Önyargının Nedenleri - 2

2. KOGNİTİF (BİLİŞSEL) YAKLAŞIMLAR

2.1. KATEGORİZASYON

İnsan, bir uyaranlar dünyasında yaşamaktadır. Hem dış dünyanın uyaranları hem de kendi iç âleminden şuur alanına hücum eden hatıra, hayal, düşünce vd.nin baskısı altında sürekli uyum sağlamak zorunda kalan insanın bilgi işlem kapasitesi zorlanır. Bu nedenle insanlar, uyaranları sınıflandırarak ya da gruplandırarak algısal alanı örgütlerler. Algılayıcılar, herhangi bir şeyi kendiliklerinden bir sınıfın ya da kategorinin parçaları olarak algılarlar. Elbiseleri pis ve dağınık bir kimseyi gördüğümüzde, onu herhangi bir adam olarak değil, dağınıklar ya da dilenciler sınıfına sokarız. Bize dışadönük birisiyle tanıştırılacağımız söylendiğinde, hemen dışadönük insan kategorisinin özelliklerini hatırlar, cana yakın, samimi, aktif, yüksek sesle konuşan, kendine güvenen bir insan bekleriz. Gerici insan kategorisinin benzer özelliklerini sarıklı, cüppeli veya namaz kılan, günaydın yerine "selamün aleyküm" diye selâm veren kişiler olarak oluşturan biri, bundan böyle aynı özellikleri taşıyan insanlarla karşılaştığında onların entellektüel donanımlarına bakmadan gerici diye etiketlendirebilir. Kategorik algılayışta algı objesi artık bir grubun üyesidir. Benzer özellikleri olan herşey artık o kategori doğrultusunda algılanır. Bu yüzden "önyargı ve stereotiplerin normal bilişsel sistemlerin yani kategorizasyonun bir sonucu olarak ortaya çıktığı" ileri sürülmüştür.

Biz sadece başkalarını bir grubun veya sınıfın (kategori) üyesi olarak algılamayız; aynı zamanda kendimizi de bir grubun ferdi olarak algılarız. Bu bir aidiyet duygusudur. Birey tek başına hiçbir zaman yalnız olmadığı gibi, bir grup da yalnız değildir. Diğer gruplar tarafından çevrelenmiş durumdadır. Dışgrup (outgroup) çeşitli özellikler yüklenerek inşa edilir ve dış grubun varlığıyla diyalektik bir ilişki içinde içgrup (ingroup) oluşturulup tanımlanır. Her iki grubun üyelerine birtakım özellikler atfedilir ve bu iki grup, iki farklı kategori olarak algılanır. İki grup arası mesafe büyütülür; iki grubun üyeleri birbirinden tamamen farklı, aynı grubun üyeleri ise benzer olarak algılanır. Bu iki grup arasındaki mesafenin kapanmaması için çaba sarfedilir. Bu, bir "mesafe" kaygısıdır.

"İnsan öteki insanlar ile, öteki insanlar için ve öteki insanlara karşı sürdürdüğü günlük yaşam uğraşında sürekli olarak ötekiler karşısında farklı olma kaygısı yaşar. Bu kaygı, ötekiler karşısındaki farkı kapatma, kendisi ötekilerden geriyse, bu geriliği giderme veya ötekilerden üstünse, onları altta tutma kaygısıdır. Ötekilerle kendisi arasındaki "mesafe"nin kaygısı -insanın kendisine de örtülü kalan bu kaygı- ötekilerle birlikte olmayı gerginleştirir". Birey bir kez kendi grubunun tepede yer aldığı ve diğer grupların aşağıya doğru sıralandıkları şeklinde bir sosyal mesafe ölçeği benimsedikten sonra, dışgruplara karşı önyargısını genelleme eğilimi gösterir. Kendisini dahil ettiği bir içgrup ve karşısında bir dışgrup ya da "biz" ve "onlar" kategorileri yaratılır. Bu bir kategorizasyon işlemidir ve dışgrup artık bir "şamar oğlanı"dır.

İnsan sadece kategorizasyon yapmaz, aynı zamanda belirli bir uyaranın kategoriden farklılıklarını da belirleyerek ayrıştırma yapar. Ayrıştırma belirli bir uyaranı genel bir kategoriden ayırma veya özel bir durum olarak alma sürecidir. Bu hem hoşgörülü hem de önyargılı kimselerde gözlenebilir.

Kategorizasyon aynı zamanda tehlikeli bir süreçtir. Çünkü “öteki” hakkındaki önyargı ve genellemeler kategorizasyona kolayca eşlik eder. Tabii ki kategorize edilen ve etiketlenen sadece diğer(ler)i değildir; benzer şekilde kendimizi de kategorize ederiz. Kendimizi dost canlısı, entellektüel, müzisyen vs. şeklinde etiketlendirebiliriz.

Kategorizasyon elbette ki hayatı kolaylaştıran bir bilişsel (cognitive) sistemdir. Önyargının kolaylıkla kendisine eşlik edebildiği bir bilişsel sistem. Ancak insan zihninin sınıflayıcı yapısı önyargıyı bütünüyle açıklamaz. Kategorizasyon, önyargı ve stereotiplerde motivasyonun payı oldukça büyüktür. Gruplar ve kişilerarası ilişkiler motivasyonel faktörler dikkate alınmadan salt bilişsel önermelerden yola çıkıldığında anlaşılamaz. Kategorizasyon yaklaşımını ele alıp eleştiren Billig ve akradaşları, bu yaklaşımı düşüncenin bürokratik modeli olarak nitelendirirler. Bu yaklaşım, biraz kategorize edildiğinde bir yana düşünen insan, öte yana karmaşık, ehlileştirilmemiş vahşi uyaran dünyası konabilir. İnsan, uyaranı bir kategori veya şemaya kapatmak için tuzak kuran avcı gibidir. Orijinal uyaranlar dünyasının karmaşıklığı azaldıkça, vahşi olan evcilleşecek ve orijinal uyaranlar bir şema içinde hatırlanacaktır. Dolayısıyla düşünme, aşina olunmayanın güven verici aşina kategoriler içinde kapatılması sürecidir. Bu yaklaşımdan çıkan kişi imgesi, bir bürokrattır.


2.2. KALIPYARGILAR (STEREOTYPE) VE DIŞLAMA

Lipman tarafından sosyal psikoloji literatürüne sokulan stereotip kavramı "bir grup kişiye (etnik, cinsel, mesleki gruplar) atfedilen özellikler bütünü" olarak tanımlanmıştır. Stereotip, tıpkı bir kalıp, bir klişe gibi algı, bellek ve temsilleri etkileyen bir bakış çerçevesi; önyargı ise deneyimden önce a priori bir yargı olarak kanaatleri etkileyen bir hareket noktasıdır. Bir başka deyişle, stereotip algı düzleminde yer alırken, bir sonraki aşamada ortaya çıkan önyargı, kavram oluşumuyla alakalıdır. Bu anlamda stereotip, önyargıyı bir tür taşıma, ona destek olma, zemin hazırlama işlevi görür.

Stereotipleme, sadece önyargının sosyal psikolojisine değil aynı zamanda temel algılama sürecine de uygulayabileceğimiz bir kavramdır. Stereotip çoğunlukla onun tetkikinden ziyade yaşanılan tecrübenin bir tasnifi, etiketlenmesi veya tanımlanmasıdır ve bu nedenle de gerçek algının dışında bir isimle tanımlanabilir. Stereotipleşmiş algılamada bizim yaptığımız şey, klişeler kullanmakla ve konuşmadaki basmakalıp ifadelerle paraleldir. Biz bir insanı eşsiz, yegane bir fert olarak değil, bir kategorinin temsilcisi veya bir fikrin örneği olarak onu kategorinin içine yerleştiririz. Bizler olayları onların kendine ait yegane doğrularından ziyade kategorilerin tanımladığı gibi daha kolay bir şekilde algılama eğilimindeyizdir.

Bizler, kadın veya erkek olarak belirli bir çevrenin içine doğarız. Bu çevre, kültürün belli bir tanımına göre bizi bir ırka (beyaz, sarı, siyah), etnik bir gruba (Kürt, Çingene...) bir ulusa (Türk, Fransız vs.), bir uygarlığa (Batı, Doğu) ait sayılmamızı sağlayan nitelikleri veren, bir başka ulusta bulunmayan maddi ve ideolojik olguları önemli ölçüde içselleştimemize yol açacak şartları sunar. Çevre sadece kendi cinsiyet, ırk ve medeniyetimizle ilgili bilgileri vermekle kalmaz, bunun yanında bizim dışımızdakilerin özellikleri ile ilgili kalıpları da öğrenmemizi sağlar. "Kalıpyargılar yaş, ırk, cinsiyet ve etniklik gibi görsel olarak belirgin özellikler üzerine kurulu oldukları için algısal süreçler bu tür şemalar açısından önemlidir. Sorunlardan biri gruplamanın algı üzerindeki etkisidir. Bir kez siyah olarak gruplandırılan kişi, artık tam anlamıyla siyahtır. Çünkü öyle algılanır".

Tanımlanabilir gruplar (siyahlar, Doğulular, sarı saçlı kadınlar ya da kısa boylu erkekler gibi) hakkındaki şemalara geleneksel olarak "kalıpyargılar" (stereotype) denir ve şematik işlemin yarattığı yanlılıkların açıkça görüldüğü ve olumsuz sonuçlarının en çok endişe uyandırdığı konu budur. Fakat bu alanda bile, kalıpyargılara yol açan düşünce sürecinin -sosyal bilgilerin şematik işleminin- kendi içinde kötü ya da patolojik olmadığını kabul etmek önemlidir. Her yeni kişiye benzersiz kişi muamelesi yapmak pek mümkün olmadığına göre, şemaların ya da "iş gören kalıp yargılar"ın kullanılması, bunlar ek deneyimlerce süzgeçten geçirilinceye ya da yalanlanıncaya kadar kaçınılmaz gibi görünmektedir.

Bir kalıpyargı, kişilik özellikleri (trait) ya da tüm insanlar için doğru olduğunu varsaydığımız fiziksel yüklemelere (atıf-attribution) dair bir bilgi paketidir. Örneğin, kafamızda tipik bir Alman (zeki, titiz, ciddi), tipik bir İtalyan (sanatçı, kaygısız, eğlenceyi seven) kalıpyargısı olabilir. Bu betimlemeler, aynı kategoride yer alan insanların tümüne pek uygulanamaz ve sosyal etkileşimlerimiz için genellikle yanıltıcı referanslar oluşturabilirler. Bunun yanında stereotiplerin oluşumunda ve gelişiminde grup aidiyeti, bireysel koşullardan daha etkilidir. Bizgrubun özellikleri yüceltilip dışgruba karşı kalıcı ve küçültücü kalıpyargılar atfedilir. Sosyal mesafe durumunda, bir gruba en uzak mesafede tutulan grubun üyelerine olumsuz nitelik ve kişilik özellikleri yüklenir. Bir gruba ve üyelerine ilişkin kalıpyargılarla sosyal mesafe normları arasında parelellik vardır. Dilsel ifadelerdeki tonlamaya bakılarak gruplararası mesafenin derinliği anlaşılabilir. Aslında kalıpyargılar, dilin kaçınılmaz ürünleri olmamakla beraber dilsel bir kategoridir ve dışgrup üyelerini sanki her biri kalıpyargıdaki kişilik özelliklerine sahipmiş gibi algılama ve onlara bu şekilde tepki verme özelliği taşır.

Stereotiplerin, önyargıların sosyal farklılaşmaya etkisi, dışgrubu olumsuzlayan ve aidiyet grubunu yücelten, bireylere bir tür fedakarlık duygusu kazandırmakla sınırlı değildir. Uzunca bir süre diskriminasyona maruz kalan bazı dışgrupların, kendilerine atfedilen özellikleri paylaştıkları ve benlik imgelerinin stereotip yönünde değiştiği de gözlenmiştir. Bir başka deyişle, stereotiplerin hedefi olanlar, diğerlerinin onlardan beklentilerine ve bu algısal beklentisel bütününü ifade eden sosyal temsillere uygun davranışlar sergileyebilmektedir.

Aslında biz stereotipten bahsederken onun şu özelliklerinden söz ediyoruzdur: Ayırıcı niteliğe sahip sayılan bireyleri içine alır.

Basmakalıp ve amiyane bilgiye dayanırlar. Bu bakımdan sözlü kültüre ait ürünlerdir. Çeşitli gruplarca konuşularak edinilir ve yayılırlar ve böylece davranış durumuna gelirler.

Tahmini veya duygusal bir durumu ifade eder ve "değer yargısı" niteliğindedirler.

Bir değerlendirme olarak yargılar ve önyargılar birbirinden farklıdır. Yargı gerçeğe dayanır. Oysa önyargı, gerçek belli olmadan ortaya çıkar. Önyargılar sempati ve antipati olarak ortaya çıkan tutumlardır. Bu yüzden bazı toplumbilimciler stereotipi, "tutum ile önyargının birleşimi" olarak görmektedirler. Örneğin, tüm kapitalistler sömürücüdür stereotipinde bir sınıfa karşı antipatinin yarattığı tutum, yine aynı sınıfa karşı olan önyargı ile birleşmektedir.

Stereotipler, toplumdan, gelenek ve göreneklerden ya da kişisel eğilimlerimizden meydana gelir ve basma-kalıp değer yargıları biçiminde inanışlar yaratırlar.

Gerçeğin yarısından çok daha az bir gerçeği ifade ederler. Olumlu veya olumsuz, övücü veya yerici nitelik taşırlar ve kısmen basit bilgilerdir. Bilgi edinme ve kişisel kanaatı kolaylaştırma amacına yönelik iş görürler ve de toplumda köklü halde bulunan önyargıları beslerler.

Stereotipten sonra, neredeyse ismi önyargı ile birlikte anılan bir başka kavram da diskiriminasyon (discrimination:dışlama, ayrı muamele etme) terimidir. Geçen başlıklar altında kalıpyargıların, belli bir gruptaki insanların karakteristikleri hakkında o grubun üyelerinin tamamı için genelleştirilmiş muayyen inançlar anlamına geldiğini, önyargının ise, bir insanın sırf bir gruptaki üyeliğinden dolayı ona atfedilen negatif tutum veya değerlendirme demek olduğunu ifade etmiştik. Diskriminasyon ise önyargının davranışta ifade edilmesi olarak tanımlanan önemli bir kavramdır. Bir grubun üyelerine karşı, başka bir grubun üyelerine kıyasla daha farklı davranmayı içeren özel bir davranıştır. Sırf belli bir gruba üyeliklerinden dolayı diğer insanları kabul ediş veya reddediş anlamına gelen bir davranıştır. Yalnızca diğer insanların grup üyeliği hakkında temellenen haksız yargılardan ibaret olan diskriminasyon, genellikle önyargı (ırk, soy veya diğer gruplarla ilgili) ile ilişkilidir. Diskiriminasyon ve önyargı bir dereceye kadar rekabetle sonuçlanabilen gruplararası sosyal ilişkilerin tarihsel olarak gelişen sosyo-ekonomik durumları ile ve psikodinamik süreçler ile izah edilebilir.

Önyargı bir tutum (belirli bir grup karşısında lehte veya aleyhte davranma eğilimi); diskriminasyon (ayrı muamele etme/ayrımcılık) ise bir davranıştır. Diskriminasyon, bir dışgrubun içguruba yaklaşmasını imkansız kılacak şekilde mesafeli tutulması ve bunun az çok formel olarak kurumsallaştırılmasıdır.

Bir grubun üyeleri farklı grupları farklı sosyal mesafelere yerleştirebilir. Bazı gruplar "evlilikle yakın akrabalığa" kabul edilirler. Bazıları ise "yakın arkadaşlar" ya da "komşular" olarak dahi kabul edilmezler ve "ülkemde çalışma"nın içerdiği mesafede tutulurlar. Bazıları ise daha da uzak görülürler ülkeye dahi kabul edilmezler. Bunun en önemli örneklerinden biri, ABD'de 1930'larda zencilerin ve Çinlilerin lokantalara alınmayışıdır. Bu farklı muamelerin nedeni Uzak Doğululara karşı ırkçı ve ayırımcı önyargıdır. Bunun yanında İngiltere yasalarında diskriminatif hükümler bulunmamasına rağmen toplumsal düzlemde ayrımcı ve giderek ırkçı tavırlar yaygınlaşmaya başlamıştır.

Bu iki örnek bir yana, doksanlı yılların başında bütün insanlık, Bosna'da ayrımcılık ve önyargının nasıl bir soykırıma dönüştüğünü izlemiştir. Aslında bu uzak örneklerin yanında günümüzde üniversitelerimizde yaşanan başörtü sorunu, diskriminasyonun en yakın örneğini oluşturmaktadır. Üniversiteyi kazandıkları halde başörtülü olduklarından dolayı kayıt yaptıramayan, okuma hakları ellerinden alınan öğrenciler, "bu ülkede okuma" sınırına sürgün edilmişlerdir. Bu, Allport'un da belirttiği gibi, önyargının oluşturduğu bir tür hakların inkarıdır. Bu nedenle önyargı ve diskriminasyon insan hakları ihlalleri ve soykırıma varabilecek tehlikeli bir süreci içermektedir.
1 | 2 | 3

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP