2. Osmanlı modernleşmesinin en canlı dönemi: İkinci Meşrutiyet
|
Modernlige geçiş döneminde felsefi düşünce ve tartışmalar en canlı ve en zengin bir biçimde ikinci Meşrutiyet’i takip eden yıllarda ortaya çıkmıştır. Bunun bir nedeni, bu dönemin ikinci Abdülhamit’in otuz yıllık her türlü düşünceyi bastıran sıkı istibdat dönemini takip eden bir rahatlama, düşünceleri özgürce ifade etmeyi mümkün kılan bir dönem olması ise, ikincisi, yaklaşık yüz yıllık bir birikim, hazırlanma döneminden sonra artık felsefi tartışmaların çok daha bilinçli, çok daha bilgili bir zemin üzerinde yapılmaya başlanmasının imkan dahiline girmesidir. Artık Batı’nın hem edebi, siyasi, fikri, felsefi akımları, eserleri, yazarları çok daha yakından tanınmakta, hem Osmanlı toplumunun hemen her alana ait problemleri kavramsal olarak konuşma, tartışma düzeyine çekilmiş bulunmaktadır. Tanzimat’ın başlangıçlarında söz konusu olan, genel ve yüzeysel olarak yenilikçiler, reformcularla onlara bir tepki olarak ortaya çıkan gelenekçiler, tutucular ayrımıdır. Birinci Meşrutiyet’e kadar batıcılar, dogucular, islamcılar, Türkçüler ayrımı henüz ortaya çıkmamıştır. Namık Kemal, Ali Suavi gibi Genç Osmanlılarla birlikte bu ayrımlar yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlamaktadır. ikinci Meşrutiyet döneminde ise hem bu ayrımlar daha netleşmekte, hem onlara yeni birtakım ideolojiler eklenmekte, hem de bu farklı akımlar ve ideolojiler arasında birtakım uzlaşmalar gerçekleşmeye dogru gitmektedir. Bu dönemde ortaya çıkan ve kendi tezleri ve karşı akımlara karşı eleştirileriyle, çözüm önerileriyle sistemli olarak teşekkül eden ana çözümler kaba hatlarıyla, Cumhuriyet döneminde de varlıgını sürdürecek ve düşünce hayatımızda ana yerlerini koruyacaklardır.
Tanzimat ve Birinci Meşrutiyet döneminde tohumları atılan ikinci Meşrutiyet döneminde ise, en canlı bir biçimde ortaya çıkan Avrupa-Batı, Dogu-islam tartışması aslında bir felsefe veya fikir tartışması degildir. Bundan çok daha geniş olarak bir dünya görüşü, bir ideoloji tartışmasıdır. Bu tartışmada, fikirler hiç şüphesiz önemli bir rol oynarlar.
Tartışmanın tarafları kendi görüşlerini, tezlerini felsefi, bilimsel, tarihsel veriler ve kanıtlarla savunmaya çalışırlar. Ancak bu fikirlerin gerisinde insanların hayatla ilgili tercihleri, duygu ve inançları, begendikleri veya korumaya çalıştıkları yaşama tarzları vardır.
Öte yandan bu ideolojik tartışmanın, uygarlık tartışmasının tarafı olanlar kendi içlerinde de tam bir birlik ve homojenlik oluşturmazlar. Gerek Avrupacılar, batıcılar, gerekse dogucular, islamcılar kendi aralarında birtakım alt gruplara ayrılırlar. Dogucular, islamcılar arasında Batı’dan gelecek her türlü yenilige karşı çıkanlar, geleneksel islami kurum ve degerleri savunanlar, dogrudan dogruya modernizme karşı çıkanlar vardır, modernizm ile gelenekçilik arasında bir uzlaştırma gerçekleştirmek isteyenler, başka deyişle islam’ı modernleştirmek isteyenler vardır. Bu ikinci gurubu modernist islamcılar olarak nitelendirmek mümkündür ve bu dönemde onlar arasında çogunlukta olanların bu modernist islamcılar oldugunu belirtmek gerekir.
a. islam’ın modernleştirilmesi veya modernist islamcılık
İslam’ın modernleştirilmesi veya modernist islamcılık görüşü, yalnız Osmanlılarda ortaya çıkmamıştır. Hatta bu hareketin önde gelen ve dünyaca tanınan düşünürleri Osmanlı dünyası dışındaki Müslüman ülkelerinde yetişmiştir. Bunların başında, XIX. yüzyılın son çeyreginde istanbul’a gelişi bir olay olmuş olan Cemaleddin Afgani bulunur. Bu akımın diger ünlü temsilcileri olarak, Afgani’nin Mısırlı ögrencisi Muhammed Abduh, Hindistan’da dogaya uygunluk fikrinin, akılcılık egiliminin islam’la çatışmadıgı görüşünü ileri süren Seyit Ahmed Han, islam dünyasının gelenekle ilgisini kesmeden bütün metafizik, teolojik sorunlarını Batı’nın bu alandaki yeni felsefi kuramlarını göz önüne alarak yeniden düşünmesi gerektigini savunan Pakistan’lı Muhammed ikbal zikredilebilir. Osmanlıların sözünü ettigimiz son döneminde ise, bu akımın belli başlı temsilcileri, başta Mehmet Akif olmak üzere ismail Hakkı izmirli, Şehbenderzade Ahmet Hilmi, Mehmet Ali Ayni, ismail Fenni Ertugrul gibi aydınlardır.
b. Modernist islamcılıgın ana tezleri
Bu modernist islamcılık hareketinin ana tutumları ve görüşleri nelerdir? Her şeyden önce bu aydınlar veya düşünürlerin, kategorik olarak Batı karşıtı olmadıgını belirtmemiz gerekir. Bunlar Batı’nın bilim ve teknigi ile diger yanları, yani siyasal sistemi, toplumsal yapısı, ahlaki-manevi özellikleri arasında bir ayrım yaparlar. Batı’nın bilim ve teknigine karşı degillerdir. islam toplumunun bu alanda çok geri bir durumda oldugunu kabul ederler ve onun geri kalmışlıgının temel nedeni olarak gördükleri bu alanda Batı’dan her türlü bilim ve teknigin alınması konusunda hemfikirdirler. Ancak Batı toplumsal yapısının, Batı hukukunun, Batı ahlakının islam toplumlarına ithal edilmesinin hem imkansız, hem gereksiz, hem de zararlı oldugunu düşünürler.
Onlara göre islam dini akla uygun, dogal bir dindir, dolayısıyla aklın en parlak bir ürünü olan bilimin sonuçlarıyla çatışmaz. Ayrıca zaten gerek Kur’an, gerekse Peygamber, aklı, düşünceyi övmekte ve Müslümanların bilimle ugraşmasını teşvik etmektedirler. O halde imanın verileri ile bilimin sonuçları arasında herhangi bir çelişmenin olması söz konusu degildir.
insanlar arasındaki ilişkileri düzenleyen hukuka gelince, yine bu düşünürlere göre islam hukuku temelde tanrısal olmakla birlikte insanların dogal, toplumsal ilgi ve ihtiyaçlarını göz önüne alan, onları dogru ve düzgün bir şekilde düzenleyen bir kurumdur. Ayrıca bu hukuk donuk, degişmez, yeniliklere kapalı bir hukuk da degildir. Geçmişte islam’ın klasik döneminde çeşitli ve farklı hukuk okullarının varlıgı, bu hukukun yumuşaklıgının ve zamana, şartlara, ihtiyaçlara göre degişiklik gösterdiginin bir işaretidir. islam hukukunun geri kalmışlıgının nedeni, onda yanlış olarak yeni yorumlamalarda bulunma imkanının, teknik deyimle "içtihat kapısı"nın uzunca bir süreden beri kapanmış olmasıdır.
Bu yol açıldıgı ve onun temel ilkesi olan "zamanın degişmesiyle hükümlerin degişecegi" ilkesine yeniden işlerlik kazandırıldıgı takdirde, Batı’dan yeni kanunlar ithal etmeye gerek kalmaksızın islam’ın ruhuna ve islam toplumlarının geçmişteki yaşayışına uygun olarak yeni düzenlemeler yapılabilir, yeni kurallar geliştirilebilir. Bu yazarlar islam hukukunun çagdaş düşünceler, modern hukuk karşısında uygulanamaz hale gelen veya insanı rahatsız eden kadın erkek eşitsizligi, çok kadınla evlilik gibi hükümleri konusunda ise bir görüş birligi içinde degildirler. Bazıları bunların tümüyle kaldırılabilecegi görüşündedir. Ama en azından tümü bu konularda çagdaş demokrasi, insan hakları, eşitlik degerleri açısından islam hukukundaki eski uygulamalara bazı sınırlandırmalar getirilmesi görüşündedirler.
Ahlak-manevi degerler konusunda ise bu islamcı düşünürler daha katıdırlar. Batı’nın ahlak bakımından bir gerileme, bir düşüş içinde oldugu, onda manevi degerlerin artık unutuldugu, insanların maddi-duyusal degerler peşinde koştukları, ailenin parçalandıgı, insanların bireycileştigi düşüncesindedirler. Müslüman ahlakının ve Müslüman sosyal degerlerinin, Batı’dan alabilecegi veya alması gerektigi herhangi bir şey oldugu kanaatinde degildirler. Afgani’nin kendisi bile Batı’yı oldukça iyi tanıdıgı halde, onun dünya görüşünün esas itibariyle materyalist oldugunu düşünür ve materyalizme bir reddiye yazar.
Ahmet Hilmi ve ismail Fenni Ertugrul da aynı yönde, yani materyalizmin çürütülmesi yönünde birer eser kaleme alırlar. Batı’nın materyalizmin bir sonucu tanrıtanımazcılıktır. Ahmet Hilmi "Allahı inkar Etmek Mümkün Müdür?" adı altında tanrıtanımazlara karşı da bir eser yazar.
İkinci Meşrutiyet dönemi islamcı düşünürleri bu genel ideolojik tutum ve görüşleriyle kalmazlar, onlar içinde bazıları aynı zamanda islam’ın klasik döneminde varlıgını gördügümüz Kelam, tasavvuf hareketlerini kendi tarzlarında, modern tarzda yenilemeye, devam ettirmeye çalışırlar. Örnegin, ismail Hakkı izmirli içinde Kelam’ın klasik problemlerini aradan geçen zaman zarfında Batı felsefesinde ortaya çıkan yeni kuramlar, yeni kanıtlar, yeni görüşlerle karşılaştırıp ele aldıgı ve sergiledigi bir Yeni Kelam ilmi yazar. Benzeri şekilde Mehmet Ali Ayni Şeyh Ekberi (yani ibni Arabi’yi) niçin severim? adlı kitabı ve diger yazılarıyla eski tasavvuf gelenegini, mistik düşünce gelenegi yeniden canlandırmaya girişir.
İslamcı düşünürlerden bazısı, daha dar anlamda felsefi bir faaliyette de bulunur. Bu dönemde Batı felsefesi, artık çok yogun bir ilgi konusudur. Zamanın ünlü Batı filozoflarının eserleri, felsefe tarihleri çevrilmektedir. Batı’nın bu döneminde revaçta olan felsefi, sosyolojik, iktisadi akımları ve düşünceleri yakından takip edilmektedir ve onların Osmanlı aydınları arasında taraftarları, savunucuları, hatta temsilcileri ortaya çıkar. Bu cümleden olmak üzere Baha Tevfik XIX. yüzyıl materyalizminin adeta bir incil’i sayılan Büchner’in "Kuvvet ve Madde"sini Türkçeye kazandırır. Bu eser, kamuoyunda bir bomba tesiri yapar ve Ahmet Hilmi buna, yani materyalizme karşı yukarıda sözünü ettigimiz felsefi eleştirisini kaleme alır.
Radikal batıcıların önemli bir ismi olan Tevfik Fikret Tarih-i Kadim ve Tarih-i Kadim’e Zeyl adlı iki şiirinde XVIII. yüzyıl ünlü aydınlanmacısı D’Holbach’ın ve Büchner’in izinde ilerleyerek Tanrı kavramına, dine karşı eleştirilerini yönelttiginde yine islamcı cepheden ciddi hücumlarla karşılaşır. Bu hücumların bir kısmı tamamen duygusal ve gayri ciddi olmakla birlikte, bir kısmı tanrıtanımazcılıgın felsefi ciddi bir eleştirisi niteligindedir.
Tanzimat ve Birinci Meşrutiyet döneminde tohumları atılan ikinci Meşrutiyet döneminde ise, en canlı bir biçimde ortaya çıkan Avrupa-Batı, Dogu-islam tartışması aslında bir felsefe veya fikir tartışması degildir. Bundan çok daha geniş olarak bir dünya görüşü, bir ideoloji tartışmasıdır. Bu tartışmada, fikirler hiç şüphesiz önemli bir rol oynarlar.
Tartışmanın tarafları kendi görüşlerini, tezlerini felsefi, bilimsel, tarihsel veriler ve kanıtlarla savunmaya çalışırlar. Ancak bu fikirlerin gerisinde insanların hayatla ilgili tercihleri, duygu ve inançları, begendikleri veya korumaya çalıştıkları yaşama tarzları vardır.
Öte yandan bu ideolojik tartışmanın, uygarlık tartışmasının tarafı olanlar kendi içlerinde de tam bir birlik ve homojenlik oluşturmazlar. Gerek Avrupacılar, batıcılar, gerekse dogucular, islamcılar kendi aralarında birtakım alt gruplara ayrılırlar. Dogucular, islamcılar arasında Batı’dan gelecek her türlü yenilige karşı çıkanlar, geleneksel islami kurum ve degerleri savunanlar, dogrudan dogruya modernizme karşı çıkanlar vardır, modernizm ile gelenekçilik arasında bir uzlaştırma gerçekleştirmek isteyenler, başka deyişle islam’ı modernleştirmek isteyenler vardır. Bu ikinci gurubu modernist islamcılar olarak nitelendirmek mümkündür ve bu dönemde onlar arasında çogunlukta olanların bu modernist islamcılar oldugunu belirtmek gerekir.
a. islam’ın modernleştirilmesi veya modernist islamcılık
İslam’ın modernleştirilmesi veya modernist islamcılık görüşü, yalnız Osmanlılarda ortaya çıkmamıştır. Hatta bu hareketin önde gelen ve dünyaca tanınan düşünürleri Osmanlı dünyası dışındaki Müslüman ülkelerinde yetişmiştir. Bunların başında, XIX. yüzyılın son çeyreginde istanbul’a gelişi bir olay olmuş olan Cemaleddin Afgani bulunur. Bu akımın diger ünlü temsilcileri olarak, Afgani’nin Mısırlı ögrencisi Muhammed Abduh, Hindistan’da dogaya uygunluk fikrinin, akılcılık egiliminin islam’la çatışmadıgı görüşünü ileri süren Seyit Ahmed Han, islam dünyasının gelenekle ilgisini kesmeden bütün metafizik, teolojik sorunlarını Batı’nın bu alandaki yeni felsefi kuramlarını göz önüne alarak yeniden düşünmesi gerektigini savunan Pakistan’lı Muhammed ikbal zikredilebilir. Osmanlıların sözünü ettigimiz son döneminde ise, bu akımın belli başlı temsilcileri, başta Mehmet Akif olmak üzere ismail Hakkı izmirli, Şehbenderzade Ahmet Hilmi, Mehmet Ali Ayni, ismail Fenni Ertugrul gibi aydınlardır.
b. Modernist islamcılıgın ana tezleri
Bu modernist islamcılık hareketinin ana tutumları ve görüşleri nelerdir? Her şeyden önce bu aydınlar veya düşünürlerin, kategorik olarak Batı karşıtı olmadıgını belirtmemiz gerekir. Bunlar Batı’nın bilim ve teknigi ile diger yanları, yani siyasal sistemi, toplumsal yapısı, ahlaki-manevi özellikleri arasında bir ayrım yaparlar. Batı’nın bilim ve teknigine karşı degillerdir. islam toplumunun bu alanda çok geri bir durumda oldugunu kabul ederler ve onun geri kalmışlıgının temel nedeni olarak gördükleri bu alanda Batı’dan her türlü bilim ve teknigin alınması konusunda hemfikirdirler. Ancak Batı toplumsal yapısının, Batı hukukunun, Batı ahlakının islam toplumlarına ithal edilmesinin hem imkansız, hem gereksiz, hem de zararlı oldugunu düşünürler.
Onlara göre islam dini akla uygun, dogal bir dindir, dolayısıyla aklın en parlak bir ürünü olan bilimin sonuçlarıyla çatışmaz. Ayrıca zaten gerek Kur’an, gerekse Peygamber, aklı, düşünceyi övmekte ve Müslümanların bilimle ugraşmasını teşvik etmektedirler. O halde imanın verileri ile bilimin sonuçları arasında herhangi bir çelişmenin olması söz konusu degildir.
insanlar arasındaki ilişkileri düzenleyen hukuka gelince, yine bu düşünürlere göre islam hukuku temelde tanrısal olmakla birlikte insanların dogal, toplumsal ilgi ve ihtiyaçlarını göz önüne alan, onları dogru ve düzgün bir şekilde düzenleyen bir kurumdur. Ayrıca bu hukuk donuk, degişmez, yeniliklere kapalı bir hukuk da degildir. Geçmişte islam’ın klasik döneminde çeşitli ve farklı hukuk okullarının varlıgı, bu hukukun yumuşaklıgının ve zamana, şartlara, ihtiyaçlara göre degişiklik gösterdiginin bir işaretidir. islam hukukunun geri kalmışlıgının nedeni, onda yanlış olarak yeni yorumlamalarda bulunma imkanının, teknik deyimle "içtihat kapısı"nın uzunca bir süreden beri kapanmış olmasıdır.
Bu yol açıldıgı ve onun temel ilkesi olan "zamanın degişmesiyle hükümlerin degişecegi" ilkesine yeniden işlerlik kazandırıldıgı takdirde, Batı’dan yeni kanunlar ithal etmeye gerek kalmaksızın islam’ın ruhuna ve islam toplumlarının geçmişteki yaşayışına uygun olarak yeni düzenlemeler yapılabilir, yeni kurallar geliştirilebilir. Bu yazarlar islam hukukunun çagdaş düşünceler, modern hukuk karşısında uygulanamaz hale gelen veya insanı rahatsız eden kadın erkek eşitsizligi, çok kadınla evlilik gibi hükümleri konusunda ise bir görüş birligi içinde degildirler. Bazıları bunların tümüyle kaldırılabilecegi görüşündedir. Ama en azından tümü bu konularda çagdaş demokrasi, insan hakları, eşitlik degerleri açısından islam hukukundaki eski uygulamalara bazı sınırlandırmalar getirilmesi görüşündedirler.
Ahlak-manevi degerler konusunda ise bu islamcı düşünürler daha katıdırlar. Batı’nın ahlak bakımından bir gerileme, bir düşüş içinde oldugu, onda manevi degerlerin artık unutuldugu, insanların maddi-duyusal degerler peşinde koştukları, ailenin parçalandıgı, insanların bireycileştigi düşüncesindedirler. Müslüman ahlakının ve Müslüman sosyal degerlerinin, Batı’dan alabilecegi veya alması gerektigi herhangi bir şey oldugu kanaatinde degildirler. Afgani’nin kendisi bile Batı’yı oldukça iyi tanıdıgı halde, onun dünya görüşünün esas itibariyle materyalist oldugunu düşünür ve materyalizme bir reddiye yazar.
Ahmet Hilmi ve ismail Fenni Ertugrul da aynı yönde, yani materyalizmin çürütülmesi yönünde birer eser kaleme alırlar. Batı’nın materyalizmin bir sonucu tanrıtanımazcılıktır. Ahmet Hilmi "Allahı inkar Etmek Mümkün Müdür?" adı altında tanrıtanımazlara karşı da bir eser yazar.
İkinci Meşrutiyet dönemi islamcı düşünürleri bu genel ideolojik tutum ve görüşleriyle kalmazlar, onlar içinde bazıları aynı zamanda islam’ın klasik döneminde varlıgını gördügümüz Kelam, tasavvuf hareketlerini kendi tarzlarında, modern tarzda yenilemeye, devam ettirmeye çalışırlar. Örnegin, ismail Hakkı izmirli içinde Kelam’ın klasik problemlerini aradan geçen zaman zarfında Batı felsefesinde ortaya çıkan yeni kuramlar, yeni kanıtlar, yeni görüşlerle karşılaştırıp ele aldıgı ve sergiledigi bir Yeni Kelam ilmi yazar. Benzeri şekilde Mehmet Ali Ayni Şeyh Ekberi (yani ibni Arabi’yi) niçin severim? adlı kitabı ve diger yazılarıyla eski tasavvuf gelenegini, mistik düşünce gelenegi yeniden canlandırmaya girişir.
İslamcı düşünürlerden bazısı, daha dar anlamda felsefi bir faaliyette de bulunur. Bu dönemde Batı felsefesi, artık çok yogun bir ilgi konusudur. Zamanın ünlü Batı filozoflarının eserleri, felsefe tarihleri çevrilmektedir. Batı’nın bu döneminde revaçta olan felsefi, sosyolojik, iktisadi akımları ve düşünceleri yakından takip edilmektedir ve onların Osmanlı aydınları arasında taraftarları, savunucuları, hatta temsilcileri ortaya çıkar. Bu cümleden olmak üzere Baha Tevfik XIX. yüzyıl materyalizminin adeta bir incil’i sayılan Büchner’in "Kuvvet ve Madde"sini Türkçeye kazandırır. Bu eser, kamuoyunda bir bomba tesiri yapar ve Ahmet Hilmi buna, yani materyalizme karşı yukarıda sözünü ettigimiz felsefi eleştirisini kaleme alır.
Radikal batıcıların önemli bir ismi olan Tevfik Fikret Tarih-i Kadim ve Tarih-i Kadim’e Zeyl adlı iki şiirinde XVIII. yüzyıl ünlü aydınlanmacısı D’Holbach’ın ve Büchner’in izinde ilerleyerek Tanrı kavramına, dine karşı eleştirilerini yönelttiginde yine islamcı cepheden ciddi hücumlarla karşılaşır. Bu hücumların bir kısmı tamamen duygusal ve gayri ciddi olmakla birlikte, bir kısmı tanrıtanımazcılıgın felsefi ciddi bir eleştirisi niteligindedir.