"ZİHİNSEL VARLIK" MESELESİ

Recep DURAN

"Nefsu'1-emr" üzerine yazılmış olan risalelerin konusunu kesin olarak,
herhangi bir itiraza mahal kalmayacak şekilde belirlemek oldukça zordur.
Ancak kısaca ve kabaca denebilir ki bu risalelerde incelenmek istenen konu
doğruluk-yanlışlık meselesidir. Yani bu mesele -birtakım kayıtlarla- bir epis-
temoloji meselesidir.

Eğer Naşir Tûsî'nin risalesinde vermiş olduğu örneği kullanarak ko-
naşacak olursak, bir karenin köşegeninin bu karenin kenarına eşit olamaya-
cağı bilgisini bilginin objesi ile nasıl temasa getirebiliriz? Yani, başka
deyişle, bu bilginin objesi veya hatta bu bilginin kendisi nerededir ki bu bilgi-
nin doğruluğuna ya da yanlışlığına hükmedebilelim?
Kavram olarak, şimdiki bilgimize nazaran ilk defa kullanan Naşir Tûsî-
'nin Fî İsbâti'l-Cevheri'l-Müfarak al-Müsemmâ bi'1-Akli'l-KüH adlı risa-
lesinde karşılaştığımız nefsu'1-emri, Tahânevî'nin Keşşâf-i Istılâhât-ı Fü-
nûn'unda, Ebu'l-Bekâ'nın Külliyat'ında, Ali Kuşçu'nun Şerh-i Tecrîd'inde
söylediklerinden de destek arayarak ve bularak kısaca "kendinde" karşıhğıyla
dilimize çevirebiliriz. Ama biraz daha uzun bir karşılık kullanmaktan kaçın-
mazsak bu sözcüğü "olduğu-hal-üzere-oluş", "olduğu-şekil-üzere-oluş" diye
çevirebiliriz. Bu kavram Ali Tûsî'nin deyişiyle "açıkça anlatılamayan ama ta-
mamen müphem de olmayan" bir kavramdır . Bu güçlüğe Ebu'l-Bekâ'da ken-
di payına işaret etmişti .

Öyle anlmaşilıyor ki, şimdiki bilgimize nazaran bu kavramı ilk kullanan
dediğimiz düşünür Nasır Tûsî için de kavram çok net bir kavram değildir. Tû-
sî'nin öğrencisi ve onun meşhur eseri Tecrîdü'l-İ'tikâd veya kısa ve yaygın
adıyla Tecrîd'ini şerhetmiş olan meşhur mütefekkir Hıllî bu şerhinde,
Keşfu'l-Murâd Şerh-i Tecrîdi'l-İ'tikâd'ında şöyle diyor: "Büyük üstadın
derslerine devam ettiğim sırada, bir gün ona nefsu'l-emr'in anlamını sordum.
Şöyle üstadın derslerine devam ettiğim sırada, bir gün ona nefsu'l-emr'in an-
lamını sordum. Şöyle cevap verdi. Burada "nefsu'1-emr" "Akl-ı Fa'al" anla-
mındadır. Herhangi bir önerme ki Akl-ı Fa'al'de bulunan sabit suretlere uy-
gundur doğrudur, yoksa yanlıştır" .

Bilindiği üzere doğruluk konusunda iki yaklaşım veya teori bulunmakta-
dır. Uygunluk teorisi (mutabakat, correspondence) ve Tutarlılık (coherence,
terâbut veya müterâbıta) teorisi. Burada Tûsî'nin uygunluk teorisine taraftar
olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda da Tûsî bilgiye nazaran "obje"ye öncelik
vermiş olmaktadır. Ancak durum ne olursa olsun, yani, ister Bilgiye öncelik
verilip Varlık ona bağlansın, ister Varlığa öncelik verilip Bilgi ona bağlansın,
her iki halde de "dilemmanın boynuzlan"ndan kurtulmak için verilmesi gere-
ken bir hesap bulunmaktadır.

"Çünkü ya varlık vardır", o takdirde, bu varlık, bu varlığı bilen bir süje ile
nasıl temasa getirilmelidir?., veyahut "Düşünüyorum", o takdirde, acaba
düşünen Ben'den müstakil olan ve kendisine düşüncenin bağlanabileceği bir
obje mevcut mudur? Bu antinomiyi çözmek, Moreau'nun ifade ettiği gibi,
"felsefenin başta gelen vazifelerindendir" .

Eğer mesele felsefeci tarafından, irca ve bertaraf edilmeyecek ve çözül-
meye çalışılacaksa, yani bilgi ile, daha doğrusu bilgi sahibi süje ile bilginin
objesi arasındaki uçurum yok edilmeye, ortadan kaldırılmaya çalışılıp me-
sele halledileceksi önce konu ile ilgili güçlükler ortaya konmalı ve daha sonra
bu güçlükler giderilmeye çalışılmalıdır.

Nitekim bu mesele ile ilgili güçlüklere, N. Prior'ın, "Correspondence
Theory of Truth" adlı yazısında işaret ettiği üzere, düşünce tarihi boyunca
çeşitli düşünürler tarafından işaret edilmiş ve mesele, İlk ve Orta Çağlar
boyunca Megaralılar, Platon, Aristoteles, Stoalılar, St. Thomas, Buridan, çağı-
mızda da farklı şekillerde de olsa Moore, Russell, Ramsey, Tarski, Wittgens-
tein gibi düşünürler tarafından ele alınıp tartışılmıştır .

Bu konu ile Ortaçağ İslâm Dünyasında da "vücûd-u zihnî" gibi, "nefsu'l-
emr" gibi adlar altında ilgilenilmiş olduğu görülmektedir. Gerçi Mutahhari,
"zihinsel varlık" bahsinin, müstakil bahis olarak Yunan felsefesinde, hatta İs-
lâm Dünyasında Tercüme Devri sırasında bile sözkonusu olmadığını söyle-
mektedir , ancak bu durum, sadece "telaffuz" olarak, yani konunun adının
"zihinsel varlık" olarak konmuş olmaması anlamında sözkonusudur. Çünkü
Platon idealanna, idealann nerede bulunduğunu haklı olarak soruyordu, ancak
bunu yaparken kendisi de suretlerine ciddi olarak yer aramıyor değildi.
Çünkü, varlıktaki bir şeyin, yani, zaten var bulunmakta olan bir şeyin
suretinin bu var bulunmakta olan şeyin üstünde olduğunu söylemek elbette
bir açıklamadır, ancak asıl mesele, Erdebîlî'nin (öl. 1543) ve Gelenbevî'nin
(öl. 1790) yerinde olarak işaret ettikleri üzere, husûlî anlamda değil ama hu-
zûrî anlamda , Aristoteles'in terminolojisiyle söylersek varlıkta olan bir var-
lığın değil ama varlığa gelecek olan bir varlığın maddesine gelecek olan suret
nerededir? İşte İslâm Dünyasında nefsu'l-emrle ilgilenen düşünürler bu so-
runla uğraşmışlardır. Buradaki "suret" in ontolojik bağlamda düşünülebilecek
olabileceği gibi bilgiye obje olan akılsal suret- (bu iki suretin aynıhk-gayn-
lığını mesele yapmak isteyebilecek kimsenin bu hakkı mahfuz kalmak üzere)
anlamında da olabileceğini söylemeye ise gerek yoktur.

Nefsu'1-emr konusunda müstakil bir risale yazan ilk düşünürün Tûsî ol-
duğunu söylemiştik. Fârâbî'ye de bu adla bir risale atfedilmekte, ancak Aydın
Sayılı'nın bu eser hakkındaki mütalaaları, Fârâbî'nin, N. Tûsî'nin söyledikle-
rine katılmasına hiç bir teorik ve sistematik engel bulunmamakla birlikte, Fâ-
râbî'nin böyle bir eseri bulunduğuna hükmetmemize engel teşkil etmektedir .
Naşir Tûsî'ye, hatta önce yaşamış bir düşünür olan Fahrettin Râzî'ye
(öl. 1209) gelinceye kadar varlıklar "a'yândaki varlık" ve "zihinlerdeki var-
lık" olmak üzere zaten ayrılmış ve bu ayırımın da adı konmuştu . İşârât
Şerhi'nde N.Tûsî "a'yândaki varlık"ı "haricî varhk"ı "haricî varlık"ı "zihnî
varlık" olarak adlandırmaktadır.

İşte tam bu noktada İslam Dünyasının XV. yüzyılda yaşamış seçkin
düşünürlerinden Seyyid Şerif Cürcânî (öl. 1413) ve Osmanlı düşünürü İs-
mail Gelenbevî'nin bu konuyla ilgili müstakil eserlerinin adları hatırlanmalı-
dır. Cürcânînin eserinin adı: "Nefsu'1-Emr ve Nefsu'I-Emrle Hâriç Arasın-
daki Fark Risalesi , Gelenbevî'nin eserinin adı: "Risâle-i Ferîde-i Nefsi'l-
Emr", bir başka nüshada ise "Risale fî Vucudi'z-Zihnî" dir.
Bu konunun İslam felsefesİndeki etkilerine araştırmacı İzutsu da dikkat
çekmiş ve son devirler İslam Dünyası düşünürlerinden Sebzevârî üzerine
yapmış olduğu araştırmasında bu konuya değinmiş ve "Zihnî varlık kavramı
İslam felsefesinde bir hayli karmaşık problemlerin ortaya çıkmasına sebep
olmuştur" diyerek konunun güçlüğüne işaret etmiştir.


Tesbit edebildiğimiz kadarıyla nefsu'1-emr hakkında müstakil risale ya-
zanlar Nasır Tûsî, Cürcânî, Devvâra (öl. 1502), Erdebîlî (öl. 1543) ve Gelen-
bevî (öl. 1790)'dir. Tarafımızdan yayınlanmış olan (Tûsî, Cürcânî, Devvânî
ve Erdebîlî'nin risaleleri) ve yayınlanacak olan (Gelenbevî'nin risalesi) top-
lam beş risaleye ek olarak Kelâm, veya Felsefe kitaplarının içinde bu konuya
yer vermiş olan düşünürler de bulunmaktadır: îcî, Cürcânî, Ali Tûsî, Ali
Kuşçu, Hıllî, Teftâzânî, Katı Beyzâdî, Isfahanı.. gibi.
Nefsu'1-emr hakkındaki müstakil risalelere ve nefsu'1-emr konusuna
umumi eserlerde "ilim" bahsinde (Mesela Mevâkıf ve Şerhu'l-Mevâkıf, Ma-
kâsıd, ve Şerhu'l-Makâsıd gibi) değinilmesi dışında bizim eserini görmediği-
miz ancak eserinin adında "nefsu'1-emr" ibaresi bulunan düşünürler (Kadı
Mahmut b. Mustafa er-Rûmî en-Niksârî el-Hanefî öl. 1616) , ve yazarını ve
içeriğini bilmediğimiz ama adında "nefsu'1-emr" ibaresi geçen eserler de bu-
lunmaktadır .

Bütün bunlara ek olarak, adı dolayısıyla değil ama içeriği yüzünden bu-
raya dahil edebilecek olan, külliler hakkında müstakil bir risale yazmış olan,
İbn Sina'nın meşhur eseri İşârât'a bir şerh yazmış olan Nasır Tûsî'nin Şer-
hu'1-İşârât'ı ile, aynı esere bir şerh olan F. Râzî'nin Şerhu'l İşârât'i ara-
sında bir mukayese yaparak bu iki düşünürü karşılaştıran ve bu yüzden ese-
rine Kitâbu'l-Muhâkemâat beyne'1-İmâm ve'n-Nasîr adını veren XIV.
yüzyıl İslam Dünyasının çok parlak ve seçkin düşünürlerinden birinin, Kut-
beddin Râzî (öl. 1365)'nin adını da buraya ekleyebiliriz.

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP