Mutlak Zaman – Mekan Kavrayışı Üzerine ( Newton’un Doğa Felsefesinin Matematik İlkeleri Yapıtına Bir İlk Eleştiri ) - 2

Newton ve takipçilerinin Tanrının çalışmalarını içeren çok tuhaf fikirlerinin olduğundan yakınan Leibniz’in itirazları arasında, ezeli ve sonsuz mekan ve zamanda, tüm nokta ve anların birbirinden hiçbir farkı olmadığından, evrenin yaratıldığı an ve yere ilişkin Tanrının seçiminin anlamsız olacağı – Tanrı anlamsız iş yapmaz – yer almıştır.30

Ayrıca Leibniz, Newton’un Tanrının mekanda duyum sağladığı şeklindeki açıklamasının ve her şeyi onun aracılığıyla bildiğini ileri sürmesinin Tanrının bir organı olduğu ve mekana muhtaç olduğu görüşüne yol açacağını ileri sürmüştür. Yine Leibniz Tanrıya atfedilen uzayın bölünebilir olmasının Tanrının da bölünebilir olması anlamına geleceğini söylemiştir.31

Yine Newton’a karşı eleştirilerini sürdüren Leibniz’e göre; “...öyle görünüyor ki, Newton sonsuzluğu ya da nesnelerin uzantısını, uzantıların olduğu mekan ile zihnini karıştırmış. Sınırsız mekan Tanrının sonsuzluğu değildir. Sınırlı mekan bedenlerin uzantısı olarak alınmaz ve zaman onların süreci değildir. Her şey kendi uzantı ve süreçlerine sahiptir. Kendi zamanlarına ve mekanlarına değil.”32

Burada insanların nasıl kendi mekan sanılarını oluşturduklarını göstereceğim diyen Leibniz; “...onlar bir çok şeyin bir kerede varolduğunu düşünüyorlar ve onları kesin bir birlikte varoluş düzeni içinde gözlemliyorlar. Bu düzen onların durumları ya da uzaklıklarıdır. Bu nesnelerden biri diğerleri ile olan ilişkilerini değiştirdiğinde, yeni gelen nesne diğerleri ile öncekinin aynı bir ilişki kurar. Yeni gelenin öncekinin yerine geldiğini söyleriz. Bu nesneler veya bir çoğu bilinen yön kurallarına göre değişebilirler ve birisi de her zaman pozisyonların ilişkilerine karar verebilir ve varsayalım ki, yeteri kadar birlikte varolan nesneler var. Öyleyse bizde bunların diğerlerinin sahip oldukları aynı yerde sahiptirler deriz. Bu tüm yerler mekan olarak adlandırılır. Yer sonuçta mekan ideası bu ilişkileri kavramamız için yeterlidir ve bize bu tanımayı vermeye yeter”33 demektedir.

Bu bağlamda; eğer mekanın ve zamanın gerçekliği Tanrının ebediliği ve sonsuzluğu için gerekli ise ve eğer Tanrı mekanın içinde ise, eğer mekanın içinde olmak Tanrının bir mülkiyeti ise, Tanrı zaman ve mekana bağlı olacaktır ve onlara ihtiyaç duyacaktır. Zamanın ve mekanın Tanrının bir mülkiyeti olduğu bahanedir. ...Mekanın Tanrının içinde olduğunu reddetmiştim. Çünkü mekanın parçaları vardır. Burada Newton yeni bir bahane arıyor. Bunun için mekanın parçaları olmadığını kullanıyor. Çünkü onun parçaları ayrılamaz. Ya da biri diğerinden ayrılma yolu ile hareket edemez. Fakat parçaları ayrılsa da ayrılmasa da bu mekanın parçaları olmasına yeterlidir. ... Bedenler olmadan mekanın mutlâk gerçek olduğunu kanıtlamak için Newton, sınırlı maddesel evrenin mekan içinde ileri hareket edişine karşı çıkıyor. Ben onu maddesel evrenin sınırlı olacağının mantıksızlığı ile yanıtlıyorum. Bunun sınırlı olduğunu varsaysak bile hâlâ aksi hareketlere sahip olması mantıksız oluyor. Onun parçaları kendilerinden öte durumlarını değiştirir. Çünkü böyle bir hareket gözlemlenebilen bir değişiklik doğurmaz. Mekanda bir hareket vardır. Fakat bu değişen ilişkiler düzenini içerir. Newton burada hareket gerçeğinin gözlemlemeye bağlı olmadığını söylüyor. Bir gemi ileri gidebilir. Fakat gemideki bir kişi bunu fark edemez diyor. Onu şöyle yanıtladım; hareket gözlemlemeye bağlı değildir. Fakat onun gözlemlenme olasılığına bağlıdır. Gözlemlenebilen bir değişiklik yoksa harekette yoktur. Ve gözlemlenen değişiklik yoksa gerçekte hiç bir değişiklik yoktur. Karşıt fikirleri ben yeter – sebep prensibi ile yalanlayıp kanıtladım.”34

Leibniz diyor ki; Doğanın Matematiksel Prensipleri’nin sekizinci tanımında mekanın kendi içinde gerçekliğini kanıtlayabilecek ya da kanıtlayacak hiç bir şey bulamadım. Buna rağmen bedenin gerçek hareketinin mutlâklığı ile bir diğer bedenle olan salt ilişkili pozisyon değiştirmesi arasında fark olduğuna katılıyorum. Tam ve bütün olarak dinlenen hiç bir bedenin olmadığı doğrudur. Ama, matematiksel nesneleri anlayarak dinlenmenin soyut zanını tasarlarız. Böylece mekanın mutlâk gerçeğini iddia eden hiç bir şeyi yanıtsız bırakmadım ve yanlışlığını kanıtladım... Herhangi bir karşı çıkışta makul olamam. Fakat ne düşünüyorsam yeterince yanıt verdim. Mekanın ve zamanın niceliğine karşı çıktıkları gibi durumların ve düzenin böyle olmadığına da karşı çıkıyorlar. Onlara yanıtım, düzeninde kendi niceliğine sahip olduğudur. Örneğin; matematikte oran ve orantı vardır ve bunların nicelikleri de vardır ve logaritma ile ölçülür. Zaman ve mekanın ilişkileri olduğundan nicelikleri de vardır.”35

Diğer yandan filozof; “...Tanrının dünyayı daha önce yaratıp yaratmayacağı sorusuna gelince; her birini doğru olarak anlamak gerekir. Zamanın nesneler olmadan yalnızca bir ideal, olasılık olduğunu kanıtlamıştım. Buna karşı çıkış olarak biri, dünyanın tamamen herhangi bir değişiklik olmadan daha sonra yaratılacağını söylerse, bu kişi anlaşılır hiç bir şey söyleyemez. Çünkü bunun olasılığını bileceğimiz hiç bir işaret ya da fark yoktur. Tanrının dünyayı daha önce yaratacağını düşünmek yalnızca hayaldir. Bu zamanı Tanrıdan bağımsız mutlâk bir şey yapmaktır”36 demektedir.

Nesnesiz algılanan zaman parçalarının imkânsız bir hikaye olduğunu söyleyen Leibniz; “...Newton’un yaptığı gibi birisi, Tanrının nesneleri istediği belirli mekan ve belirli zamanda yarattığını söyleyemez. Her zaman ve her mekan kendi içlerinde, kusursuzca değişmez bir şekilde ve ayırt edilemezdirler.... Madde ile mekanın aynı şey olduğunu söylemiyorum. Yalnızca içinde madde olmayan bir mekan yoktur diyorum ve bu mekan kendi içinde mutlâk gerçek değildir. Zaman ve hareketin farklı olduğu gibi mekan ve madde de farklıdır. Bununla beraber ayrılamazlar.... Ama nesneler olmadan mekan hiçbir şeydir.”37

Bu bağlamda Leibniz’in düşüncelerini değerlendiren Bertrand Russell’a göre; “...Leibniz’in uzamın ideal olduğu ve algılanan maddelerin ilişkilerine dayandığı iddiası, Leibniz’in her algılanabilir monadın kendi bakış açısı olduğu varsayımı ile çakışmaktadır.”38 Diyebiliriz ki, burada Russell, farklı bakış açılarının sadece uzamda farklı yerlere yerleştirilmiş monadlarla açıklandığını düşünüyormuş gibi görünüyor. Bu Newton’un evrendeki maddeleri barındıran mutlâk anlayışından bir kalıntıdır. Russell, Leibniz’in kesinlikle her monadın algıladığı fenomenal ve subjektif bir yerden daha önce, monadların var olduğu ikinci bir mekândan bahsettiğini düşünmektedir.39 Yine diyebiliriz ki, bu gerçektende böyle midir? Monadların algılanan maddelerin ilişkisinden başka hiç bir şey olmayan fenomenal ve ideal uzamdan daha önce var oldukları doğrudur. Fakat bundan monadların uzamda var oldukları sonucunu herhalde çıkaramayız.

Öte yandan Leibniz, algılanabilecek şekilde bireyselleştirilmemiş olan maddeler gibi, fenomenal objelerden bahsetmedikçe mekan hakkında soru soramayacağımız görüşündeydi. Mekan, birlikte varolan fenomenlerin düzeniydi.40 Bu bağlamda; Leibniz’in kurduğu metafizik monadlara dayanır.

Monadlar uzamı olmayan varlıklardır. Her bir monad kendi içinde evreni yansıtır, ancak monadlar dışa kapalıdır. Bu nedenle monadların, diğer monadları yansıtması, birbiriyle ilişkisi, evrende görülen düzeni oluşturmaları, Tanrının her bir monadı, evreni ortaya çıkacak şekilde yönlendirmesiyle mümkündür. Böylece her an, her yerde Tanrının fiilinin olduğu söylenebilir.41

Ayrıca Leibniz açısından monadlar zaman ve mekan içinde değildirler. Mekan ve zaman ancak bizim algımızda söz konusudur. Tanrı, mekan ve zamanı yaratmaktadır ve Tanrı da monadlar gibi mekan ve zamanın dışındadır.42 Diyebiliriz ki, bu durumda mekan ve zaman sonradan yaratılan ve dört boyutlu statik bir yapıya dönüşme eğilimi göstermektedir.

Leibniz, metafiziğine dayanarak mekanın, monadlar arasındaki ilişkiden başka bir şey olmadığını söylemiştir. Bu ilişki dinamik ve bizzat monadların birbirleriyle ilişki ve etkileşiminden ortaya çıkan bir şey değildir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi monadların evrene açılan pencereleri yoktur.43 Burada diyebiliriz ki, tamamen Tanrının kontrolü ve düzenlemesi söz konusudur. Dolayısıyla Leibniz’de mekan, bir ilişkiden ziyade monadlar arasındaki bir alakadır. Leibniz’in benzetmesiyle, akraba olan iki insan arasındaki alakaya benzer bir şey. Bundan dolayı monadlar Tanrı tarafından yaratıldığından mekanında ezeli olması söz konusu olamaz.

Bütün bu düşüncelerin ışığında yine Russell, Leibniz’le ilgili şunları söylemektedir: Kendi payıma onun monadlar öğretisinde iyi olan yanın, iki tür mekanı göstermesi olduğunu sanıyorum. Onlardan biri, her monadın algısındaki öznel, diğeriyse değişik monadların görüş noktalarının toplamından ibaret nesnel mekandır. Sanırım bu, algının fizikle olan ilgisini belirlemek konusunda hala yararlıdır.44

Öte yandan Leibniz’in şüpheciliğinin nereden kaynaklandığını görmek kolaydır. Zaman ve mekânın onları birbirlerinden ayırt etmeye yarayacak kendilerine ait bir özellikleri yoktur. Buna rağmen onların sonsuz derecede yoğun ve ezeli oldukları iddia edilir. Fakat eğer zamanın ve mekânın hiç bir kısmının kendine ait bir özelliği yoksa, sonsuz yoğunlukta olan ve ezeli olan şeyler nedir? Evrende olan maddelerden bahsederken, birbirleriyle belirli uzamsal bir ilişkide olan maddelerden bahsediyoruzdur, daha fazlasından değil. Uzamda varolmakla, denizde varolmanın olduğunu, bununda maddenin kendini içinde bulduğu bağımsız bir kapsayıcı olduğunu düşünmek “uzamda varolmanın” mantıksal gramerini yanlış anlamaktır.45

Bu bağlamda diyebiliriz ki, o zaman Leibniz’e göre Russell’ın yaptığı gibi, belirli yerdeki eşyaların uzamın varlığına delâlet olduklarını varsaymak sadece anlamsız değil, aynı zamanda da tutarsızdır. ...Uzamın varlığının belirli yerdeki eşyalar ve bu eşyaların daha önceki yerlerinin, şimdikiyle bağlantılı olabileceği ihtimalinden başka bir şey değildir. Eğer uzam daha farkl ı bir varlık olsaydı “Nerde”? “Oda uzamın içinde mi?” sorular ını sorabilirdik. Buradan hareketle Russell’ın zannettiği gibi, Leibniz aynı yerden bahsederken ortaya çıkan kimlik bir hayaldir düşüncesinde değildi.46

Aynı zamanda; “...Mekân ve zamanın mutlâk gerçekliğini inkâr ederken Leibniz’in, zaman ve mekân hakkında uzamsal ve zamansal ilişkilerin her kişinin beyninde ortaya çıktığı gibi, olaylar ın ilişkisinden başka bir şey olmadıkları gibi subjektivist bir görüş sunmadığını da unutmamal ıyız.”47

Diğer yandan algı objeleri Leibniz’e göre bireysel maddelerin varlığında keşfedilen fenomenler. Diyebiliriz ki, Leibniz, Kant’ın yapmak üzere olduğu algılama ve algı objelerini açıkça ayırt etmiştir. Objektif olan algı objelerinin düzen ve ilişkileri, subjektif olan algılamanın düzeninden farkl ıdır. Bu bağlamda Leibniz “ New Essays ‘da Locke’a karşı şunları yazmıştır; “...algılamanın devamlıl ığı bizde bir süreklilik fikri ortaya atmaktadır. Fakat bu doğru değildir. Bizim algılarımız düzgün bir çizgi gibi, basit ve sürekli bir şekil olan zamanla yarışacak kadar tutarlı ve düzenli değildir. Algıyı değiştirmek bize zaman hakkında düşünme fırsatı veriyor ve bizde bunu tek yönlü değişikliklerle ölçüyoruz. Fakat doğada hiç bir şey düzenli olmasaydı zaman belirlenemezdi.”48

Daha öncede değindiğimiz gibi Leibniz, uzam ve zamanın relativitesine kesinlikle inanıyordu. Fakat Leibniz bu fikriyle zaman ve uzam tanımının, her belirli kişinin fikir tecrübelerine bağımlı olduğunu kastetmemişti kanaatindeyiz.

Yine Leibniz “ New Essays On Human Understanding “ da “...inch ya da feet gibi belirli uzunluk fikirlerinin insanın beyninde oluşturulduğunu iddia eden Locke’a karşı çıkmaktadır.”49 Leibniz, ölçü açısından değişmeyeceğine emin olduğumuz dünya üzerindeki fiziki bir objeye dayanan standart bir ölçüm olmadan, bu tür nosyonlara sahip olamayacağımızı iddia etmektedir. “...kesinlikle belirlenmiş uzunluk hakkında bir fikir sahibi olmak imkânsızdır. Kafadan bir inch veya bir feet’in ne kadar olduğunu ne söyleyebilir ne de anlayabilirsin ve bu terimlerin anlamını sadece değişmeyeceğini bildiğin gerçek ölçümler sayesinde elde edebilirsin.”50 Bu bağlamda Leibniz, piramidler, belirli uzunluklar gibi standart olarak kullanılabilecek örnekler de vermektedir. Böylece, mutlak zaman ve mekânla ilgili Newton anlayışına karşı çıkmakla Leibniz’in, zaman ve mekân’ın kişisel ya da hayali olacağı anlamında subjektif olduğunu hiç bir zaman iddia etmediğini anlıyoruz. Aynı şekilde zaman ve mekân hakkında kesin kararlar verilip verilemeyeceği hakkında, psikolojik ya da epistemolojik iddialarda da bulunmamıştır. Onun varsayımı uzamsal ya da zamanla ilgili pozisyonların, uzaklıkların ve sürekliliğin tanımının kriterinin ne olduğu ve sadece ne olabileceği ile ilgilidir.

Öte yandan zaman ve mekan idealliği hakkındaki nosyonlarının, Leibniz’in konu - yüklem mantığından kaynaklandığını düşünmek yanlıştır. Russell, töz doktrinini kabul edip mekânların olduğunu varsayarsak “tözler ve onların işgal ettikleri mekânlar arasında bir ilişki varolacağını” kabul etmeliyiz diye yazar. Fakat bu ilişki emsalsiz olacaktır. Fakat ilişki terimi varolduğundan ve ilişki değişse de varolmaya devam edebileceğinden dolayı, bu ilişki konu ve yüklem ilişkisi olmayacaktır.51

Russell burada Leibniz’in dikkatli bir filozof olduğundan ve konu – yüklem mantığını sonuçlarına kadar desteklediğinden dolayı, ilişkilerin gerçekliğini tamamen ve zaman ile mekânın gerçekliğini de kısmen inkâr etme noktasına geldiğini iddia ediyor.52 Bu noktada Russell’a katılmak pekte inandırıcı olmaz kanaatindeyiz. Çünkü Leibniz maddelerin değişik ve sürekli değişebilen yollarla birbirleriyle bağlantılı olduğunu ya da maddelerin bağlantılarının birbiriyle değişik bir çok ilişkide olduğunu inkâr etmemiştir. Bunu konu – yüklem mantığından dolayı inkâr etmek durumunda olduğunu düşünmemiştir.

Bu bağlamda; “...bir bireyin içeriği, varlığı boyunca dünyadaki herhangi başka objeyle olan değişken ilişkileri ihtiva edebilir. Benzer bir şekilde eğer her uzamsal –zamansal pozisyon kendi çapında ayırt edilebilir özellikleri olan bir birey olsaydı, o zaman her uzamsal – zamansal nokta için bir içerik, o noktanın değişik zamanlarda karşılaştığı olayları, ona yaklaşan ya da uzakta kalan maddelerle olan ilişkilerini dahil ederdi. Bu uzamsal – zamansal noktaların kendilerine ait ayırt edici özellikleri olmadığından ve özdeşlikleri tamamen varlıkların göreli pozisyonlarına bağlı olan akıllı varlıklar olduklarından dolayı imkânsızdır.”53

Öte yandan doğa harikaları açıklığa kavuştukça, Galileo gibi Newton’unda Tanrıya olan inancı gittikçe kuvvetleniyordu. Newton’a göre mekanik evren – bu hiç durmaksızın çalışan dev saat - ateizme karşı olan bir kanıttı.54 Fakat Leibniz, bu görüşü şöyle değerlendiriyordu; Tanrının yaptıklarının makinesi mükemmel değil de, Newton ve takipçileri bu saati temizliyor ve tamir mi ediyorlar? – Sanki bir saatçinin, saati tamir etmesi gibi –55 Halbuki Leibniz açısından diyebiliriz ki, Tanrının eserinde bir ahenk, güzellik vardır ve bu çok önceden yapılmıştır.

Eskilerin mutlak mekan diye bir şeye inandıkları doğrudur, ancak mutlak mekan gerçekte yoktur diyen B. K. Ridley; aynı zamanda şunları da söylemektedir: “ ... çözümü olmayan sorunlar bizi başka türlüsüne zorlamadıkça üç boyutlu dünyamızda yetineceğiz.”56 Görecelik teorisine göre de uzay üç boyutluydu ve zaman ondan ayrılmayan dördüncü bir boyuttu. Her ikisi birden mekan – zaman denilen dört boyutlu sürekliliği oluşturuyorlardı. Yani zamanın evrensel ve sürekli olduğu kolayca öne sürülemez. Gözlemlenen bir olaya göre, farklı hızlarda hareket eden farklı iki gözlemci, aynı olayı değişik olarak farklı zamanlarda algılayacaklar. Böylelikle bir gözlemci için aynı anda oluyormuş gibi görünen olaylar başka bir gözlemci için farklı bir zamanda ortaya çıkıyor olacaktır. Bu da mekan ve zamanın mutlaklığını, yani her yerde, her zaman aynı, değişmez, eğilmez, bükülmez olduğu inancını yıkar.57 Diyebiliriz ki, mekan – zaman kavramlarındaki bu değişiklik, doğayı açıklamak için kullanılan bütün kavramları da değiştirmiştir.

Sonuç olarak denilebilir ki “ ...Newton’un mutlak mekan kavramının çağdaş fizikte terk edildiği artık bugün bilinmektedir.”58 Bu bağlamda; “...yüzyılın başında M. Planck tarafından ortaya atılan Kauntum fiziğinin temelleri daha sonra A. Einstein’ın öne sürdüğü genel ve özel relativite – görecelik – teorisi, Newton fiziğinin yerini almaya başladı. Newton’cu paradigmanın yerini fizikteki iki büyük devrimin almış olmasıyla yeni fizik ortaya çıktı. Yeni fizik anlayışı, Newton fiziği ve onun dayandığı zaman ve mekanın mutlaklığı fikrini kökünden yıktı.”59


Notlar

Orhan Hançerlioğlu, Felsefe Ansiklopedisi, Cilt:7 (U-Z) Remzi Kitabevi, İstanbul 1992, s.65 A.g.e. s.65 Hilmi Ziya Ülken, Bilim Felsefesi, Ülken Yayınları, Özlem Kardeşler Matbaası, İstanbul 1969, s.146 A.g.e. s.146 Sevim Tekeli, Esin Kahya vd. Bilim Tarihine Giriş, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara 1999,
s.294 Paul Strathern, Newton ve Yerçekimi, çev: Osman Çakmakçı, Gendaş A.Ş. İstanbul 1997, s.64 Şafak Ural, Bilim Tarihi, Kırkambar Yayınları, İstanbul 1998, s.260 202 Kutsi Kahveci / Sosyal Bilimler Dergisi 3(30), 2003, 187-203
8 Hançerlioğlu, a.g.e. s.356
9 William Bixby, Galileo ve Newton’un Evreni, çev: Nermin Arık, Tübitak Popüler Bilim Yayınları, ( Yapı Kredi Yayınları ) İstanbul 1997, s.173
10 Yalçın Koç, Determinizm ve Mekân, Boğaziçi Üniversitesi, Fen – Edebiyat Fakültesi
Yayınları, İstanbul 1985, s.10
11 Catherina Wilson, Leibniz’s Metaphysics, A Historical and Comparative Study,
Princeton University Press, Princeton, New Jersey 1989, s.218
12 Nusret Hızır, Bilimin Işığında Felsefe, Adam Yayınları, Anadolu Yayıncılık A.Ş. İstanbul 1985, s.73
13 Gottfried Wilhelm Leibniz, Selectıons, ed: Philip P. Wiener, Charles Scribner’s Sons, New York 1951, s.216
14 Koç, a.g.e. s.10
15 Gottfried Wilhelm Leibniz, Philosophical Essays, ed.and. Trans: Roger Ariew and Daniel Garber, Hackett Publishing Company, Cambridge 1989, s.216
16 Leibniz, Selections, s.219
17 Leibniz, Philosophical Essays, s.308
18 Leibniz, Selection, s.219
19 A.g.e. s.221
20 A.g.e. s.221-222
21 Hide Ishıguro, Leibniz’s Philosophy of Logic and Language, Cornell University Press, Ithaca, New York 1972, s.106
22 A.g.e. s.106
23 A.g e. s.106-107
24 Leibniz, Selections, s.223
25 A.g.e. s.235
26 A.g.e. s.232-233
27 A.g.e. s.233-234
28 A.g.e. s.233-234
29 A.g.e. s.235
30 Nicholas Rescher, The Philosophy of Leibniz, Prentice Hall Inc. New Jersey 1967, s.90
31 Alexandre Koyré, “ Leibniz and Newton “ Leibniz, A Collection of Critial Essays, ed: Harry G. Frankfurt, University of Notre Dame Press, London 1976, s.241
32 Leibniz, Selections, s.235
33 A.g.e. s.251-256
34 A.g.e. s.256
35 A.g.e. s.257-258
36 A.g.e. s.258
37 A.g.e. s.259-260-262
38 Ishıguro, a.g.e. s.107
39 A.g.e. s.107
40 A.g.e. s.108
41 Rescher, a.g.e s.114
42 A.g.e. s.114
43 Gottfried Wilhelm Leibniz, Monadoloji, çev: Suut Kemal Yetkin, Milli Eğitim Gençlik ve Spor Bakanlığı Yayınları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1988, s.2
44 Bertrand Russell, Batı Felsefe Tarihi, Çev: Muammer Sencer, Say Kitap Pazarlama,
İstanbul 1983, s.575
45 Ishıguro, a.g.e. s.108 Kutsi Kahveci / Journal of Social Sciences 3(30), 203 2003, 187-203
46 A.g.e. s.108
47 A.g.e. s.108
48 Gottfried Wilhelm Leibniz, New Essays On Human Understanding, Trans. And. Ed:
Peter Remnant and Jonathan Bennett, Cambridge 1989, s.145
49 A.g.e. s.145
50 Ishıguro, a.g.e. s.109
51 A.g.e. s.110
52 A.g.e. s.110
53 A.g.e. s.110
54 Bixby, a.g.e. s.173
55 A.g.e. s.173
56 B. K. Ridley, Zaman, Uzay ve Şeyler, çev: Yeşim Özben, Sarmal Yayınevi, Ankara 1996, s.57
57 Paul Davıes, Tanrı ve Yenifizik, çev: Murat Temelli, Taşam Kitapları, 1, İm Yayın
Tasarım, İstanbul 1994, s.11
58 Russell, a.g.e. s.80
59 Davıes, a.g.e. s.11 204 Kutsi Kahveci / Sosyal Bilimler Dergisi 3(30), 2003,
187-203

1 | 2

4 Yorumlar

Adsız
27 Kasım 2008 19:38  

süper ama çok uzun okumadım

Adsız
7 Ocak 2009 16:38  

HARİKA BİR MAKALE VE BEN NEWTONUN MEKANİĞİNİN NEDEN ÇÖKTÜĞÜNE GÖZLERİMLE ŞAHİT OLDUM BU MAKALEDE.AYRICA BİR MATERYALİST OLMAMA RAĞMEN LEİBNİZİN HER SÖYLEDİĞİNİN KENDİ İÇİNDE TUTARLI OLDUĞUNU DÜŞÜNÜYORUM.

Adsız
7 Ocak 2009 16:45  

10 METRE UZAKTAKİ BİR AĞACA OK ATTIĞIMDA SÜREKLİ YARILANARAK O AĞACA ÇARPMAMASI GEREKİYOR 5 METRE 2,5 METRE 1,25 METRE ..... FAKAT O OK AĞACA ÇARPIYOR ÇÜNKÜ AĞACI BEN REFERANS OLARAK ALIYORUM.AKSİ HALDE O OKUN SONSUZA KADAR GİTMESİ GEREKİYORDU.İŞTE MEKAN VE ZAMAN BENİ BU SONSUZLUKTAN KURTARIYOR.O ZAMAN ŞÖYLE BİR SORU SORMAM GEREKİYOR ZAMANI VE MEKANI BEN VARETMEDİĞİME GÖRE ZAMAN VE MEKAN NESNEL DEĞİL MİDİR?

Adsız
22 Mayıs 2010 19:19  

makelenin basım yılı ne zaman acaba

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP