BÜTÜNSEL KÜLTÜRDEN KAYNAKLANAN AYDINLANMA DÖNEMİ VE ÇAĞIMIZA ETKİLERİ ( devam )

onu çekip çıkarabilecek tek yetisinin yine onun kendi aklı olduğu" yo¬lunda beslenen inançtı. Oysa akla XVIII. yy.ın verdiği bu olumlu niteliğe karşın, kendisinden önceki yüzyılın ona başka bir yorumla baktığını, onu edilgen, duruk bir şeymiş gibi algıladığını, XIX. ve XX. yy.ların ise ona olumsuz bir anlam yüklediklerini görürüz; Alman Romantikleri, İrrasyonalizm ve Post Modernizm buna örnek felsefe akımlarıdırlar.

Felsefe Tarihi'rıde "Descartes'ın Yüzyılı" olarak bilinen XVII. yy. için, felsefe bilgisinin başlıca görevi akıldan kaynaklanan özgün bir sistem kurmaktır. Bu anlamda gerçek felsefe bilgisi de akılda (Ra-tio'da) -ve Tanrı'nın da yardımıyla- sarsılmaz bir ilkeyi, yani bir ilk bilgiyi bulmak ve onun üstüne bütün öteki bilgileri dayandırmak koşuluyla elde edilebilirdi ancak. Bu ilke sezgi ile, bilginin kuruluşu ise tersine kanıtlamaların ve tanıtlamaların yardımıyla, yani sistemli bir tümdengelimle elde ediliyordu. Bir akıl -Rasyonalizm- çağı olan XVII.yy.dan XVIII. yy.a geçince, bu çağın kendinden önceki felsefe bilgisini doğru diye kabul etmekten uzak olduğunu görüyoruz.

XVIII.yy.bilginin sarsılmaz temelini araştırmaya,irdelemeye koyulmak,onu sorgulamaya açmak istemektedir. "Doğruluk" ve "Felsefe" kavramlarını geçmişten çıkarmak istememekte, tersine, gözleri önünde gelişen doğa bilimini bu konuda kendisine bir örnek (model) olarak almaktır. O halde XVIII. yy.'a felsefe yöntemini veren bir bakıma Descartes değil,belli ve dar anlamda Newton (1642-1727)'dur diyebiliriz.

Gözlem ve deneye öncelik veren Newton'un yöntemi, aklın sınırları içinde kalarak tümdengelimsel (Dedüktif) çıkarımlara ağırlık veren Descartes'ınkinin tam tersidir çünkü. Newton için olgular, akla işlesin ve yorumlasın diye verilen öğelerdir; ilkelerise,aklın bu verileri çıkış noktası olarak alıp araştırdığı bilinmeyenlerdir. İşte XVIII. yy.'ın bütününe bir özellik kazandıran bu yeni düzen, bu yeni metodoloji sırasıdır. Böylece "Sistemli Anlayış" (Esprit Systematiaue) bir yana bırakılmış ya da hor görülmüş değildir; terkedilen, hor görülen "Sistem Anlayışı" (Esprit de Systeme)'dır. Görüldüğü gibi XVIII. yy.ın bütün bilgi kuramı, bu iki anlayış arasındaki ayrımın üstünde yükselmektedir. Bir önceki yüzyılın yapıntıları olan o görkemli spekülatif konstrüksiyonlar (düşüntüsel kurmalar) başarısızlığa uğramışlardır. Peki bu neden böyle olmuştur? Çünkü XVII. yy.daki metafiziğe dayalı felsefe sistemleri, kavramları kurmak için olay ve olguları çıkış noktası olarak alacağı yerde, bilgiye temel olmak üzere, olgularla hiç ilgileri bulunmayan bir takım kavramları almış, ve gerçeklikleri bakımından geçerliliklerini hiç gözönünde tutmadan salt akıldan çıkarılan sistemler kurmuşlardır. Sistem anlayışı, konstrüksiyon anlayışı böylece "ussal" olana dayanıyor, olgu ve olaya dayananı ise hiçe sayıyordu. Şimdi asıl sorun, duyulara verileni (fenomeni), olguya ya da olaya dayananı ussal olanla uzlaştırmakta ortaya çıkmaktaydı. Bunlar çelişkili değildirler; bütün iş onların bireşimlerini meydana getirebilmektedir. Bunun için de aklı, a priori olarak olguların önüne koymamak, olguların iç bağlarının formu olan aklı, olguların kendi içinden çıkarmak gerekir. İşte ancak böyle davranarak aklın rolü anlaşılır; düşünen özne ile düşünülen nesne arasındaki karşılıklı bağıntı kavranabilir; doğruluk (veritas) ile gerçeklik (realitas) arasındaki sözde ayrılık da ortadan kaldırılmış olur.

İşte tüm bu sorunlar XVIII. yy. için çözülemez, ideal bir şey değil, ulaşılabilir bir amaçtır. Bu yüzden de Aydınlanma Çağı iyimser bir yüzyıldır. Tüm problemlerin çözüleceğine olan inancında onun matematiksel doğa bilimini yani teorik fiziği bir "organon" olarak benimsemesinin önemli bir yeri vardır. Bilindiği gibi cisimlerin serbest düşüşü üstüne Galileo Galilei'nin (1564-1642) yapmış olduğu deneylerinde, gözlem ve deney ona ölçülebilir veriler sağlamışlardır. Bunların yardımıyla o, cisimlerin düşüş yasasını, yani "1/2 gt2" formülünü, matematiksel bir fonksiyon biçiminde kurmuştur. Matematiksel fiziğin başarılı doğa yorumları XVIII. yy. filozoflarına da ışık tutmuş, ve bilindiği gibi Kant, kendi bilgi kuramını, Nevvton fiziğini örnek alarak kurmaya girişmiştir. Ptolemaios'un evren tablosundan Copernicus'un Astronomisine, Aristoteles'in niteliksel dinamik ve mekaniğinden Galilei ve Newton'un modern anlamdaki niceliksel dinamik ve mekaniğine geçiş ile -Newton, Copernicus'dan yüzelli yıl sonra yaşamıştır- fizik ve astronomide yakılan meşale kısa zamanda ışığını öteki alanlara, özellikle de felsefe alanına yaymıştır. Giordano Bruno, Gassendi ve Leibniz gibi filozoflar sayesinde felsefe artık tek boyutluluktan çıkıp çok boyutluluğa yönelmiş, dünyayı merkeze alan evren anlayışı (geocentrisme) yerini, güneşi merkeze olan evren anlayışına (heliocentrisme) bırakarak daha bir genişlemiştir/1)

Bilimlerin gelişmelerinden de yararlanan Aydınlanma Felsefesi, aklı ve deneyi insan yaşamının biricik yönlendiricisi kılmak için önder diyebileceğimiz düşünürlerin coşkun çabalarını, ayrıca bilginin ışığını her bireyin kafasına ve ruhuna sokmayı amaçlayan zengin bir kültür dönemini dile getirir. Aydınlanma Dönemi bilim ve felsefelerindeki atılımlar belli bir zamanda ve belli bir ülkede olmadı. Ancak Aydınlanma kavramı, genellikle Batı Avrupa'da başlayan, yoğunluğu XVIII. yy. da olmakla birlikte, XVII. yy. sonlarından XIX. yy.m başlarına değin süren, özellikle de İngiliz, Fransız, Alman, Hollandalı ve İspanyol filozofların başlatıp sürdürdükleri bir kültür hareketini dile getirmektedir. Aydınlanma hareketinin, F. Bacon,Hobbes ve J. Locke gibi filozofların başlattıkları İngiliz deneyciliğinden de kaynaklandığını söyleyebiliriz. Aynı akımın İngiltere'de din'de liberalleşme anlamında dile getirilişini ise E.H. Cherbury, J. Toland, M. Tindal, H. Bolingbroke gibi filozofların doğalcı felsefelerinde görmek olasıdır. Ayrıca İngiltere'de Özgürdüşünürler'in de (Freethinkers) dostu olan Earl of Shaftesbury bu akıma, "aklın ışığı"nda ahlaksal bir anlam da yükler. Geçmişi, yapıcı olmasa da iğneleyici alaycılıklarıyla, kökten bir eleştiriye tâbi tutan Fransız aydınlanmacılarıysa bu güçlerini, saray çevresinde görülen ahlaksal bozulma ile Kral'ın yetkilerinin Fransa'da kötüye kullanılmasına dayanarak elde etmekteydiler. XVII. yy. da Descartes'ın "açık ve seçik idea'îar" öğretisi, Spinoza'nın dine karşı eleştirel tutumu, Leibniz'in ve C. Wolff un Rasyonalist düşünce"û, XVIII. yy.da P. Bayle'in, C. Montesquieu'nün, F.M. Voltaire'in ve J.J. Rousseau'nun felsefelerini hazırlamışlardır. Aydınlanma hareketine Fransız düşünürleri¬nin yapmış oldukları en önemli katkı, yukarıda değindiğimiz, "Ansiklopedi" çalışmalarıdır. 1751-1772 yılları arasında 8 cilt olarak tasarlanmışken, çeşitli aralarla 28 cilt olarak hazırlanan bu anıt-yapıt, kültür alanındaki işbölümü ve işbirliğinin en yetkin örneklerinden biridir. Bu başarılı çalışmaya başta Diderot ve d'Alembert olmak üzere Helvetius, d'Holbach, J.L. Lagrange, Condillac, La Mettrie, Voltaire,' Rousseau, Condorcet, Grimm, Duclos, Turgot, Necker, Jaucourt, Quesnay gibi pek çok bilim adamı, yazar ve düşünür katkıda bulunmuşlardır. İngiltere ve Fransa'da toplum açısından henüz kuramsal ve yalnızca idealler ve ütopik hayaller düzeyinde kalan özlemler yeni kurulmakta olan A.B.D.'de gerçekleşme olanakları buldular. Birleşik Devletler'de "Anayasanın Kumcuları" sayılan B.Franklin, T.Jefferson, J.Adams, A.Hamilton ve yazın alanında onların propagandasını yapan ünlü ozan T.Paine birer aydınlanmacıydılar. Kısa bir süre sonra İspanya ve Rusya'da da görülecek olan Aydınlanma Hareketi, böylece Batı Avrupa'dan dünyanın her yerine yayılmış oluyordu. Çariçe Katerina, Diderot'nun kütüphanesini satın almış, ona yüksek bir maaş bağlamış, ülkesinde gerçekleştirmeyi düşündüğü reformlar için kendisinden öneriler ve projeler işlemiştir. Almanya'da ise Aydınlanma Dönemi G.W. Leibniz ile başlar; onun yapıtlarında akla tanıdığı öncelik bu akımın hızlanmasında rol oynamıştır. Reformation hareketinin yarattığı derin hayal kırıklığı ve hıristiyanlar arasındaki kanlı din savaşları, insanın daha bir açınlanmış bir dine inanma gereksinimini ön plana çıkarmaktaydı. Dine bütünüyle teslim olmaya karşı çıkan "doğal hukuk" filozoflarından H. Grotius, S. Pufendorf ve C. Tomasius bu konuda önemli etkilerde bulundular. Onların görüşlerini C. Wolff, G.E. Lessing, J.G. Herder, Prusya Prensi II. Friedrich, F. Schiller, felsefe, yönetim ve yazın alanlarında daha da ileriye götürdüler. Schil¬ler'in dram ve şiirleri, ideal özgürlük, bağımsızlık, adalet ve insanlık sevgisi konularında güçlü ve ateşli övgülerle bezenmişti. Bir gurup eğiticiler de (Philantropistes-lnsan dostları), halk eğitiminin ilerletilmesi için bir takım yeni yöntemler geliştirdiler ve bir dizi dersler düzenleyerek görüşlerini uygulamaya koyuldular. Aralarında Pestallozzi, Basedovv, Cooper, A.H. Francke ve FA. Wolf gibi eğitimcilerin de bulunduğu bu kimselerin çoğu kk sik hümanizmin ba¬bası sayılmaktaydılar ve kısa zamanda Avrupa'da benimsendiler.

Alman aydınlanmacıları öteki ülkelerdeki aydınlanmacı düşünürlerin felsefe anlayışlarıyla genelde uyuşuyorlardıysa da, Alman Felsefesi kesinlikle İngiliz duyumculuğuna ve deneyciliğine (Hume) ve Fransız kuşkuculuğuna ve akılcılığına (Montaigne ile Descartes) karşı doruk noktasına Kant'in ünlü 'Elestirileri'iyle ulaşmıştı. Akılcılık ile Deneyciliğin bireşimini amaçlayan Kant'ın 'Eleştiriler'ıyle, Goethe'nin yapıtları Alman aydınlanmasının tepe noktasım oluşturuyorlardı. Aydınlanma, yukarıda da değindiğimiz gibi, bir bakıma Renaissance'ın özlemlerinin gerçekleştiği bir dönemdir. Bu anlayışın temelinde, modern kuşkuculuk ve deneycilik tarafından canlandırılıp hızlandınlan ve XVII. yy. in büyük bilimsel buluşlarına neden olan bir tutum yatmaktadır. Farklı eğilimdeki aydınlar tarafından temsil edilen Aydınlanma Felsefesi, her şeyi öğrenme, her konuda bilgilenme, daha halka dönük bir felsefe yapma, deneysel bilim, dinsel eleştiricilik, toplumsal ve politik düşüncede özgürlük gibi konularda itici, geliştirici bir güç oluşturmuştur/1)

Aydınlanma akımı, Osmanlı imparatorluğu sınırları içine pek girememiştir. XVIII. yy.da özellikle de Lâle Devrinde ülkemizde görülen yenileşme hareketleriyle Aydınlanma akımı arasında bir bağ kurulmak istenmesi yerinde değildir. O dönemde gerçekleştirilmek istenenler, askeri ve tıbbiye okulları gibi bazı kurumlarda yenilikler (Islahat) yapılmasından, ve reform hareketlerinden başka bir şey değildir. Aydınlanma, Avrupa'da bütün kurumları ve yapıları köklü bir dönüşüme uğratmış olan akımın adıdır. Tanzimat ve Meşrutiyet dönemlerinde girişilen yeniden yapılanma hareketleri ise yeterli olmaktan uzaktır/2) Bu bakımdan ülkemizde Cumhuriyetin kurulmasından sonra girişilen köktenci Batılılaşma çabalan ise, Batı'nın yalnızca bazı kurumlarının benimsenmesiyle eksik kalmıştır. Ne var ki Cumhuriyetin ilk yıllarında bazı kültür kurumlarının ortaya çıkması ve çeviri etkinlikleri sonucunda toplumda aydınlanma belirtileri görülmüşse de, bunun yoğun ve kararlı bir biçimde sürdürülememesi ve buna paralel olarak köklü bir eğitim ve öğretim gerçekleştirilememiş olması, Batı ile aramızdaki bilgi birikimi açığının ve kendine özgü yaratıcılığının eksikliğinin hala sürmesine neden olmuştur; tüm bunlar ve başka bazı nedenlerden dolayı ülkemizde tam anlamıyla bir aydınlanmanın henüz söz konusu olmadığı söylenebilir. Yine de Atatürk'ün gösterdiği "Çağdaş Uygarlık Düzeyi" hedefi bizleri Aydınlanma'ya götürecek temel itici güçlerden biridir. Ancak bu yöndeki çabaların yoğunlaştırılması ile sürekli bir ilerleme ve gelişme gösteren Aydınlanma'ya ulaşılabilir.

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP