edimsel (actual) olarak var ise, o gerçek bir altındır. Başka bir deyişle, gerçek altın edimsel (actual) ve sahiden (genuine) olarak vardır. Şimdi sorulan soru şu hale gelmiştir: Edimsel ve sahiden olan nedir? "Gerçek altın, "altın" diye adlandırılan madde ile olan karşıhklık ve örtüşme halinde olan edimselliktir... O, bir uygunluk, karşılıklık ve örtüşmedir (It is in accord). Madde ile karşılıklılığı, örtüşmesi ve uygunluğudur."
Bu bir ontolojiksel - varlıkbilimsel (ontological) doğru ve hakikat tanımıdır. Buna ilaveten, biz maddeler hakkında doğru ya da yanlış önermeler öne sürebiliriz. Bir önermeyi ne doğru ya da yanlış kılar? Önermenin doğruluğu bu önermenin yapıldığı olgu veya madde ile uygunluğu, karşılıklı örtüşmesi ile olanaklı olduğunu geleneksel doğruluk kuramına baktığımızda belirlemek mümkün olduğunu Heidegger söyler.
Bu durumda eğer önerme, madde ile uygunluk ve karşılıklı örtüşme içinde ise, o önerme doğrudur. Örneğin, "Heidegger, 20. yüzyılın en önemli bir felsefecisidir" önermesi Heidegger adlı şahsın 20. yüzyılda yaşamış ve büyük bir felsefeci olmasına bağlıdır. Eğer daha belirgin bir ömek ele alırsak, karşılıklı uygunluk veya örtüşme doğruluk kuramı (correspondence theory of truth) açık bir biçimde gözler önüne serilebilinir. "Demir serttir" önermesinin doğruluğu demir adı verilen madde ile sert adı verdiğimiz niteliğin karşılıklı örtüşmesi yani uygunluğu ile mümkündür. Sonuçta, hem önerme hem de madde ya da olgu, doğru ve gerçek olarak karşılıklı birbirini tamamlar ve örtüşür ise, önermenin doğruluğundan bahsetmek olanaklı olur. Kısaca, gerçekten var olan ile doğru olan örtüşmelidir.
Heidegger'e göre, burada iki anlamlı bir doğruluk veya hakikat söz konusudur. "Birinci anlam, bir olgu ya da madde hakkında onun ne olduğunu o maddeden veya olgudan bağımsız olarak önceden düşünmek; ikinci anlam ise, önerme ile öne sürülen düşüncenin olgu veya madde ile karşılıklı örtüşmesidir."
Heidegger için, bu ikili anlamlılık geleneksel doğruluk (traditional meaning of truth) anlayışı içinde formülleşip, gelişmiştir. "Veritas est adaequatio rei et intellectus, yani doğru - hakikat olgunun veya cismin bilgi ile karşılıklı örtüşme uygunluğudur; ya da bilginin (önermenin) olgu veya cisimle karşılıklı örtüşme uygunluğudur. Bu iki tanımdan birincisini hakikat (doğru) -> düşünce ve ikinci tanımı ise düşünce -> hakikat şeklinde ifade edilebilinir. Geleneksel doğru tanımın genel biçimi ise her iki tarafın birbirini karşılıklı örtmesi ve kapsaması gerekmektedir:
Madde <-> düşünce (thing <-> intellect)
Bu tanımları tek bir tümce içinde söylemek gerekirse, şöyle söyleyebiliriz: "Doğru veya hakikat, düşüncenin şeylerle ve şeylerinde düşünce ile karşılıklı uygun olarak örtüşmesidir." Heidegger, bazı güçlük ve karanlık anlaşılmaların bu tanımlarda var olduğunu ileri sürmektedir. Birinci tanımda, hakikat, düşüncenin olgu veya madde ile aynı olması yani bire bir tekabülü ve karşılıklılığı ile olanaklıdır. Bu anlamda, olgu veya madde yaratılmış (created thing) olmasına karşın, düşünce tanrısal düşünceye (Divine intellect) karşılık gelmektedir. Bu noktada Heidegger, Hristiyan teolojisindeki bir inancın var olduğunu görmektedir. Bu inanca göre, şeyler (ens creatum), tanrısal düşüncede önceden algılanmış idealara karşılık gelmektedir.. Hatta bu inanca göre, insan zihni ve düşüncesi bile yaratılmış bir nesnedir. Yani tüm şeyler, birer yaratılmış nesnelerdir. Şimdi, tanrısal doğruluk kavrayışı içinde insan düşüncesi (intellect) için doğruluk nasıl mümkündür? Heidegger şöyle yanıtlar: "Eğer herşey yaratılmışsa, insan bilgisinin doğruluk veya hakikat olasılığı, önerme ve bu önermenin bahsettiği nesne veya şeyle olan karşılıklı uygun örtüşme fikrine bağlıdır. Böylece, nesne veya madde ile önerme, yaratılışın tanrısal plan birliği temelinde birbiriyle örtüşmektedir."
