DÜNYA YURTTAŞLIĞI AMACINA YÖNELİK GENEL BİR TARİH DÜŞÜNCESİ - 2

Yedinci Önerme

Yetkin bir yurttaşlık anayasasının yapılması sorunu, başka devletlerle yasal, ilkeli bir dış ilişki sorununa bağlıdır ve bu ikincisi çözülmeden birincisi de çözülemez. İnsanlar arasında ilkelere dayanarak kurulacak bir anayasa için çalışmanın, yani bir devletler topluluğu planlamanın yararı nedir? Bunu gerektiren toplumdışılığın kendisi öyle bir duruma yol açar ki, bu durumda her ortak yapı dış ilişkilerinde (yani başka devletlerle ilişki kuran her devlet) sınırsız özgürlüğe sahip olur. O zaman bu devletler, daha önce bireyleri baskı altında tutmuş ve onları ilkeli bir yurttaşlar devleti kurmaya zorlamış olan aynı kötülükleri birbirlerinden beklerler. Böylece doğa, insanların toplumdışılığını, hatta onların kurduğu büyük toplulukların ve devletlerin toplumdışılığını, yine onların kaçınılmaz antagonizmi sayesinde bir huzur ve güvenlik durumuna erişmeleri için araç olarak yeniden kullanmış olur. Savaşlar, yoğun ve durmak bilmeyen askeri hazırlıklar ve bu yüzden barışta bile her devletin duyduğu tedirginlik, —işte bunlar doğanın araçlarıdır: ulusları önce yetersiz girişimlere, ama sonunda, birçok sarsıntı ve yıkıntıdan, hatta güçlerinin tamamıyla tükenmesinden sonra, bu acı tecrübeler olmadan da aklın göstermiş olabileceği yönde adım atmaları için onları zorlayan doğanın kullandığı araçlardır. Aklın gösterdiği yön, yasasız vahşilik durumundan çıkmak ve bir halklar federasyonuna girmektir. Bu federasyonda her devlet, en küçüğü bile, güvenliğini ve haklarının verilmesini kendi gücünden yahut kendi hukuki yargısından değil, yalnızca bu büyük federasyondan (Foedus Amphictyonum), birleşmiş bir güçten, birleşmiş bir iradenin yasal dayanaklı, ilkeli kararlarından bekleyebilir. Bu düşünce ne kadar fantazi görünse de —Abbe St. Pierre ve Rousseau bunu ileri sürdüklerinde (belki de gerçekleşmesinin pek yakın olduğunu düşündüklerinden) alaya alınmışlardı—, yine de insanların birbirine verdiği sıkıntıların kaçınılmaz sonucudur. Çünkü bu sıkıntı, devletleri (onlar için ne kadar zor olsa da) insanın vahşi durumunda aynı isteksizlikle almak zorunda kaldığı kararın, yani hayvansal özgürlüğünü reddetmek ve ilkeli bir anayasayla huzur ve güvenlik arama kararının aynısını almaya zorlar. Buna göre bütün savaşlar (insanların niyetiyle değil, doğanın niyetiyle), devletler arasında yeni ilişkiler kurmak ve eski yapıları yıkarak, en azından dağıtarak yenilerini kurmak için girişimlerdir. Fakat bu yeni yapılar da, gerek kendi başlarına gerek birbiri yanısıra hayatlarını sürdüremeyeceklerdir ve buna benzer türde devrimlerden zorunlulukla geçeceklerdir. Sonunda, kısmen içte yurttaşlar anayasasının en iyi şekilde düzenlenmesiyle, kısmen de ortak dış anlaşmalar ve hukuk düzeniyle, bir uluslar topluluğunu andıran, otomat gibi işleyebilen bir toplum yaratılacaktır.

Şimdi üç olanak varsayalım. Birincisinde, devletler Epikuros'un etkin sebeplerin birlikte gidişi düşüncesinde küçük madde parçacıklarının rastgele çarpışması gibi çarpışarak çeşitli biçimler alsınlar; bu biçimler de yeni çarpışmalarla yeniden bozulsunlar ve en sonunda değişmeden kalan bir biçime bu rastlantılar sonucu olarak girsinler (pek olamayacak şanslı bir rastlantı). İkincisinde, doğa insan türünü hayvanlığın aşağı düzeyinden insanlık durumuna doğru yavaşça çıkarırken düzgün bir yolda yürüsün; bunu yaparken insanı, gene insana ait bir sanatı kullanması için zorlasın ve böylece onun özgün yeteneklerini görünüşteki bu düzensizlik içinde tam bir düzenle geliştirsin. Üçüncüsünde, insanlar arasındaki bu eylemlerden ve karşı eylemlerden hiçbir şey yahut akla uygun hiçbir şey çıkmasın, her şey eskiden beri olduğu gibi kalsın ve böylece türümüz için pek doğal olan uyumsuzluğun, ne kadar uygar durumda olsak da, bizi bir cehennem dolusu kötülüğe sürükleyip sürüklemediğini önceden söylemek olanaksızlaşsm; ve doğa, barbarca bir yıkımla, şimdiye kadar ulaşılan bu uygarlık durumunu ve bütün kültür ilerlemesini yerle bir etsin (insan, kör rastlantının buyruğu altındaki böyle bir yazgıdan kendini koruyamaz ve aslında bu durum yasasız özgürlük durumuyla özdeştir; biz de, yasasız özgürlüğün, doğanın bilgeliğince gizlice yönetildiğini varsaymazsak hep özdeş kalır). Bu üç olanak şu sorudan doğar: doğa düzeni, parçaları bakımından erekli ama bütün olarak ereksiz midir?

Vahşiliğin ereksiz durumu insanların doğal yeteneklerinin gelişmesini geri bıraktırılmışsa da, sonunda onları, bulaştırdığı kötülükler sayesinde bu durumdan çıkmaya ve uyuyan yeteneklerinin uyanıp gelişebileceği bir yurttaşlık anayasallığına girmeye zorladı. Aynı şey, kurulagelmiş devletlerin barbarca özgürlüğü için de geçerlidir; çünkü doğal yeteneklerin tam gelişimi burada da her yurttaşlar devletinin bütün kaynaklarını başkalarına karşı silahlanmak için harcamasıyla ve savaşın sebep olduğu yağmalarla —ama en çok da savaş için daima hazır olma zorunluluğuyla— geri bıraktırılırken, bundan doğan kötülüklerin yararlı bir etkisi olmuştur da. Bu kötülükler insan türünü, özünde sağlıklı olan ve devletlerin özgürlüklerinden dolayı meydana gelen devletler arası düşmanlığı düzene sokacak bir denge yasası bulmaya zorlar. İnsanlar birleşmiş kuvvet durumunu, dolayısıyla da genel siyasal güvenlik sağlayan dünya yurttaşlığını oluşturarak bu denge yasasını güçlendirmek zorunda kalırlar. Bu güvenlik durumu tehlikeden bütünüyle arınmış' değildir, çünkü bu durumda insanın gücü gevşeyebilir; ama bu durum aynı zamanda bu güçlerin eylemlerini ve karşı eylemlerini yöneten bir eşitlik ilkesinden de yoksun değildir. Bu olmazsa birbirlerini yok ederler. İnsan doğası, gelişiminde yarı yola henüz varmışken, bu son adımı, devletlerin birleşmesi adımını atmadan, dıştan bakıldığında bolluk ve bereket gibi görünen en büyük kötülüğün üstesinden gemek zorundadır; ve eğer biz, türümüzün aşması gereken bu son aşamayı hesaba katmayacak olursak, Rousseau'nun vahşilik durumunu yeğlemesi pek de haksız görünmez. Biz sanat ve bilimle yüksek bir kültür düzeyine ulaştık. Her türlü toplumsal kibarlık ve edeplilikte aşırı ölçüde uygarız. Ama biz kendimizi ahlakça olgun sayabileceğimiz noktanın henüz çok uzağındayız; çünkü ahlak idesi kültürde bulunmakla beraber, bu idenin, ahlâkın yalnız görüntülerini kapsayan uygulanışı —şan, şeref, saygınlık gibi— sadece uygarlığı oluşturur. Devletler bütün kaynaklarını şiddete dayanan ve boşuna olan yayılma tasarıları uğruna kullandıkça, zihinlerini eğitnıek isteyen yurttaşlarının yavaş ve emek dolu çabalarına durmadan engel oldukça ve hatta onlardan bu çabaları için tutundukları bütün destekleri çekip aldıkça bu yönde hiçbir ilerleme beklenemez. Her yurttaşlar toplumunda eğitim için uzun ve dikkatli çalışmaya gerek vardır. Ama ahlakça iyi bir düşünce tarzıyla aşılanmamış bütün iyilik girişimleri, hayalden ve dıştan parlak görünen sefaletten başka bir şey değildir. İnsan türü, siyasal ilişkilerinin karmakarışık durumundan, benim tasvir ettiğim şekilde çıkmayı başarana kadar kuşkusuz bu durumda kalacaktır.

Sekizinci Önerme

İnsan türünün bütün tarihi, doğanın gizli bir planının gerçekleşmesi olarak görülebilir. Bu plan içte —ve aynı amaçla dışta da— yetkin bir anayasayla insanlığın bütün doğal yeteneklerinin gelişebilmesini sağlamaktır. Bu önerme bir önceki önermeden çıkar. Felsefenin hiliastik ( "Hiliazm"a, yani kıyametten önce İsa'nın dürtyaya dönüp bin yıl hükmedeceği umuduna, beklentisine ilişkin.) umutları olduğunu anlayabiliriz; ama bu umut, gerçekleştirilmesi uzak ve dolaylı da olsa, dayandığı idenin bilgisiyle çabuklaştırılabüecek türdendir; bu yüzden de baştan aşağı hayal ürünü değildir. Bunun gerçek sınaması, tecrübenin, bu tür erekli bir doğal süreci keşfedip edememesindedir. Kanımca bunun birazı keşfedilebilir, çünkü bu olaylar döngüsü, kapanıp tamamlanması için öyle uzun bir zaman alır gibi görünüyor ki, insanlık şimdiye dek bunun ancak küçük bir kesiti üzerinden yürüyüp geçmiş olduğundan, döngünün bütün biçimini, bölümlerin bütünle bağlantısını belirleyecek durumda değiliz. Bunu belirlemek, güneşimizin, uydu kümeieriyle beraber bu geniş, sabit yıldızlar sisteminde izlediği yolu, şimdiye dek elde edilen astronomi gözlemlerinden kalkarak belirlemekten daha kolay değildir. Evrenin bir sistem olduğu genel öncülünden ve gözlemle edinilen pek az bilgiden kalkmış olsak da, bu çeşit bir hareketin gerçekte varolduğu çıkarımını yeterli kesinlikle yapabiliriz. İnsan doğası kendi türünü son olarak etkileyebilecek en uzak çağa bile ilgisiz kalamayacak bir yapıdadır, yeter ki bu çağ kesinlikle beklensin. Ve şimdiki durumda ilgisiz kalmak daha da güçtür, çünkü öyle görünüyor ki biz, akla dayanan tasarılarımızla, sonraki kuşakların bağrına basacağı bu çağın gelişini hızlandırabiliriz. Bu sebepten, onun yaklaştığına dair en zayıf belirtiler bile bizim için son derece önemli olacaktır. Devletler arası ilişkiler şimdiden öylesine içice geçmiştir ki, kendi kültürünü ihmal eden her devlet diğer devletler üzerinde etki gücünü yitirmek zorunda kalır. Doğanın amacı çeşitli devletlerin tasarılarıyla, hatta tutkularıyla (ilerletilmiş olmasa bile) en azından korunmuş olur. Ayrıca, bütün iş kollarına ve sanayiye, özellikle ticarete zarar vermeden yurttaşların özgürlüğünü kolayca bozmak olanaksızdır; bu yapılırsa devletin dış ilişkilerindeki gücü de azalacaktır. Ama bu özgürlük yavaş yavaş artmaktadır. Eğer yurttaş kişisel refahını başkalarının özgürlüğüyle bağdaşan bir biçimde seçme hakkından adıkonursa, genellikle iş kollarının canlılığı, dolayısıyla da bütünün kuvveti engellenmiş olur. Bu yüzden, kişisel eylemlere konan kısıtlamalar gittikçe gevşetilir ve genel din özgürlüğü verilir. Böylece —gaflet ve kapris zaman zaman işlere sızsa da— aydınlanma yavaş yavaş yükselir.

İnsan türü neyin kendi yararına olduğunu bir anlarsa, yöneticilerinin bencil genişleme çabalarından bile büyük yararlar elde edebilir. Ama bu aydınlanmanın ve bununla birlikte gelen, aydın kişinin tam olarak kavradığı iyi şeylere karşı kaçmılmazcasına duyduğu sempatinin, yavaş yavaş kıralların tacına doğru yükselmesi, hatta onların yönetim ilkelerini etkilemesi gerekir. Dünyanın şimdiki yöneticileri, kamu eğitim kurumlarıyla ve dünya uluslarının en üstün çıkarlarıyla ilgili şeyler için harcayacak paraları olmamasına karşın (çünkü her şey bir sonraki savaş için önceden hesaplanmıştır) yine de yurttaşlarının bu yöndeki çabalarına, bu çabalar ne kadar zayıf ve yavaş olsa da, hiç olmazsa engel olmamanın kendilerine yarar sağlayacağını anlayacaklardır. En sonunda, savaşan her iki taraf için sonucu pek belirsiz olan savaşın kendisi, zamanla oldukça yapay bir girişim haline gelmekle kalmaz, göze alınmayacak bir risk haline de gelir; çünkü savaş sonrası durumda devlet sürekli artan, ödemesi bitmez tükenmez ulusal borçlar (bu modern bir icattır) yükünü sırtında hisseder. Bundan başka, herhangi bir devletteki sarsıntının, kıtamızdaki, ticaret bağlarıyla hepsi birbirine sıkıca bağlı bütün diğer devletler üzerine etkisi öyle gözle görülür bir etkidir ki, diğer devletler kendi güvensizliklerinden dolayı, yasal otoriteleri olmasa da, arabulucu olmak zorunda kalırlar ve böylece de, geçmişte hiç örneği olmayan büyük bir siyasal yapıya dolaylı bir şekilde yol açarlar. Bugün bu siyasal yapı henüz kaba çizgileriyle varolmakla beraber, bütününü korumak herbirinin çıkarına olan bu yapının üyeleri arasında sanki bir duygu canlanıyormuş gibi görünüyor. Ve şu umut cesaret kazanıyor: birçok devrimlerden ve devrimlerin dönüştürücü etkilerinden sonra, doğanın en üstün amacı olan dünya yurttaşlığı düzeni, insan türünün bütün özgün yeteneklerinin içinde gelişebileceği dölyatağı olarak en sonunda gerçekleşmiş olacaktır.

Dokuzuncu Önerme

İnsanlığın yetkin bîr yurttaşlar birliği kurmasını hedef alan bir doğa planı uyarınca genel dünya tarihini işleyecek bir felsefi girişim olanağının bulunduğu, hatta bunun doğanın amacını da ilerletebileceği kabul edilmelidir. Eğer dünya olaylarının aklın bazı ereklerine uygun düşmesi şart koşulursa, bu olayarın nasıl gelişmesi gerektiğini gösteren bir düşünceye uygunca bir tarih yazmak garip ve ilk bakışta saçma bir öneridir. Böyle öncüllerden kalkarak ancak bir roman yazılır gibi görünüyor.

Oysa doğanın, insan özgürlüğünün rastgele oyunları içinde bile plansız çalışmadığı kabul edilirse, bu düşünce yararlı olabilir. Gerçi biz doğanın tasarısının gizli mekanizmasını kavrayabilecek kadar uzak görüşlü değiliz, ama başka türlü baktığımızda plansız bir karmaşıklık olarak kalacak olan eylemlerin, hiç olmazsa bütünüyle ele alındıklarında bir sisteme göre olup bittiklerim anlamamız için bu düşünce bir rehber olabilir. Nitekim eğer biz, kendilerininkinden daha eski bütün tarihleri ya da çağdaşı oldukları tarihleri tanıyan, yahut en azından onların inandırıcılığım kabul eden Grek tarihinden yola çıkarsak, sonra da Grek devletini içine sindiren Romanın siyasal yapısının düzgün ve bozuk biçimlenmeleri üzerine Greklerin etkisini izlersek, ve sonra da Romanın, onu yıkan barbarlar üzerine etkisini günümüze dek izlersek; en sonunda da, bu aydınlanmış uluslar sayesinde, üzerinde bilgi edindiğimiz diğer halkların siyasal tarihini eposlar tarzında bunlara eklersek, kıtamızın siyasal anayasalarında düzenli bir ilerleme buluruz (ve kıtamız bununla belki de bütün öbür kıtalara yasalar sağlayacaktır). Ayrıca, dikkatimizi her zaman yurttaşlık anayasaları, bunlardan türeyen yasalar ve devletlerarası ilişkiler üzerinde toplamalı ve bu etkenlerin, içerdikleri iyi şeyler sayesinde ulusları (onlarla birlikte sanatları ve bilimleri de) bir süre nasıl yücelttiklerini, canlandırdıklarını gözden kaçırmamalıyız. Ve tersine, içteki bozuklukların onları nasıl yıkıma sürüklediğini, ama yıkımla birlikte bir aydınlanma çekirdeğinin nasıl hep devam ettiğim, her devrimle daha da gelişerek bir üstteki gelişim basamağını nasıl hazırladığını gözlemlemeliyiz. Bütün bunların insan olaylarının karmaşık oluşumunu açıklamak ve gelecekteki siyasal gelişmeleri önceden söylemek için bize yön göstereceklerine inanıyorum. Gerçekten, insan tarihinden, bu tarih düzensiz özgürlüğün bölük pörçük ürünü olarak göründüğü zaman bile yararlanılmıştır. Ama biz bir doğa planı var sayarsak, daha büyük umutlar için dayanak buluruz. Çünkü böyle bir plan geleceğe güvenli bir bakış sağlar; doğanın, ektiği bütün çekirdekleri tam olarak geliştirebileceği, insan türünün, yazgısını bu dünyada gerçekleştirdiği bir duruma sonunda nasıl erişeceği bize şimdiden, uzaktan da olsa gösterilmektedir. Doğanın, belki de daha çok bir öngörüsün böylece haklı çıkarılması, dünya üzerinde düşünürken belli bir bakış açısı edinmede önemsiz bir itilim değildir. Çünkü, bütün diğer şeylerin ereğini kendisinde toplayan, en üstün bilgeliğin ortaya çıkmasında başlıca rolü oynayan insanlık tarihi, eğer bütün diğer şeyler karşısında sürekli bir kusur olarak kalacaksa, o zaman doğanın akıldışı olan alanında yaratılışın görkemini ve bilgeliğini övmeye, onu derinden düşünmeye ne gerek vardır? Böyle bir manzara bizi tiksintiyle uzaklaşmaya zorlar; bizi, onun ardında duran, tamamlanmış bir ereğin hiç bulunamayacağı umutsuzluğuna düşürüp bu amaca ancak başka bir dünyada erişeceğimiz umuduna yol açar. Apriori bir kuralı belli bir ölçüde izleyen bu genel tarih düşüncesini, aslolan, empirik tarzda yazılan tarihin yerine geçirmek istediğimi söylemek, niyetimi yanlış anlamak olur. Benim düşüncem sadece, tarihi iyi bilen felsefi bir kafanın değişik bir açıdan neye girişebileceği ile ilgilidir. Ayrıca bugün çağların birçok bakımdan övgüye değer ayrıntılı tarihi yazılırken, birkaç yüzyıl sonra yaşayacaklara devredeceğimiz tarih yükünü onların nasıl taşıyacakları sorusunu da getirerek herkesin ilgisi uyandırılmalıdır.

Gelecek kuşaklar, orijinal belgeleri çoktan kaybolmuş olacak en eski zamanların tarihini kuşkusuz yalnızca kendilerini ilgilendiren şeyler açısından, yani ulusların ve yönetimlerin dünya yurttaşlığı amacına ilişkin olumlu ve olumsuz girişimleri bakımından değerlendireceklerdir. Bunu aklımızdan çıkarmamalıyız ve yöneticilerle onlara hizmet edenlerin en uzak çağlarda bile onurla anılabilecekleri tek yolu kendilerine göstermek için onların tutkularını da gözlemlemeliyiz. Bu tutum, bu tür bir felsefi tarih yazmaya girişmek için bize küçücük bir itilim daha kazandırabilir.
1 | 2

1 Yorum

Adsız
6 Kasım 2017 17:21  

Metindeki yazım yanlışlarını düzeltip paylaşsaydınız keşke.

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP