2. Materyalizmin eleştirisi
|
Ancak tartışma, materyalist kanıtlarla kesin sonuca baglanmaktan uzaktır. Çünkü her şeyden önce materyalizmin kendisi bir kanıtlar bütünü, bir felsefe, yani insanın ruhsal etkinliginin bir ürünü olarak kendini ortaya koymaktadır. Psikolog Delacroix, "ruhun bir görüşü"nden başka bir şey olmadıgını söyleyerek materyalizmi eleştirmekteydi ve tüm anlamını kazanması için bu ifade oldugu gibi alınmalıdır. Burada kendisini inkar eden ögretiyi tasarlayan, insan ruhudur.
Materyalizm kendi tarzında, insan ruhunun ustalık ve gücü yanında çıkar peşinde koşmaması ve nesnelligini göstermektedir. Çünkü onda ruh, kendi bagımlılıgını aydınlıga kavuşturmaya çalışmaktadır. Şüphesiz ruh, materyalist kuramın nesnesi olarak alçalmış olmaktadır, ama bu kuramın yaratıcısı olarak, düşünen özne olarak kendi hükümdarlıgının parlaklıgını ortaya koymakta degil midir?
Evrimi özet olarak gösteren tablolarında, insanımsılar ailesini memelilerin tarihinin sonuna, bir sayfanın altında bir parantezin içine yerleştiren materyalist bilim adamlarını zikreden paleontolog Jean Pivetaux, bu bilim adamlarının bir şeyi, evrimi keşfeden, onunla ilgili bu kitabı yazan, bu özet tabloyu veren ve o parantezi koyanın yine insan oldugunu unuttuklarını belirtmektedir. Bundan dolayı astronominin, biyolojinin, antropolojinin büyük keşiflerini, ruhun bir yenilgisinden tamamen başka bir şey olarak yorumlamamız gerekir.
Geniş bir evrene çok küçük ve bagımlı bir varlık parçası olarak göz önüne alınan insanı yerleştiren, egemen ruh olarak insandır. O halde insan aynı zamanda, hem ortaya koyan özgürlük hem ortaya konulan nesnedir. Leon Bruhschvicg’in hayranlık verici bir biçimde ifade ettigi gibi, "İnsanı içinde kendini fark ettigi, gezegenini fark ettigi bir dünya sistemine götüren, aklın çıkar gütmeyen atılımı, cömert ve yüce karşılıklılık işlevidir. Bu dünya sistemi içinde insanın kendisi ve gezegeni, insanın kendisinden başka bir bakış açısı içine yerleştirilir ve gerçek hareketler bu bakış açısına göre düzenlenir ve kavranır (...). Hesabının sonuçlarını deneyimin sonuçlarıyla karşılaştırdıgında bilim adamı kendisine şunu kanıtlamış olur: O, gerek bedensel organları bakımından gerekse dünyanın uzay içinde bulundugu bölge bakımından kendisine her zaman baglı göründügü noktadan düşüncesini çevirmiş, onu uygun bir sistem içinde evrendeki hareketlerin düzenine uydurmayı bilmiştir."
Astronominin keşiflerinden antropolojinin keşiflerine geçersek, onların insanın saygınlıgını tehlikeye düşürmekten uzak olduklarını kolayca görmekteyiz. Her şeyden önce antropoloji, dogru oldugunu iddia ettigi ölçüde nesnel oldugunu, yani yargılarımız ve davranışlarımızın kaynagında ortaya çıkarmaya çalıştıgı tutkusal, içgüdüsel, öznel motivasyonlardan korunmuş oldugunu düşünür. "Tüm insan yargılarının akıl-dışı oldugu"nu ileri süren bir psikanalizci, ilke olarak, bu kendi psikanalitik yargısını aklın çöküşünü ifade eden genel yasanın dışında tutmamazlık edemez. O halde onun akla ve dogruya -herhangi bir aşkınlık degilse de- belli bir özerklik tanıması gerekir. Onun "dogrunun psikolojisi"nin yapılabilecegi düşüncesini reddetmesi gerekir. Psikolojinin dogru olması için ödenmesi gereken fiyat budur.
Gerçekte antropoloji bizim uyanıklıgımızı arttırır. Saglıklı bir eleştiriyle çıkar peşinde koşmayan ve cömertçe oldugunu düşündügümüz davranışların gerçekte bencil ve tutkudan kaynaklanan davranışlar oldugunu kabul etmek, ruhun bir görünüşü oldugunu sandıgımız şeyde içgüdünün varlıgını keşfetmek, çıkar peşinde koşmayan davranışı ve ruhsal hayatı ortadan kaldırmak degildir, tersine onları kurtarmaktır. Tartuffe’ü psikanalizden geçirdigimiz zaman, Aziz Vincent de Paul’ün gerçek şefkat ve alçak gönüllülügü daha parlak bir biçimde ortaya çıkar. "Önce düşünceyi saflaştırarak hakketmek gerekir" demek, düşüncenin degerini ortadan kaldırmak degildir. Böyle yöntemlerle ruh, aslında ruh kılıgı altında kendisinde bulunan ruh-olmayandan kurtulur ve bilinç kendi eleştirisini yapar. Akıl-dışının keşfi, aklın bir zaferidir; bilinç-dışı ve akıl-dışı motivasyonların bilgisi, ruhsal hayat için zorunlu bir ön hazırlıktır.
Materyalizm kendi tarzında, insan ruhunun ustalık ve gücü yanında çıkar peşinde koşmaması ve nesnelligini göstermektedir. Çünkü onda ruh, kendi bagımlılıgını aydınlıga kavuşturmaya çalışmaktadır. Şüphesiz ruh, materyalist kuramın nesnesi olarak alçalmış olmaktadır, ama bu kuramın yaratıcısı olarak, düşünen özne olarak kendi hükümdarlıgının parlaklıgını ortaya koymakta degil midir?
Evrimi özet olarak gösteren tablolarında, insanımsılar ailesini memelilerin tarihinin sonuna, bir sayfanın altında bir parantezin içine yerleştiren materyalist bilim adamlarını zikreden paleontolog Jean Pivetaux, bu bilim adamlarının bir şeyi, evrimi keşfeden, onunla ilgili bu kitabı yazan, bu özet tabloyu veren ve o parantezi koyanın yine insan oldugunu unuttuklarını belirtmektedir. Bundan dolayı astronominin, biyolojinin, antropolojinin büyük keşiflerini, ruhun bir yenilgisinden tamamen başka bir şey olarak yorumlamamız gerekir.
Geniş bir evrene çok küçük ve bagımlı bir varlık parçası olarak göz önüne alınan insanı yerleştiren, egemen ruh olarak insandır. O halde insan aynı zamanda, hem ortaya koyan özgürlük hem ortaya konulan nesnedir. Leon Bruhschvicg’in hayranlık verici bir biçimde ifade ettigi gibi, "İnsanı içinde kendini fark ettigi, gezegenini fark ettigi bir dünya sistemine götüren, aklın çıkar gütmeyen atılımı, cömert ve yüce karşılıklılık işlevidir. Bu dünya sistemi içinde insanın kendisi ve gezegeni, insanın kendisinden başka bir bakış açısı içine yerleştirilir ve gerçek hareketler bu bakış açısına göre düzenlenir ve kavranır (...). Hesabının sonuçlarını deneyimin sonuçlarıyla karşılaştırdıgında bilim adamı kendisine şunu kanıtlamış olur: O, gerek bedensel organları bakımından gerekse dünyanın uzay içinde bulundugu bölge bakımından kendisine her zaman baglı göründügü noktadan düşüncesini çevirmiş, onu uygun bir sistem içinde evrendeki hareketlerin düzenine uydurmayı bilmiştir."
Astronominin keşiflerinden antropolojinin keşiflerine geçersek, onların insanın saygınlıgını tehlikeye düşürmekten uzak olduklarını kolayca görmekteyiz. Her şeyden önce antropoloji, dogru oldugunu iddia ettigi ölçüde nesnel oldugunu, yani yargılarımız ve davranışlarımızın kaynagında ortaya çıkarmaya çalıştıgı tutkusal, içgüdüsel, öznel motivasyonlardan korunmuş oldugunu düşünür. "Tüm insan yargılarının akıl-dışı oldugu"nu ileri süren bir psikanalizci, ilke olarak, bu kendi psikanalitik yargısını aklın çöküşünü ifade eden genel yasanın dışında tutmamazlık edemez. O halde onun akla ve dogruya -herhangi bir aşkınlık degilse de- belli bir özerklik tanıması gerekir. Onun "dogrunun psikolojisi"nin yapılabilecegi düşüncesini reddetmesi gerekir. Psikolojinin dogru olması için ödenmesi gereken fiyat budur.
Gerçekte antropoloji bizim uyanıklıgımızı arttırır. Saglıklı bir eleştiriyle çıkar peşinde koşmayan ve cömertçe oldugunu düşündügümüz davranışların gerçekte bencil ve tutkudan kaynaklanan davranışlar oldugunu kabul etmek, ruhun bir görünüşü oldugunu sandıgımız şeyde içgüdünün varlıgını keşfetmek, çıkar peşinde koşmayan davranışı ve ruhsal hayatı ortadan kaldırmak degildir, tersine onları kurtarmaktır. Tartuffe’ü psikanalizden geçirdigimiz zaman, Aziz Vincent de Paul’ün gerçek şefkat ve alçak gönüllülügü daha parlak bir biçimde ortaya çıkar. "Önce düşünceyi saflaştırarak hakketmek gerekir" demek, düşüncenin degerini ortadan kaldırmak degildir. Böyle yöntemlerle ruh, aslında ruh kılıgı altında kendisinde bulunan ruh-olmayandan kurtulur ve bilinç kendi eleştirisini yapar. Akıl-dışının keşfi, aklın bir zaferidir; bilinç-dışı ve akıl-dışı motivasyonların bilgisi, ruhsal hayat için zorunlu bir ön hazırlıktır.