İkinci güçlük ise, bilginin madde ile karşılıklı örtüştüğü doğru tanımından gelmektedir. Bu tanıma göre, insan düşüncesinin şeylerle uyum içinde olması gerekiyor. Tanımdaki doğruluğun oluştuğu yer, insan düşüncesinin yargı eylemindedir. Bu tanımda oluşan güçlükler, karşılıklı örtüşmenin sağlama bağlamak için yapılan düzeltme açısından çözülebilinir; çünkü eğer birisi doğruyu söylerse, o aynı zamanda doğru olmayandan da bahsetmiş olur. Eğer hakikat (doğru) örtüşmenin sağlama doğruluğunda yatıyor ise (in the correctness of confirmity), doğru olmayan (untruth) yanlış olanda ya da örteşmeyi sağlamayan bir yanlışlıkta ortaya çıkar.
Heidegger geleneksel doğru tanımını inkar edip, yanlış olduğunu söylemez. Bu doğru anlayışının doğru ve önemli olduğunu söyleyen Heidegger, yalnızca bizim tanımı geçerli ve olanaklı kılacak durum ve şartlan yenidin düşünmemiz gerektiğini öne sürer. Çünkü doğrunun veya hakikatin özü bu .şartların içinde bulunduğunu belirler.
Bu durumda Heidegger şu soruyu sorar: Ne, bu tür bir sağlamayı mümkün kılar? Çünkü, herbir önermede, yargı ile şeyler arasında karşılıklı bir uyum vardır. Buna karşılık, önerme ya da yargının, şeyler veya nesneler olduğunu da söylemek yanlış olur. Bunun için, Heidegger şunları söyler: "Karşılıklı örtüşme ve uygunluk, bir şeyin o şeye benzemeyenler arasındaki bir uygunluğu belirtmez. Kaşılıklılığın özü, önerme ya da yargı ve maddenin sağladığı bir tür ilişki tarafından belirlenir."
Heidegger için, bir önerme ya da yargı bir şeyin kendi karşısında bir obje olarak durmasını sağlar. Tasarımlanmış bir yargının nesne ile olan ilişkisi, herhangi bir zaman diliminde ve orjinal olarak kendisini bir davranış biçimi şeklinde gösteren gerçek bir ifadedir. Böylece, tüm davranışlar varlıklara doğru açık bir biçimde vardırlar.
Heidegger'e göre yargı, yargıyı önceden gören davranışların açıklığından kendi doğruluğunu (correctness) ortaya çıkartır. Bir yargı ya da önermenin doğruluğu (the correctness of the statement) ancak davranışların açıklığıyla mümkündür diyen Heidegger, şöyle devam eder: "Bundan sonra doğruluğu (correctness), öncellikle ne mümkün kılıyorsa doğrulukta, hakikatin özü gibi daha orjinal ve doğru olmak zorundadır."
Bundan dolayı, Heidegger geleneksel doğruluk tanımındaki önermelerde ve yargılarda hakikatin, orjinal bir şekilde ikamet etmediğini ileri sürer. Eğer değilse, soru şu şekilde sorulabilirin". Doğruluğu mümkün kılan ilke nedir ya da hakikatin özü nedir?
"Hakikatin Özü Üzerine" adlı makalenin üçüncü bölümünü geleneksel doğruluk anlamından Heidegger'in kendi görüşüne olan bir geçiş ve Heidegger'in kendi görüşünü açıkladığı bölüm oluşturmaktadır. Daha önce söylenildiği gibi, eğer doğru, önermede yani yargıda değilse, doğru nerededir? Ve doğrunun özü nedir? Heidegger, doğruluğun (correctness) olanaklı içsel şartlarını oluşturan geçerliliğin açıklığı, özgürlükte (freedom) temellendirilmiştir. Kısaca, doğruluğun veya hakikatin özü özgürlüktür (Namely, the essence of truth is freedom)."
Şimdi, Heidegger'in özgürlükten ne anladığını açıklamak gerekir. Çünkü doğru nedir sorusu özgürlük nedir sorusuna dönüştü. Her şeyden önce, gerçek doğru veya hakikat mutlak ve değişmezdir. Bu yüzden, hakikat, insanın özünde var olan değişkenlik ve mükemmel olmayan bit yapı üzerinde asla temellendirilemez. Yalnızca doğru olmayan (untruth) köklerini insanda bulabilir. İasanın özgürlüğünde, hakikatin özünün temellerini aramak boşunadır. Diğer bir yandan ise, özgürlük anlayışını birden fazla görüş içinde açıklamak mümkündür diyen birisine karşı Heidegger şöyle devam eder:
"Birisi sanabilirki özgürlük, insana ait bir mülktür ya da özgürlüğün özü, daha fazla soru sormaya ne ihtiyacı ne de bu sorgulamaya izin verir, ya da herkes, insanın ne olduğunu bilir."