KANT'TA PRATİK AKLIN DOĞAL DİYALEKTİĞİ ( ... devamı )
|
Ödev ile eğilim arasındaki "doğal diyalektik" bileşenleriyle, yani pratik sahanın diğer çatışmalanyla birlikte felsefesinin biricik diyalektiğini oluşturmaktadır. Tarihin başlangıcında doğa ile Özgürlük arasındaki zıtlıktan kaynaklanan çatışma toplumda birey ile topluluk arasında "toplumdışı toplumsallık" (ungesellige Geselligkeit) adı altında yeni bir şekle kavuşur. Toplumsal antagonismus insanın her şeyi kendi arzusuna göre oluşturmak istemesinden, yani bencil (Selbstliebe) davranmasından kaynaklanmaktadır. Bu durumda o ahlakiliğe tam bir tezat teşkil etmektedir. Kant dinle ilgili yazısında {Salt Pratik Aklın Sınırları Dahilindeki Din) bencilliği (kendinseverliği), şayet o maximlerimizin ilkesi olarak alınırsa, bütün kötülüklerin kaynağı olarak gösteriyor. Ancak bencillik, diyalektiğin temel mantığı gereği, yalnızca ahlakiliğin karşıtı değil aynı zamanda ona erişmek için bir araç olarak da görülmelidir. Aynı çatışma farklı bir boyutta, aklın egemenliği veya insanın ahlakileşmesini hedefleyen doğanın teleolojik amacına uygun olarak, dini sahada "kötüye meyletme" (Hang zum Böse) ile "iyi ,insan doğası'Ve yine doğa zorunluluğu ile özgürlük arasında sürüp gitmektedir. Bu kavga aklın kültürleşmesine paralel olarak aklın buyruğu olan ödev ile duyusal doğamızın mutluluk isteği arasında ahlaki bir yapıya kavuşuyor. Doğal çatışmanın bu genel perspektifi göz önünde bulundurulduğunda onun bir sonraki aşamada ortaya çıkan ve "mutluluğa çabalamanın erdemliliği var edeceği veya erdemliliğin mutluluğu doğuracağı" tezlerine dayanan "salt pratik aklın diyalektiği"nden mahiyet itibariyle farklı olmadığı anlaşılacaktır.
Pratik açıdan bakıldığında akli ve deneysel ilkelerin birbirinden kesin bir "ayrımı" çatışmanın varlığına bağlıdır. Salt pratik akıl, mutluluk ile ahlaklılık arasındaki çatışmayı ortadan kaldırabilmek için, ödev ile eğilim arasındaki ayrımın iradeyi belirleyen objektif ve sübjektif nedenlerden kaynaklanan gerçek bir karşıtlık olduğunu bize öğretiyor. Kant'ın bir bakıma yöntemsel-formel ayrımı, -ki bu yüzden sık sık "şekilcilik" eleştirisiyle karşı karşıya kalmıştır-, iradeyi belirleyen bütün deneysel nedenlerin ahlaktan uzak tutulması ve aklın ahlaki davranışın dayandığı biricik ilke olması amacına yöneliktir; yani genel ve zorunlu olanı yalnızca akıl belirleyebilir ve ancak ahlak bu suretle belli bir bilimsel yapıya kavuşabilir. Filozofumuza göre ahlakı, deneysel-şartlı aklın veya özerk olmayan ahlak sistemlerinin etkisinden kurtarmanın başka bir yolu yoktur. Ancak ahlak yasası, yukarıda da belirtildiği gibi, tarafsız insanların dahi gözünde arzuya değer olan mutluluğu dışarıda bırakmaz, yalnızca ahlaka tabi kılar.
Akıl ile "duyu" arasındaki çatışmanın, onlardan biri diğerine bütünüyle hükmedinceye veya kaos değil de barış, birlik söz konusu ise, tüm amaçların altında toplandığı akıl tarafından belirlenen bir son amacın gerçekleşmesine değin devam etmesi kaçınılmazdır. Ancak aklın egemenliği, insan irade sahibi bir varlık olarak eylemek için devamlı bir amaç belirleme zorunda kaldığından ve de tüm amaç belirlemeler son noktada eğilimlere, yani insanın duyusal doğasına dayandığından sürekli olamaz. Öyleyse, eylemek durumunda olan sonlu-akillı varlık her seferinde sübjektif ve objektif amaçlar arasındaki doğal çatışmayı yeniden yaşamak zorunda kalmaktadır. Bu durumda felsefeye düşen, gerek insan ve toplumun varlığını gerekse ahlakın özü olan ödev bilincini tehdit eden pratik aklın doğal diyalektiğini çözmek, yani aydınlığa kavuşturmak ve şayet mümkünse onu var eden pratik yanılgıyı ortadan kaldırmaktır.
Özgürlük çatışkısının (Antinomie) Salt Aklın Eleştirisinde çözümü göstermiştir ki, özgürlük ve doğa zorunluluğu bir arada bulunabilir, yani etkisine görüngüler sahasında rastlamakla birlikte kendisi görüngü olmayan bir nedenselliği, "özgürlükle olan bir nedenselliği" çelişkiye düşmeden düşünebiliriz. Özgürlük kavramı, Kant'ın tabiriyle "salt, dahası spekülatif aklın sistemindeki yapının kilittaşını oluşturur" . Ancak, teorik olarak yalnızca transendental olanakhhğı kanıtlanan özgürlüğün gerçek olabileceği ahlak yasasıyla gösterilmelidir, aksi takdirde ahlaki eylemlerimizden sorumlu tutulmamız mümkün değildir. Pratik özgürlüğün amacı, eğilimleri her seferinde daha fazla akla tabi kılmak ve insan iradesinin biricik belirleyeni olmaktır. İrade gerçek, pozitif anlamda ancak kendi yasasını kendi belirlediği zaman özgür olur. Böylece ahlak yasası iradenin özgürlüğünü, dolayısıyla pratik aklın özerkliğini, aklın kendiliğinden yasa koymasıyla da kendi kendini belirleyebilmesini mümkün kılıyor.
Ahlak yasası insana "en yüksek iyi"yi iradenin nesnesi veya son gayesi yapmayı buyuruyor. En yüksek iyide salt şartsız amaçların ilkesi ahlakilik ile şartlı amaçların ilkesi mutluluğun sistematik bir birlikteliği amaçlanıyor. Şimdi, "ya mutluluk isteği erdeme özgü maksimlerin hareket nedenidir ya da erdemin maksimi mutluluğun etkileyici nedenidir" şeklinde dile getirilen pratik aklın antinomisinin ilk kısmı, ahlakiliği mutluluk için bir araç kılacağından, bütünüyle imkansızdır. Önermenin ikinci kısmının dile getirdiği iddia, erdemli bir çabamızın mutluluğun nedeni olması gerektiği de Kant'a göre pek mümkün gözükmüyor. Çünkü bu bağlantı ya analitik ya da sentetik olmak zorundadır. Analitik, yani mantıki bir birliktelik, antik felsefede olduğu gibi, diyalektik çatışmayı ortadan kaldırmadığı gibi bir özdeşliğe (İdentitaet) vardırır. Ama öbür taraftan erdem ile mutluluk arsasında gerçek, sentetik bir bağlantı da ilk bakışta imkansızdır, çünkü erdemli bir yaşantı tarzının mutlu olmak için yeterli olmadığını tecrübelerimizden biliyoruz. Ortaya çıkan bu çatışkının salt pratik akıl tarafından çözülmesi lazım, yani en yüksek iyiyi ahlaki varlık için buyuran akıl, onun gerçekleşim imkanını da göstermek durumundadır, aksi takdirde imkansız olan bir şeyi buyurmakla kendi kendisiyle çelişkiye düşer.
Salt pratik aklın çatışkısının, zorunlu olarak erdemli bir eylemi takip eden, "kişinin kendi varoluşuna özgü olumsuz bir hoşlanması" diyebileceğimiz "ben-kıvancı" (Selbstzufriedenheit) kavramı ile aşılmaya çalışılması, belli bir dünyada mutluluk ile ahlakilik arasında zorunlu bir bağlantıyı kapsaması gereken bii çözüm değildir. Bunun için erdem ile mutluluk arasında aklın ideleri veya kavramları vasıtasıyla sistematik bir birliktelik inşa etmek mecburiyetindeyiz, öyle ki sonuncusu erdemin zorunlu bir neticesi olarak ortaya çıksın.
İmdi, en yüksek iyiyi ahlak yasasının erişilmesi gereken gayesi olarak buyuran salt pratik akıl, onun duyulur dünyadaki gerçekleşiminin imkansızlığının var ettiği çatışkıyı çözmek için, her şeye gücü yeten ve aynı zamanda doğanın varlık sebebi olan bir iradeyi, yani Tanrının varlığını, ahlakilikle mutluluk arasındaki bağlantının, duyular dünyasında olmasa da, duyular-üstü, akledilir bir dünya da, -ki ahlak yasası salt bir belirleme nedeni olarak kişiyi söz konusu dünyanın bir üyesi yapar, garantörü olarak koyutlamak (postulieren) zorundadır. Kısaca, mutluluğun nedeni olarak erdem görünüşler aleminde değil de akledilir alemde düşünülürse pratik aklın çatışkısı çözülmüş olur; çünkü erdem ile mutluluğun bütünsel birlikteliği duyusal alemdeki bir gerçekleşim olarak düşünülmemiştir. Bu ise ruhun ölümsüzlüğünü koyutlamak anlamına gelir. Sonsuza değin sürecek bir ilerleme, en yüksek iyinin ilk şartı olan yetkin erdemliliğin sonlu-duyusal varlığın bu dünyadaki yaşantısı boyunca gerçekleşmesi mümkün olmadığından, koyutlanmıştır. Ahlaki-dini sahada pratik aklın çatışkısı ve onun akim idelerinin koyutlanmasıyla çözümü, "şayet yapılması gerekeni yaparsam neyi umabilirim?" sorusuna cevap teşkil ediyor. Böylece koyutlamanın var ettiği "ümit"te aklın teorik ve pratik ilgisi birleşmiş oluyor. Teorik sahada yalnızca düzenleyici bir kullanıma sahip olan ideler (özgürlük, Tanrı ve ölümsüzlük) aklın pratik kullanımında ahlaki eylemin imkanı için zorunlu olarak koyulduklarından nesnel bir gerçekliğe sahip oluyorlar. İlk defa, nihai olarak ahlak yasasının doyurulması ihtiyacından kaynaklanan postulatlar vasıtasıyla, pratik çatışmanın bütünüyle ortadan kaldırılması imkanı doğuyor ve böylece de bir yandan ahlaki-özerk eylem garanti altına alınırken, diğer yandan da inanca sağlam bir zemin bulunuyor. Ancak pratik çatışkının eleştirel çözümü onun aynı zamanda bütünüyle ortadan kaldırılması anlamına gelmemeli. Çünkü Tanrının varlığı, erdemliliğe layık mutluluğu ve böylece de çatışkının kaldırılması ümidini yalnızca bir "ideal" olarak sunmak durumundadır, "ide" olarak değil. İde olarak Tann postulatı ummaya ve dolayısıyla da pratik çatışkının kaldırılmasına ait değildir, yani en yüksek iyi ide olarak bir ahlaki buyruk, ahlak yasasının bir isteği olabilir, buna karşın bir ideal olarak onun gerçekleşmesi söz konusudur. Bu demektir ki insan için en yüksek iyiyi gücü ölçüsünde talep etmek kesin bir buyruk iken, bir ideal olarak gerçekleşmesi yalnızca umulabilir.Yine, mahiyet ve şekil olarak çok farklı olduğundan salt pratik aklın diyalektiği ile salt spekülatif aklın diyalektiği arasında paralellik kurmak mümkün görünmemektedir. Çünkü pratik aklın çatışkısında ileri sürülen "mutluluk isteği erdeme özgü maksimlerin hareket nedenidir" tezi ile "erdemin maksimi mutluluğun etkileyici nedenidir" antitezi arasında, salt spekülatif aklın çatışkılanna benzer bir çelişki içenksel olarak var olamaz, en azından önermenin her iki tarafı arasında böyle bir ilişki söz konusu değildir, öyle ki ahlakilik veya erdem kavramı salt pratik aklın bir idesinden ziyade, sıradan insan seviyesindeki çatışmanın bir tarafı olarak alınmış ve aynca "neden" kavramı her iki önermede farklı olarak kullanılmıştır. Salt spekülatif aklın antinomilerine benzer diyalektik bir ilişki tez ile antitez arsında değil, belki yalnızca antitezde aranabilir.
Bir mukayese yapılacaksa bu teorik sahadaki diyalektikle pratik aklın doğal diyalektiği arasında, onların "doğallığı" ve "amaçlan" yani yöntem açısından yapılabilir, çünkü her ikisi de neticede aklın bir eleştiriye tabi tutulmasını gerekli kılıyor. Tüm bu tespitler bizim tezimizin doğruluğunu, yani pratik sahada gerçek manada bir çatışmanın ancak "antagonistik diyalektik" diye adlandırdığımız, akıl ile doğa veya ödev ile eğilim arasındaki karşıtlık olduğunu, diğer tüm çatışmaların, farklı boyut ve aşamalarda da olsa, onun bir varyasyonu sayılması gerektiğini, salt pratik aklın çatışkısının da, Kant'ın iddiasının aksine, doğal diyalektikten farklı bir mahiyete sahip olmadığını ispatlıyor.
Son olarak belirtmek gerekir ki, Kant doğal diyalektiği "sözde" veya "kaldırılabilir" olarak nitelendirmesine rağmen, o gerek pratik eylem sahasında ödev ile eğilim, gerekse postulatlar teorisiyle ruhun ölümsüzlüğü boyutunda erdem ile mutluluk arasında sürüp gitmektedir. Böylece pratik sahadaki doğal çatışma insanı ahlaki mükemmellik yolunda bitimsiz bir çabaya sürüklemektedir. Belki de sonlu-akıllı bir varlık olan insan gerçek değerini bu erdemli çabada bulmaktadır.
Pratik açıdan bakıldığında akli ve deneysel ilkelerin birbirinden kesin bir "ayrımı" çatışmanın varlığına bağlıdır. Salt pratik akıl, mutluluk ile ahlaklılık arasındaki çatışmayı ortadan kaldırabilmek için, ödev ile eğilim arasındaki ayrımın iradeyi belirleyen objektif ve sübjektif nedenlerden kaynaklanan gerçek bir karşıtlık olduğunu bize öğretiyor. Kant'ın bir bakıma yöntemsel-formel ayrımı, -ki bu yüzden sık sık "şekilcilik" eleştirisiyle karşı karşıya kalmıştır-, iradeyi belirleyen bütün deneysel nedenlerin ahlaktan uzak tutulması ve aklın ahlaki davranışın dayandığı biricik ilke olması amacına yöneliktir; yani genel ve zorunlu olanı yalnızca akıl belirleyebilir ve ancak ahlak bu suretle belli bir bilimsel yapıya kavuşabilir. Filozofumuza göre ahlakı, deneysel-şartlı aklın veya özerk olmayan ahlak sistemlerinin etkisinden kurtarmanın başka bir yolu yoktur. Ancak ahlak yasası, yukarıda da belirtildiği gibi, tarafsız insanların dahi gözünde arzuya değer olan mutluluğu dışarıda bırakmaz, yalnızca ahlaka tabi kılar.
Akıl ile "duyu" arasındaki çatışmanın, onlardan biri diğerine bütünüyle hükmedinceye veya kaos değil de barış, birlik söz konusu ise, tüm amaçların altında toplandığı akıl tarafından belirlenen bir son amacın gerçekleşmesine değin devam etmesi kaçınılmazdır. Ancak aklın egemenliği, insan irade sahibi bir varlık olarak eylemek için devamlı bir amaç belirleme zorunda kaldığından ve de tüm amaç belirlemeler son noktada eğilimlere, yani insanın duyusal doğasına dayandığından sürekli olamaz. Öyleyse, eylemek durumunda olan sonlu-akillı varlık her seferinde sübjektif ve objektif amaçlar arasındaki doğal çatışmayı yeniden yaşamak zorunda kalmaktadır. Bu durumda felsefeye düşen, gerek insan ve toplumun varlığını gerekse ahlakın özü olan ödev bilincini tehdit eden pratik aklın doğal diyalektiğini çözmek, yani aydınlığa kavuşturmak ve şayet mümkünse onu var eden pratik yanılgıyı ortadan kaldırmaktır.
Özgürlük çatışkısının (Antinomie) Salt Aklın Eleştirisinde çözümü göstermiştir ki, özgürlük ve doğa zorunluluğu bir arada bulunabilir, yani etkisine görüngüler sahasında rastlamakla birlikte kendisi görüngü olmayan bir nedenselliği, "özgürlükle olan bir nedenselliği" çelişkiye düşmeden düşünebiliriz. Özgürlük kavramı, Kant'ın tabiriyle "salt, dahası spekülatif aklın sistemindeki yapının kilittaşını oluşturur" . Ancak, teorik olarak yalnızca transendental olanakhhğı kanıtlanan özgürlüğün gerçek olabileceği ahlak yasasıyla gösterilmelidir, aksi takdirde ahlaki eylemlerimizden sorumlu tutulmamız mümkün değildir. Pratik özgürlüğün amacı, eğilimleri her seferinde daha fazla akla tabi kılmak ve insan iradesinin biricik belirleyeni olmaktır. İrade gerçek, pozitif anlamda ancak kendi yasasını kendi belirlediği zaman özgür olur. Böylece ahlak yasası iradenin özgürlüğünü, dolayısıyla pratik aklın özerkliğini, aklın kendiliğinden yasa koymasıyla da kendi kendini belirleyebilmesini mümkün kılıyor.
Ahlak yasası insana "en yüksek iyi"yi iradenin nesnesi veya son gayesi yapmayı buyuruyor. En yüksek iyide salt şartsız amaçların ilkesi ahlakilik ile şartlı amaçların ilkesi mutluluğun sistematik bir birlikteliği amaçlanıyor. Şimdi, "ya mutluluk isteği erdeme özgü maksimlerin hareket nedenidir ya da erdemin maksimi mutluluğun etkileyici nedenidir" şeklinde dile getirilen pratik aklın antinomisinin ilk kısmı, ahlakiliği mutluluk için bir araç kılacağından, bütünüyle imkansızdır. Önermenin ikinci kısmının dile getirdiği iddia, erdemli bir çabamızın mutluluğun nedeni olması gerektiği de Kant'a göre pek mümkün gözükmüyor. Çünkü bu bağlantı ya analitik ya da sentetik olmak zorundadır. Analitik, yani mantıki bir birliktelik, antik felsefede olduğu gibi, diyalektik çatışmayı ortadan kaldırmadığı gibi bir özdeşliğe (İdentitaet) vardırır. Ama öbür taraftan erdem ile mutluluk arsasında gerçek, sentetik bir bağlantı da ilk bakışta imkansızdır, çünkü erdemli bir yaşantı tarzının mutlu olmak için yeterli olmadığını tecrübelerimizden biliyoruz. Ortaya çıkan bu çatışkının salt pratik akıl tarafından çözülmesi lazım, yani en yüksek iyiyi ahlaki varlık için buyuran akıl, onun gerçekleşim imkanını da göstermek durumundadır, aksi takdirde imkansız olan bir şeyi buyurmakla kendi kendisiyle çelişkiye düşer.
Salt pratik aklın çatışkısının, zorunlu olarak erdemli bir eylemi takip eden, "kişinin kendi varoluşuna özgü olumsuz bir hoşlanması" diyebileceğimiz "ben-kıvancı" (Selbstzufriedenheit) kavramı ile aşılmaya çalışılması, belli bir dünyada mutluluk ile ahlakilik arasında zorunlu bir bağlantıyı kapsaması gereken bii çözüm değildir. Bunun için erdem ile mutluluk arasında aklın ideleri veya kavramları vasıtasıyla sistematik bir birliktelik inşa etmek mecburiyetindeyiz, öyle ki sonuncusu erdemin zorunlu bir neticesi olarak ortaya çıksın.
İmdi, en yüksek iyiyi ahlak yasasının erişilmesi gereken gayesi olarak buyuran salt pratik akıl, onun duyulur dünyadaki gerçekleşiminin imkansızlığının var ettiği çatışkıyı çözmek için, her şeye gücü yeten ve aynı zamanda doğanın varlık sebebi olan bir iradeyi, yani Tanrının varlığını, ahlakilikle mutluluk arasındaki bağlantının, duyular dünyasında olmasa da, duyular-üstü, akledilir bir dünya da, -ki ahlak yasası salt bir belirleme nedeni olarak kişiyi söz konusu dünyanın bir üyesi yapar, garantörü olarak koyutlamak (postulieren) zorundadır. Kısaca, mutluluğun nedeni olarak erdem görünüşler aleminde değil de akledilir alemde düşünülürse pratik aklın çatışkısı çözülmüş olur; çünkü erdem ile mutluluğun bütünsel birlikteliği duyusal alemdeki bir gerçekleşim olarak düşünülmemiştir. Bu ise ruhun ölümsüzlüğünü koyutlamak anlamına gelir. Sonsuza değin sürecek bir ilerleme, en yüksek iyinin ilk şartı olan yetkin erdemliliğin sonlu-duyusal varlığın bu dünyadaki yaşantısı boyunca gerçekleşmesi mümkün olmadığından, koyutlanmıştır. Ahlaki-dini sahada pratik aklın çatışkısı ve onun akim idelerinin koyutlanmasıyla çözümü, "şayet yapılması gerekeni yaparsam neyi umabilirim?" sorusuna cevap teşkil ediyor. Böylece koyutlamanın var ettiği "ümit"te aklın teorik ve pratik ilgisi birleşmiş oluyor. Teorik sahada yalnızca düzenleyici bir kullanıma sahip olan ideler (özgürlük, Tanrı ve ölümsüzlük) aklın pratik kullanımında ahlaki eylemin imkanı için zorunlu olarak koyulduklarından nesnel bir gerçekliğe sahip oluyorlar. İlk defa, nihai olarak ahlak yasasının doyurulması ihtiyacından kaynaklanan postulatlar vasıtasıyla, pratik çatışmanın bütünüyle ortadan kaldırılması imkanı doğuyor ve böylece de bir yandan ahlaki-özerk eylem garanti altına alınırken, diğer yandan da inanca sağlam bir zemin bulunuyor. Ancak pratik çatışkının eleştirel çözümü onun aynı zamanda bütünüyle ortadan kaldırılması anlamına gelmemeli. Çünkü Tanrının varlığı, erdemliliğe layık mutluluğu ve böylece de çatışkının kaldırılması ümidini yalnızca bir "ideal" olarak sunmak durumundadır, "ide" olarak değil. İde olarak Tann postulatı ummaya ve dolayısıyla da pratik çatışkının kaldırılmasına ait değildir, yani en yüksek iyi ide olarak bir ahlaki buyruk, ahlak yasasının bir isteği olabilir, buna karşın bir ideal olarak onun gerçekleşmesi söz konusudur. Bu demektir ki insan için en yüksek iyiyi gücü ölçüsünde talep etmek kesin bir buyruk iken, bir ideal olarak gerçekleşmesi yalnızca umulabilir.Yine, mahiyet ve şekil olarak çok farklı olduğundan salt pratik aklın diyalektiği ile salt spekülatif aklın diyalektiği arasında paralellik kurmak mümkün görünmemektedir. Çünkü pratik aklın çatışkısında ileri sürülen "mutluluk isteği erdeme özgü maksimlerin hareket nedenidir" tezi ile "erdemin maksimi mutluluğun etkileyici nedenidir" antitezi arasında, salt spekülatif aklın çatışkılanna benzer bir çelişki içenksel olarak var olamaz, en azından önermenin her iki tarafı arasında böyle bir ilişki söz konusu değildir, öyle ki ahlakilik veya erdem kavramı salt pratik aklın bir idesinden ziyade, sıradan insan seviyesindeki çatışmanın bir tarafı olarak alınmış ve aynca "neden" kavramı her iki önermede farklı olarak kullanılmıştır. Salt spekülatif aklın antinomilerine benzer diyalektik bir ilişki tez ile antitez arsında değil, belki yalnızca antitezde aranabilir.
Bir mukayese yapılacaksa bu teorik sahadaki diyalektikle pratik aklın doğal diyalektiği arasında, onların "doğallığı" ve "amaçlan" yani yöntem açısından yapılabilir, çünkü her ikisi de neticede aklın bir eleştiriye tabi tutulmasını gerekli kılıyor. Tüm bu tespitler bizim tezimizin doğruluğunu, yani pratik sahada gerçek manada bir çatışmanın ancak "antagonistik diyalektik" diye adlandırdığımız, akıl ile doğa veya ödev ile eğilim arasındaki karşıtlık olduğunu, diğer tüm çatışmaların, farklı boyut ve aşamalarda da olsa, onun bir varyasyonu sayılması gerektiğini, salt pratik aklın çatışkısının da, Kant'ın iddiasının aksine, doğal diyalektikten farklı bir mahiyete sahip olmadığını ispatlıyor.
Son olarak belirtmek gerekir ki, Kant doğal diyalektiği "sözde" veya "kaldırılabilir" olarak nitelendirmesine rağmen, o gerek pratik eylem sahasında ödev ile eğilim, gerekse postulatlar teorisiyle ruhun ölümsüzlüğü boyutunda erdem ile mutluluk arasında sürüp gitmektedir. Böylece pratik sahadaki doğal çatışma insanı ahlaki mükemmellik yolunda bitimsiz bir çabaya sürüklemektedir. Belki de sonlu-akıllı bir varlık olan insan gerçek değerini bu erdemli çabada bulmaktadır.