BÜTÜNSEL KÜLTÜRDEN KAYNAKLANAN AYDINLANMA DÖNEMİ VE ÇAĞIMIZA ETKİLERİ
|
Felsefe tarihinde XVIII. yy. boyunca gelişip yayılan düşünce akımları "Aydınlanma Felsefesi" başlığı altında toplanır ve bu felsefenin egemen olduğu döneme de "Aydınlanma Çağı" denir. Kökleri Renaissance'ın ve Hümanizm akımının başladığı yıllara giden Aydınlanma Felsefesi' nin belli sorunları ve bu sorunlara getirdiği belli çözüm biçimleri vardır. Özellikle XV. ve XVI. yy. ların geliştirmiş olduğu insan anlayışı ve dünya görüşünden esinlenen bu yeni çığır için üzerinde durulması gereken temel sorun akıl ilkelerine dayalı bir yaşam düzeninin sağlanmasıdır. İnsan düşünen, akıl ve istençle donatılmış bir varlık olduğundan yaşamını da akıl ilkelerine göre düzenleme, biçimlendirme gereğiyle karşı karşıyadır. Bu nedenle de felsefe, önceki çağlarda olduğu gibi, yalnız kuramsal sorunlarla uğraşmamalı, yaşamın içine girmeli, onu yönlendirmelidir. Çünkü insanın değeri, yaşamım, bütün eylem ve davranışlarını kendi aklıyla düzenlemesine bağlıdır. Çünkü Aydınlanma ile, insanın kendisini herhangi bir otoriteye, önyargıya, sözleşme ve geleneğe bağlı kalmaktan kurtarması, sorunlar üzerinde başkasının etkisi altında kalmaksızın kendi aklını kullanarak eleştiri yapabilmesi ve özgürce düşünebilmesi sözkonusudur. Aydınlanma Felsefesi, belli bir çevrenin düşüncesi olmaktan çıkarak bütün toplum kesimlerini ilgilendiren yönetim, toplumsal kurumlar gibi odakları düzenlemeyi amaçlayan, bilimi geçerli kılarak din egemenliğine son veren bir dünya görüşü olarak da nitelenebilir. Bu görüşün benimsediği yönteme göre de bilgi, estetik, sanat, politika, hukuk, doğa bilimleri, mantık, tarih gibi bütün insan başarılarım kapsayan alanlar birer insan buluşu, birer insan yaratışıdır. Almanya'da Christian Wolff un başlattığı ve çağının kültür coşkunluğunu temsil eden Immanuel Kant'ın geliştirdiği Aydınlanma Felsefesine ilişkin bir yapıtında Kant şunları söyler: "Aydınlanma insanın kendi suçu sonucunda içine düştüğü olgunlaşamama yani kendini özgürce yönetememe, olanaklarını özgürce geliştirememe durumundan kurtulmasıdır; bu erginleşememe, bir kimsenin başka birinin yönlendirmesi olmaksızın kendi aklını, anlama yetisini serbestçe kullanma becerikliliğini gösterememesinden kaynaklanır. Bu çocuksu durum, insanın anlama yetisinin yetersizliğinden değil, ama başkasının yönlendirmesi ve yardımı olmaksızın aklını kararlı bir biçimde özgürce kullanamamasından kaynaklanmaktadır.
Öyleyse bu konuda ilkemiz "Sapere aııdef" (Düşünmekten korkma/) olmalıdır"Q 1784'lerde kaleme aldığı bu yazısında Kant, özetle, ilerleme düşüncesine olan güvenini, geleneğe ve otoriteye karşı güvensizliğini, akla dayalı bir din anlayışını, eğitimde ahlaksallığın önceliğini, aklın ışığına inanmayı dile getirir ve son olarak da, kişinin kendi başına düşünebilmesi ve karar verebilmesi için çağrıda bulunur. Her sorunun açıklığa kavuşması ve bir bakıma insanın kendisiyle hesaplaşması da demek olan Aydınlanma Çağı, kişiye, yalnızca kendi aklına güvenmesini bir ilke olarak benimsemesi çağrısında bulunur. İnsanın izlemesi gereken akıl, acaba tek tek insanların aklı mı,' yoksa genel bir insanlık aklı mı olacaktır? Bu soruya verilen yanıt hem o, hem öteki biçimindedir. "Doğal ışığı" yani insan aklını felsefenin bir organı olarak benimseyip onu doğaüstü ışıktan ayırarak insan için kullanabilmeyi amaçlar Aydınlanma Dönemi. Onun başlıca özellikleri arasında, insan soyunun ilerlemesine olan tam bir inanç ile insan aklına sarsılmaz bir güven bulunur. Buna karşın her türlü geleneğe ve dinlere karşı hoşgörülü bir yaklaşım ile her türlü meta¬fiziğe karşı çıkma da onun bir başka yanını serimler. XVIII. yy. m bu felsefi akımının örnek yapıtı başta d'Alembert (1717-1783) ve Diderot'nun (1713-1784) ortak çalışmalarıyla oluşturulan Ansiklopedi'diı. Bu dev yapıt, çağının bilimsel ve felsefi bilgisinin bütününü toplayarak kitlelere iletmeyi, amaçlıyordu. XVII. ve XVIII. yy.larda meydana gelen büyük düşünce ve bilim atılımları Bacon'dan Nevvton'a değin yepyeni bir bilgi dizgesi oluşturmuştu. Descartes'ın amaçladığı, bilginin sağlam temeller üzerinde yeniden kuruluşu, artık gerçekleşmişti. Dünyanın bilinmeyen bölgeleri bulunmuş, tanınmıştı. Bütün bu bilgi birikiminin şimdi kitlelere ulaştırılabilecek bir yolu aranmaktaydı. İşte bu anlamda Aydınlanma, bilginin bu kitlelere maloluş hareketidir. Bu olay, Fransa'da olgun bir yapıta dönüş¬müş, çağma ışık tutarak dönemini bir ayna gibi yansıtmıştır. Aydın-lanma'nm anlam ve önemine ilişkin düşüncelerini yukarıda sözü edilen bu anıt yapıtın girişinde çağının ünlü matematikçilerinden ve Ansiklopedi'nİn kurucularından dAlembert - I. Kant'ın çağdaşıdır - şöyle açıklar:) "XV. yy.ın başlarında Avrupa'da çok önemli bir kültürel devrim olmuş, aynı çağın ortalarında da Renaissance gelişmiştir. XVI. yy.ın ortalarına doğru ise Refonnation dışındaki dinsel reform hareketi -Protestanlık- en yüksek noktasına erişti. XVII. yy.ın başlannda ise, Descartes'ın felsefesi insanların kafalarında egemenlik kurmaya başladı. Şimdi, yani XVIII. yy.ın ortalarında da buna benzer bir devrime tanıklık ediyomz diyebilir miyiz acaba?". D'Alembert bu soruya olumlu yanıt vererek düşüncelerini şöyle sürdürür: 'İçimizde ve dışımızda gelişen olaylara bakarak egemen olmuş gelenek-görenek ve töreleri izlersek, kolayca anlarız ki, bütün düşüncelerimizde derin bir değişme meydana gelmiştir. Bu değişikliğin yapışım ve içeriğini lam olarak ancak çok sonra temellendirebiliriz; ama daha şimdiden onun üstüne oldukça açık bir görüşe sahip olduğumuz besbelli, çün¬kü içinde yaşamakta olduğumuz bu yüzyıla, "Felsefenin Yüzyılı" diyoruz. Gerçekten de felsefenin bu çağda dikkate değer ilerlemeler gösterdiğini kabul etmek gerekir. .... Doğa bilimleri kendi alanlarını giderek daha çok zenginleştinnektedirler. Matematik de alanını zenginleştirmiş ve ışığını fiziğe tutmuştur. Yıldızlar ya da böcekler sözkonusu olsun (makrokosmos ya da mikrokosmos alanlannda) denebilir ki, doğa bilimi yapısını değiştinniş, onun bu değişimi ile de öbür bilimler gelişmiş ve yeni biçimler almışlardır. Ancak şunu da söylemek gerekir ki bütün bu ilerlemeler, eğer yeni bir felsefe yöntemi bulunup uygulanmamış olsaydı, insan için pek o denli de memnunluk verici bir nitelik taşımıyacaktı... İşte felsefede yeni bir yöntemin bulunmasıdır ki bilim ve sanatların hemen her alanında büyük değişimlere kaynak olan yeni anlayış ve görüşleri doğurmuştur. Çünkü yeni düşünceler insanoğluna çok heyecan verir; bu öyle bir heyecandır ki, benzerine insanlığın en önemli dönüm noktalarında rastlanmaktadır; çünkü bu heyecan zihinleri coşturur. İşte bu yüzden günümüzde, bilimlerin ilkelerinden, dinin temellerine, metafiziğin sorunlarından, hoşlanmaya, beğeniye, güzelliğe ve müziğe ilişkin tüm sontnlara değin herşey ve herşey üzerinde özgürce tartışılmaktadır".
O D'Alembert bu düşünceleriyle adeta çağının sözcülüğünü yapmaktadır. Gerçekten de felsefe alanındaki bu demokratik anlayış, olgulara çok yönlü bakış, tüm bilim ve sanatlara, hatta politikaya değin yayılmış bulunmaktadır. Gözlemlerini yaşamın bütün boyutları üzerinde gerçekleştiren bü tutum hiç bir yetkiye bağlı kalmadan herşeyi açıkça tartışmayı kendisine ilke edinmişti. Bu görüşe göre tüm sorunlar tam bir açıklık içinde irdelenmeli ve çözüme kavuşturulmalıydı. Felsefede, bilimde ve sanatta açıklık geçerlilikteydi artık. Böyle bir ortamın temel koşulu da tüm düşünce ve kanıların, eğer bir bilgi olabilme değeri varsa, serbestçe konuşulup tartışılmasıydı. Açıklığa yönelik bu serbestçe tartışma, bir karşılaşma, hatta bir çatışma olabilir; ama bunların tümü düşünceye karşı düşünceyle yapılan çatışmalardır. Bu çatışmada hiçbir resmî ideoloji ya da otorite söz konusu değildir. Doğaldır ki her konunun en son noktasına değin açıkça ve korkusuzca tartışılması çözümleri çoğaltacak ve düşünsel üretimi arttıracaktır, hem de sağlıklı bir biçimde. Bu çağda ortaya çıkan dinsel reform hareketi (Reformation), daha sonra Avrupa'da görülecek olan liberal ve çoğulcu demokratik rejimlerin tabanını oluşturmuştur. Böylece egemen güçler yani siyasal iktidar yöresindeki tartışmalar serbestçe yapılabilmiş, siyasal muhalefet bir anayasa kurumu olarak varolmuş ve tanınmış, sonuç olarak da, toplumdaki siyasal yaşam ya da rejim çoğulcu olmuş, çoğulcu rejim ise demokrasiyi zorunlu kılmıştır. Liberal ve Plüralist görüş ve anlayışlar ile demokratik rejim birbirleriyle sıkı bir ilinti içindedirler ve kökleri de XVII ve XVIII. yy.lara değin gider. Bu bağlamda da gerçek demokrasi, azınlığın haklarının sürekli korunduğu bir rejim olarak anlaşılmıştır.
Kendisinden önceki bütün gelişmelerin onda toplanıp biriktiği ve bu birikimlerin yine ondan açılarak yayılıp geliştiği Aydınlanma Çağı gerçekten de kendisini geleceğe kapamayan, ileriye yönelik ve coşkun bir devinimin gözlendiği bir çağdır. Bu çağın insanları kendilerini yalnızca bu devinime kaptırmakla yetinmezler, ama aynı zamanda bunun nedenlerini bilmek, kendi gelecekleri üstüne açık ve seçik bir görüşe de varmak isterler. Bu dönemin insanları için dü¬şüncenin asd anlamı akla, deney ve gözleme dayalı bir bilinçlenme ve bilgilenme üstünde odaklanmıştır. Başka bir deyişle XVIII. yy. in Avrupa'lı insanı, yalmz bilgilerini genişletmekle yetinmek istemez, fakat aynı zamanda -ve belki de daha büyük bir istekle- kendisinin ne olduğunu, neleri becerebileceğini, nelerin üstesinden gelebileceğini, tinsel ve bedensel sınırlarının nerelere kadar uzandığını, kısaca tüm olanaklarını da anlamak ister. Kendi aklına dayanarak, hiç kimseden bir yardım beklemeden sorunlarının üzerine gitmek ister; başarıya ulaşmak için de hiç bir vesayet tanımaz. Her türlü gözetim ve denetimden uzak ve tam bir bağımsızlık içinde bulunma arzusunda olan Aydınlanma inşam zorluklarla dolu yolunda binbir güçlükle de olsa yürümek ister. İşte d'Alembert'in sözünü etmiş olduğu heyecanın gerçek nedeni de buradadır.
Öte yandan XVIII. yy., kendi içinde bulunan yeni bir gücün her yerde ve her alanda etkin olduğunun ayırımında olan bir yüzyıldır. Kendisine her yerde başvurulan bu etkin güç insan aklıdır. İnsanoğ¬lu, varlığının en gizli köşelerine değin inerek kavradığı bu gücün yani aklın bulup ortaya çıkardığı yeni alanlardan daha çok, nasıl etkin olduğunu da araştırmıştır. İşte bu çağın göğsünü bu denli kabartan tinsel ilerlemenin özü de burada yatmaktadır. Bu ilerlemeyi yalnızca nicelikle ilgili bir şey olarak, bilginin genişlemesi ve birikimi olarak almak, bu zaman kesitini iyi kavramamak olur. Gerçi söz konusu dönem bu bilgi ırnişlemesini de ister, ama asıl amacı bu bilgide saklı olan güce erişebilmektir.t1) Bilgi ve güç birbirlerine sıkıcı bağlı olduklarına göre, Aydınlanma Çağı, bilginin türlü çeşitliliğini temcideki birliğe varmak için ister; böylece de amaçlanan egemenlik ele geçirilmiş olacaktır. Gerçekten de XVIII. yy. akim birliğine ve sürekliliğine inanır; o akıl ki, düşünen her kişide birdir, her ulus, her çağ ve her uygarlık için bir olup aynı değere sahiptir, ya da öyle olmak zorundadır. Ne varki aklın bu egemenliğinin yaratacağı sorunlar daha sonra, XIX. ve XX. yy.larda gündeme gelecektir.
XVIII. yy.'in kendisine "Felsefenin Yüzyılı" (Siecle de la Philo-sophie), "Aklın Yüzyılı" (Siecle de la Raison) ya da "Aydınlanma Yüzyılı" (Siecle des Lumieres) gibi adlar takmakla acaba ne demek istenmektedir? Burada hemen şu noktayı belirtelim ki XVIII. yy.m "Akıl" ve "Felsefe" kavramları günümüzdeki anlamlarından farklıydı. XX. yy. için "akıl" sözcüğü, yalınlığını, tek anlamlılığım büyük ölçüde yitirmiştir; Michel Foucault ve Gaston Bachlard gibi filozoflar bu sava örnek olarak gösterilebilirler. Bizler "akıl" sözcüğünü kullanınca, onun tarih içindeki gelişmesini de düşünmekten kendimizi alamayız. Bu bağlamda "akıl" kavramı geçen zaman içinde türlü anlamlar kazanmıştır. Bütün bu ayrıntılar XVIII. yy.da yoktu ve' o çağda "akıl" kavramının ancak bir tek anlamı vardı; o da "insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu insanlık onuruna yakışmayan dunundan...
Öyleyse bu konuda ilkemiz "Sapere aııdef" (Düşünmekten korkma/) olmalıdır"Q 1784'lerde kaleme aldığı bu yazısında Kant, özetle, ilerleme düşüncesine olan güvenini, geleneğe ve otoriteye karşı güvensizliğini, akla dayalı bir din anlayışını, eğitimde ahlaksallığın önceliğini, aklın ışığına inanmayı dile getirir ve son olarak da, kişinin kendi başına düşünebilmesi ve karar verebilmesi için çağrıda bulunur. Her sorunun açıklığa kavuşması ve bir bakıma insanın kendisiyle hesaplaşması da demek olan Aydınlanma Çağı, kişiye, yalnızca kendi aklına güvenmesini bir ilke olarak benimsemesi çağrısında bulunur. İnsanın izlemesi gereken akıl, acaba tek tek insanların aklı mı,' yoksa genel bir insanlık aklı mı olacaktır? Bu soruya verilen yanıt hem o, hem öteki biçimindedir. "Doğal ışığı" yani insan aklını felsefenin bir organı olarak benimseyip onu doğaüstü ışıktan ayırarak insan için kullanabilmeyi amaçlar Aydınlanma Dönemi. Onun başlıca özellikleri arasında, insan soyunun ilerlemesine olan tam bir inanç ile insan aklına sarsılmaz bir güven bulunur. Buna karşın her türlü geleneğe ve dinlere karşı hoşgörülü bir yaklaşım ile her türlü meta¬fiziğe karşı çıkma da onun bir başka yanını serimler. XVIII. yy. m bu felsefi akımının örnek yapıtı başta d'Alembert (1717-1783) ve Diderot'nun (1713-1784) ortak çalışmalarıyla oluşturulan Ansiklopedi'diı. Bu dev yapıt, çağının bilimsel ve felsefi bilgisinin bütününü toplayarak kitlelere iletmeyi, amaçlıyordu. XVII. ve XVIII. yy.larda meydana gelen büyük düşünce ve bilim atılımları Bacon'dan Nevvton'a değin yepyeni bir bilgi dizgesi oluşturmuştu. Descartes'ın amaçladığı, bilginin sağlam temeller üzerinde yeniden kuruluşu, artık gerçekleşmişti. Dünyanın bilinmeyen bölgeleri bulunmuş, tanınmıştı. Bütün bu bilgi birikiminin şimdi kitlelere ulaştırılabilecek bir yolu aranmaktaydı. İşte bu anlamda Aydınlanma, bilginin bu kitlelere maloluş hareketidir. Bu olay, Fransa'da olgun bir yapıta dönüş¬müş, çağma ışık tutarak dönemini bir ayna gibi yansıtmıştır. Aydın-lanma'nm anlam ve önemine ilişkin düşüncelerini yukarıda sözü edilen bu anıt yapıtın girişinde çağının ünlü matematikçilerinden ve Ansiklopedi'nİn kurucularından dAlembert - I. Kant'ın çağdaşıdır - şöyle açıklar:) "XV. yy.ın başlarında Avrupa'da çok önemli bir kültürel devrim olmuş, aynı çağın ortalarında da Renaissance gelişmiştir. XVI. yy.ın ortalarına doğru ise Refonnation dışındaki dinsel reform hareketi -Protestanlık- en yüksek noktasına erişti. XVII. yy.ın başlannda ise, Descartes'ın felsefesi insanların kafalarında egemenlik kurmaya başladı. Şimdi, yani XVIII. yy.ın ortalarında da buna benzer bir devrime tanıklık ediyomz diyebilir miyiz acaba?". D'Alembert bu soruya olumlu yanıt vererek düşüncelerini şöyle sürdürür: 'İçimizde ve dışımızda gelişen olaylara bakarak egemen olmuş gelenek-görenek ve töreleri izlersek, kolayca anlarız ki, bütün düşüncelerimizde derin bir değişme meydana gelmiştir. Bu değişikliğin yapışım ve içeriğini lam olarak ancak çok sonra temellendirebiliriz; ama daha şimdiden onun üstüne oldukça açık bir görüşe sahip olduğumuz besbelli, çün¬kü içinde yaşamakta olduğumuz bu yüzyıla, "Felsefenin Yüzyılı" diyoruz. Gerçekten de felsefenin bu çağda dikkate değer ilerlemeler gösterdiğini kabul etmek gerekir. .... Doğa bilimleri kendi alanlarını giderek daha çok zenginleştinnektedirler. Matematik de alanını zenginleştirmiş ve ışığını fiziğe tutmuştur. Yıldızlar ya da böcekler sözkonusu olsun (makrokosmos ya da mikrokosmos alanlannda) denebilir ki, doğa bilimi yapısını değiştinniş, onun bu değişimi ile de öbür bilimler gelişmiş ve yeni biçimler almışlardır. Ancak şunu da söylemek gerekir ki bütün bu ilerlemeler, eğer yeni bir felsefe yöntemi bulunup uygulanmamış olsaydı, insan için pek o denli de memnunluk verici bir nitelik taşımıyacaktı... İşte felsefede yeni bir yöntemin bulunmasıdır ki bilim ve sanatların hemen her alanında büyük değişimlere kaynak olan yeni anlayış ve görüşleri doğurmuştur. Çünkü yeni düşünceler insanoğluna çok heyecan verir; bu öyle bir heyecandır ki, benzerine insanlığın en önemli dönüm noktalarında rastlanmaktadır; çünkü bu heyecan zihinleri coşturur. İşte bu yüzden günümüzde, bilimlerin ilkelerinden, dinin temellerine, metafiziğin sorunlarından, hoşlanmaya, beğeniye, güzelliğe ve müziğe ilişkin tüm sontnlara değin herşey ve herşey üzerinde özgürce tartışılmaktadır".
O D'Alembert bu düşünceleriyle adeta çağının sözcülüğünü yapmaktadır. Gerçekten de felsefe alanındaki bu demokratik anlayış, olgulara çok yönlü bakış, tüm bilim ve sanatlara, hatta politikaya değin yayılmış bulunmaktadır. Gözlemlerini yaşamın bütün boyutları üzerinde gerçekleştiren bü tutum hiç bir yetkiye bağlı kalmadan herşeyi açıkça tartışmayı kendisine ilke edinmişti. Bu görüşe göre tüm sorunlar tam bir açıklık içinde irdelenmeli ve çözüme kavuşturulmalıydı. Felsefede, bilimde ve sanatta açıklık geçerlilikteydi artık. Böyle bir ortamın temel koşulu da tüm düşünce ve kanıların, eğer bir bilgi olabilme değeri varsa, serbestçe konuşulup tartışılmasıydı. Açıklığa yönelik bu serbestçe tartışma, bir karşılaşma, hatta bir çatışma olabilir; ama bunların tümü düşünceye karşı düşünceyle yapılan çatışmalardır. Bu çatışmada hiçbir resmî ideoloji ya da otorite söz konusu değildir. Doğaldır ki her konunun en son noktasına değin açıkça ve korkusuzca tartışılması çözümleri çoğaltacak ve düşünsel üretimi arttıracaktır, hem de sağlıklı bir biçimde. Bu çağda ortaya çıkan dinsel reform hareketi (Reformation), daha sonra Avrupa'da görülecek olan liberal ve çoğulcu demokratik rejimlerin tabanını oluşturmuştur. Böylece egemen güçler yani siyasal iktidar yöresindeki tartışmalar serbestçe yapılabilmiş, siyasal muhalefet bir anayasa kurumu olarak varolmuş ve tanınmış, sonuç olarak da, toplumdaki siyasal yaşam ya da rejim çoğulcu olmuş, çoğulcu rejim ise demokrasiyi zorunlu kılmıştır. Liberal ve Plüralist görüş ve anlayışlar ile demokratik rejim birbirleriyle sıkı bir ilinti içindedirler ve kökleri de XVII ve XVIII. yy.lara değin gider. Bu bağlamda da gerçek demokrasi, azınlığın haklarının sürekli korunduğu bir rejim olarak anlaşılmıştır.
Kendisinden önceki bütün gelişmelerin onda toplanıp biriktiği ve bu birikimlerin yine ondan açılarak yayılıp geliştiği Aydınlanma Çağı gerçekten de kendisini geleceğe kapamayan, ileriye yönelik ve coşkun bir devinimin gözlendiği bir çağdır. Bu çağın insanları kendilerini yalnızca bu devinime kaptırmakla yetinmezler, ama aynı zamanda bunun nedenlerini bilmek, kendi gelecekleri üstüne açık ve seçik bir görüşe de varmak isterler. Bu dönemin insanları için dü¬şüncenin asd anlamı akla, deney ve gözleme dayalı bir bilinçlenme ve bilgilenme üstünde odaklanmıştır. Başka bir deyişle XVIII. yy. in Avrupa'lı insanı, yalmz bilgilerini genişletmekle yetinmek istemez, fakat aynı zamanda -ve belki de daha büyük bir istekle- kendisinin ne olduğunu, neleri becerebileceğini, nelerin üstesinden gelebileceğini, tinsel ve bedensel sınırlarının nerelere kadar uzandığını, kısaca tüm olanaklarını da anlamak ister. Kendi aklına dayanarak, hiç kimseden bir yardım beklemeden sorunlarının üzerine gitmek ister; başarıya ulaşmak için de hiç bir vesayet tanımaz. Her türlü gözetim ve denetimden uzak ve tam bir bağımsızlık içinde bulunma arzusunda olan Aydınlanma inşam zorluklarla dolu yolunda binbir güçlükle de olsa yürümek ister. İşte d'Alembert'in sözünü etmiş olduğu heyecanın gerçek nedeni de buradadır.
Öte yandan XVIII. yy., kendi içinde bulunan yeni bir gücün her yerde ve her alanda etkin olduğunun ayırımında olan bir yüzyıldır. Kendisine her yerde başvurulan bu etkin güç insan aklıdır. İnsanoğ¬lu, varlığının en gizli köşelerine değin inerek kavradığı bu gücün yani aklın bulup ortaya çıkardığı yeni alanlardan daha çok, nasıl etkin olduğunu da araştırmıştır. İşte bu çağın göğsünü bu denli kabartan tinsel ilerlemenin özü de burada yatmaktadır. Bu ilerlemeyi yalnızca nicelikle ilgili bir şey olarak, bilginin genişlemesi ve birikimi olarak almak, bu zaman kesitini iyi kavramamak olur. Gerçi söz konusu dönem bu bilgi ırnişlemesini de ister, ama asıl amacı bu bilgide saklı olan güce erişebilmektir.t1) Bilgi ve güç birbirlerine sıkıcı bağlı olduklarına göre, Aydınlanma Çağı, bilginin türlü çeşitliliğini temcideki birliğe varmak için ister; böylece de amaçlanan egemenlik ele geçirilmiş olacaktır. Gerçekten de XVIII. yy. akim birliğine ve sürekliliğine inanır; o akıl ki, düşünen her kişide birdir, her ulus, her çağ ve her uygarlık için bir olup aynı değere sahiptir, ya da öyle olmak zorundadır. Ne varki aklın bu egemenliğinin yaratacağı sorunlar daha sonra, XIX. ve XX. yy.larda gündeme gelecektir.
XVIII. yy.'in kendisine "Felsefenin Yüzyılı" (Siecle de la Philo-sophie), "Aklın Yüzyılı" (Siecle de la Raison) ya da "Aydınlanma Yüzyılı" (Siecle des Lumieres) gibi adlar takmakla acaba ne demek istenmektedir? Burada hemen şu noktayı belirtelim ki XVIII. yy.m "Akıl" ve "Felsefe" kavramları günümüzdeki anlamlarından farklıydı. XX. yy. için "akıl" sözcüğü, yalınlığını, tek anlamlılığım büyük ölçüde yitirmiştir; Michel Foucault ve Gaston Bachlard gibi filozoflar bu sava örnek olarak gösterilebilirler. Bizler "akıl" sözcüğünü kullanınca, onun tarih içindeki gelişmesini de düşünmekten kendimizi alamayız. Bu bağlamda "akıl" kavramı geçen zaman içinde türlü anlamlar kazanmıştır. Bütün bu ayrıntılar XVIII. yy.da yoktu ve' o çağda "akıl" kavramının ancak bir tek anlamı vardı; o da "insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu insanlık onuruna yakışmayan dunundan...
2 Yorumlar
çok teşekkürler beğendim ödevime katkıda bulundu bu yazı
çok beyendim açıklamalar süper tam istedigim gibi teşekkür