Ruh dinginligi üzerine bir deneme
|
Alp Ejder Kantoğlu
Grekçe Ataraksia, Latince Tranquilitas, Türkçesiyle söylemek gerekirse ruh dinginliği ya da sarsılmazlık; felsefenin doğuşundan günümüze bütün sistemlerin ve filozofların varmaya çalıştığı “mutlak sükun” mertebesini anlatan sözcüklerdir. Esas olarak en belirgin ve bilinen tanımını iki antikçağ felsefi düşün sisteminde yani Epikurosçuluk ve Stoacılıkta ( Sundurmacılık) bulmuştur. Hangisinin daha önce ele alınması gerektiği Bertrand Russel’ın dediği gibi tamamen araştırmacıya kalmış bir şeydir. Bu bakımdan ben de seçim hakkımı kullanarak önceliği Epikurosçuluğa vermek istiyorum.
Epikurosa göre Sokrates’in aradığı mutluluk (eudomonia) en üstün iyi diğer bir deyişle haz’dır. İnsanlar hoşlanmayı arar ve hoşlanarak mutlu olurlar. Hoş olmayan her şey kötüdür. İnsan daima nereden gelirse gelsin ve ne türlü olursa olsun bir anlık haz peşindedir. Haz’zın her türlüsü iyidir ve iyiliktir. Bu bağlamda Epikuros acının yokluğundan doğan “mutlak sükun”u (ataraksiya, tranquilitates, sarsılmazlık) kötü anıları bulunmayan bir geçmişle maddi ve manevi sükun içinde bulunan bir şimdiyi ve güvenilen bir geleceği kapsayan acısız bir ruh ve vücut yapısı olarak görmektedir. Mutluluk erdem peşinde değil gündelik ve yalın kaygıların ötesinde sükun ve huzurla temin edilir. Burada iki temel ilke söz konusudur. Biri başta söylediğimiz mutlak sükun diğeri ise ilgisizlik olarak çevirebileceğimiz Apathos’tur.
Bir mektubunda Epikuros Menoikeos’a şöyle yazar; ölümün bizler için hiçbir şey olmadığını anlamaya çalış Menoikos. Gelmesi değil de, beklemesi ürkütücü olduğu için ölümden korkan kimse ahmağın biridir. Çünkü o geldiğinde karşısında bizi bulamayacağı için bize hiç acı vermeyecektir. Bilge, ölümden korkmaz. Nasıl yemeklerin bolluğundan değil de iyiliğinden zevk alırsak, yaşamın da uzunluğundan değil güzelliğinden zevk alırız. Ölüm gelecek diye acı çekmek en büyük aptallıktır. Madem ki mutluluğu elde edince her şeyi elde ediyoruz öyleyse ilk işimiz mutluluğa erişmek yollarını aramak olmalıdır. O halde sana her zaman öğrettiğim ilkeleri tut ve kullan.
Bu ilkeler şunlardır: aç kalmamak, susuz kalmamak… Bu durumda bulunan ve ilerideki günlerde de bu durumda olacağını uman insan mutlulukta Zeus’la yarışabilir. Bütün erdemler hoş yaşamayı sağlamak içindir. İnsanın amacı mutlak sükun halinde yaşamaktır. Bu sükunu bozacak her türlü bağlılıklardan bu arada evlilikten ve devlet işlerine karışmaktan kaçınmalı ve dostlukla yetinmelidir.
Benzer şekilde Stoa felsefesinde de ruh dinginliği şöyle ifadesini bulur: insanın davranışlarıyla ruhsal eğitiminin ereği, ülküsü olarak beliren ve en yüksek iyi olarak nitelenen ruh dinginliği, tutkulardan arınmış olma durumudur. Tüm tutku ve isteklerini yenmiş olan, yaşam karşısında olduğu gibi ölüm karşısında da ilgisiz kalmayı bilen insan bu mertebeye ulaşmış kabul edilir. Bu bir anlamda İslam tasavvufundaki nefis terbiyesi ile aynı anlama gelir. Olmuş, olgunlaşmış, insanı kamil haline gelmiş kişi antikçağdaki ruh dinginliğine ulaşmış demektir. Bu duruma aynı zamanda sarsılmazlık da denmektedir. Hayatın getireceği hiçbir acı böylesi bir insanı etkileyemez onu sarsamaz. Çünkü o dünyevi dertlerin ve acıların, keder ve sevinçlerin ötesine geçmiştir.
Stoacı düşüncenin Roma’daki önemli temsilcilerinden Seneca’ya göre bilgeliğin en önemli belirtisi aklın tutkulara tümüyle hakim olmasıdır. Ona göre tutkuların insanı ele geçirmesine bir defa izin verilirse bir daha durdurulmaları imkansızdır. Başlangıçta her duygu güçsüz ve uysaldır, ama başlamasına bir kere göz yumulduğunda giderek güçlenirler. O halde yapılması gereken en iyi şey duygu ve tutkuları daha başlangıçta önlemektir. Bilge bunu yaparsa hiçbir hakaret karşısında ezilmez, incinmez. Çünkü hakaretten incinmenin nedeni zayıf bir ruh yapısıdır. Ancak bilge ulaştığı yüksek mertebe ve ruh sükuneti vasıtasıyla zarar görmez.
Bütün anlattıklarımızdan çıkan sonuç başta Epikurosçuluk ve Stoacılık olmak üzere pek çok felsefi sistemde ruh dinginliğine ulaşmanın çok önemli ve arzulanan bir şey olduğudur. Bilge için ruh dinginliği bir anlamda yeryüzünün bütün karmaşasını karışmadan seyrettiği bir dağ doruğu gibidir. Oradan bir nevi tanrısal öngörüye yakın bir görüşe( theoria )sahip olarak hayata ve insanlara bakar.
Bir yerde ruh dinginliği için bilgenin Tanrıya ulaşma yolundaki son radde diyebiliriz. Bu savın en belirgin görünümü Boethius’tadır. Ona göre insan günahlarının kefareti karşılığında düşmüştür. Bu düşüşünden ancak bilgelik ( scientia ) ile kurtulabilir. Yeniden yükselişi belki de doğuşu ancak evrensel akıldan pay almasıyla mümkündür. Bunun için bilgelikle dolu bir hayat yaşamalıdır. Seçenekleri sonsuzdur. Önünde Tanrıyla iletişim kurabilmesi için gerekli her şey vardır. Yapması gereken doğru seçimleri yapabilmektir. Bu çabanın sonuna yani theoria yapabileceği dağın tepesine ulaştığında bilge artık ruh dinginliğine ulaşmıştır. Bu aynı zamanda bir devinimsizlik, sarsılmazlık hatta hareketsizlik halidir. Nietzche’nin dediği gibi cücelerin ortasında onların sesini duyamayacak kadar devleşmiş durumdadır. Dünyevi işler ve hazlar artık onu ilgilendirmez. Evrensel akılla birleşmeye ondan pay almaya hazır haldedir.
Gündelik hayatımızda biz sıradan insanlar da Boethiustaki kadar olmasa bile ruh dinginliğini diğer bir deyişle bedenen ve ruhen huzuru arar dururuz. Zaman zaman çok küçük anlar boyunca onu bulduğumuzu hissederiz. Belki bir anlık iç geçmesi ya da tatlı bir uyku sırasında ya da kimbilir içten gelen bir dua mırıldanırken…. Ancak bilgelik anlamında bir ruh dinginliğine ulaşabilmek 21. yy dünyasında ne kadar mümkündür çok tartışılır. Yine de bütün çabamız o dağın tepesinden sükunet içerisinde aşağıya bakabileceğimiz ana ulaşabilmek içindir. Bu da sadece bilgiye değil sezgilerimizin de yardımına muhtaçtır sanırım.
Grekçe Ataraksia, Latince Tranquilitas, Türkçesiyle söylemek gerekirse ruh dinginliği ya da sarsılmazlık; felsefenin doğuşundan günümüze bütün sistemlerin ve filozofların varmaya çalıştığı “mutlak sükun” mertebesini anlatan sözcüklerdir. Esas olarak en belirgin ve bilinen tanımını iki antikçağ felsefi düşün sisteminde yani Epikurosçuluk ve Stoacılıkta ( Sundurmacılık) bulmuştur. Hangisinin daha önce ele alınması gerektiği Bertrand Russel’ın dediği gibi tamamen araştırmacıya kalmış bir şeydir. Bu bakımdan ben de seçim hakkımı kullanarak önceliği Epikurosçuluğa vermek istiyorum.
Epikurosa göre Sokrates’in aradığı mutluluk (eudomonia) en üstün iyi diğer bir deyişle haz’dır. İnsanlar hoşlanmayı arar ve hoşlanarak mutlu olurlar. Hoş olmayan her şey kötüdür. İnsan daima nereden gelirse gelsin ve ne türlü olursa olsun bir anlık haz peşindedir. Haz’zın her türlüsü iyidir ve iyiliktir. Bu bağlamda Epikuros acının yokluğundan doğan “mutlak sükun”u (ataraksiya, tranquilitates, sarsılmazlık) kötü anıları bulunmayan bir geçmişle maddi ve manevi sükun içinde bulunan bir şimdiyi ve güvenilen bir geleceği kapsayan acısız bir ruh ve vücut yapısı olarak görmektedir. Mutluluk erdem peşinde değil gündelik ve yalın kaygıların ötesinde sükun ve huzurla temin edilir. Burada iki temel ilke söz konusudur. Biri başta söylediğimiz mutlak sükun diğeri ise ilgisizlik olarak çevirebileceğimiz Apathos’tur.
Bir mektubunda Epikuros Menoikeos’a şöyle yazar; ölümün bizler için hiçbir şey olmadığını anlamaya çalış Menoikos. Gelmesi değil de, beklemesi ürkütücü olduğu için ölümden korkan kimse ahmağın biridir. Çünkü o geldiğinde karşısında bizi bulamayacağı için bize hiç acı vermeyecektir. Bilge, ölümden korkmaz. Nasıl yemeklerin bolluğundan değil de iyiliğinden zevk alırsak, yaşamın da uzunluğundan değil güzelliğinden zevk alırız. Ölüm gelecek diye acı çekmek en büyük aptallıktır. Madem ki mutluluğu elde edince her şeyi elde ediyoruz öyleyse ilk işimiz mutluluğa erişmek yollarını aramak olmalıdır. O halde sana her zaman öğrettiğim ilkeleri tut ve kullan.
Bu ilkeler şunlardır: aç kalmamak, susuz kalmamak… Bu durumda bulunan ve ilerideki günlerde de bu durumda olacağını uman insan mutlulukta Zeus’la yarışabilir. Bütün erdemler hoş yaşamayı sağlamak içindir. İnsanın amacı mutlak sükun halinde yaşamaktır. Bu sükunu bozacak her türlü bağlılıklardan bu arada evlilikten ve devlet işlerine karışmaktan kaçınmalı ve dostlukla yetinmelidir.
Benzer şekilde Stoa felsefesinde de ruh dinginliği şöyle ifadesini bulur: insanın davranışlarıyla ruhsal eğitiminin ereği, ülküsü olarak beliren ve en yüksek iyi olarak nitelenen ruh dinginliği, tutkulardan arınmış olma durumudur. Tüm tutku ve isteklerini yenmiş olan, yaşam karşısında olduğu gibi ölüm karşısında da ilgisiz kalmayı bilen insan bu mertebeye ulaşmış kabul edilir. Bu bir anlamda İslam tasavvufundaki nefis terbiyesi ile aynı anlama gelir. Olmuş, olgunlaşmış, insanı kamil haline gelmiş kişi antikçağdaki ruh dinginliğine ulaşmış demektir. Bu duruma aynı zamanda sarsılmazlık da denmektedir. Hayatın getireceği hiçbir acı böylesi bir insanı etkileyemez onu sarsamaz. Çünkü o dünyevi dertlerin ve acıların, keder ve sevinçlerin ötesine geçmiştir.
Stoacı düşüncenin Roma’daki önemli temsilcilerinden Seneca’ya göre bilgeliğin en önemli belirtisi aklın tutkulara tümüyle hakim olmasıdır. Ona göre tutkuların insanı ele geçirmesine bir defa izin verilirse bir daha durdurulmaları imkansızdır. Başlangıçta her duygu güçsüz ve uysaldır, ama başlamasına bir kere göz yumulduğunda giderek güçlenirler. O halde yapılması gereken en iyi şey duygu ve tutkuları daha başlangıçta önlemektir. Bilge bunu yaparsa hiçbir hakaret karşısında ezilmez, incinmez. Çünkü hakaretten incinmenin nedeni zayıf bir ruh yapısıdır. Ancak bilge ulaştığı yüksek mertebe ve ruh sükuneti vasıtasıyla zarar görmez.
Bütün anlattıklarımızdan çıkan sonuç başta Epikurosçuluk ve Stoacılık olmak üzere pek çok felsefi sistemde ruh dinginliğine ulaşmanın çok önemli ve arzulanan bir şey olduğudur. Bilge için ruh dinginliği bir anlamda yeryüzünün bütün karmaşasını karışmadan seyrettiği bir dağ doruğu gibidir. Oradan bir nevi tanrısal öngörüye yakın bir görüşe( theoria )sahip olarak hayata ve insanlara bakar.
Bir yerde ruh dinginliği için bilgenin Tanrıya ulaşma yolundaki son radde diyebiliriz. Bu savın en belirgin görünümü Boethius’tadır. Ona göre insan günahlarının kefareti karşılığında düşmüştür. Bu düşüşünden ancak bilgelik ( scientia ) ile kurtulabilir. Yeniden yükselişi belki de doğuşu ancak evrensel akıldan pay almasıyla mümkündür. Bunun için bilgelikle dolu bir hayat yaşamalıdır. Seçenekleri sonsuzdur. Önünde Tanrıyla iletişim kurabilmesi için gerekli her şey vardır. Yapması gereken doğru seçimleri yapabilmektir. Bu çabanın sonuna yani theoria yapabileceği dağın tepesine ulaştığında bilge artık ruh dinginliğine ulaşmıştır. Bu aynı zamanda bir devinimsizlik, sarsılmazlık hatta hareketsizlik halidir. Nietzche’nin dediği gibi cücelerin ortasında onların sesini duyamayacak kadar devleşmiş durumdadır. Dünyevi işler ve hazlar artık onu ilgilendirmez. Evrensel akılla birleşmeye ondan pay almaya hazır haldedir.
Gündelik hayatımızda biz sıradan insanlar da Boethiustaki kadar olmasa bile ruh dinginliğini diğer bir deyişle bedenen ve ruhen huzuru arar dururuz. Zaman zaman çok küçük anlar boyunca onu bulduğumuzu hissederiz. Belki bir anlık iç geçmesi ya da tatlı bir uyku sırasında ya da kimbilir içten gelen bir dua mırıldanırken…. Ancak bilgelik anlamında bir ruh dinginliğine ulaşabilmek 21. yy dünyasında ne kadar mümkündür çok tartışılır. Yine de bütün çabamız o dağın tepesinden sükunet içerisinde aşağıya bakabileceğimiz ana ulaşabilmek içindir. Bu da sadece bilgiye değil sezgilerimizin de yardımına muhtaçtır sanırım.