Mutlak Zaman – Mekan Kavrayışı Üzerine ( Newton’un Doğa Felsefesinin Matematik İlkeleri Yapıtına Bir İlk Eleştiri ) - 1
|
Kutsi Kahveci
Özet
"Felsefe Tarihi boyunca hemen her filozof, zaman ve mekan konusu üzerinde durmuş, onun ne olduğu ve mahiyeti hakkında düşünceler ortaya koymuştur. Bu bağlamda Isaac Newton’un da mutlak zaman ve mutlak mekan anlayışı vardır. Newton’un çağdaşı ve entellektüel yönden onunla aynı düzeyde olan Gottfried Wilhelm Leibniz bu anlayışa karşı çıkmıştır. Newton’u ilk eleştirenlerden olan Leibniz, eleştirilerini metafizik ve teoloji açısından yapmıştır. Bizim bu çalışmadaki amacımız Leibniz’in bu eleştirilerini irdelemektir."
-------------
Bütün olaylar zaman ve mekân çerçevesinde gerçekleşir ve gelişir. Reel varlıkları bu iki kategorinin dışında düşünme imkanı yoktur. Yalnız bunların çok soyut ve kompleks oluşları kendilerinin tanımlanmasında zorluklar çıkarmaktadır.
Varlık, bilgi ve değer konularında kendilerine ait metotlarla genel kavramları ve tanımları bulmaya çalışan filozofların zaman ve mekân kavramlarıyla da ilgilenmeleri tabidir.
Mekân nesnelerin varolma ve bilinmelerinin koşulu olarak ortaya çıkmaktadır.Bu bakımdan ele alınınca o, zamanla birlikte hem ontolojik hem epistemolojik bir değer taşımaktadır. Tabi ki bu şekilde bir ele alış, mekanın
daha çok fenomenolojik bir değerlendirilişi olacaktır. Zira mekân dışı varlıklar vardır ve onların bilinmesi için mekâna ihtiyaç duyulmaz. Bu bağlamda düşünülecek olursa, doğadaki nesnelerin tasviri için mekân gereklilik olarak görülmektedir.
Bizce mekanın önemi fizikteki nesnelerin zaman ve mekanda gömülü olmalarından ileri gelmektedir. Eğer biz bunu göz ardı edersek nesnelerin varlığından bağımsız bir varlığa sahip olan bir zaman ve mekanın varlığını düşünme tehlikesiyle karşı karşıya kalırız. Bu kaçınılması çok kolay olmayan bir soyutlamadır. Bizler aynı zamanda biliyoruz ki, mekan diye tanımlamaya çalıştığımız şey bizi çevrelemekte ve karşımızdadır.
En genel anlamıyla mekan; tüm varolanları içinde bulunduran sınırsız yer... Tüm varolanların akışı içinde birbirlerinin yerini alarak zincirlendikleri sonsuz süreyi dile getiren zaman kavramıyla sıkıca bağımlı olarak maddenin varolma biçimlerinden başlıcasını dile getirir.1 Bundan dolayı da; ...mekan, zaman, hareket ve madde birbirlerinden ayrılmazcasına bağımlıdırlar. Bunlardan biri olmayınca öbürleri de olmaz2.
Antikçağda mekan, özellikle Demokritos ve Epikuros gibi atomcularda durağan, her zaman ve her yerde aynı olan bir boşluk olarak sanılıyordu. Buna karşın zaman içerisinde mekanın; bağımlı, hareketli, hiç bir yerde aynı olmayan maddi bir doluluk olduğu anlayışı gelişmiştir. Bunun yanı sıra mekanın insan bilincinden ve iradesinden bağımsız bir gerçeklik olduğu da düşünce tarihi içerisinde genellikle yadsınmıştır. Hatta Berkeley, Hume, Mach vb. düşünürler incelendiğinde, mekanı bireysel bilince kadar indirgedikleri görülecektir.
Bu bağlamda; zaman ve mekân idealist felsefeye göre, bizim dışımızda mevcut değildir ve zihnin basit formlarından ibarettir. Zaman iç duyarlığımızın a priori formudur ve ardardalık sırasıdır. Mekân dış duyarlığımızın a priori formudur ve yan yana bulunma düzenidir.3
Bunun yanı sıra zaman mekânın gerçekliğiyle ilgili başlıca itirazların şu noktada yoğunlaştıkları görülecektir; “...eğer onlar gerçekten var olsalardı, ister istemez ya cevher ya da araz olacaklardı. Halbuki her ikisini de düşünemeyiz”4.
Diyebiliriz ki, bu noktada zaman ve mekânın öz bakımından bilinemez oluşu, bu konuda realistlerle, idealistler arasındaki tartışmanın sürüp gitmesine sebep olmuştur. Isaac Newton, tarihin yetiştirdiği en büyük bilim adamlarından biridir. Matematik, Astronomi ve Fizik alanlarındaki buluşları göz kamaştırıcı niteliktedir. Klasik Fizik onunla doruğa erişmiştir.5
Newton inzivaya çekilip iki buçuk yıl çalışarak başyapıtı “Philosophiae Naturalis Principia Mathematical” – Doğa Felsefesinin Matematik İlkeleri – ni yazmıştır.6 Newton’un kısaca “Principia” adıyla bilinen bu yapıtı hem astronomiyi hem de fiziği kapsamaktadır. Dolayısıyla kendinden önce her iki alanda yapılmış ( yani Kopernik ve Kepler ile Galileo’nun yaptığı ) fizik ve astronomi konusundaki çalışmaların bir devamı durumundadır.7
Newton, doğada insan bilincinden bağımsız bir zaman ve mekan bulunduğunu tanıtladı. “...ne var ki Newton, zaman ve mekanı insandan bağımsız olduğu kadar, maddeden de bağımsız ve bu anlamda mutlak sayıyordu. Mutlak zaman ve mutlak mekan kavramları Newton tarafından ileri sürülmüştür. Newton, dindar bir adam olduğu için, ben varsayım yapmam diyerek bu konuda bilimsel bir varsayım ileri sürmekten kaçındığı halde, Tanrıbilimsel varsayımlar ileri sürmekten çekinmiyordu. Örneğin; “Principia” sının sonuna eklediği yedi yapraklık genel açıklama bölümünde, fizik bulgularının metafizik sonuçlarını bir Tanrıbilimci ağzıyla şöyle açıklıyordu: Bu güneş, gezegenler ve kuyruklu yıldızların uyumlu dizgesinin, her şeye gücü yeten ve her şeyi bilen üstün bir varlığın buyruğundan doğması gerekir.8
Newton’un Tanrıya inancı mutlaktı ve bu inancı şöyle dile getiriyordu; Tanrı ebedi ve sonsuzdur. O, zaman ve mekan değildir. O, hazır ve nazırdır.9 Diyebiliriz ki, böyle olmakla da zaman ve mekanı meydana getirmiştir. Görüldüğü gibi zaman ve mekanı, idealist düşünürün insan ürünü saymasıyla, idealist bilimcinin Tanrı’nın ürünü sayması arasında hiç bir fark yoktur.
Denilebilir ki, mekanla zamanı hem birbirinden hem de maddeyle hareketten soyutlayarak bütün bunların ayrı ayrı bağımsız olarak varolduklarını ileri süren Newton açısından; mutlâk mekân, kendi tabiatına veya herhangi bir dış –harici- şeye göre değişmez her zaman aynı kalır ve hareket etmez. Göreli mekân hareket eden bir boyuttur, mutlâk mekânın ölçüsüdür. Göreli mekânı cisimlerin konumları olarak duygularımız -hislerimiz - belirler. Mekân kendinin ve başka şeylerin yerleridir. Yer olması tabiatından dolayıdır. Mekân mutlâk yerdir. Mutlâk yerden nakil ise, mutlâk harekettir. Sonsuzdan sonsuza kadar konumların birbirine göre aynı kaldığı yerler hareketsizdir. - Yani kendileri hareket etmezler.- Bu düşünce şekline göre de hareketsiz kalmak zorundadırlar. Hareketsiz mekân ise hareketsiz yerlerden meydana gelir.10 Buradan hareketle düşünürün mekânı, mutlâk mekân ve göreli mekân diye ikiye ayırdığını görmekteyiz. Yani mekân ve yer kavramları ayrıcalıklı bir şekil arz etmektedir. Aynı zamanda mutlâk mekân daha geniş, yer kavramı ise daha sınırlı bir şekilde algılanmaktadır.
Diğer yandan düşünürde mutlâk zaman anlayışı da vardır. Mutlâk doğru, matematik zaman kendi başına varolan fenomenlerle bağlantısı olmadan akıp giden zamandır. Böyle bir anlayış, bizce zamanı bir mekân olarak ele almak demektir. Çünkü zamanın matematik olarak ele alınması, onun ölçülebilir olması demektir. İşte bu ölçü mekânda mümkündür. Zamanın da ölçülebilir olduğunu söylemek onunda mekân olduğunu, sonsuz olarak bölünebilir olduğunu kabul etmek demektir. Aynı zamanda görüyoruz ki, Newton mutlâk zaman anlayışını, mekânik kanunlarını temellendirmekte kullanmaktadır. Şu da bir gerçektir, Newton’un mekan, zaman ve hareket anlayışı klasik fizikte yaygın olarak kabul edilmiştir.
Newton’un mutlak zaman ve mutlak mekan anlayışını genel hatlarıyla kısaca ortaya koymaya çalıştık. Bizim bu çalışmada asıl amacımız, Newton’un çağdaşı ve entellektüel yönden onunla aynı düzeyde olan Gottfried Wilhelm Leibniz’in bu görüşleri eleştirisidir.
Leibniz, zaman ve mekanın, Newton anlayışına göre kesinliğine karşı çıkmıştır. Newton’u ilk eleştirenlerden olan Leibniz, eleştirilerini metafizik ve teoloji açısından yapmıştır.
Matematiksel prensipler yalnızca matematiği kapsar; rakamlar, şekiller, aritmetik, geometri. Fakat metafiziksel prensipler genel zanlardan daha fazlasını içerir düşüncesinde olan Leibniz; ‘ bu baylar ( Newton ve takipçileri ) mekanın mutlak mekan olduğunda ısrar ederler. Fakat bu, onları büyük zorlukların içine iter. Mekanın ezeli ve sonsuz olduğuna, hatta bazıları mekanın Tanrının kendisi olduğuna inanır. Ama mekan bir parçadır, Tanrıya ait olabilecek bir nesne değil’11 demektedir. Anlaşılıyor ki, Leibniz’in bu noktadaki itirazı, mekanın ezeli ve ebedi olduğunun kabul edilmesinin, Tanrının yanında onunla birlikte başka bir varlığın kabul edilmesi anlamına geldiğidir.
Bu kısa eleştiriden sonra, Leibniz’in mekan ve zaman hakkındaki düşüncelerini inceleyelim. Leibniz; “...mekan ve zamanı varlık olarak değil, cisimler ve olaylar arasındaki topolojik bağıntıların bütünü olarak görür”12. Yine Leibniz der ki; “ ...benim görüşüme göre, mekanı yalnızca göreli olarak alıyorum. Zamanı da birlikte varoluşların düzeni olarak. Zaten zaman ardıllıkların düzenidir. İhtimal bağlamında mekan, aynı anda beraber bulunan diye kabul edilen nesneler düzenidir. Bir çok nesne bir arada görünürse, kişi bunu kendilerinin ötesinde nesneler düzeni olarak algılar”13.
Düşünüre göre mekân, mekânda bulundukları kabul edilen şeylerden bağımsız değildir. Mekân’ın bu mekânda bulunan şeylere göre herhangi bir mantıksal önceliği yoktur. Monadların ve özelliklerinin türevi olması nedeniyle mekânın varlığı ikincildir. Ona göre mekân yukarıdaki pasajda da vurgulandığı gibi, birlikte varoluş düzeni ya da düzenleri sonucu ortaya çıkan bağıntılardır.14
Bu bağlamda zaten, Newton’un mutlâk zaman anlayışına karşı olan Leibniz’e göre, zamanın kendi başına bir varlığı olamaz. Demek ki o, nesnelerin ardarda gelişlerinin bir düzen formudur.Ona göre zaman, sebep ve sonuç olarak birbirlerine bağlı olanların iç içe girdikleri ardarda olmalarının düzen formudur.
Leibniz, zamanın bulanık bir idrak olduğunu söylerken, onu realitesinden ayırmaktadır. Her monad evrende, geçmişte, şimdi ve gelecekte ne olup biterse hepsini ifade eder15 diyen Leibniz’in bu anlayışında zamanı mekana indirgediğini söylemek mümkündür.
Leibniz’in zaman ve mekânı, maddenin düzeninden ve bağlantısından başka bir şey olarak görmemesinden dolayı, zaman ve mekânın idealliği ile ilgili teorisinin, ilişkilerin gerçekliğini inkar etme sebebi taşıdığı düşünülebilir. Fakat uzamsal ve zamansal pozisyonların kendi çıkarları doğrultusunda varolduklarını inkâr etmek ve daha da ileriye giderek mutlâk mekân ve zamanı ki, - bunlar bu tür noktaların totalliğinden ortaya çıkmıştır – inkâr etmek, uzamsal ve mekânsal doğruların gerçekliğini inkâr etmek demek değildir kanaatindeyiz.
Mekanı bir cisim olarak algılayanları yalanlayacak pek çok kanıta sahip olduğunu söyleyen Leibniz; “ ...eğer mekan mutlâk varlıksa yeter – sebep ilişkisinin olması imkansız bir şey olmalı”16 demektedir.Ayrıca “ Newton bana önemli bir prensibi bahşetti. Hiçbir şey yeter sebep olmadan gerçekleşemez. Fakat bu yalnızca sözde var, gerçekte inkar etti. Bu da onun bu prensibin gücünü tam olarak kavrayamadığını gösterir.”17 Yine o, “...Mekan mutlâk değişmezliği olan bir şeydir. Nesneler onun içine yerleşmemiştir. Mekanın bir noktası diğer bir noktasından kesinlikle farklı değildir. Öyleyse neden Tanrının bedenleri aynı durumlarda yarattığının bir nedeni olmasıdır. Onları mekanda kesin, kısmi davranışlar içerisine yerleştirebilirdi, ya da tam tersi. Neden doğuyu batıya, batıyı doğuya yerleştirerek her şeyi tam bir karşıt yönde yerleştirmedi. Eğer mekan, düzen ve ilişkilerden başka bir şey değilse ve içine bedenler yerleştirilmeden hiç bir şey ise, bu iki durum birbirinden hiçte farklı değildir. Öyleyse onların farkı yalnızca bizim mekanın gerçekliğindeki hayali tahminlerimizdir”18 demektedir.
Eğer mekan bir özellik veya nitelik ise, mekan bir cisim özelliği olmak zorundadır anlayışında olan Leibniz, hangi varlık boş mekanı kendi özelliği olarak iki beden arasında bağlayabilir ki sorununu da tartışmaktadır; “ ...Sonsuz mekan, uçsuz bucaksız ise sınırlı mekan bu kavramın karşıtıdır. Ölçülebilir veya sınırlı uzantıya sahiptir. Uzantı uzanan şeyin etkisi olmalı, fakat eğer mekan boş ise, herhangi bir cisim olmadan bir yüklem olacaktır. Kişi, uzanan bir nesne olmadan nerede mekanı bir nitelik yaparsa, benim düşünceme göre mekanı, nesneler düzeni olan ve mutlâk olmayan bir şeyin içine düşecektir. Eğer mekan mutlâk gerçekse, nitelik olmaktan çok, uzakta cisimlerin kendilerinden daha büyük bir gerçeğe sahip olacaktır. Tanrı onu yıkamaz ya da hiç bir ilgisini değiştiremez. Yalnızca bütünde bir sınırsızlık olmayacak, aynı zamanda her parçasında sabit ve ebedi olacaktır. Tanrıdan öte ebedi olan sonsuz sayıda şeyler olacaktır.”19
Bu bağlamda Leibniz; “Sonsuz mekanın parçası olmadığını söylemek, sınırlı mekanı kapsamadığını söylemektir. Hiç bir şeye indirgenemeyen tüm sınırlı mekana rağmen sonsuz mekan varolabilir. ...Eğer mekan ve zaman mutlâksa ve eğer nesneler düzeninden öte bir şey değilse, gerçekte benim kanıtlarım aykırılık olacaktır. Ama böyle olmadığından “bu bir imkânsız hikayedir” hipotezi tekzip manasında olacaktır. ...Mekan değişmezdir. Orada ne iç ne de dış nedenler olamaz. Parçalarını ayırt edecek ve bir seçim yapacak neden olamaz”20 demektedir.
Şunu da söylemeliyiz ki, hiç kimse Leibniz’in birbiri ardı sıra gelişen olayları, belirli süreklilikleri olan aşamaları ya da algıladığımız dünyanın içinde maddelerin birlikte varolduğu uzamsal bir dünya olduğunu inkâr ettiğini düşünmez.
Leibniz der ki; “...zaman, mekân gibi ne ondan daha fazla, ne de ondan daha az ideal bir şeydir. Birlikte varolmak ve önceden varolmak kavramlarında doğru olan bir şey vardır. Fakat itiraf etmeliyim ki, bu doğruluk bir çoklarının kabul ettiği gibi madde ve konuların doğruluğu kadar değildir.”21
Bertrand Russell, Leibniz’i konuyla ilgili düşüncelerinden dolayı eleştirmiştir. Çünkü o, belirli yerdeki maddelerin mekânın varlığına işaret olduğuna inanıyordu. Fakat Leibniz’in içeriksel kargaşa olarak nitelendirdiği de buydu. Leibniz, mekânları ‘belirli bir düzen ve birliktelik’ içinde üzerinde duran maddelerin referans noktaları olarak bireyselleştiriyordu.22
Leibniz der ki; “... mekân fikrinin onun devamında da zaman fikrinin olması için göz önüne aldığımız maddelerin dışında herhangi bir mutlâk gerçek aramaya gerek yoktur. Farkların ilişkilerini ve kurallarını dikkate almak yeterli olan, uzam denen yerlerin algılanışıdır. ...Eğer bir ağacın varlığına dayanarak dağın üzerinde bir noktayı işaretlersek, ağacın referansı sayesinde kendi kimliği olan bir pozisyon bulmuş olacağız. Buna karşılık nokta, belirli bir enlem ve boylamda zirveden şu kadar fit uzaklıkta dünya üzerinde belirli bir noktadır. Yine dünya güneşle bağlantılı olarak tanımlanabilir. Fakat onun güneşe göre olan yeri, mutlâk mekân konusunda dağın üzerindeki yerdeki noktanın mekânına benzemez. Hareket eden bir vücudun durumunu, onu bir dizi materyal vücutla karşılaştırarak belirleyebiliriz. Bu bize adaletli bir çerçeve sağlayacaktır. Fakat bir iskelete bağlı olmayan olayların ve yerlerin kimliğinin kriterini hiç bir zaman sağlayamaz. Böylece Leibniz, Clark’la yazışmalarında şöyle diyor; Tanrının evreni daha önce yarattığı ya da belirli materyal evreni olduğu gibi belirsiz bir evrende düz bir çizgiye koyabileceği hipotezi hayali bir varsayımdır.23
Bu noktada diyebiliriz ki, Leibniz, bunun doğrulanmasının zaman israfı sayılacağı, kanıtlanamayacak bir hipotez olduğunu söylememektedir. Böyle bir hipotezin doğruluğunu günün birinde anlayıp anlayamayacağımız hakkında da tartışmıyor. Bizce bir eylemi tanımlayamayacağımız için, tamamen bir hipotezden bahsedemeyeceğimizi söylemektedir.
Diğer yandan Leibniz; “Tanrı nesneleri kendi içinde görür. Mekan nesnelerin yeridir, Tanrının fikirlerinin değil. Mekana Tanrı ile nesneler arasındaki birlik gibi bir şey olarak bakarız. Bedenle ruh arasındaki hayal edilen bağın yansıması gibi. Burada hâlâ Tanrı dünyanın ruhudur.”24 demektedir.
Bu bağlamda Newton’la ilgili de şunları söylemektedir; “...Newton mekanın bedenlerin durumuna bağlı olmadığını da açıklar. Benim yanıtım bunun doğru olduğudur. Mekan, bu ve bunun gibi beden durumlarına bağlı değildir. Fakat, eğer orada hiç bir yaratık yoksa, mekan ve zaman yalnızca Tanrının fikirleri olacaktır.”25
Yine Newton’a karşı, eleştirilerine şöyle devam etmektedir; “Zamanın ve yerin parçaları kendi içlerinde anlaşılırlar ve idealdirler. Bu yüzden, iki soyut birim gibi birbirlerine kusursuzca benzerler. Ama bu, iki somut şey ya da iki gerçek zaman ve iki dolu mekan için geçerli değildir. Mekandaki iki noktanın bir tane ve aynı nokta olduğunu söylemiyorum, ya da zamanın iki aralığının aynı ve tek aralık olduğunu söylemiyorum. ...Mekanın varolan nesnelerin düzeninden başka bir şey olmadığını kanıtladım. Nesnelerin birlikteliklerini gözlemledim. Maddesel sınırlı evren masalı kabul edilemez. Bu her haliyle mantıksız ve uygulama dışıdır... Her sınırlının hareket edebileceğini onaylamıyorum. Benim hipotezlerime göre sınırlı olmalarına rağmen mekanın bir parçası hareket edemez. Hareketlilik bir nesnenin bir başkasına göre yer değiştirmesidir. Bu fark edilmelidir. Aksi takdirde uydurmadır.”26
Leibniz için Tanrının etkilediği varsayılan zamandan önce varolan konuları ayırt etmek için kriterimiz yoksa, herhangi bir hareketi belirleyememişizdir. Böylece bu tür bir hipotez oluşturarak, bir insanın mantıklı olan hiç bir şey söyleyemeyeceği, çünkü dünyanın daha önce yaratıldığına dair hiç bir belirti ya da fark yoktur diyoruz. Araştırmanın mümkün olmamasından dolayı Leibniz’e göre böyle bir girişim gereksiz değil imkânsızdır.
Mekan, zaman gibi kendi içinde ideal bir şey olduğundan, dünya dışındaki mekanın bilim adamlarının kabul ettiği gibi hayal ürünü olması gereklidir diyen Leibniz; “...bedenler olmadan gerçek ve mutlâk olarak alınan mekanın, ebedi, geçilemez ve Tanrıya bağlı olmayan bir şey olduğuna karşı çıktım. Newton, mekanın Tanrının bir mülkiyeti olduğunu söyleyerek bu sorundan kaçmaktadır. Tanrının mülkiyeti uçsuz bucaksızdır. Fakat mekan ile Tanrının uçsuz bucaksızlığı aynı şey değildir... Daha ileri giderek, eğer mekan bir mülkiyet ise sonsuz mekan Tanrının uçsuz bucaksızlığı olacak ve sınırlı mekan, sınırlı bir şeylerin ölçümü veya uzaması olacaktır ki, buna da karşı çıktım. Bir beden mekanı değiştirebilir. Fakat uzantısını terk edemeyeceği için bu gülünçtür.”27 demektedir.
Eğer mekan bir mülkiyet ise, o halde sınırlı mekanın malı, hangi nesne olacaktır diye soran Leibniz, bu boş mekanın kare ve yuvarlak olduğunu ve Tanrının bir malı olduğunu söylemenin de mantıklı görünmediğini vurgulamakta ve şöyle devam etmektedir; “...Eğer mekan, mekanın içinde bir mülkiyet veya cisimlerin etkilemesi ise, aynı mekan bedenlerinde etkilemesi olacaktır. Bazen maddi olmayan cisimlerin ve belki de Tanrının kendisinin etkilemesi olacaktır. Bu bir konudan diğerine geçen tuhaf bir mülkiyet ve etkilemedir ve eğer sınırlı mekan, sınırlı cisimlerin etkileri ise, sınırsız mekan Tanrının bir mülkiyeti olacaktır ki, Tanrının mülkiyetleri yaratılmışların etkilerinden meydana gelmelidir. Tüm sınırlı mekanlar birlikte sınırsız mekanı oluştururlar.”28
Hâlâ bu tuhaf yansıtmaya karşı, bir çok nedeninin olduğunu belirten Leibniz; “...eğer mekan Tanrının mülkiyeti ise Tanrının öz varlığına aittir. Fakat mekanın parçaları vardır. Öyleyse Tanrının öz varlığının da parçaları
vardır... Fakat eğer sınırlı mekanın, sınırlı nesnelerin etkisi olduğunu inkâr ederse, sınırsız mekanın sonsuz bir varlığın mülkiyeti ya da etkisi olduğunu da söylemek mantıksız olacaktır. Daha ötesi mekan bazen boş, bazen de doludur ve sonuçta devamlı değişiklik vardır. Böyle parçaları olan bir Tanrı, tüm evreni ilahi bir hayvan olarak gören Stoic’lerin Tanrısına benzer. Sınırsız mekan Tanrının sonsuzluğu ise, zamanda ebediliğidir. Mekanın içinde olan her şey Tanrının sonsuzluğunun içindedir, zamanın içinde olanda öz varlığının. Tuhaf tanımlar gösteriyor ki, Newton terimleri yanlış kullanmıştır. Bunun bir başka örneğini verebilirim; Tanrının sonsuzluğu onun tüm mekanlarda varolmasını sağlar. Fakat şimdi Tanrı bu mekanın içinde ise, nasıl mekan Tanrının içinde yer alabilir? Zamanın içinde Tanrı varsa, zaman nasıl Tanrının içinde olur? Bu nasıl mülkiyettir?”29 demektedir.
Özet
"Felsefe Tarihi boyunca hemen her filozof, zaman ve mekan konusu üzerinde durmuş, onun ne olduğu ve mahiyeti hakkında düşünceler ortaya koymuştur. Bu bağlamda Isaac Newton’un da mutlak zaman ve mutlak mekan anlayışı vardır. Newton’un çağdaşı ve entellektüel yönden onunla aynı düzeyde olan Gottfried Wilhelm Leibniz bu anlayışa karşı çıkmıştır. Newton’u ilk eleştirenlerden olan Leibniz, eleştirilerini metafizik ve teoloji açısından yapmıştır. Bizim bu çalışmadaki amacımız Leibniz’in bu eleştirilerini irdelemektir."
-------------
Bütün olaylar zaman ve mekân çerçevesinde gerçekleşir ve gelişir. Reel varlıkları bu iki kategorinin dışında düşünme imkanı yoktur. Yalnız bunların çok soyut ve kompleks oluşları kendilerinin tanımlanmasında zorluklar çıkarmaktadır.
Varlık, bilgi ve değer konularında kendilerine ait metotlarla genel kavramları ve tanımları bulmaya çalışan filozofların zaman ve mekân kavramlarıyla da ilgilenmeleri tabidir.
Mekân nesnelerin varolma ve bilinmelerinin koşulu olarak ortaya çıkmaktadır.Bu bakımdan ele alınınca o, zamanla birlikte hem ontolojik hem epistemolojik bir değer taşımaktadır. Tabi ki bu şekilde bir ele alış, mekanın
daha çok fenomenolojik bir değerlendirilişi olacaktır. Zira mekân dışı varlıklar vardır ve onların bilinmesi için mekâna ihtiyaç duyulmaz. Bu bağlamda düşünülecek olursa, doğadaki nesnelerin tasviri için mekân gereklilik olarak görülmektedir.
Bizce mekanın önemi fizikteki nesnelerin zaman ve mekanda gömülü olmalarından ileri gelmektedir. Eğer biz bunu göz ardı edersek nesnelerin varlığından bağımsız bir varlığa sahip olan bir zaman ve mekanın varlığını düşünme tehlikesiyle karşı karşıya kalırız. Bu kaçınılması çok kolay olmayan bir soyutlamadır. Bizler aynı zamanda biliyoruz ki, mekan diye tanımlamaya çalıştığımız şey bizi çevrelemekte ve karşımızdadır.
En genel anlamıyla mekan; tüm varolanları içinde bulunduran sınırsız yer... Tüm varolanların akışı içinde birbirlerinin yerini alarak zincirlendikleri sonsuz süreyi dile getiren zaman kavramıyla sıkıca bağımlı olarak maddenin varolma biçimlerinden başlıcasını dile getirir.1 Bundan dolayı da; ...mekan, zaman, hareket ve madde birbirlerinden ayrılmazcasına bağımlıdırlar. Bunlardan biri olmayınca öbürleri de olmaz2.
Antikçağda mekan, özellikle Demokritos ve Epikuros gibi atomcularda durağan, her zaman ve her yerde aynı olan bir boşluk olarak sanılıyordu. Buna karşın zaman içerisinde mekanın; bağımlı, hareketli, hiç bir yerde aynı olmayan maddi bir doluluk olduğu anlayışı gelişmiştir. Bunun yanı sıra mekanın insan bilincinden ve iradesinden bağımsız bir gerçeklik olduğu da düşünce tarihi içerisinde genellikle yadsınmıştır. Hatta Berkeley, Hume, Mach vb. düşünürler incelendiğinde, mekanı bireysel bilince kadar indirgedikleri görülecektir.
Bu bağlamda; zaman ve mekân idealist felsefeye göre, bizim dışımızda mevcut değildir ve zihnin basit formlarından ibarettir. Zaman iç duyarlığımızın a priori formudur ve ardardalık sırasıdır. Mekân dış duyarlığımızın a priori formudur ve yan yana bulunma düzenidir.3
Bunun yanı sıra zaman mekânın gerçekliğiyle ilgili başlıca itirazların şu noktada yoğunlaştıkları görülecektir; “...eğer onlar gerçekten var olsalardı, ister istemez ya cevher ya da araz olacaklardı. Halbuki her ikisini de düşünemeyiz”4.
Diyebiliriz ki, bu noktada zaman ve mekânın öz bakımından bilinemez oluşu, bu konuda realistlerle, idealistler arasındaki tartışmanın sürüp gitmesine sebep olmuştur. Isaac Newton, tarihin yetiştirdiği en büyük bilim adamlarından biridir. Matematik, Astronomi ve Fizik alanlarındaki buluşları göz kamaştırıcı niteliktedir. Klasik Fizik onunla doruğa erişmiştir.5
Newton inzivaya çekilip iki buçuk yıl çalışarak başyapıtı “Philosophiae Naturalis Principia Mathematical” – Doğa Felsefesinin Matematik İlkeleri – ni yazmıştır.6 Newton’un kısaca “Principia” adıyla bilinen bu yapıtı hem astronomiyi hem de fiziği kapsamaktadır. Dolayısıyla kendinden önce her iki alanda yapılmış ( yani Kopernik ve Kepler ile Galileo’nun yaptığı ) fizik ve astronomi konusundaki çalışmaların bir devamı durumundadır.7
Newton, doğada insan bilincinden bağımsız bir zaman ve mekan bulunduğunu tanıtladı. “...ne var ki Newton, zaman ve mekanı insandan bağımsız olduğu kadar, maddeden de bağımsız ve bu anlamda mutlak sayıyordu. Mutlak zaman ve mutlak mekan kavramları Newton tarafından ileri sürülmüştür. Newton, dindar bir adam olduğu için, ben varsayım yapmam diyerek bu konuda bilimsel bir varsayım ileri sürmekten kaçındığı halde, Tanrıbilimsel varsayımlar ileri sürmekten çekinmiyordu. Örneğin; “Principia” sının sonuna eklediği yedi yapraklık genel açıklama bölümünde, fizik bulgularının metafizik sonuçlarını bir Tanrıbilimci ağzıyla şöyle açıklıyordu: Bu güneş, gezegenler ve kuyruklu yıldızların uyumlu dizgesinin, her şeye gücü yeten ve her şeyi bilen üstün bir varlığın buyruğundan doğması gerekir.8
Newton’un Tanrıya inancı mutlaktı ve bu inancı şöyle dile getiriyordu; Tanrı ebedi ve sonsuzdur. O, zaman ve mekan değildir. O, hazır ve nazırdır.9 Diyebiliriz ki, böyle olmakla da zaman ve mekanı meydana getirmiştir. Görüldüğü gibi zaman ve mekanı, idealist düşünürün insan ürünü saymasıyla, idealist bilimcinin Tanrı’nın ürünü sayması arasında hiç bir fark yoktur.
Denilebilir ki, mekanla zamanı hem birbirinden hem de maddeyle hareketten soyutlayarak bütün bunların ayrı ayrı bağımsız olarak varolduklarını ileri süren Newton açısından; mutlâk mekân, kendi tabiatına veya herhangi bir dış –harici- şeye göre değişmez her zaman aynı kalır ve hareket etmez. Göreli mekân hareket eden bir boyuttur, mutlâk mekânın ölçüsüdür. Göreli mekânı cisimlerin konumları olarak duygularımız -hislerimiz - belirler. Mekân kendinin ve başka şeylerin yerleridir. Yer olması tabiatından dolayıdır. Mekân mutlâk yerdir. Mutlâk yerden nakil ise, mutlâk harekettir. Sonsuzdan sonsuza kadar konumların birbirine göre aynı kaldığı yerler hareketsizdir. - Yani kendileri hareket etmezler.- Bu düşünce şekline göre de hareketsiz kalmak zorundadırlar. Hareketsiz mekân ise hareketsiz yerlerden meydana gelir.10 Buradan hareketle düşünürün mekânı, mutlâk mekân ve göreli mekân diye ikiye ayırdığını görmekteyiz. Yani mekân ve yer kavramları ayrıcalıklı bir şekil arz etmektedir. Aynı zamanda mutlâk mekân daha geniş, yer kavramı ise daha sınırlı bir şekilde algılanmaktadır.
Diğer yandan düşünürde mutlâk zaman anlayışı da vardır. Mutlâk doğru, matematik zaman kendi başına varolan fenomenlerle bağlantısı olmadan akıp giden zamandır. Böyle bir anlayış, bizce zamanı bir mekân olarak ele almak demektir. Çünkü zamanın matematik olarak ele alınması, onun ölçülebilir olması demektir. İşte bu ölçü mekânda mümkündür. Zamanın da ölçülebilir olduğunu söylemek onunda mekân olduğunu, sonsuz olarak bölünebilir olduğunu kabul etmek demektir. Aynı zamanda görüyoruz ki, Newton mutlâk zaman anlayışını, mekânik kanunlarını temellendirmekte kullanmaktadır. Şu da bir gerçektir, Newton’un mekan, zaman ve hareket anlayışı klasik fizikte yaygın olarak kabul edilmiştir.
Newton’un mutlak zaman ve mutlak mekan anlayışını genel hatlarıyla kısaca ortaya koymaya çalıştık. Bizim bu çalışmada asıl amacımız, Newton’un çağdaşı ve entellektüel yönden onunla aynı düzeyde olan Gottfried Wilhelm Leibniz’in bu görüşleri eleştirisidir.
Leibniz, zaman ve mekanın, Newton anlayışına göre kesinliğine karşı çıkmıştır. Newton’u ilk eleştirenlerden olan Leibniz, eleştirilerini metafizik ve teoloji açısından yapmıştır.
Matematiksel prensipler yalnızca matematiği kapsar; rakamlar, şekiller, aritmetik, geometri. Fakat metafiziksel prensipler genel zanlardan daha fazlasını içerir düşüncesinde olan Leibniz; ‘ bu baylar ( Newton ve takipçileri ) mekanın mutlak mekan olduğunda ısrar ederler. Fakat bu, onları büyük zorlukların içine iter. Mekanın ezeli ve sonsuz olduğuna, hatta bazıları mekanın Tanrının kendisi olduğuna inanır. Ama mekan bir parçadır, Tanrıya ait olabilecek bir nesne değil’11 demektedir. Anlaşılıyor ki, Leibniz’in bu noktadaki itirazı, mekanın ezeli ve ebedi olduğunun kabul edilmesinin, Tanrının yanında onunla birlikte başka bir varlığın kabul edilmesi anlamına geldiğidir.
Bu kısa eleştiriden sonra, Leibniz’in mekan ve zaman hakkındaki düşüncelerini inceleyelim. Leibniz; “...mekan ve zamanı varlık olarak değil, cisimler ve olaylar arasındaki topolojik bağıntıların bütünü olarak görür”12. Yine Leibniz der ki; “ ...benim görüşüme göre, mekanı yalnızca göreli olarak alıyorum. Zamanı da birlikte varoluşların düzeni olarak. Zaten zaman ardıllıkların düzenidir. İhtimal bağlamında mekan, aynı anda beraber bulunan diye kabul edilen nesneler düzenidir. Bir çok nesne bir arada görünürse, kişi bunu kendilerinin ötesinde nesneler düzeni olarak algılar”13.
Düşünüre göre mekân, mekânda bulundukları kabul edilen şeylerden bağımsız değildir. Mekân’ın bu mekânda bulunan şeylere göre herhangi bir mantıksal önceliği yoktur. Monadların ve özelliklerinin türevi olması nedeniyle mekânın varlığı ikincildir. Ona göre mekân yukarıdaki pasajda da vurgulandığı gibi, birlikte varoluş düzeni ya da düzenleri sonucu ortaya çıkan bağıntılardır.14
Bu bağlamda zaten, Newton’un mutlâk zaman anlayışına karşı olan Leibniz’e göre, zamanın kendi başına bir varlığı olamaz. Demek ki o, nesnelerin ardarda gelişlerinin bir düzen formudur.Ona göre zaman, sebep ve sonuç olarak birbirlerine bağlı olanların iç içe girdikleri ardarda olmalarının düzen formudur.
Leibniz, zamanın bulanık bir idrak olduğunu söylerken, onu realitesinden ayırmaktadır. Her monad evrende, geçmişte, şimdi ve gelecekte ne olup biterse hepsini ifade eder15 diyen Leibniz’in bu anlayışında zamanı mekana indirgediğini söylemek mümkündür.
Leibniz’in zaman ve mekânı, maddenin düzeninden ve bağlantısından başka bir şey olarak görmemesinden dolayı, zaman ve mekânın idealliği ile ilgili teorisinin, ilişkilerin gerçekliğini inkar etme sebebi taşıdığı düşünülebilir. Fakat uzamsal ve zamansal pozisyonların kendi çıkarları doğrultusunda varolduklarını inkâr etmek ve daha da ileriye giderek mutlâk mekân ve zamanı ki, - bunlar bu tür noktaların totalliğinden ortaya çıkmıştır – inkâr etmek, uzamsal ve mekânsal doğruların gerçekliğini inkâr etmek demek değildir kanaatindeyiz.
Mekanı bir cisim olarak algılayanları yalanlayacak pek çok kanıta sahip olduğunu söyleyen Leibniz; “ ...eğer mekan mutlâk varlıksa yeter – sebep ilişkisinin olması imkansız bir şey olmalı”16 demektedir.Ayrıca “ Newton bana önemli bir prensibi bahşetti. Hiçbir şey yeter sebep olmadan gerçekleşemez. Fakat bu yalnızca sözde var, gerçekte inkar etti. Bu da onun bu prensibin gücünü tam olarak kavrayamadığını gösterir.”17 Yine o, “...Mekan mutlâk değişmezliği olan bir şeydir. Nesneler onun içine yerleşmemiştir. Mekanın bir noktası diğer bir noktasından kesinlikle farklı değildir. Öyleyse neden Tanrının bedenleri aynı durumlarda yarattığının bir nedeni olmasıdır. Onları mekanda kesin, kısmi davranışlar içerisine yerleştirebilirdi, ya da tam tersi. Neden doğuyu batıya, batıyı doğuya yerleştirerek her şeyi tam bir karşıt yönde yerleştirmedi. Eğer mekan, düzen ve ilişkilerden başka bir şey değilse ve içine bedenler yerleştirilmeden hiç bir şey ise, bu iki durum birbirinden hiçte farklı değildir. Öyleyse onların farkı yalnızca bizim mekanın gerçekliğindeki hayali tahminlerimizdir”18 demektedir.
Eğer mekan bir özellik veya nitelik ise, mekan bir cisim özelliği olmak zorundadır anlayışında olan Leibniz, hangi varlık boş mekanı kendi özelliği olarak iki beden arasında bağlayabilir ki sorununu da tartışmaktadır; “ ...Sonsuz mekan, uçsuz bucaksız ise sınırlı mekan bu kavramın karşıtıdır. Ölçülebilir veya sınırlı uzantıya sahiptir. Uzantı uzanan şeyin etkisi olmalı, fakat eğer mekan boş ise, herhangi bir cisim olmadan bir yüklem olacaktır. Kişi, uzanan bir nesne olmadan nerede mekanı bir nitelik yaparsa, benim düşünceme göre mekanı, nesneler düzeni olan ve mutlâk olmayan bir şeyin içine düşecektir. Eğer mekan mutlâk gerçekse, nitelik olmaktan çok, uzakta cisimlerin kendilerinden daha büyük bir gerçeğe sahip olacaktır. Tanrı onu yıkamaz ya da hiç bir ilgisini değiştiremez. Yalnızca bütünde bir sınırsızlık olmayacak, aynı zamanda her parçasında sabit ve ebedi olacaktır. Tanrıdan öte ebedi olan sonsuz sayıda şeyler olacaktır.”19
Bu bağlamda Leibniz; “Sonsuz mekanın parçası olmadığını söylemek, sınırlı mekanı kapsamadığını söylemektir. Hiç bir şeye indirgenemeyen tüm sınırlı mekana rağmen sonsuz mekan varolabilir. ...Eğer mekan ve zaman mutlâksa ve eğer nesneler düzeninden öte bir şey değilse, gerçekte benim kanıtlarım aykırılık olacaktır. Ama böyle olmadığından “bu bir imkânsız hikayedir” hipotezi tekzip manasında olacaktır. ...Mekan değişmezdir. Orada ne iç ne de dış nedenler olamaz. Parçalarını ayırt edecek ve bir seçim yapacak neden olamaz”20 demektedir.
Şunu da söylemeliyiz ki, hiç kimse Leibniz’in birbiri ardı sıra gelişen olayları, belirli süreklilikleri olan aşamaları ya da algıladığımız dünyanın içinde maddelerin birlikte varolduğu uzamsal bir dünya olduğunu inkâr ettiğini düşünmez.
Leibniz der ki; “...zaman, mekân gibi ne ondan daha fazla, ne de ondan daha az ideal bir şeydir. Birlikte varolmak ve önceden varolmak kavramlarında doğru olan bir şey vardır. Fakat itiraf etmeliyim ki, bu doğruluk bir çoklarının kabul ettiği gibi madde ve konuların doğruluğu kadar değildir.”21
Bertrand Russell, Leibniz’i konuyla ilgili düşüncelerinden dolayı eleştirmiştir. Çünkü o, belirli yerdeki maddelerin mekânın varlığına işaret olduğuna inanıyordu. Fakat Leibniz’in içeriksel kargaşa olarak nitelendirdiği de buydu. Leibniz, mekânları ‘belirli bir düzen ve birliktelik’ içinde üzerinde duran maddelerin referans noktaları olarak bireyselleştiriyordu.22
Leibniz der ki; “... mekân fikrinin onun devamında da zaman fikrinin olması için göz önüne aldığımız maddelerin dışında herhangi bir mutlâk gerçek aramaya gerek yoktur. Farkların ilişkilerini ve kurallarını dikkate almak yeterli olan, uzam denen yerlerin algılanışıdır. ...Eğer bir ağacın varlığına dayanarak dağın üzerinde bir noktayı işaretlersek, ağacın referansı sayesinde kendi kimliği olan bir pozisyon bulmuş olacağız. Buna karşılık nokta, belirli bir enlem ve boylamda zirveden şu kadar fit uzaklıkta dünya üzerinde belirli bir noktadır. Yine dünya güneşle bağlantılı olarak tanımlanabilir. Fakat onun güneşe göre olan yeri, mutlâk mekân konusunda dağın üzerindeki yerdeki noktanın mekânına benzemez. Hareket eden bir vücudun durumunu, onu bir dizi materyal vücutla karşılaştırarak belirleyebiliriz. Bu bize adaletli bir çerçeve sağlayacaktır. Fakat bir iskelete bağlı olmayan olayların ve yerlerin kimliğinin kriterini hiç bir zaman sağlayamaz. Böylece Leibniz, Clark’la yazışmalarında şöyle diyor; Tanrının evreni daha önce yarattığı ya da belirli materyal evreni olduğu gibi belirsiz bir evrende düz bir çizgiye koyabileceği hipotezi hayali bir varsayımdır.23
Bu noktada diyebiliriz ki, Leibniz, bunun doğrulanmasının zaman israfı sayılacağı, kanıtlanamayacak bir hipotez olduğunu söylememektedir. Böyle bir hipotezin doğruluğunu günün birinde anlayıp anlayamayacağımız hakkında da tartışmıyor. Bizce bir eylemi tanımlayamayacağımız için, tamamen bir hipotezden bahsedemeyeceğimizi söylemektedir.
Diğer yandan Leibniz; “Tanrı nesneleri kendi içinde görür. Mekan nesnelerin yeridir, Tanrının fikirlerinin değil. Mekana Tanrı ile nesneler arasındaki birlik gibi bir şey olarak bakarız. Bedenle ruh arasındaki hayal edilen bağın yansıması gibi. Burada hâlâ Tanrı dünyanın ruhudur.”24 demektedir.
Bu bağlamda Newton’la ilgili de şunları söylemektedir; “...Newton mekanın bedenlerin durumuna bağlı olmadığını da açıklar. Benim yanıtım bunun doğru olduğudur. Mekan, bu ve bunun gibi beden durumlarına bağlı değildir. Fakat, eğer orada hiç bir yaratık yoksa, mekan ve zaman yalnızca Tanrının fikirleri olacaktır.”25
Yine Newton’a karşı, eleştirilerine şöyle devam etmektedir; “Zamanın ve yerin parçaları kendi içlerinde anlaşılırlar ve idealdirler. Bu yüzden, iki soyut birim gibi birbirlerine kusursuzca benzerler. Ama bu, iki somut şey ya da iki gerçek zaman ve iki dolu mekan için geçerli değildir. Mekandaki iki noktanın bir tane ve aynı nokta olduğunu söylemiyorum, ya da zamanın iki aralığının aynı ve tek aralık olduğunu söylemiyorum. ...Mekanın varolan nesnelerin düzeninden başka bir şey olmadığını kanıtladım. Nesnelerin birlikteliklerini gözlemledim. Maddesel sınırlı evren masalı kabul edilemez. Bu her haliyle mantıksız ve uygulama dışıdır... Her sınırlının hareket edebileceğini onaylamıyorum. Benim hipotezlerime göre sınırlı olmalarına rağmen mekanın bir parçası hareket edemez. Hareketlilik bir nesnenin bir başkasına göre yer değiştirmesidir. Bu fark edilmelidir. Aksi takdirde uydurmadır.”26
Leibniz için Tanrının etkilediği varsayılan zamandan önce varolan konuları ayırt etmek için kriterimiz yoksa, herhangi bir hareketi belirleyememişizdir. Böylece bu tür bir hipotez oluşturarak, bir insanın mantıklı olan hiç bir şey söyleyemeyeceği, çünkü dünyanın daha önce yaratıldığına dair hiç bir belirti ya da fark yoktur diyoruz. Araştırmanın mümkün olmamasından dolayı Leibniz’e göre böyle bir girişim gereksiz değil imkânsızdır.
Mekan, zaman gibi kendi içinde ideal bir şey olduğundan, dünya dışındaki mekanın bilim adamlarının kabul ettiği gibi hayal ürünü olması gereklidir diyen Leibniz; “...bedenler olmadan gerçek ve mutlâk olarak alınan mekanın, ebedi, geçilemez ve Tanrıya bağlı olmayan bir şey olduğuna karşı çıktım. Newton, mekanın Tanrının bir mülkiyeti olduğunu söyleyerek bu sorundan kaçmaktadır. Tanrının mülkiyeti uçsuz bucaksızdır. Fakat mekan ile Tanrının uçsuz bucaksızlığı aynı şey değildir... Daha ileri giderek, eğer mekan bir mülkiyet ise sonsuz mekan Tanrının uçsuz bucaksızlığı olacak ve sınırlı mekan, sınırlı bir şeylerin ölçümü veya uzaması olacaktır ki, buna da karşı çıktım. Bir beden mekanı değiştirebilir. Fakat uzantısını terk edemeyeceği için bu gülünçtür.”27 demektedir.
Eğer mekan bir mülkiyet ise, o halde sınırlı mekanın malı, hangi nesne olacaktır diye soran Leibniz, bu boş mekanın kare ve yuvarlak olduğunu ve Tanrının bir malı olduğunu söylemenin de mantıklı görünmediğini vurgulamakta ve şöyle devam etmektedir; “...Eğer mekan, mekanın içinde bir mülkiyet veya cisimlerin etkilemesi ise, aynı mekan bedenlerinde etkilemesi olacaktır. Bazen maddi olmayan cisimlerin ve belki de Tanrının kendisinin etkilemesi olacaktır. Bu bir konudan diğerine geçen tuhaf bir mülkiyet ve etkilemedir ve eğer sınırlı mekan, sınırlı cisimlerin etkileri ise, sınırsız mekan Tanrının bir mülkiyeti olacaktır ki, Tanrının mülkiyetleri yaratılmışların etkilerinden meydana gelmelidir. Tüm sınırlı mekanlar birlikte sınırsız mekanı oluştururlar.”28
Hâlâ bu tuhaf yansıtmaya karşı, bir çok nedeninin olduğunu belirten Leibniz; “...eğer mekan Tanrının mülkiyeti ise Tanrının öz varlığına aittir. Fakat mekanın parçaları vardır. Öyleyse Tanrının öz varlığının da parçaları
vardır... Fakat eğer sınırlı mekanın, sınırlı nesnelerin etkisi olduğunu inkâr ederse, sınırsız mekanın sonsuz bir varlığın mülkiyeti ya da etkisi olduğunu da söylemek mantıksız olacaktır. Daha ötesi mekan bazen boş, bazen de doludur ve sonuçta devamlı değişiklik vardır. Böyle parçaları olan bir Tanrı, tüm evreni ilahi bir hayvan olarak gören Stoic’lerin Tanrısına benzer. Sınırsız mekan Tanrının sonsuzluğu ise, zamanda ebediliğidir. Mekanın içinde olan her şey Tanrının sonsuzluğunun içindedir, zamanın içinde olanda öz varlığının. Tuhaf tanımlar gösteriyor ki, Newton terimleri yanlış kullanmıştır. Bunun bir başka örneğini verebilirim; Tanrının sonsuzluğu onun tüm mekanlarda varolmasını sağlar. Fakat şimdi Tanrı bu mekanın içinde ise, nasıl mekan Tanrının içinde yer alabilir? Zamanın içinde Tanrı varsa, zaman nasıl Tanrının içinde olur? Bu nasıl mülkiyettir?”29 demektedir.