PERSONALİZM

BİLÂL DİNDAR

Amacı kâinatı ve insanı, kısaca "varlık"ı bilmek ve açıklamak olan felsefe nin menşei konusunda değişik görüşler vardır. Bir kısmına göre felsefe sistemsiz bir şekilde de olsa Doğu'da, diğerlerine göre ise "Yunan mucizesi" (!) olarak Batı Anadolu'da Milet şehrinde Thales ile ortaya çıkmıştır. Bu iki farklı görüşü Niestsche şu şekilde uzlaştırmaktadır.: Yunanlılara tamamen yerli (otokton ) bir kültürü maletmek kadar delice bir düşünce de olamaz: onlar, kılıcı, başka bir milletin bıraktığı yerden alıp ileriye atmasını bildikleri içindir ki, bu kadar ilerlemişler"

llkçağ'da kosmos'u (kâinat) kendilerine konu yapan kosmolojik dönemin filozofları Fisagorcularla dolaylı da olsa Parmenides müstesna insan problemini ele hiç almadılar. Anthropolojik dönemde felsefenin konusu artık anthropos (insan) oluyor. Sofistlerden Protagoras "insan her şeyin ölçüsüdür" (Panton Krematon Metron Antropos) sözü ile aslında insanı incelemekten daha çok kendi şüpheci bilgi nazariyesini açıklamaya çalışıyordu. Sokrates, düşüncesi ve yaşayış şekliyle insanlara insanlığı öğretip, kendilerini tanımaya yardımcı oluyordu. Bundan dolayı, kendisi için felsefeyi gökten yere indiren filozof denmiştir. Sokrates'in öğrencisi Platon, ve onunda öğrencisi Aristoteles kosmos'un yanı başında anthropos'u da araştırarak kendi sistemlerini kurdular.

Platon, insanın doğuştan her şeyin ideasini bildiğini söylediğinden idealizmin ilk kurucusu olarak kabul edilebilir. Ayrıca, ideler aleminin gerçekten varolduğunu (tartışma konusudur) söyleyerek Ortaçağ'da polemiği yapılacak olan realizmin de ilk taslağını çizen filozoftur. Aristoteles ise, özellikle bilgi teorisi konusunda tikelden kalkarak genele yükseldiğinden çok tenkit edilmiş olmasına rağmen ilk deneyci (empiriste) düşünürdür. Böylece, yukarıda söylenildiği gibi , ortaçağda ki kavramlar tartışmasında realizmin en büyük muhalifi olacak olan Nominalizmin (adcılık) ilk tohumlarını Aristoteles'te gördüğümüzü söyleyebiliriz. Ayrıca, Nominalizmin idelazimin zıttı olan materyalizme yakınlığı ileri sürülebilinir.

Felsefe tarihi zıt iki büyük sisteminin; idealizm ile materyalizmin değişik anlatımları, veya bu ikisinin uzlaştırılma çabası ile doludur, idealizmin, Fichte'nin deyimi ile " ben " , materyalizm ise "ben olmayan"a öncelik verir.

"Düşünüyorum o halde varım" diyen Descartes'a "varım o halde düşünüyorum" şeklinde cevap veren Gassendi, esasında XVII. yüzyılda Descartes'in idealizmine karşı materyalizmi savunuyordu. XVIII. yüzyılın aşırı rasyonalizmi XIX. yüzyılın positivizmi ile mutlak determinizmini hazırladı. Positivizm determinizim ilkesi ile bütün problemleri çözebileceğine inanıyordu. Positivizmin kurucusu olan Auguste Comte, 1851 yılında dostu Tholouze'a söyle yazıyordu: " şundan eminimki 1860'tan önce Notre-Dame'da Pozitivizmi gerçek ve mükemmel bir din gibi vazedeceğim" Fakat, aynı Augusta Comte, 1854 tarihinden itibaren her cumartesi hırstiyanlık usulüne göre ibadetini yaptığı Paris'teki Saint - Paul Kilisesinin önünde, vefatında birkaç dakika cenazesinin durdurulmasını vasiyetnamesine ilâve etmekten kendisini alamıyordu. 1857 yılında bu isteği yerine getirildi. Aynı yıllarda Rus edebiyatçısı Tolstoy "Tanrım bana iman ver ki, onu bulmaları için başkalarına da yardım edeyim" şeklinde Tanrı'ya dua ediyordu. Şu halde , Positivizm de determinizm ilkesi ile her şeyi çözemiyordu.

Karl Marx'a göre insanın varlık sebebi, varolma hakkı, yalnız toplumun maddi faydacılığı içindir. Marksizmde insan için iki türlü uğraşı vardır; biri sınıf kavgası adı verilen insanın insan ile, diğeri ise iş diye adlandırılan insanın tabiat ile olan kavgası Marksistlere göre bu iki kavganın neticesinde insanlığın kendisi ile uzlaşması ortaya çıkacak, ve insan tabiata olağanüstü bir şekilde egemen olacaktır. Marksist insan işçi insandır. Marksizmde iş ve üretim taassubu yani, tabiata egemen olma ve dünyayı fethetmek taassubu vardır. Marksistler için tek bir politik parti vardır, o da komünist partidir. Marx'a göre çeşitli sosyal sınıfları bulunan devletlerde birçok partilerin mevcudiyeti normaldir, çünkü, her bir parti temsil ettiği sosyal sınıfının hakkını koruyacaktır. Oysa, yine Marx'a göre, gerçek demokratik rejimlerde, sosyalizmin kuruluşundan sonra artık yalnız tek bir parti olur. Zira, pratik olarak çeşitli sınıflar artık söz konusu değildir. Bundan böyle partinin dışında hiç bir gerçek yoktur. Toplumda gerekli olan sosyal değişiklikleri artık yalnız bu parti gerçekleştirilebilir. Ferdin görevi böyle bir politik parti için kendini feda etmektir. Bu anlayışytaki politik partilerde fertlere tanınan biricik hürriyet te partiye üye olma ve katılma hürriyetidir.

Kendi kendine açılma ve kendini anlatma anlamında olan Fransızcadaki "exister" fiilinden türetilmiş olan egzistansializmin (varoluşçuluğun) esas problemi; benim için varlık, başkası için varlık nedir? Bütün varolanların varlığı nedir? genel olarak varlık nedir? sorusudur.

Kaçınılmaz ölüm problemi ile ilgilenen ve bu problemin ortaya koyduğu sıkıntıların şuuruna varan inkarcı voroluşçulara göre insan gücünü ve anlamını Tanrı'dan değil, kendi iç benliğinin yaşamında bulmalıdır. Oysa, böyle bir insan yeryüzüne atılmış zavallı bir mahluktur.Kısaca değinildiği gibi Marx'in koyu materyalizmi ile varoluşçuların sübjektif felsefeleri "insan" problemini çözemediği gibi Kierkegaard ile Nietzsche'nin felsefeleri de, çözülmesi zor hatta imkansız olan bu meseleyi çözemiyorlar, ve XX. yüzyılın insanını ekonomik ve ahlâki bunalımdan kurtaramıyorlar.

Batı'da Amerikan borsaların iflası ile ortaya çıkmış olan 1929 yılının büyük ekonomik bunalımından sonra Fransa'da "İnsan problemi"ne yeni bir yaklaşım getiren başka bir görüş ortaya atıldı. Marksizm ile varoluşçuluğu uzlaştırmaya çalışan bu görüş "Personalizm"dir. Bu görüşün sahibi olan Emmanuel Mounier (1905-1950), dostları ile birlikte 1932 den itibaren çıkarmağa başladığı "Esprit" dergisinde ve kendi eserlerinde personalizminin temel unsurlarım anlattı.

Mounier'ye göre materyalistler maddi hayatın manevi yönünü, spiritualistler ise manevi hayatın maddi yönünü unutuyorlardı. Oysa, "Bir kişi, hiçbir zaman bir başka kişi veya toplum için araç olarak ele alınamaz" ve "Hayatın ve varlığın anlamını yitirdiği umutsuzluk felsefesi" olan varoluşçulukla da "insanın kendisi ve tabiat ile olan uzlaşması" açıklanamaz. Hulâsa; personalizm individualizm ile aşkınlığı ve iç âlemi unutan metaryalizm ve ruh hakkındaki gevezeliklerle sosyal imkanlar gerçeğini örten spiritualizminin muhalifidir.

Mounier personalizminin gayesi sübjektiviteyi inkar eden Marx ile objektiviteyi önemsemeyen Kierkegaard'ı uzlaştırmak değildir. Ayrıca, Mounier XX. yüzyılın gayretinin materyalizm ile egzistansislizmin uzlaştırmak olmadığını, onların artık karşı karşıya gelemedikleri yerde, birlikte çıktığı kaynağa doğru, her ikisinin de uğradığı farklılaşmaları aşarak uzlaşmak olduğunu söylüyor. "O halde personalizm, ne materyalizmde ne de sübjektivizmde donuklaşmıyarak onların kıskaçları altında çağdaş iki başkalaşıma karşı eksiksiz olarak insanın uzlaşmaya doğru yönelmesini istemektedir" Kısaca, Mounier'in yapmak istediği şey realizm ile idealizmi uzlaştıran bir humanisma'yı bulmaktır.

Felsefe Tarihinde değişik filozoflar tarafından farklı anlamlarda kullanılmış olan personalizm, Mounier'de özel bir ifade taşımaktadır. Alexis Carrel'in deyimleriyle söyleyecek olursak; Mouier, personalizminde. insanın tekrar yücelmesi için onun kendini yeni baştan inşa etmek zorunda olduğunun farkındadır ve bu yenileşmeyi acı çekmeden insanın yapamayacağını, çünkü onun (insan) hem mermer, hem de heykeltıraş durumunda olduğunu bilmektedir.

Mounier fert(individu) ile kişi (personne) kelimelerine değişik anlamlar vermektedir. Kişi, kendisini ön plana çıkarmayıp, başkasına uyabilen bir varlık olduğu halde, Mounier'ye göre fert, bencilce bir güvence isteyen, kendi üzerine dayanan, başkasından ayrılan, ayrılmakla kalmayıp başkasına karşı koyan kapalı bir varlıktır.

Etrüsk kaynaklı "Phersu" kelimesi Lâtincede "Persona" şeklini almış, oradan Fransızcaya "Personee" şeklinde geçmiş. Lâtincedeki "Persona" kelimesi uzun zaman "maske" anlamında kullanılmış, daha sonra maske giymiş bir tiyatro oyuncusunun sahnede oymadığı "rol" anlamında kullanılmış. Bu kelimenin Arapça karşılığı olan "şahasa" Türkçeye "kişi" anlamındaki "şahıs" şeklinde geçmiştir.

Kişi, önceden olmuş bitmiş bir şey değildir. O, bir eseri ortaya koyarak kendini bulur ve olgunlaşır. Bu olgunlaşmada da kişi bir san'at eseri, zamanla icra edilen bir senfonidir. "Kişi, taşınmayan bir bina değildir, o, devam eder, hayatı boyunca kendini sınar. Gerçeği söylemek gerekirse o, taşınmayan binadan daha çok müziğe ait bir gelişmeye benzer, çünkü o, zaman dışında kendini göstermez" Kişi yalnız kendisine bakılan ve parçalara ayrılan bir eşya değildir. O, objektif dünyaya yeni bir yön vermenin bir odak noktası olduğuna göre farklı sahalardaki oluş biçimlerini aydınlatmak için kişi tarafından oluşturulmuş dünyada bize çözümleme yapmak kalıyor. Şurası unutulmamalı ki kişilerin değişik alanlardaki oluş biçimleri aynı gerçeğin farklı sonuçlarıdır. Her bir kişinin sürekli olarak başkalarıyla ilişiği vardır. Kısaca, kişi yalnız başkasına yönelmiş olarak vardır, başkalarının aracılığı ile kendini tanır ve yalnız başkasında kendini bulur.

"Kişi" kelimesinin anlamını "fert" kelimesinin anlamından kesinlikle farklı gören Mounier felsefesi "Başkasının bakışı şeklimi obje olarak değiştiriyor ve ben sıra ile onu objeleştirerek kendimi koruyabiliyorum" ve "Cehennem başkalarıdır" gibi düşüncelerin sahibi olan inkarcı varoluşçu J.P. Sartre'ın felsefesi gibi pesimist bir felsefe değildir. Aksine, Mounier'ye göre bakışın varlıkların ve eşyanın hareketini tayin etmek için önemli bir yeri vardır, fakat, beni eşya yapacak kadar değil. Bu önemli yardımın arkasında bakış, kişisel varlık üzerine direkt açılan bir penceredir, kişiden kişiye olan yardımlaşmanın ana yoludur. Beni eşyalaştırmayan başkasının hazır oluşu çoğu zaman iyiliğin kaynağı ve kuşkusuz ortaya koyma(yaratma) ile yenilenme için zorunludur. Mounier, karamsar J.P. Sartre gibi kişiler arasında aşılması zor engeller koyar. Mounier'ye göre başkalarının dünyası eğlence bahçesi değil, aksine kişi için ilgi ve kendini aşmada bir ölçüdür. Egoizmi zayıflatmanın bir yolu da başkasını düşünmektir. Egoist bir fertte ise içgüdünün bir türü de etrafındakileri kendisine basit bir ayna gibi eşyaya indirgemeye ve onları sürekli olarak inkar etmeye veya zayıflatmaya yarar. Kişi yalnız başkasına yönelmiş olarak vardır, başkası aracılığı ile kendini tanır ve yalnız başkasında kendini bulur. Kişi, yaradılışı ve yönelişi gereği olarak sevgidir.

Kişi anlamındaki "personne" kelimesi karakter anlamınada gelir. Kişi tarif edilemez, çünkü yalnız insanın dışında olan ve insanın bakışına muhatap olan şeyler tarif edilebilirler. Oysa ki, kişi bir obje değildir. "Kişi ne başka şeyler gibi dışarıdan tanıdığımız bir obje, ne de dünyanın olağanüstü şeyidir. O, tanıdığımız, aynı zamanda içeriden şekillendirdiğimiz tek gerçekliktir. Her yerde vardır, hiç bir şeyle sınırlanmamıştır".

"Matematikçilerin yanılgısı, Engels diyor, bir ferdin yalnız bütün insanlığının sürekli tekamülünde yapılabildiği şeyi ferdin kendi adına gerçekleştirebilire inanması oldu. Bizde cevap veriyoruz ki, marksizmin ve faşizmin yanılgısı her insanın şahsi aleminde tek başına üstlenebileceği ve üstlenmeye mecbur olduğu şeyi, milletin veya devletin veya insanlığın kollektif olgunlaşmasında üstlenebilir ve üstlenmeye mecbur olduğuna inanmalarıdır."

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP