FELSEFECİYE SAYGI

AHMET OKTAY

Hayli eskilere dayanıyor Nermi Uygur'la tanışıklığım: 1958'de beyaz bir kapak üstünde rasladım ona: «Edmund Husserl’de Başkasının Ben'i Problemi — Nermi Uygur», O gün bugündür sürüyor 890 kuruşa edindiğim bu dostluk. Kitaplarında tepelere çıkardı beni, nefesim kesile kesile; dere kıyılarında dolaştırdı, dizeler söylete söylete. Yazı da felsefe de dünyada işler. Dahası: felsefenin «çekici» dildir. Kullanamıyorsanız ana dilinizi, istediğiniz kadar yeni ve yüce şeyler düşünün, hiç bir görüş yoktur kırabileceğiniz. Bu bağlamda şurası kesin: Bir felsefe yazan'dır Nermi Uygur. Husserl'den son kitabı «Yaşama Felsefesi» ne uzanan 24 yıl, yoğun bir düşünce/dil anlaşmasını, durulaşmasını yansıtır. Yanılmayalım ama: düşüncede sığlık, dilde sıradanlik anlamına gelmiyor bu. İstediği kadar ünlü olsun, kitapları on binler satsın; yazar'ın ölümünü bildirir iki niteleme de. Felsefe yapmak, biçimi, biçemi önemsemeyi daha gerekli kılıyor üstelik. Bulmaya/buldurmaya, görmeye /gördürmeye çalışırken anlatılanın anlatımdan ayrılamayacağını kanıtlar Uygur, ister yazın üstüne konuşsun, ister fizik üstüne. «İnsan Açısından Edebiyat»ın önsözünde belirtir zaten konumunu: «Yazarını herşeyden önce». Buradaki insan sözcüğünü not edelim bir kenara: çünkü öyle sanıyorum ki Nermi Uygur'un yapıtının merkez sorunu insandır. Yazar, üstelik felsefe yazarı her şeyden çok Sözlügü ile ele verir kendini. Uygur'un dediği gibi çünkü, «dil bir aynadır; herkes orda kendi yüzünü görür». Bir başka felsefecinin sorunsalını çözümlüyor olsa da, ilk kitabının başlığı ile son kitabının başlığı, son kertede aynı kuramsal/kılgısal ilgiyi açığa vuruyor bana kalırsa.

Felsefeyi sokağa çıkaran bir iki kişiden biridir Uygur: Güneşlendirir, gerekiyorsa köpüğünü höpürdeterek bir bira içirtir, yandaki masaya kulak kabarttırır. Felsefeyle gündelik yaşam arasında ilişki kurmaya, felsefenin bir gereksinim olduğunu kanıtlamaya uğraşanların başında Hilmi Ziya Ülken'i anmak gerekir elbet. «Felsefeye Giriş» ve «Felsefî Anthropologi» adlı kitaplarıyla bu yolda uğraş verenlerden biri de Takiyettin Mengüşoğlu'dur. Son yıllarda birbirini izleyen yayınlar, düş kırıklıkları, dönemini aştığını gösteriyorsa felsefecinin, bunda Nermi Uygur'un önemli katkısı olduğu söylenmeli. Dediğim gibi çünkü, şu anda on kitaba ulaşan yapıtı, üniversite «lobby» sini terkedeli çok oluyor. Uygur «Türk Felsefesinin Boyutları» adlı sorgulayıcı kitabında, hem yurdumuzda uğraş alanının durumunu inceliyor «mikro» düzeyde felsefenin toplumsal konumunu irdeliyor; hem de geleceğini vurguluyordu, yukarda değindiğim «ilgi» doğrultusunda: «Türk felsefesinin boyutları, tüm olanaklarıyla, insanın boyutlarından başka birşey değildir».

Gelgelelim, Nermi Uygur'un girişiminin de, yapıtının da gereğince değerlendirilebildiğini söylemek zor. Bırakın genel aydın düzeyini, meslekten felsefeciler bile bu üretim üzerinde yeterli görüş belirtmediler, bilebildiğim kadarıyla. Örneğin «Kuram Eylem Bağlamı» ele aldığı sorunlar, inceleme yöntemi, ulaştığı sonuçlar bakımından hemen her çevrede uzun boylu tartışılması gereken bir çalışma değil miydi? Fiziğin «insana özgü kültür evreninin» dilimlerinden sadece biri olduğu sonucuna ulaşan «Dil Yönünden Fizik Felsefesi», inançlarımızdan dâ inançsızlıklarımızdan da kuşku duymaya çağırmıyor, bu bağlamda eleştirel bir okuma gerektirmiyor muydu? Yazarların suskunluğunu anlamak kolay: Felsefeye, bilime ilişkin yapıtlar üzerinde konuşmaktan hem korkar, uzman değilim diye, hem de aynı gerekçeyle «dışardan gazel okuma» sayar bunu. Ama felsefecilerin ve bilim adamlarının suskunluğunu, sorunları okur önünde irdelememelerini anlamak olası değil. Çağına, toplumuna, dilinin yazarına/şairine alabildiğine açılmış Nermi Uygur'un yapıtı, sessizlik istemiyor çünkü; insan yapıp/etmeleri üstünde de, kendi üstünde de.

«Yazmamaktan acı çekmek» ve «kendini yapıtına ada» derken Uygur, Nietzsche'den Mallarme'ye, Marx'dan Aragon'a bütün kargışlanmışlar! ve kırılmışları düşünmemiş olabilir mi? Bu daha çok yazımına özgü sanılan gerilimi içerden yaşayamayan, bilgin'in de felsefecinin de yenilgiler ve utkular arasında gidip gelen uğraşının, gerçekle savaşının acısını yeterince anlayabilir mi? Yazı'yı, fizik kitabından şiire, bütünlüğü içinde görmeyi dileyen Nermi Uygur, belki de değil, kesinlikle bu yüzden, kitabından bir dil tadı almamızı sağlıyor. Bu sorun, Türkiye'deki her aydının yazgısı çünkü, çala-kalem ya da çala-tuş yazmak yetmiyor Uygur'un da vurguladığı gibi: «dilde görünür yazarlık; dilsiz yazı olmaz». T. Mengüşoğlu «Fenomenologi ve Nicolai Hartmann» adlı çalışmasının önsözünde, Türkçe yazdığı ilk yazı olan bu doçentlik tezinin dilini jürinin isteği üzerine M.Ş. Tunç'un denetiminde değiştirmek zorunda bırakıldığını anlatır ve ekler: «Yeni dil atılımım on yıl geciktirildi». Sorun'un önemini felsefenin özgül alanında irdelemek isteyenler, değerli «hoca»nın anılan ve anılmayan kitaplarıyla örneğin Onay Sözer'in «E. Husserlin Fenomenoloji'si ve Nesnelerin Varlığı» başlıklı kitabını karşılaştırarak okumalıdır: gelişme «hoca»nın isteğini de aşmıştır besbelli. Nermi Uygur, felsefe dilini nerdeyse bir yazım dili gibi kıvraklaştırdığı için de kutlanmalıdır elbet. Bu «kıvrak» sözcüğü burda oldukça «yakışıksız» kaçsa bile. Şu cümlede salt «felsefece» bir kaygı gören, bana kalırsa indirgemeci bir okurdur, ister farkına varsın ister varmasın, sakatlamıştır cümleyi: «Dağ ile dikduruş arasında gizli bir anlam alış-verişi sezmemek elde değil: İnsan-olmada dikduruştan önemli pekaz şey var».

Nermi Uygur'un felsefeyi sokağa çıkaranlardan biri olduğunu söyledim. Bu yargıyı «Dil Yönünden Fizik Felsefesi» adlı kitapta bile kanıtlamak olası görünüyor, başlığın «ürkütücülüğüne» rağmen. «Ana dürtüsü dil olan» bu çalışma, uzmanlara olduğu kadar sabırlı bir okura da açıktır çünkü. Tanımsal çerçevesi de betimsel çerçevesi de fizik ile felsefe arasındaki birbirine gerekliliği vurgulamakta, bütün özgüllüğüne rağmen okunabilmektedir. Ama bu sokağa çıkma durumunu Uygur'un son kitabı «Yaşama Felsefesinde daha elle tutulur biçimde görmek olası.

Kitabın ilk parçası «Dağcı» nın bir eğretileme olduğunu söylemek bile fazla: Yazından felsefeye her üretici/yaratıcı edimin yöntemini sezdirdiği kadar, o üretimi/yaratıcı edimi selamlıyor da: «Kendi yolunu kendi yapan kişidir dağcı». Yaşamın tam ortasında duruyor bu kitap: Doğu ile batı arasında sarkaç gibi gidip geliyorsanız altını çizerek okuyun: «Kültür değiştirmek bir bakıma bitmeyecek bir hesaplaşma çabasını başlatmak demektir». Kitle iletişim araçlarından kentleri dolduran motorlu motorsuz taşıtlara, çağcıl yaşamı sorgulamayı, bireyliğin nasıl korunabileceğini araştırmayı seviyorsanız, «milyarlarca kişiyi kapsayan evrensel bir kentin» ağzı var dili yok bir uyruğu olmak istemiyorsanız, işte size nerdeyse iki küçük baş yapıt: «Kültür Taşrası» ve «Bisiklet». Teknolojinin her kımıldanışında insanoğlu sunduğu nimetlerle dertlerin sanıldığı gibi kolay çözümlenemeyeceğini gösteriyor Uygur. Hiç kuşkum yok: Yazıların alt-katmanlarmda geliştirdiği nice sorun okur-yazarlarm ilgisini çekecek, kültür ve çevre konularında yeni yaklaşımlara yol açacak. Örneğin «taşralılığın aşılması» konusunda yazmayı istiyorum, olanaklar ve sorular açısından. Gelgelelim, benim dönüp dönüp okuduğum yazı «Gecenin Erdemi Ya Da Gece Fenomenolojisine Giriş». Bazı parçalarını yayımladı ğım «Yol Üstündeki Semender» adlı şiirim dolayısıyla Kleist, Pavese, Mayakovsky, Beşir Fuat, Benjamin gibi gecenin oğullarıyla uğraşıp durduğum için mi acaba? Yoksa Nermi Uygur'un o «batık mutluluk» deyişine vurulduğum için mi? Belki de şundan: Uygur, bakılanın öteki-yüzünü gösteriyor, tersinden okumanın gereğini sezdiriyor.

«Denenmiş biçimleriyle ola ki felsefenin işi bitiktir. —- Denenmemisleriyle durum ne, peki?» diye sorarak daha kitabının önsözünde, bizi/beni yığınla dolambaçlı soruyla burun buruna getiren, daha doğrusu böylesine sorular sormaya yönelten bir felsefe yazan'na bir «yazar» gönülden bir selâm sunabilir olsa olsa.

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP