KANT'TA PRATİK AKLIN DOĞAL DİYALEKTİĞİ

Lokman Çilingir

İnsanın "akıl" ve "duyu" diye ilkesel bazda birbirine zıt doğal yapısı -teorik felsefede dünya kavramının "kendinde varlık" ve "görüngüler" diye ikiye ayrılmasına paralel olarak- Kant' in ahlak felsefesinin çıkış ve aynı zamanda dayanak noktasıdır. Şayet insan duyu ve güdülere sahip olmasaydı ne bir "gereklilik"ten ne de bir "ahlakilik"ten söz edilebilirdi; Tanrı' da olduğu gibi, çünkü o "kutsal'dır, "ahlaki" değil. İlk defa insanda akıl ile duyu arasında bir ilişki ortaya çıkıyor ve bu da, akıllı bir varlık olarak insanın kendi duyusal doğası için özerk (otonom) bir yasa koymasını, yani ahlakiliği mümkün kılıyor.

Pratik sahada "duyu", tatmin edilmeleri mutluluğu oluşturan ihtiyaç ve eğilimlerin toplamıdır. Böylece o, formel bir ilke olarak akla karşı olan şeydir ve bu karşıt ilkeler arasındaki çatışma da en geniş anlamıyla "doğal diyalektik" diye adlandırabilir. Doğal diyalektik kavramım Kant pratik anlamda ilk defa Töreler Metafiziğine Temelatma yazısının birinci bölümünün sonunda, sıradan insan akimin kültürleşmesi neticesinde ortaya çıkan "ödev" (Pflicht) ile "eğilim" (Neigung) arasında bir çatışma olarak kullanıyor. İlk bakışta doğal diyalektik ya Salt Aklın Eleştirisindeki diyalektik benzeri gerçek bir çatışkı (Antinomie) dır, bu durumda o doğal ve kaçınılmazdır ya da değildir, yani duyusal yanılgıya dayalı "ampirik" veya mantık kurallarına riayetsizlikten kaynaklanan ve dolayısıyla da yanılgının nedeni belli olur olmaz bütünüyle ortadan kaldırılması mümkün olan "formel-mantıki" bir yanılgıdır. Ancak üçüncü bir alternatif de düşünülebilir, bu da onun spekülatif bir çatışkı olmadığı halde, yine de pratik bir zorunluluktan kaynaklanan gerçek bir çatışma olarak kavranılmasıdır. Çünkü pratik bir diyalektik anlamını spekülatif bir çelişkiden değil, iradeyi belirleme nedeninden almak zorundadır. Ancak ne Kant ne de Kant'ın yorumcularının büyük bir kısmı doğal diyalektiği teorik sahadaki diyalektiğe nispetle gerçek bir çatışma olarak kabul ediyor. Buna karşı Kant Pratik Aklın Eleştirisinde beklenmedik bir şekilde "salt pratik aklın diyalektiği"nden söz eder, hem de "Temel atmadaki" doğal diyalektikle herhangi bir bağlantı kurmaksızın.

Bu problemin çözümü için salt pratik aklın diyalektiğinden hareketle teorik ve pratik akıl arasındaki ilişkinin nasıl belirlendiği ve Pratik Aklın Eleştirisinde bir çatışkının (Antinomie) veya yalnızca yalın bir çatışmanın (Antagonismus) söz konusu olup olmadığı araştırılmalıdır. Başka bir deyişle geleneksel metafiziğin dogmatik iddialarından kaynaklanan saf aklın çatışkısı benzer bir tarzda pratik sahada ödev ile eğilim veya erdem ile mutluluk arasında ortaya çıkabilir mi? Yine bu bağlamda aşağıdaki sorulara cevap aranmalıdır: Şayet pratik sahada gerçek bir çatışma yoksa, yalnızca yöntemsel ve yapmacık bir diyalektik, duyusal eğilimlere karşı savaşarak kazanılması gereken ahlaki bir karakteri oluşturabilir mi? Sıradan insan aklı seviyesinde ödev ve eğilim arasındaki çatışma ile bir sonraki aşamada ortaya çıkan, "mutluluğa çabalamanın erdemliliği var edeceği veya erdemliliğin mutluluğu doğuracağı" tezlerine dayanan "saf pratik aklın diyalektiği"arasında nasıl bir ilişki vardır? Postulatlar öğretisi pratik çatışkının çözümünde veya aklın birliği tesis etme çabasında nasıl bir rol oynamaktadır?

İnsan yalnızca salt bir akıl varlığı olmayıp, aynı zamanda da bir duyu varlığı olduğundan, her iki tarafın farklı amaçlar belirlemesi ve onları gerçekleştirmek maksadıyla irade üzerinde hak iddia etmeleri kaçınılmazdır. Kant'ın tabiriyle insan varlığının birbiriyle çatışan yönlerinin kendi kabiliyetlerini gerçekleştirme ve geliştirme çabalan doğal bir "ihtiyaçtır". Söz konusu ihtiyaç veya "gelişme" sonuçta öyle bir noktaya erişir ki, orada insanın duyusal doğasından kaynaklanan "meyil"(Hang) aklın insana özenle sunduğu tüm kuralları kuşkuya düşürmeye ve yok etmeye çalışır. Bu durumdan ancak "ampirik-pratik aklın" tam bir eleştirisiyle kurtulabiliriz.

İnsan doğasının ikili yapısından kaynaklanan ve sıradan insan aklının kültürleşmesiyle ahlak felsefesinin tam merkezinde ödev ile eğilim arasında gerçek bir çatışma olarak ortaya çıkan doğal diyalektik, insanlık tarihinin başlangıcında "doğa" ile "özgürlük", din sahasında "kötüye yönelim" ile "iyiye yönelik insan tabiatı", toplumda ise "bireyselliğe yönelim" ile "toplumlaşmaya yönelim" olarak kendini göstermektedir. Bu sebeple o, çok farklı açılardan ve değişik soruların ışığı altında yorumlanmaya muhtaçtır. Yazımızda pratik sahadaki tüm çatışmalar "pratik aklın antagonistik diyalektiği" kavramı altında bir çözüme kavuşturulmaya çalışıldı ve "doğal diyalektik" deyimi (en geniş anlamıyla) de bunun için sıkça kullanıldı. Her an göz önünde bulundurulması gereken bir diğer nokta da, pratik çatışmanın Kant'ın ahlak felsefesini, ahlak yasasının açık bir şekilde belirlenebilmesi ve böylece de kendi kendisiyle çelişkiye düşen aklın yeniden huzura kavuşması için, iradeyi belirleyen akla ve deneye dayalı nedenler arasında şekli ve yöntemsel bir ayrıma sürüklüyor olmasıdır. Böylece pratik çatışma, Kant'ın pratik felsefesiyle ilgili çeşitli eserlerinde ve değişik boyutlarda, doğal diyalektik kavramıyla sınırlandırılan "salt pratik aklın diyalektiği"(en yüksek iyi) nin çatışkısı ve Salt Aklın Eleştirisi"ndeki diyalektik kavramına paralel olarak kısmen farklı yorumlanmış olan "antagonistik diyalektik'le mukayeseli bir şekilde ortaya konmaya çalışıldı.

Yukarıda da vurgulandığı gibi, bu araştırmanın öncelikli ödevi pratik aklın doğal diyalektiğini bir yandan her yönüyle değerlendirmek, diğer yandan de onun tüm pratik saha için taşıdığı anlamı, diyalektik kavramının gerçek çıkış ve belirlenim noktası olması dolayısıyla, salt spekülatif akim diyalektiğinden hareketle, bütünüyle ortaya koymak olduğundan, Kant'ın felsefi sistemini ana hatlarıyla kısaca hatırlatmak istiyorum: Bir yandan Kant felsefesini Kopernik'in fizik sahasında yaptığı devrimle mukayese edebiliriz; teorik felsefe açısından bakıldığında bu, varlık ve düşünce arasındaki ilişkiye o zamana kadar geçerli olan anlayışa tam ters bir yaklaşımdır, yani bundan böyle nasıl düşünülmesi gerektiğini anlığa nesneler dikte etmeyecek, bilakis salt anlık fenomenlere kendi yasalarını verecektir; pratik felsefe açısından ise bütünüyle yeni bir temellendirme, yani ahlakı bağımsız bir prensibe dayandırma ve buradan hareketle ahlak felsefesini özerklik ilkesiyle tamamlayarak ve onun üzerine de dini bina ederek ahlak ve din arasındaki ilişkide yeni bir kavrayıştır. Diğer yandan Kant felsefesini, metafizik sistemler arsındaki kadim kavganın bir devamı, "eleştiri felsefesi" (Kritisizm) olarak adlandırmak mümkündür. Bir bakıma çatışmanın varlığı eleştiriyi kaçınılmaz kılıyor, çünkü ilk önce bu çatışma vasıtasıyla onu var eden şeyi, yani yanılgı veya kuruntunun, boş bir görünüşün (Schein) nedenini araştırmak ve şayet mümkünse onu kaldırmak mümkün oluyor.

"Eleştiri" dogmatik-rasyonalizm ile duyusal-deneysel şüpheciliğin birbiriyle çelişen yönleri arasında bir uzlaşı arayışıdır. O yanılmanın gerçek nedenini tespit ediyor ve her ne kadar akim doğal diyalektiğini ortadan kaldıramıyorsa da, en azından onun doğuracağı olumsuz sonuçlan tasfiye etme imkanını bize sunuyor. "Diyalektik" böylece hem bu çatışmanın, hem de ilkin bu çatışmayı tespit eden sonra da ondan kaynaklanan yanılmayı kaldırmaya çalışan eleştirel yöntemin adıdır.

Kant bu anlayış çerçevesinde duyu ve anlık, özgürlük ve doğa zorunluluğu arasında kesin bir ayrım yapıyor. Bütünüyle benzer bir açıdan çatışma eleştirel ahlak felsefesi sahasında ortaya çıkıyor. Duyusal eğilimler, yani "mutluluk" ve akıldan kaynaklanan "ödev" ahlak felsefesinin çatışan taraftarlarını oluşturuyor. Teorik sahada saf spekülatif akla uygulanan eleştiri, pratik sahada "şartlı ampirik akla" yöneliyor. Bu eleştiri "bilgelik öğretisini" "bilim" olarak tesis etme amacını güdüyor. Pratik felsefe bu bağlamda aklın gerçek sahasıdır, çünkü akıl burada düzenleyici (regulativ) ve deneye bağımlı değil, kurucu (konstitutiv) ve kanun koyucudur.

Bu kısa açıklamanın ışığı altında pratik aklın antagonistik diyalektiğini şu şekilde anlamak mümkün: Eylemek durumunda olan insan akıl ile doğası arasında bir savaş hali yaşamaktadır. Duyusal doğası salt akla karşı bir "engel", özgürlük eylemine karşı bir "muhalif oluştururken, özgür akıl veya ahlak yasası da zorunlu doğa yasasına, duyusal güdü ve eğilimlere karşı durmaktadır. Böylece pratik sahadaki çatışmanın nedeni ya "empirik" bir ilke, yani bütün istek ve eğilimlerin bir toplamı olarak "mutluluk" ya da salt, rasyonel bir ilkedir. Bir akıl varlığı olarak insanın iradesi yalnızca saf akıl tarafından sunulan ahlak yasasına bağlıdır ve bu durumda da o özgür ve özerktir, akledilir (intelligible) dünyaya aittir; duyusal bir varlık olarak ise onun iradesi doğa zorunluluğuna bağlıdır ve duyulur dünyâya ait bir varlık olarak da "eğilimin öznesi"dir. Ancak burada "eğilim" ile kastedilen insan doğasının duyusal varlığı değil, çünkü o kendiliğinden "iyi"dir ve bu yüzden de nötrdür, ahlak yasasına karşı olan şeydir. Başka bir ifadeyle duyu ve eğilimler pratik sahada da aklın kendi kendisiyle çelişkiye düşmesinin (Vernünfteln) veya "kötü" eylem için sorumlu tutulamazlar. Bu durumda ayartıcı olan, ahlak yasasının saflığını bozan, iradeyi aklın genel geçer nesnel buyrukları istikametinde değil de, kendi duyusal, öznel ve bencil arzularına göre yönlendirmek isteyen şey, sıradan insan anlığı tarafından ortaya konulan "yargı"dır, dolayısıyla Kant ayartıcı meyil (Hang) veya ödevin karşısına koyduğu ve doyurulması mutluluk demek olan eğilim (Neigung) ile gerçekte ikileme, kuşkuya düşürücü bir yargıyı kastetmektedir. Doğal bir diyalektikten ancak, "aklın daima ağırlığını hissettireceği yalın bir çatışmanın (Antagonismus) ötesinde, eğer her biri pratik akıldan kaynaklanan birbirine denk iki argümanın çatışkısı (Antinomie) gerçekleşirse söz edilebilir. Yani doğal diyalektik ne yalın eğilimin ne de mantık kurallarına riayetsizliğin bir eseridir, aksine birbirleriyle çatışan partilerin, yani "sıradan insan anlayışı" veya "empirik pratik akıl" ile "salt pratik aklın" çelişkisinin bir eseridir. İnsan doğasının ikili yapısından kaynaklanan bir çatışmanın da "sözde", "göstermelik" yahut gelip geçici olması, mantık kurallarının veya yargı gücünün doğru kullanılmasıyla bütünüyle ortadan kalkması mümkün değildir.

Özetlemek gerekirse, ödev ile mutluluğun birbirlerine zıt amaçlarının çatışmasından veya başka bir ifadeyle, "empirik-pratik aklın" "salt pratik aklın" yerini almak istemesinden kaynaklanan "pratik yanılgı" (praktische Schein) insanda bir "ikileme" yol açarak aklı karşılıklı kavgalaşan taraflar arasında kendi kendisiyle şüpheye düşürmektedir.

Çatışma yalnızca iradeyi belirleyen sübjektif ve objektif nedenler arasında değil aynı zamanda çok çeşitli empirik faktörler arasında da vuku bulmaktadır. Çünkü iradeyi belirleyen bütün ampirik nedenler mutluluk ilkeleridir ve bu halleriyle de birbirleriyle rekabetimsi bir çatışma halindedirler. Ancak mutluluk ilkesinin ahlak yasasından kesin hatlarla ayırdedilmesi Kant'ın da belirttiği gibi ikisinin "karşı karşıya getirilmesi" demek değildir. Salt pratik aklın istediği kişinin mutluluk taleplerinden bütünüyle vazgeçmesi değil, aksine yalnızca ödev söz konusu olduğunda mutluluğu dikkate almamasıdır. Bazen mutlu olmaya çabalamak, onun yokluğu görevlerimizi yerine getirmeye mani olacağından, ödev olabilir; ancak mutluluğu sürdürme eğilimi hiçbir zaman doğrudan doğruya ödev olmadığı gibi bir ödev ilkesi de olamaz.

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP