ÇEVRE - AHLAK İLİŞKİSİ - 1
|
İbrahim ÖZDEMIR
GİRİŞ
Çevre-ahlak ilişkisi ve bu bağlamda ifade edilen çevre ahlakı yeni bir konu olup, ahlak felsefesinin bir alt dalı olarak ele alınmaktadır. Dünya çapındaki çevre sorunlarının ortaya çıkması ve insanın bunların üstüesinden gelme çabaları çerçevesinde ortaya çıktığı söylenebilir. Bu bakımdan, kendisinden önce ortaya çıkan tıb ahlakı, iş ahlakı vb. pratik ahlak kuramlarına benzemekle beraber, konuyla ilgili tartışmaların tarihi oldukça yenidir. Felsefecilerin konuyla ilgilenmesi ve çevre-ahlak ilişkisiyle ilgili tartışmalara katılmaları; konuyu felsefi ve eleştirel olarak ele almaları ise daha da yenidir. Ömer Naci Soykan'ın tesbitiyle "felsefe ve felsefeciler çevre sorunlarıyla ilgilenmekte gecikmiştir."
Her zaman bilimin önünde giden felsefe, her nedense bu sefer onun arkasında kalmıştır. Bunda biraz da baskın bilim anlayışı ve teknolojiye olan sarsılmaz inancın da rolü olduğunu düşünüyorum. Zira çevre sorunlarının ilk ortaya çıkışı II. Dünya savaşından sonraya rastlar. Ancak ilk çevreci hareketler 6O'lı yıllarda başlamakla beraber, esas yoğunluk ve büyük gösteriler 70'li yıllarda ortaya çıktı. Ancak bütün bu çevreci hareketlerin ve protestoların niteliğine bakıldığında olayın ahlaki boyutundan çok; teknoloji ve aşırı sanayileşme sorunu olarak ele alındığı görülür. Bu nedenle alınacak bazı yasal ve teknolojik önlemlerin veya daha az teknolojilerin uygulanmasıyla sorunun çözüleceği sanılıyordu.
Çevreci hareketlerin aynı dönemde siyasallaşmasının ve güçlenmelerinin de yine bununla ilgisi olduğunu söyleyebiliriz. Ancak 80'li yıllarda çevre sorunları olarak adlandırılan ve sadece doğal dengeyi değil, gerekli önlemler alınmadığı takdirde başta insanın bizzat kendi hayatı olmak üzere, tüm yaşamı tehdit ettiği ileri sürülen ekosistemdeki bazı sorunların daha derin boyutları üzerinde durulmaya başlandı. Yeni bir ahlak felsefesi geliştirmeye çalışan filozoflara göre "çevre sorunlarının kaynağını çevreye yönelik davranışlarımızı yönlendiren, evrene, insana, insanın evrendeki yerine, yaşamın anlamına ilişkin temel felsefi inançlarımız" oluşturuyordu.
Böylece ilk defa insan-doğa ilişkileri, insanın doğaya karşı tutum ve davranışlarının ahlaki boyutu vurgulanmaya başlandı. İnsan-doğa ilişkilerinin boyutları anlaşılmadan, bu boyutun mevcut sorunların ortaya çıkmasındaki etkileri tartışılmadan ortaya atılacak çözümlerin pek tutarlı ve yararlı olamıyacağı açıktır. Hatta daha çok bilim ve daha çok teknolojilerin ekonomik olarak da ek yükler getirdiği ileri sürülerek, zaten sınırlı kaynakları olan dünyamızın geleceği açısından konuyla ilgili ahlaki boyutun vurgulanmasının daha pratik ve makul olduğu görülmektedir. Schumacher'in konuyla ilgili şu tesbidleri aynı zamanda ahlaki boyuta da işaret ettiği için önemlidir.
Çevre kirlenmesine karşı savaşmak, doğanın yarattıklarını korumak, yeni enerji kaynakları bulmak ve banş içinde yaşamayı sağlayacak daha iyi işleyen anlaşmalara varmak amacıyla, daha çok kaynak seferber etmekle çağdaş dünyanın yıkıcı güçlerini "denetim altına alabileceğimizi" sanıyorsak, hakikatlerden kaçıyoruz demektir. Gerçi servet, eğitim, bilimsel araştırma ve daha birçok kaynak uygarlığa gereklidir; ama bugün en çok gerekli olan bu araçların hizmet edeceği amaçların yeniden bir gözden geçirilmesi ve değiştirilmesidir.
Başka bir ifade ile, insanın sahip olduğu dünya görüşü ve değer yargılarının çevresi ile olan ilişkilerinde temel belirleyici olduğunu vurgularsak bu görüşler araştırılmadan, tartışılmadan ve eleştirilmeden insanların görüş ve tavırlarını değiştirmenin mümkün olmadığı söylenebilir.
Çevre sorunlarının sadece teknolojik önlemler ve yasal düzenlemelerle çözülemeyeceğinin anlaşılması üzerine, sorunun ahlaki boyutunun önemi her kesimce kabul edilmeye başlanmıştır. Konuyla ilgili yayınlanan bir raporda "ortada ahlaki seçim yapma sorunu vardır"; ne kadar hesap yapılırsa yapılsın, tek başına yanıtları bulmaya yetmez... Dünyanın dört bir yanındaki genç insanların alışılagelmiş değerlerin geçerliliğini sormakta olmaları sanayi uygarlığından duyulan yaygın rahatsızlığın bir belirtisidir" demektedir. Bunun diğer bir örneği ise, BM'in önerisiyle hazırlanan Ortak Geleceğimiz adlı kitabın başında komisyon başkanı Gro Harlem Brundland'ın bütüncül yeni bîr ahlak için insanlığa çağrıda bulunmasıdır.
Bu ve benzeri çağrılarla çevre sorunlarının ahlaki boyutu tartışılmaya başlanmıştır. Aslında daha önceleri Leopold ve Schweitzer doğaya karşı daha saygılı yeni ahlak anlayışları ileri sürmelerine rağmen, gereken ilgiyi görememişlerdi. Ancak çevre sorunlarıyla beraber doğayla ilgili tutum ve davranışlarımız, bunları motive eden dünya görüşümüz ve temel değer yargılarımızla olan ilişkisi kabul edilmeye başlandı. Bunun sonucu olarak hem bilimsel modern dünya görüşü, hem de geleneksel görüşler tartışılmaya ve eleştirilmeye başlandı. Çevre ahlakı tartışmalarının hem positivist bilim anlayışının eleştirildiği ve eski itibarını yitirdiği, hem de post-modern durum denen, diğer kültür ve geleneklere daha hoşgörülü baktığını iddia eden bir zamana rastlaması rastlantı veya tesadüf değildir. Çevre-ahlak ilişkisiyle ilgili literatürün büyük çoğunluğunun son onlu yıllarda olmasının nedeninin de bu bağlamda düşünülmesi gerekir.
Kısaca, çevre sorunlarının dünya çapında bir bunalım haline gelmesi ve insanlığın geleceği için bir tehdit oluşturması üzerine, sorunun tüm boyutları vurgulanmaya başlanmıştır. Bu bağlamda insan-doğa ilişkilerinin meşruiyyet zemini ve tarihi boyutu; insan-doğa ilişkilerinin arkasındaki dünya görüşü/görüşleri tartışılmaya başlanmıştır. Geleneksel ahlak kuramlarında çevre gereken ilgiyi görmezken veya ahlaki bakımdan nötr bir durumda iken, yeni ahlak tartışmalarında "çevre ahlakı" ahlak felsefesinin bir alt dalı olarak yerini almaya başlamıştır. Ancak öncelikle çevre- ahlak kavramlarıyla ilgili bir iki noktaya İşaret etmek, daha sonrada çevre ahlakıyla neyin anlaşıldığını vurgulamak yerinde olacaktır.
Çevre-Ahlak Kavramları Üzerine
Gerek çevre ve gerekse çevre ahlakı tartışmalarının henüz yeni olduğu ifade edilmişti. Her yeni alan için olduğu gibi bu alanda da bir kavram kargaşasının olması normaldir. Konuyla ilgili tartışma ve araştırmalar arttıkça, haliyle bu kavramlarda yerine oturacaktır. Bununla beraber çevre ve çevre ahlakıyla neyin anlaşıldığına işaret etmek yararlı olacaktır.
Çevre derken, daha çok, ekoloji biliminin de etkisiyle sadece doğal ve fiziki çevre anlaşılmaktadır. Bu tanım doğru olmakla beraber, bir felsefe öğrencisi için en azından eksiktir. Zira insanlık tarihine bakıldığında, insanın etkilediği ve etkilendiği, değiştirdiği ve kendisinin de durumunda değişme meydana geldiği çevre(ler) sadece doğal çevreyle sınırlandırılamayacak kadar çeşitlilik
göstermektedir. Bundan dolayı çevre kelimesi bugün çok geniş bir yelpazede kullanılmaktadır. Bunda çevre sorunlarının sergilediği karmaşık yapı ve bu sorunların oluşmasında birden fazla ve yine karmaşık nedenlerin olmasının etkisi olabilir.
Bundan hareketle Ahmet İnam, çevre kavramının daha iyi anlaşılmasının, insan-toplum ve insan doğa ilişkilerinin daha bütüncül bir kavrayışı için şart olduğunu vurgulayarak 4095 çeşit çevreden bahsetmektedir. Ayrıca insanlığın karşı karşıya bulunduğu bozulma ve bunalımın sadece doğal çevreyle sınırlandırılmasının doğru olmadığını da vurgulamaktadır. Buna göre insanın diğer çevreleriyle de sorunları hem de çok ciddi sorunları bulunmaktadır. Bununla beraber, burada Sayın İnam'ın dış ve iç çevre diye kavramlaştırdığı ayrım üzerinde kısaca durmak istiyoruz. Buna göre
Dış çevre:
-Toplumsal çevre,
-Politik çevre,
-Ekonomik çevre
-Doğal çevreden oluşmaktadır.
İç Çevre ise:
-Düşünme-düşünce çevresi,
-Bilgi çevresi,
-Duygu çevresi,
-Anlam çevresi
-Sanat çevresinden oluşmaktadır.
Ayrıca bu iki çevre arasında köprü görevi gören;
-Teknik-teknolojik çevre,
-Ahlak,
-ve tarih çevreleri bulunmaktadır.
înam, "çevre sorunları yalnızca doğal çevre sorunu değil", derken, aslında çevre bunalımının derinlerdeki köklerine işaret ederek soruyor:
"Doğal çevrenin kirlenmesi, toplumsal ve politik çevremizin yanlış işlemesinden, anlam çevresinin yozlaşmasından değil mi? (...) Büyük çevreyi oluşturan küçük çevreler teker teker yozlaşmış, bunlar arasındaki ilişkide uyum yok. Çevre sorunu bu işte."
İşte, ahlakın çevreyle ilgili tartışmalara girmesi ve çevre ahlakının yeni bir dal olarak ortaya çıkması insan-doğa arasındaki uyumu yeniden kurmaktan başka bir şey değildir. Ülkemizde çevre konusuna felsefi bir açıdan eğilen ve aslında felsefecilerin konuyu ihmal ettiklerini ifade eden diğer bir filozofumuz ise Ömer Naci Soykan'dır. Soykan da çevrenin sadece ekolojinin bize tanımladığı şekliyle algılanmasını eksik bulur. Bu bağlamda kullanılan "ekosophie" (çevre bilgeliği) kavramı yerine "kosmosophie" (evren ya da dünya bilgeliği) kavramını teklif eder.
Soykan'a göre ekoloji terimini ilk defa kullanan Haeckel bunu "evbilimi" anlamında ve daha çok hayvan ve bitkilerin birbiriyle ve içinde yaşadıkları çevreyle olan ilişkilerini anlatmak için kullanmıştır. Soykan'ın bu kavrama itirazı, onun hayvan ve insanla ilgili yaptığı temel bir kavramlaştırmadan kaynaklanmaktadır. Ona göre, hayvan çevresine uyum sağlayan bir varlık iken, insan "çevresini değiştirerek, onu kendisine uydurur." Ancak insanın çevreyi kendisine -kendi dünya görüşüne- (vurgu benim) uydurması bugünkü çevre sorunlarına neden olmuştur. İnsan hayvan arasındaki farkı vurguladıktan ve böylece bu farkın pek vurgulanmadığını da ima ettikten sonra Soykan şöyle der:
"İnsan dışında hiçbir canlı doğal dengeleri bozamaz. Eğer doğa insanı yaratmasaydı ya da Nietzsche'nin deyimiyle Tanrı birinci hatasını yapmasaydı, dünyada hiçbir çevre sorunu olmazdı."
Görüldüğü gibi çevre sorunlan söz konusu olduğunda bunu sadece doğal ve fiziki çevreyle sınırlandırmak, sorunların gerek tam olarak anlaşılması ve kavranması ve gerekse sorunun insani boyutunun vurgulanması açısında eksik olacaktır. Böyle olmakla beraber, çevre sorunları söz konusu olduğunda, ilk elden doğal ve fiziki çevre anlaşılmaktadır. Ayrıca çevre ahlakının temel sorunlarının başında insanın kendi dışındaki varlıklara karşı olan sorumlulukları geldiğinden, bu çalışmada biz de çevre derken, öncelikle insanın içinde yaşadığı, etkilediği ve etkilendiği doğal çevreyi vurguluyoruz. Bununla beraber konunun karmaşık yapısının da unutulmaması gerektiğini ifade etmek istiyoruz.
Çevre ahlakı kavramıyla ilgili olarak üzerinde ittifak edilmiş bir tanım yoktur. Ancak çevre sorunları çerçevesinde insan-doğa ilişkilerini ahlaki bir bağlamda açıklama girişimiyle beraber ortaya atılmış bir çok tanım vardır. Hepsinin ortak niteliği ise, çevre insan ilişkilerinin şimdiye kadar pek öne çıkmayan veya doğa aleyhine ortaya çıkan ahlaki yönünün vurgulanması; insanın doğal çevreye ve diğer varlıklara karşı ahlaki sorumluluk duygusuyla yaklaşmasıdır. Aslında sorunla ilgili güçlüklerin temelinde, geleneksel ahlak kuramlarında insan dışındaki varlıkların ahlaki bir nesne olarak ele alınmaması yatmaktadır.
Ahlak'ın gelişimine baktığımızda bunu açıkça görmek mümkündür. Zira geleneksel ahlak kuramlarında temel sorun:
a. insan-insan.
b. insan-toplum ilişkileri'dir.
Bu ilişkilerin insanın mutluluğunu (egoist) veya toplumun mutluluğunu (faydacı) sağlayacak şekilde temellendirildiği görülmektedir. Bunun istisnası ise deontolojik ahlak kuramlarıdır. Bu kuramlarda insanın doğa ve doğadaki varlıklara karşı sorumluluğundan bahsedilmemekte veya herhangi bir sorumluluğu olmadığı, doğayı ve doğadaki varlıkları istediği gibi kullanabileceği ve mutluluğunu arttırmak için bunlardan yararlanabileceği vurgulanmaktadır. Bu açıdan ahlakın bir bilim olarak ilk defa ortaya çıktığı kabul edilen antik Yunan'a bakıldığında durum şöyledir:
"Aristo'ya göre hayvanların değeri, sadece insanın menfaatlerine hizmet etmektir."
Aristo'nun bu tanımı çok önemlidir. Zira onun insan ve hayvanların moral statüsüyle ilgili bu görüşleri kendisinden öncekilerle aynı doğrultuda olduğu gibi, kendinden sonraki dönemler için de belirleyici ve çok etkili olmuştur. Aristocu bilim iki bin yıl kadar bilim dünyasında etkili olmuştur. Onun siyasi etkileri de hakeza. Örneğin, Aristo'nun daha aşağıdaki insanların, üsttekilere hizmet etmeyle (kölelik) ilgili fikirlerini bugün kabul etmezken, insanlar dışındaki varlıklara karşı fikirlerini hâlâ paylaşmaya devam ediyoruz.
GİRİŞ
Çevre-ahlak ilişkisi ve bu bağlamda ifade edilen çevre ahlakı yeni bir konu olup, ahlak felsefesinin bir alt dalı olarak ele alınmaktadır. Dünya çapındaki çevre sorunlarının ortaya çıkması ve insanın bunların üstüesinden gelme çabaları çerçevesinde ortaya çıktığı söylenebilir. Bu bakımdan, kendisinden önce ortaya çıkan tıb ahlakı, iş ahlakı vb. pratik ahlak kuramlarına benzemekle beraber, konuyla ilgili tartışmaların tarihi oldukça yenidir. Felsefecilerin konuyla ilgilenmesi ve çevre-ahlak ilişkisiyle ilgili tartışmalara katılmaları; konuyu felsefi ve eleştirel olarak ele almaları ise daha da yenidir. Ömer Naci Soykan'ın tesbitiyle "felsefe ve felsefeciler çevre sorunlarıyla ilgilenmekte gecikmiştir."
Her zaman bilimin önünde giden felsefe, her nedense bu sefer onun arkasında kalmıştır. Bunda biraz da baskın bilim anlayışı ve teknolojiye olan sarsılmaz inancın da rolü olduğunu düşünüyorum. Zira çevre sorunlarının ilk ortaya çıkışı II. Dünya savaşından sonraya rastlar. Ancak ilk çevreci hareketler 6O'lı yıllarda başlamakla beraber, esas yoğunluk ve büyük gösteriler 70'li yıllarda ortaya çıktı. Ancak bütün bu çevreci hareketlerin ve protestoların niteliğine bakıldığında olayın ahlaki boyutundan çok; teknoloji ve aşırı sanayileşme sorunu olarak ele alındığı görülür. Bu nedenle alınacak bazı yasal ve teknolojik önlemlerin veya daha az teknolojilerin uygulanmasıyla sorunun çözüleceği sanılıyordu.
Çevreci hareketlerin aynı dönemde siyasallaşmasının ve güçlenmelerinin de yine bununla ilgisi olduğunu söyleyebiliriz. Ancak 80'li yıllarda çevre sorunları olarak adlandırılan ve sadece doğal dengeyi değil, gerekli önlemler alınmadığı takdirde başta insanın bizzat kendi hayatı olmak üzere, tüm yaşamı tehdit ettiği ileri sürülen ekosistemdeki bazı sorunların daha derin boyutları üzerinde durulmaya başlandı. Yeni bir ahlak felsefesi geliştirmeye çalışan filozoflara göre "çevre sorunlarının kaynağını çevreye yönelik davranışlarımızı yönlendiren, evrene, insana, insanın evrendeki yerine, yaşamın anlamına ilişkin temel felsefi inançlarımız" oluşturuyordu.
Böylece ilk defa insan-doğa ilişkileri, insanın doğaya karşı tutum ve davranışlarının ahlaki boyutu vurgulanmaya başlandı. İnsan-doğa ilişkilerinin boyutları anlaşılmadan, bu boyutun mevcut sorunların ortaya çıkmasındaki etkileri tartışılmadan ortaya atılacak çözümlerin pek tutarlı ve yararlı olamıyacağı açıktır. Hatta daha çok bilim ve daha çok teknolojilerin ekonomik olarak da ek yükler getirdiği ileri sürülerek, zaten sınırlı kaynakları olan dünyamızın geleceği açısından konuyla ilgili ahlaki boyutun vurgulanmasının daha pratik ve makul olduğu görülmektedir. Schumacher'in konuyla ilgili şu tesbidleri aynı zamanda ahlaki boyuta da işaret ettiği için önemlidir.
Çevre kirlenmesine karşı savaşmak, doğanın yarattıklarını korumak, yeni enerji kaynakları bulmak ve banş içinde yaşamayı sağlayacak daha iyi işleyen anlaşmalara varmak amacıyla, daha çok kaynak seferber etmekle çağdaş dünyanın yıkıcı güçlerini "denetim altına alabileceğimizi" sanıyorsak, hakikatlerden kaçıyoruz demektir. Gerçi servet, eğitim, bilimsel araştırma ve daha birçok kaynak uygarlığa gereklidir; ama bugün en çok gerekli olan bu araçların hizmet edeceği amaçların yeniden bir gözden geçirilmesi ve değiştirilmesidir.
Başka bir ifade ile, insanın sahip olduğu dünya görüşü ve değer yargılarının çevresi ile olan ilişkilerinde temel belirleyici olduğunu vurgularsak bu görüşler araştırılmadan, tartışılmadan ve eleştirilmeden insanların görüş ve tavırlarını değiştirmenin mümkün olmadığı söylenebilir.
Çevre sorunlarının sadece teknolojik önlemler ve yasal düzenlemelerle çözülemeyeceğinin anlaşılması üzerine, sorunun ahlaki boyutunun önemi her kesimce kabul edilmeye başlanmıştır. Konuyla ilgili yayınlanan bir raporda "ortada ahlaki seçim yapma sorunu vardır"; ne kadar hesap yapılırsa yapılsın, tek başına yanıtları bulmaya yetmez... Dünyanın dört bir yanındaki genç insanların alışılagelmiş değerlerin geçerliliğini sormakta olmaları sanayi uygarlığından duyulan yaygın rahatsızlığın bir belirtisidir" demektedir. Bunun diğer bir örneği ise, BM'in önerisiyle hazırlanan Ortak Geleceğimiz adlı kitabın başında komisyon başkanı Gro Harlem Brundland'ın bütüncül yeni bîr ahlak için insanlığa çağrıda bulunmasıdır.
Bu ve benzeri çağrılarla çevre sorunlarının ahlaki boyutu tartışılmaya başlanmıştır. Aslında daha önceleri Leopold ve Schweitzer doğaya karşı daha saygılı yeni ahlak anlayışları ileri sürmelerine rağmen, gereken ilgiyi görememişlerdi. Ancak çevre sorunlarıyla beraber doğayla ilgili tutum ve davranışlarımız, bunları motive eden dünya görüşümüz ve temel değer yargılarımızla olan ilişkisi kabul edilmeye başlandı. Bunun sonucu olarak hem bilimsel modern dünya görüşü, hem de geleneksel görüşler tartışılmaya ve eleştirilmeye başlandı. Çevre ahlakı tartışmalarının hem positivist bilim anlayışının eleştirildiği ve eski itibarını yitirdiği, hem de post-modern durum denen, diğer kültür ve geleneklere daha hoşgörülü baktığını iddia eden bir zamana rastlaması rastlantı veya tesadüf değildir. Çevre-ahlak ilişkisiyle ilgili literatürün büyük çoğunluğunun son onlu yıllarda olmasının nedeninin de bu bağlamda düşünülmesi gerekir.
Kısaca, çevre sorunlarının dünya çapında bir bunalım haline gelmesi ve insanlığın geleceği için bir tehdit oluşturması üzerine, sorunun tüm boyutları vurgulanmaya başlanmıştır. Bu bağlamda insan-doğa ilişkilerinin meşruiyyet zemini ve tarihi boyutu; insan-doğa ilişkilerinin arkasındaki dünya görüşü/görüşleri tartışılmaya başlanmıştır. Geleneksel ahlak kuramlarında çevre gereken ilgiyi görmezken veya ahlaki bakımdan nötr bir durumda iken, yeni ahlak tartışmalarında "çevre ahlakı" ahlak felsefesinin bir alt dalı olarak yerini almaya başlamıştır. Ancak öncelikle çevre- ahlak kavramlarıyla ilgili bir iki noktaya İşaret etmek, daha sonrada çevre ahlakıyla neyin anlaşıldığını vurgulamak yerinde olacaktır.
Çevre-Ahlak Kavramları Üzerine
Gerek çevre ve gerekse çevre ahlakı tartışmalarının henüz yeni olduğu ifade edilmişti. Her yeni alan için olduğu gibi bu alanda da bir kavram kargaşasının olması normaldir. Konuyla ilgili tartışma ve araştırmalar arttıkça, haliyle bu kavramlarda yerine oturacaktır. Bununla beraber çevre ve çevre ahlakıyla neyin anlaşıldığına işaret etmek yararlı olacaktır.
Çevre derken, daha çok, ekoloji biliminin de etkisiyle sadece doğal ve fiziki çevre anlaşılmaktadır. Bu tanım doğru olmakla beraber, bir felsefe öğrencisi için en azından eksiktir. Zira insanlık tarihine bakıldığında, insanın etkilediği ve etkilendiği, değiştirdiği ve kendisinin de durumunda değişme meydana geldiği çevre(ler) sadece doğal çevreyle sınırlandırılamayacak kadar çeşitlilik
göstermektedir. Bundan dolayı çevre kelimesi bugün çok geniş bir yelpazede kullanılmaktadır. Bunda çevre sorunlarının sergilediği karmaşık yapı ve bu sorunların oluşmasında birden fazla ve yine karmaşık nedenlerin olmasının etkisi olabilir.
Bundan hareketle Ahmet İnam, çevre kavramının daha iyi anlaşılmasının, insan-toplum ve insan doğa ilişkilerinin daha bütüncül bir kavrayışı için şart olduğunu vurgulayarak 4095 çeşit çevreden bahsetmektedir. Ayrıca insanlığın karşı karşıya bulunduğu bozulma ve bunalımın sadece doğal çevreyle sınırlandırılmasının doğru olmadığını da vurgulamaktadır. Buna göre insanın diğer çevreleriyle de sorunları hem de çok ciddi sorunları bulunmaktadır. Bununla beraber, burada Sayın İnam'ın dış ve iç çevre diye kavramlaştırdığı ayrım üzerinde kısaca durmak istiyoruz. Buna göre
Dış çevre:
-Toplumsal çevre,
-Politik çevre,
-Ekonomik çevre
-Doğal çevreden oluşmaktadır.
İç Çevre ise:
-Düşünme-düşünce çevresi,
-Bilgi çevresi,
-Duygu çevresi,
-Anlam çevresi
-Sanat çevresinden oluşmaktadır.
Ayrıca bu iki çevre arasında köprü görevi gören;
-Teknik-teknolojik çevre,
-Ahlak,
-ve tarih çevreleri bulunmaktadır.
înam, "çevre sorunları yalnızca doğal çevre sorunu değil", derken, aslında çevre bunalımının derinlerdeki köklerine işaret ederek soruyor:
"Doğal çevrenin kirlenmesi, toplumsal ve politik çevremizin yanlış işlemesinden, anlam çevresinin yozlaşmasından değil mi? (...) Büyük çevreyi oluşturan küçük çevreler teker teker yozlaşmış, bunlar arasındaki ilişkide uyum yok. Çevre sorunu bu işte."
İşte, ahlakın çevreyle ilgili tartışmalara girmesi ve çevre ahlakının yeni bir dal olarak ortaya çıkması insan-doğa arasındaki uyumu yeniden kurmaktan başka bir şey değildir. Ülkemizde çevre konusuna felsefi bir açıdan eğilen ve aslında felsefecilerin konuyu ihmal ettiklerini ifade eden diğer bir filozofumuz ise Ömer Naci Soykan'dır. Soykan da çevrenin sadece ekolojinin bize tanımladığı şekliyle algılanmasını eksik bulur. Bu bağlamda kullanılan "ekosophie" (çevre bilgeliği) kavramı yerine "kosmosophie" (evren ya da dünya bilgeliği) kavramını teklif eder.
Soykan'a göre ekoloji terimini ilk defa kullanan Haeckel bunu "evbilimi" anlamında ve daha çok hayvan ve bitkilerin birbiriyle ve içinde yaşadıkları çevreyle olan ilişkilerini anlatmak için kullanmıştır. Soykan'ın bu kavrama itirazı, onun hayvan ve insanla ilgili yaptığı temel bir kavramlaştırmadan kaynaklanmaktadır. Ona göre, hayvan çevresine uyum sağlayan bir varlık iken, insan "çevresini değiştirerek, onu kendisine uydurur." Ancak insanın çevreyi kendisine -kendi dünya görüşüne- (vurgu benim) uydurması bugünkü çevre sorunlarına neden olmuştur. İnsan hayvan arasındaki farkı vurguladıktan ve böylece bu farkın pek vurgulanmadığını da ima ettikten sonra Soykan şöyle der:
"İnsan dışında hiçbir canlı doğal dengeleri bozamaz. Eğer doğa insanı yaratmasaydı ya da Nietzsche'nin deyimiyle Tanrı birinci hatasını yapmasaydı, dünyada hiçbir çevre sorunu olmazdı."
Görüldüğü gibi çevre sorunlan söz konusu olduğunda bunu sadece doğal ve fiziki çevreyle sınırlandırmak, sorunların gerek tam olarak anlaşılması ve kavranması ve gerekse sorunun insani boyutunun vurgulanması açısında eksik olacaktır. Böyle olmakla beraber, çevre sorunları söz konusu olduğunda, ilk elden doğal ve fiziki çevre anlaşılmaktadır. Ayrıca çevre ahlakının temel sorunlarının başında insanın kendi dışındaki varlıklara karşı olan sorumlulukları geldiğinden, bu çalışmada biz de çevre derken, öncelikle insanın içinde yaşadığı, etkilediği ve etkilendiği doğal çevreyi vurguluyoruz. Bununla beraber konunun karmaşık yapısının da unutulmaması gerektiğini ifade etmek istiyoruz.
Çevre ahlakı kavramıyla ilgili olarak üzerinde ittifak edilmiş bir tanım yoktur. Ancak çevre sorunları çerçevesinde insan-doğa ilişkilerini ahlaki bir bağlamda açıklama girişimiyle beraber ortaya atılmış bir çok tanım vardır. Hepsinin ortak niteliği ise, çevre insan ilişkilerinin şimdiye kadar pek öne çıkmayan veya doğa aleyhine ortaya çıkan ahlaki yönünün vurgulanması; insanın doğal çevreye ve diğer varlıklara karşı ahlaki sorumluluk duygusuyla yaklaşmasıdır. Aslında sorunla ilgili güçlüklerin temelinde, geleneksel ahlak kuramlarında insan dışındaki varlıkların ahlaki bir nesne olarak ele alınmaması yatmaktadır.
Ahlak'ın gelişimine baktığımızda bunu açıkça görmek mümkündür. Zira geleneksel ahlak kuramlarında temel sorun:
a. insan-insan.
b. insan-toplum ilişkileri'dir.
Bu ilişkilerin insanın mutluluğunu (egoist) veya toplumun mutluluğunu (faydacı) sağlayacak şekilde temellendirildiği görülmektedir. Bunun istisnası ise deontolojik ahlak kuramlarıdır. Bu kuramlarda insanın doğa ve doğadaki varlıklara karşı sorumluluğundan bahsedilmemekte veya herhangi bir sorumluluğu olmadığı, doğayı ve doğadaki varlıkları istediği gibi kullanabileceği ve mutluluğunu arttırmak için bunlardan yararlanabileceği vurgulanmaktadır. Bu açıdan ahlakın bir bilim olarak ilk defa ortaya çıktığı kabul edilen antik Yunan'a bakıldığında durum şöyledir:
"Aristo'ya göre hayvanların değeri, sadece insanın menfaatlerine hizmet etmektir."
Aristo'nun bu tanımı çok önemlidir. Zira onun insan ve hayvanların moral statüsüyle ilgili bu görüşleri kendisinden öncekilerle aynı doğrultuda olduğu gibi, kendinden sonraki dönemler için de belirleyici ve çok etkili olmuştur. Aristocu bilim iki bin yıl kadar bilim dünyasında etkili olmuştur. Onun siyasi etkileri de hakeza. Örneğin, Aristo'nun daha aşağıdaki insanların, üsttekilere hizmet etmeyle (kölelik) ilgili fikirlerini bugün kabul etmezken, insanlar dışındaki varlıklara karşı fikirlerini hâlâ paylaşmaya devam ediyoruz.