ANALİTİK FELSEFEDE FELSEFENİN NE OLDUĞU ÜZERİNE BİR DENEME
|
Araş. Gör. Muhsin YILMAZ
GİRİŞ
"Felsefe nedir?" sorusu felsefecilerin belki de en sık duydukları sorudur. Nedir felsefe? Felsefe ne yapar, ne ile uğraşır? Neyi araştım, ne öğretir? Bize diğer bilgi türlerinin/bilme biçimlerinin (sanat, bilim, teknik v.b.) değil de, yalnızca felsefenin kazandırdığı, kazandırabileceği bir bilgi türü var mıdır? Var ise nedir ve felsefe bunu nasıl kazandırır, başarır? Bunlar da yine "felsefe nedir?" sorusunu yanıtlamaya girişenlerin yanıtlamak durumunda kalacakları muhtemel sorulardan bazılarıdır.
Örneğin, felsefenin insan bilgilerinin sınırlarım araştıran bir disiplin olduğu sıkça karşılaşılan bir tanımdır. Ancak hemen burada bile, bu bilginin nelerden oluştuğu; onu bilgi yapan şeyin ne olduğu; nasıl ortaya çıktığı; ya da bu bilginin ortaya çıkış sürecinin nerede nasıl başladığı ve bittiği gibi sorularbirbiri peşisıra ortaya konabilir. Örneğin bir görüşe göre insan bilgisi, bur ucunda araştırmaya neden oluşturan gözlem verileri ve varsayımlar; diğer ucunda ise araştırmanın
sonucu olarak sunulan genel sonuçlar (yasalar) ile sınırlıdır.Eğer insan bilgisinin sınırlarına ilişkin bir tanım yapılabiliyorsa o zamanda şu sorular ortaya çıkmakta : Felsefe bu sava nerede katılmakta,felsefenin görevi nerede başlamaktadır? Felsefenin bu süreçteki görevi ve işlevi nedir? Yine yukarıdaki görüşe göre,insan bilgisini iki ucuna paralel olarak, bu süreçte felsefenin ikili bir işlevi söz konusudur.
Spekülatif felsefe, bilim, din,etik gibi bilgi alanlarının sonuçlarından sentezlere varmak gibi bir işleve sahipken, analitik felsefe bu bilgi alanlarının varsayımlarının çözümlenmesi görevini yüklenmiştir. Bu anlamada analitik felsefe, varsayımları çözümleyerek insan bilgisinin sınırlarının araştırılmasına katkıda bulunur.Bu da demektir ki, felsefenin görevi ve görevine bağlı olarak sürece dahil olduğu aşama, felsefenin nasıl felsefe olduğuna göre değişmektedir, değişir.
Şu söylenebilir: analitik felsefe sürecenin girdileri (in-put) ile ilgiliyken, spekülatif felsefe çıktılar (out-put) ilgilidir. Böyle bir ayrımsa, aynı şeye iki ayrı ad vermek gibi bir durum yaratmaktadır. Oysa, her ne kadar bazı yönleriyle birbirinden ayrılsalar bile, analitik felsefe de spekülatif felsefe de sonuçta "felsefe" genel adı altında birleşmektedir. Dolayısıyla ortaya yine bir soru çıkmaktadır : Farklı felsefe türlerinden söz etmek gerçekten mümkün müdür? İşte bu tür sorulara yanıt aramak amacıyla, analitik felsefe geleneği açısından felsefenin ne olup ne olmadığı, üç temel soru çerçevesinde dört filozofun sorular hakkındaki görüşleri karşılaştırılarak incelemeye çalışılacaktır. Bu üç temel soru, felsefenin herhangi bir bilgi üretip üretmediği; felsefe etkinliğinin ontoloji ile olan ilişki düzeyi ve felsefe sorularının özelliklerinin neler olduğu ya da olabileceği sorulandır.
I- FELSEFE ETKİNLİĞİ BİLGİ ÜRETEN BİR SÜREÇ MİDİR ?
Felsefenin ne olduğu anlamının bir yolu da, bu etkinlik türünün sonuçlarına bakmak, yani sonuçta ortaya çıkan üründen (bilgiden) yola çıkarak süreç hakkında bazı ipuçlan çıkarmak olabalir. Bu çerçevede, yukarıdaki sorulara ilişkin ilk olarak Wittgenstein'in görüşleri ele alınıp tartışılacaktır.
Wittgenstein'in,felsefenin işi,ne bir şeyi bir başka şeye indirgemek, ne de herhangi bir şeyi açıklamak olmalıdır. Bunun yerine felsefenin sonuçlan, dilin sınırları içinde, anlama sürecinde ortaya çıkan anlam karmaşalarının gözler önüne serilmesi biçimindedir. Bu anlamda felsefe tümüyle betimsel bir disiplindir ve bu betimlemeler herhangi bir ek açıklama içermez. Örneğin Wittegensteign, "Uzunluk nedir?", "Anlam nedir?" ya da "Bir sayı nedir?" gibi soruların karşılıklarını empirik dünyada bulamazdığımiz için, bu tür soruların zihnimizde kramplar yarattığını söyler.
Doğrudur, "uzunluk", "anlam", "sayı" gibi terimlerin karşılıklarını empirik dünyada bulamayız. Ancak bu, her terimin karşılığının empirik dünyada bulunmak zorunda olduğu gibi bir anlam içermemektedir. Soruna şöyle de yaklaşabiliriz. Biliyoruz ki, bir yanda empirik dünya, diğer yanda da 'düşünce alemi dediğimiz bir başka dünya daha vardır. Bir de bu iki dünyayı birbirine bağladığımız ya da bağiantilandırmamızı sağlayan ve adına "dil" dediğimiz bir araç, bir sistem vardır. Burada ilk elde edilmesi gerekne nokta, dilin, yani dili oluşturan sözcüklerin gerçeklikle bire-bir örtüşmediği, örtüşmeyeceği olgusudur. Yadsınamaz olan bir diğer olgu da, en azından konuşan varlıklar olmamız nedeniyle kapsamı daha sınırlı bir araç ile, yani dil ile. daha kapsamlı bir varlık alanı hakkında konuşmak (ve düşünmek) zorunda oluşumuzdur. Dolayısıyla böyle bir durumda sorulması gereken soru, bu yetersiz araç ile dil ve mümkün olduğunca az hata yaparak empirik dünyaya ilişkin düşüncelerin bir başkasına nasıl aktarılabileceği sorusudur. Ya da, belirli bir bağlamda ya da formda kullanılan sözcüklerin ne ölçüde doğru,kesinlikli kullanıldığı sorusudur. Bu sorular dil felsefesi açısından, herhangi bir sözcüğün somut ya da empirik karşılığı olup olmadığı sorusundan daha önemli olsa gerekir. Çünkü biz, "anlam" sözcüğünü belirli bağlamlarda kullanma zorunluluğuna olmamıza karşın "anlam" adında maddi bir karşılık bulmak durumunda değilizdir. Ama "anlam" sözcüğünü, anlam sınırlarını mümkün olduğunca açık biçimde belirleyerek kullanmamız mümkündür.
Bu anlamda felsefeden, bizim herhangi somut bir karşılığı bulunmayan "anlam", "uzunluk" gibi sözcükleri kullanmamamız tavsiyesinde bulunması beklenemez. Felsefeden beklenebilecek olan, sınırları belirsizce kullanılan kavramları çözümlemesi, böylece kavramların sınırlarının bağlama göre yeniden kurulması,düzenlenmesi olmalıdır. Bu ise bizi, felsefenin belirsizliği belirgin kılma ya da sözcüklerin alternatif kuUanma biçimlerini ortaya çıkarma gibi işlevi olduğu sonucuna götürür. Dolayısıyla felsefe, kullanılan terimleri sınırlandırma ve bağlama göre yeniden kurma, tanımlama işlevinden dolayı, yalnızca betimsel bir etkinlik değil, aynı zamanda normatif yönü olan bir ektinliktir de.
Austin ise felsefenin bilgi üreten bir disiplin almadığı görüşündedir. Zira Austin'e göre, felsefenin tarihinde, felsefenin yalnızca kendisine atfedebileceğimiz herhangi bir bilgi bütünü (unity of knowledge) yoktur, olmamıştır. Bunun yerine felsefe tarihinde daha çok zaman içinde bugünkü psikoloji,fizik, matematik gibi disiplinlere dönüşmüş olan bilgi dallarına yol açmış problem ya da sorunlar olmuştur. Bir başka anlatımla felsefe problemlerini çözmekten çok, bu problemlerin karmaşıklığını giderme (disentangle) çabalamarı tarihidir. Nitekim Austin için bir sorunun yeterince açık biçimde formüle edilmesiyle birlikte, sorunun çözümüne uygun bir yöntemin de geliştirilmiş olması, bir bilim dalının daha ortaya çıkması demektir .
Doğaldır ki burada, felsefenin kendi yöntemîerince karmaşıklıkları basitleştirecek çözümleme süreci sonunda herhangi bir ürünün (bilgi) ortaya çıkıp çıkmadığı sorulabilir. Ancak bu, belirli bir bilgi tanımı gerektiğinden bu çalışmanın dışında kalmaktadır. Öte yandan en azmdan şunu da belirtmek durumundayız ki,sözünü ettiğimiz bilgi, kısmi olarak anlaştırılıp açıklık kazandırılan bir ifadeler kümesi midir, yoksa tamamlanmış, kapalı bir bilgi sistemi, bir bilgi bütünü müdür? Eğer bizim bu çalışmada tartışma konusu yaptığımız bilginin, bilgi üretme amaçlı bir sürecin sonucunda ortaya çıkan bilgi, yani belirli bir bütünlüğü olan bilgi olduğu gözönünde bulundurulursa, Austin'in felsefe tanımının bilgi üreten bir etkinlik olduğu anlamını çıkarmak bir hayli güçtür. Bu nedenle de Austin'e göre felsefenin bilgi üreten bir disiplin olmadığını söyleyebiliriz.
Wisdom'in felsefesinin bilgi üretip üretmediği sorusuna ilişkin yanıtı, doğrudan evet ya da hayır denilebilecek derecede açık değildir. Fakat "The Metamorphosis of Metaphysics" adlı çalışmasında felsefenin ne yaptığı ya da yapabileceği hakkında önemli bazı ipuçları vardır. Wisdom bu kitabında, metafıziksel olarak tanımladığı geleneksel felsefe ile, önermelerin mantıksal çözümlemesi biçiminde tanımladığı analitik felsefe arasında bir ayrım yapmaktır. Wisdom'a göre, "Zaman gerçek midir?, "Ruh var mıdır?" gibi sorular soran metafıziksel felsefe, gerçekliğin nihai (ultimate) doğasının sistematik olarak araştırılmasıdır. Oysa bilim de gerçekliğin doğasını araştırır, ama nihai doğasını değil . Ancak Wisdom'a göre insan tecrübesinin smırlanna uğrayan bu tür araştırmalar, Aristo, Descartes, Hume ve Kant'ın çalışmalarına benzemekten çok, Kafka, Fleubert, Freud ve Dostoyevski'nin yazılarına benzemektedir. Zira Wisdom için felsefecinin görevi insan tecrübesinin sınır bölgelerinin araştırılması değildir .
Buna karşılık Wisdom felsefedeki dönüşümü, özellikle Moore'un, ruh, kendilik, zihin, gibi ego gibi kavramlar üzerine verdiği konferanslarda, "Ruh var mıdır?" gibi sorular yerine "Bunu gördüm" demekle ne söylemek istediğimiz gibi sorulan öne çıkarması; yine Russell'in felsefe problemleri ve yöntemlerinin o zamana dek hep yanlış anlaşıldığı ve gerçek felsefe problemlerinin mantık problemleri olduğu tezi ile gerçekleştiğini ileri sürer . Buna göre analitik felsefe, maddi varlıklar hakkındaki ifadelerin mantıksal yapısını incelemesi ile, "gerçekliğin nihai doğasını" araştırma iddiasında olan metafıziksel felsefeden ayrılır. Yani bir felsefeci doğrudan doğruya, ne zamanın gerçek olup olmadığını ne de ruhun varolup olmadığını araştırabilir. Bunun yerine felsefeci, maddi varlıklar hakkındaki önerme yada ifadelerin anlam olarak açıklığa kavuşturulması ile yetinmelidir. Bu açıklığa kavuşturmanın kazandıracağı görüş ise bize, örneğin katı objelermiş gibi düşünülen atomlar hakkında, en azından görünürde çelişik ifadelerden kaynaklanabilecek çeldirmelerden sakınmamızı sağlayacaktır .
Özetlersek, Wisdom'm birinci soruya ilişkin tutumu, felsefenin bilginin üretimine katkıda bulunan bir etkinlik olduğu biçimindedir.Prof. Grünberg'in, tartışılmakta olan soruya ilişkin yaklaşımı daha öncekilere göre oldukça farklı ve daha kesindir: Felsefe bilgi üreten bir araştırma etkinliğidir.
Hatta Prof. Grünberg bir adım daha atarak, felsefenin amacını güvenilir bilgiyi ortaya çıkarmak olarak tanımlar . Bir başka tanımla, felsefenin amacı öndayanaksız bilgiyi ortaya çıkarmaktır . Tabii burada öndayanaksız bilgiyi tanımlamak için önce "öndayanak" terimini açıklamak gerekir. Şöyle tanımlar Grünberg bu terimi :
Bir bilgi sisteminin "öndayanaklan, bu bilgi sisteminin
öbür önermelerinin dolayh-olarak belgelemeğe yarayan
fakat kendileri belgelenmemiş olup ancak sezgisel-olarak
apaçık oldukları için kabul edilen ilkel-önermeleri ve dile-
getirilmemiş metodolojik (çıkarım) kuralları demektir".
Tanımda geçen "ilkel önerme teriminden ise, sistemin öbür önermelerini dolaylı olarak belgelemeğe yarayan, ama kendileri, ne söz konusu bilgi sistemi içinde ne de herhangi başka bir dil-sisteminde belgelenmemiş olan bilgi sistemine ait önermeleri ya da dile getirilmemiş metodolojik-kurallan anlamaktadır.Dolayısıyla her bilgi sistemi için öndayanaksız olmanın gerekli ve yeterli koşulu, sistemin tüm ilkel terimlerinin tanımlanmış, yani bu terimlerin anlamlarının açıkça aydınlatılmış olmasıdır'.Ve sorulması gereken bir soru daha: Bir iîkel-terim nedir? Şöyle tanımlanmaktadır "İlkel-terim": "Bir bilgi-sisteminin ilkel terimleri (primitive terms), bu bilgi-sisteminin öbür terimlerim tanımlamak için gerekli olan, ama kendileri bu bilgi-sisteminin çerçeve içinde tanımlanamayan terimlerdir" .
Bu tartışmadan da görüleceği gibi Grünberg'in tanımına göre felsefe,amaçlı ve planlı bir biçimde kendi yöntemleriyle belirli bir türden bilgi üreten bir soruşturmadır, ya da en azından bunu amaçlanmaktadır. Ancak öte yandan Grünberg, felsefenin birinci görevinin önerme ya da ifadelerin dilsel çözümlemesi olduğunu,yani tıpkı daha önceki filozoflar gibi, ilkel-terimîerin aydınlatılması olduğunu da söylemişti. Ancak yine de Grünberg'e göre, bir ifadeyi, önermeyi ya da metni çözümleme herşeyden Önce onun eleştiril incelemeye tabi tutmak demektir. Bu ise onu değiştirme ya da bir başka forma dönüştürme demektir. Burada şu soru ortaya çıkmaktadır ki, niçin böyle bir değişikliğe gerek olmaktadır? Çoğunlukla bir yanlışı düzeltmek için. Bu aynı zamanda önermede içerilen bilgiyi yeniden formüle etme, yeniden kurma demektir. Yani zaten üretilmiş durumda olan bilgiyi yeniden üretme demektir. Bu anlamda felsefenin, daha önceki filozoflarda olduğu gibi, salt betimsel olduğu ya da yalnızca mantıksal ve dilsel çözümlemeden ibaret olduğu görüşü çok savunulabilir bir görüş olmamaktadır.
2- FELSEFENİN ONTOLOJİ İLE İLGİLİ BİR YÖNÜ VAR MIDIR?
Bu bölümde daha çok felsefi bilginin kaynağı sorusu tartışılacaktır. Eğer felsefe belirli türden bilgi üreten bir araştırma etkinliği ise, o zaman bu bilginin kaynağı da bir soru, araştırma konusu yapılabilir. Örneğin felsefenin ürettiği bilgi yalnızca dilsel ifadeler ve gramer kuralları hakkında, yani dilbilimin de (linguistics) üretebileceği bilgiler midir? Yoksa dilsel ifadeler ve gramer kurallarının ötesinde maddi objeler hakkında, yani nihai olarak empirik dünyaya dayanan bilgiler midir? Ayrıca, eğer felsefi bilgi gerçekten ontolojiye indirgenebilirse, indirgenebiliyorsa, bunun yolu nedir? Diğer bir deyişle hangi noktada ya da hangi biçimde felsefe ontoloji ile ilişki halindedir? Kısacası bu bölümde bu ve benzeri sorular çerçevesinde felsefi bilginin kaynağı sorusu ya da sorunu tartışılacaktır.
Wittgenstein Lectures, Cambridge 1930-1932 kitabında topladığı konferans-tanımlar. Bu 'felsefi' karmaşa içgüdüsel değil, entellektüel bir karmaşadır. Felsefî karmaşalar günlük yaşamla ilgisiz, dilden kaynaklanan karmaşalardır . Dolayısıyla felsefi soruşturma dilsel bir soruşturmadır. Dilsel bir soruşturma da, yanlış anlamaları aydınlatarak (felsefi) problemler üzerine ışık tutar. Dilin kullanımına ilişkin yanlış anlamalar genellikle, farklı dil alanlarının ifade biçimleri arasındaki benzerliklerden kaynaklanmaktadır .
Burada şu soruyu sorabiliriz: Nasıl oluyur da dilin kullanımına ilişkin yanlış anlamalara düşebiliyoruz? Diğer bir deyişle, bu yanlış anlamalar nasıl bir şeydir ki zihnimizi karıştırıp çelebiliyor? Çeldirir, çünkü dile ilişkin yanlış anlamalanrımız, derinliği olan problemlerdir. Bunlar derinliklidir, çünkü kökleri dilsel davranışlarımız kadar derinlere kök salmıştır ve önemleri de dilin önemi derecesindedir .
Öte yandan yine aynı dil, bizi araştırmalara sevkeden, ilgilerimizi yönlendirip ifalendirmemizi sağlayan kavramlardan oluşan bir araçtır da. Eğer kavramların formasyonu doğal olgularla açıklanabiliyorsa, o zaman araştırılması gereken gramer kuralları yerine, bu kuralların temelinde bulunan doğal olgular olmamalı.
Nitekim yine Wittgenstein'a göre felsefe, kavramlarla kaynakları, yani olgular arasındaki nedensellik ilişkisi üserine odaklaşmak değil, dilin betimlediği olgu durumunun ne olduğunun yerli yerine yerleştirilmesidir'.Peki o zaman felsefe bu görevini nasıl yerine getiriyor? Felsefe bunu, sözcüklerin, cümle ya da iadelerin anlamlannı çözümleme yoluyla dilin yanlış kullanımların, dil hatalarını ortaya çıkararak,yani hastalıklara teşhis ederek yerine getirir. Ancak bu durumda da bir sözcüğün ya da bir cümlenin anlamının ne olduğu sorusu ortaya çıkıyor. Anlam, bir sözcüğün ya da cümlenin kullanım biçimidir. Hatta bu nedenle, eğer herhangi bir olgu
hakkında emin değilsen, ona ilişkin terimin anlamından da emin değilsindir.Dolayısıyla bir sözcüğün anlamı ya da kullanımı, kendisiyle dayandığı olgu durumu ile son derece yakından ilgilidir. Bu nedenle, bir sözcüğün içinde kullanıldığı bağlam değişirse, o sözcüğün anlamı ve ifade ettiği kavramın içeriği de değişecektin Buraya kadar olan tartışmanın sonuçlarını özetlersek, ilk olarak felsefe, tümüyle dile yönelmiş bir araştırmadır.
İkinci olarak dil, araçları kavramlar olan bir felsefeyi belirli bir tür karmaşadan (puzzlement) kurtulma çabası olarak sistemdir. Ve kavramların ortaya çıkışı bir dil sorunu değildir. Ama dil, kavramlar ve olgular arasında belirli türden bir ilişki söz konusudur. Yani birisindeki değişim zorunlu olarak diğerlerindeki değişimi de beraberinde getiriyor. Dolayısıyla dilin kullanımına ilişkin güçlüklerden kaçınma anlamındaki dilsel soruşturma aynı zamanda kaynakların içeriğiyle ilgili olmak durumundadır. Yani böyle bir soruşturma, zorunlu olarak kavramların içeriğini oluşturan olguların da hesaba katılması demektir. Bu anlamda felsefe dolaylı da olsa ontoloji ile ilgisi olan bir etkinlik olacaktır.
Austin'in felsefesi ise, hemen hemen tamamıyla ontolojiden uzak bir felsefedir. Wittgenstein'dan farklı olarak, sorunu tümüyle salt günlük diî çözümlemesine indirgediğinden, felsefesini yalnızca günlük dile dayandırır. Bir başka anlatımla, Austin'in dilsel çözümlemeye verdiği önem, dilden kaynaklanabilecek felsefi güçlükleri, problemleri çözümlemek değil, yalnızca günlük dil içindeki dil sorunlarını çözmek içindir. Bu nedenle Austin'in felsefesi, dildeki belirli sözcükleri yanlış kullanımları üzerine odaklaşmıştır. Örneğin aym sözcük farklı bağlamlarda nasıl iki farklı anlam taşıyabiliyor? Ya da sözcükleri yanlış kullanmaktan nasıl sakınabiliriz?
Bu çerçevede, "Fare" sözcüğünün anlamı nedir? "Kedi" sözcüğünün anlamı nedir? gibi sorularla bir felsefeci ancak "Bir sözcüğün anlamı nedir?" gibi daha genel sorunların anlamını araştırabilir. Bunun ötesinde "sözcük"ün, yani "sözcük"sözcüğünün anlamı nedir? gibi sorular sormaz. En fazla şunu sorabilir ki, 'Bir sözcüğün genel anlamı nedir?' sorusunda olduğu gibi, bir sözcüğün genel anlamının ne olduğunu sorabilir .
Örnek olarak doğruluğu ele alırsak, doğru ya da yanlış dediğimiz şey nedir? "Doğrudur" ifadesi cümle içinde nasıl yer alır? Bunlar ilk bakışta çok yanıtlı sorulardır. Örneğin inançlar doğrudur, önermeler, iddialar ya da ifadeler doğrudur ya da sözcükler, cümleler doğrudur. Şunları da söyleyebilir: Kedinin hasırın üstünde olduğu doğrudu,kedinin hasırın üstünde olduğunu söylemek doğrudur.Ya da "çok doğru", "evet doğru", "yetesiye doğru" da diyebiliriz .
Şimdi buruda 'fare , 'kedi', 'hasır' ve hatta 'sözcük'sözcükleri açıkça tanımlanabileceği gibi, 'Bir sözcüğün anlamı nedir?' sorusu da aynı açıklıkla yanıtlanabilir. Ancak burada öneli olan kimi sözcüklere tanımlamak, kimi sorulan yanıtlamaktan öte, bunları belirli felsefe problemleri çerçevesinde soruşturup tartışabilmektir. Örneğin "doğru" ya da "doğruluk" sözcükleri değil ama, doğruluk kavramı felsefenin temel sorunlarından biridir. Dolayısıyla felsefenin görevi, bir sözcüğün anlamını, kullanım ya da işlevlerini tanımlayıp listelemek değil,terimlerin kullanıldıkları bağlam içinde eleştirel sorgulamasını yapmaktır. Yani anlamı, eğer gerekliyse belirli bir işlev yüklendiği bağlam içerisinde yeniden tanımlamaktır.
Wisdom'm tartışılmakta olan soruya ilişkin tutumu. Austin'inkine göre daha olumludur. Zira Wisdom, metafizik ifadelerden kesin bilim ifadelerine giden süreci tartıştığı Paradox and Discovery çalışmalarında, bilimsel ve felsefi araştırma yöntemleri arasındaki bağlantılara ilişkin şu soruları sormaktadır :
Bazı ifade biçimlerinin doğru olup olmadıklarından
daha çok, bu ifadelere göre neyin nasıl olması gerektiği ile
ilgilenen birisi için gerçekliğe ilişkin araştırmalar ne kadar
önelidir, değerlidir? Bilimsel araştırma, bir mantıksal, felsefi ya
da metaiiziksel bir araştırmanın bilime bir katkısı olabilir mi? .
Buradan da anlaşılacağı gibi Wisdom, bilimsel bilginin üretim sürecinde metafiziğin de bir rolü olduğunu kabul etmektedir. Ayrıca şu da ortaya çıkmaktadır ki, gerçekliğin bilgisini üretme ne metafiziğin ne de felsefenin tek başına görevidir.
GİRİŞ
"Felsefe nedir?" sorusu felsefecilerin belki de en sık duydukları sorudur. Nedir felsefe? Felsefe ne yapar, ne ile uğraşır? Neyi araştım, ne öğretir? Bize diğer bilgi türlerinin/bilme biçimlerinin (sanat, bilim, teknik v.b.) değil de, yalnızca felsefenin kazandırdığı, kazandırabileceği bir bilgi türü var mıdır? Var ise nedir ve felsefe bunu nasıl kazandırır, başarır? Bunlar da yine "felsefe nedir?" sorusunu yanıtlamaya girişenlerin yanıtlamak durumunda kalacakları muhtemel sorulardan bazılarıdır.
Örneğin, felsefenin insan bilgilerinin sınırlarım araştıran bir disiplin olduğu sıkça karşılaşılan bir tanımdır. Ancak hemen burada bile, bu bilginin nelerden oluştuğu; onu bilgi yapan şeyin ne olduğu; nasıl ortaya çıktığı; ya da bu bilginin ortaya çıkış sürecinin nerede nasıl başladığı ve bittiği gibi sorularbirbiri peşisıra ortaya konabilir. Örneğin bir görüşe göre insan bilgisi, bur ucunda araştırmaya neden oluşturan gözlem verileri ve varsayımlar; diğer ucunda ise araştırmanın
sonucu olarak sunulan genel sonuçlar (yasalar) ile sınırlıdır.Eğer insan bilgisinin sınırlarına ilişkin bir tanım yapılabiliyorsa o zamanda şu sorular ortaya çıkmakta : Felsefe bu sava nerede katılmakta,felsefenin görevi nerede başlamaktadır? Felsefenin bu süreçteki görevi ve işlevi nedir? Yine yukarıdaki görüşe göre,insan bilgisini iki ucuna paralel olarak, bu süreçte felsefenin ikili bir işlevi söz konusudur.
Spekülatif felsefe, bilim, din,etik gibi bilgi alanlarının sonuçlarından sentezlere varmak gibi bir işleve sahipken, analitik felsefe bu bilgi alanlarının varsayımlarının çözümlenmesi görevini yüklenmiştir. Bu anlamada analitik felsefe, varsayımları çözümleyerek insan bilgisinin sınırlarının araştırılmasına katkıda bulunur.Bu da demektir ki, felsefenin görevi ve görevine bağlı olarak sürece dahil olduğu aşama, felsefenin nasıl felsefe olduğuna göre değişmektedir, değişir.
Şu söylenebilir: analitik felsefe sürecenin girdileri (in-put) ile ilgiliyken, spekülatif felsefe çıktılar (out-put) ilgilidir. Böyle bir ayrımsa, aynı şeye iki ayrı ad vermek gibi bir durum yaratmaktadır. Oysa, her ne kadar bazı yönleriyle birbirinden ayrılsalar bile, analitik felsefe de spekülatif felsefe de sonuçta "felsefe" genel adı altında birleşmektedir. Dolayısıyla ortaya yine bir soru çıkmaktadır : Farklı felsefe türlerinden söz etmek gerçekten mümkün müdür? İşte bu tür sorulara yanıt aramak amacıyla, analitik felsefe geleneği açısından felsefenin ne olup ne olmadığı, üç temel soru çerçevesinde dört filozofun sorular hakkındaki görüşleri karşılaştırılarak incelemeye çalışılacaktır. Bu üç temel soru, felsefenin herhangi bir bilgi üretip üretmediği; felsefe etkinliğinin ontoloji ile olan ilişki düzeyi ve felsefe sorularının özelliklerinin neler olduğu ya da olabileceği sorulandır.
I- FELSEFE ETKİNLİĞİ BİLGİ ÜRETEN BİR SÜREÇ MİDİR ?
Felsefenin ne olduğu anlamının bir yolu da, bu etkinlik türünün sonuçlarına bakmak, yani sonuçta ortaya çıkan üründen (bilgiden) yola çıkarak süreç hakkında bazı ipuçlan çıkarmak olabalir. Bu çerçevede, yukarıdaki sorulara ilişkin ilk olarak Wittgenstein'in görüşleri ele alınıp tartışılacaktır.
Wittgenstein'in,felsefenin işi,ne bir şeyi bir başka şeye indirgemek, ne de herhangi bir şeyi açıklamak olmalıdır. Bunun yerine felsefenin sonuçlan, dilin sınırları içinde, anlama sürecinde ortaya çıkan anlam karmaşalarının gözler önüne serilmesi biçimindedir. Bu anlamda felsefe tümüyle betimsel bir disiplindir ve bu betimlemeler herhangi bir ek açıklama içermez. Örneğin Wittegensteign, "Uzunluk nedir?", "Anlam nedir?" ya da "Bir sayı nedir?" gibi soruların karşılıklarını empirik dünyada bulamazdığımiz için, bu tür soruların zihnimizde kramplar yarattığını söyler.
Doğrudur, "uzunluk", "anlam", "sayı" gibi terimlerin karşılıklarını empirik dünyada bulamayız. Ancak bu, her terimin karşılığının empirik dünyada bulunmak zorunda olduğu gibi bir anlam içermemektedir. Soruna şöyle de yaklaşabiliriz. Biliyoruz ki, bir yanda empirik dünya, diğer yanda da 'düşünce alemi dediğimiz bir başka dünya daha vardır. Bir de bu iki dünyayı birbirine bağladığımız ya da bağiantilandırmamızı sağlayan ve adına "dil" dediğimiz bir araç, bir sistem vardır. Burada ilk elde edilmesi gerekne nokta, dilin, yani dili oluşturan sözcüklerin gerçeklikle bire-bir örtüşmediği, örtüşmeyeceği olgusudur. Yadsınamaz olan bir diğer olgu da, en azından konuşan varlıklar olmamız nedeniyle kapsamı daha sınırlı bir araç ile, yani dil ile. daha kapsamlı bir varlık alanı hakkında konuşmak (ve düşünmek) zorunda oluşumuzdur. Dolayısıyla böyle bir durumda sorulması gereken soru, bu yetersiz araç ile dil ve mümkün olduğunca az hata yaparak empirik dünyaya ilişkin düşüncelerin bir başkasına nasıl aktarılabileceği sorusudur. Ya da, belirli bir bağlamda ya da formda kullanılan sözcüklerin ne ölçüde doğru,kesinlikli kullanıldığı sorusudur. Bu sorular dil felsefesi açısından, herhangi bir sözcüğün somut ya da empirik karşılığı olup olmadığı sorusundan daha önemli olsa gerekir. Çünkü biz, "anlam" sözcüğünü belirli bağlamlarda kullanma zorunluluğuna olmamıza karşın "anlam" adında maddi bir karşılık bulmak durumunda değilizdir. Ama "anlam" sözcüğünü, anlam sınırlarını mümkün olduğunca açık biçimde belirleyerek kullanmamız mümkündür.
Bu anlamda felsefeden, bizim herhangi somut bir karşılığı bulunmayan "anlam", "uzunluk" gibi sözcükleri kullanmamamız tavsiyesinde bulunması beklenemez. Felsefeden beklenebilecek olan, sınırları belirsizce kullanılan kavramları çözümlemesi, böylece kavramların sınırlarının bağlama göre yeniden kurulması,düzenlenmesi olmalıdır. Bu ise bizi, felsefenin belirsizliği belirgin kılma ya da sözcüklerin alternatif kuUanma biçimlerini ortaya çıkarma gibi işlevi olduğu sonucuna götürür. Dolayısıyla felsefe, kullanılan terimleri sınırlandırma ve bağlama göre yeniden kurma, tanımlama işlevinden dolayı, yalnızca betimsel bir etkinlik değil, aynı zamanda normatif yönü olan bir ektinliktir de.
Austin ise felsefenin bilgi üreten bir disiplin almadığı görüşündedir. Zira Austin'e göre, felsefenin tarihinde, felsefenin yalnızca kendisine atfedebileceğimiz herhangi bir bilgi bütünü (unity of knowledge) yoktur, olmamıştır. Bunun yerine felsefe tarihinde daha çok zaman içinde bugünkü psikoloji,fizik, matematik gibi disiplinlere dönüşmüş olan bilgi dallarına yol açmış problem ya da sorunlar olmuştur. Bir başka anlatımla felsefe problemlerini çözmekten çok, bu problemlerin karmaşıklığını giderme (disentangle) çabalamarı tarihidir. Nitekim Austin için bir sorunun yeterince açık biçimde formüle edilmesiyle birlikte, sorunun çözümüne uygun bir yöntemin de geliştirilmiş olması, bir bilim dalının daha ortaya çıkması demektir .
Doğaldır ki burada, felsefenin kendi yöntemîerince karmaşıklıkları basitleştirecek çözümleme süreci sonunda herhangi bir ürünün (bilgi) ortaya çıkıp çıkmadığı sorulabilir. Ancak bu, belirli bir bilgi tanımı gerektiğinden bu çalışmanın dışında kalmaktadır. Öte yandan en azmdan şunu da belirtmek durumundayız ki,sözünü ettiğimiz bilgi, kısmi olarak anlaştırılıp açıklık kazandırılan bir ifadeler kümesi midir, yoksa tamamlanmış, kapalı bir bilgi sistemi, bir bilgi bütünü müdür? Eğer bizim bu çalışmada tartışma konusu yaptığımız bilginin, bilgi üretme amaçlı bir sürecin sonucunda ortaya çıkan bilgi, yani belirli bir bütünlüğü olan bilgi olduğu gözönünde bulundurulursa, Austin'in felsefe tanımının bilgi üreten bir etkinlik olduğu anlamını çıkarmak bir hayli güçtür. Bu nedenle de Austin'e göre felsefenin bilgi üreten bir disiplin olmadığını söyleyebiliriz.
Wisdom'in felsefesinin bilgi üretip üretmediği sorusuna ilişkin yanıtı, doğrudan evet ya da hayır denilebilecek derecede açık değildir. Fakat "The Metamorphosis of Metaphysics" adlı çalışmasında felsefenin ne yaptığı ya da yapabileceği hakkında önemli bazı ipuçları vardır. Wisdom bu kitabında, metafıziksel olarak tanımladığı geleneksel felsefe ile, önermelerin mantıksal çözümlemesi biçiminde tanımladığı analitik felsefe arasında bir ayrım yapmaktır. Wisdom'a göre, "Zaman gerçek midir?, "Ruh var mıdır?" gibi sorular soran metafıziksel felsefe, gerçekliğin nihai (ultimate) doğasının sistematik olarak araştırılmasıdır. Oysa bilim de gerçekliğin doğasını araştırır, ama nihai doğasını değil . Ancak Wisdom'a göre insan tecrübesinin smırlanna uğrayan bu tür araştırmalar, Aristo, Descartes, Hume ve Kant'ın çalışmalarına benzemekten çok, Kafka, Fleubert, Freud ve Dostoyevski'nin yazılarına benzemektedir. Zira Wisdom için felsefecinin görevi insan tecrübesinin sınır bölgelerinin araştırılması değildir .
Buna karşılık Wisdom felsefedeki dönüşümü, özellikle Moore'un, ruh, kendilik, zihin, gibi ego gibi kavramlar üzerine verdiği konferanslarda, "Ruh var mıdır?" gibi sorular yerine "Bunu gördüm" demekle ne söylemek istediğimiz gibi sorulan öne çıkarması; yine Russell'in felsefe problemleri ve yöntemlerinin o zamana dek hep yanlış anlaşıldığı ve gerçek felsefe problemlerinin mantık problemleri olduğu tezi ile gerçekleştiğini ileri sürer . Buna göre analitik felsefe, maddi varlıklar hakkındaki ifadelerin mantıksal yapısını incelemesi ile, "gerçekliğin nihai doğasını" araştırma iddiasında olan metafıziksel felsefeden ayrılır. Yani bir felsefeci doğrudan doğruya, ne zamanın gerçek olup olmadığını ne de ruhun varolup olmadığını araştırabilir. Bunun yerine felsefeci, maddi varlıklar hakkındaki önerme yada ifadelerin anlam olarak açıklığa kavuşturulması ile yetinmelidir. Bu açıklığa kavuşturmanın kazandıracağı görüş ise bize, örneğin katı objelermiş gibi düşünülen atomlar hakkında, en azından görünürde çelişik ifadelerden kaynaklanabilecek çeldirmelerden sakınmamızı sağlayacaktır .
Özetlersek, Wisdom'm birinci soruya ilişkin tutumu, felsefenin bilginin üretimine katkıda bulunan bir etkinlik olduğu biçimindedir.Prof. Grünberg'in, tartışılmakta olan soruya ilişkin yaklaşımı daha öncekilere göre oldukça farklı ve daha kesindir: Felsefe bilgi üreten bir araştırma etkinliğidir.
Hatta Prof. Grünberg bir adım daha atarak, felsefenin amacını güvenilir bilgiyi ortaya çıkarmak olarak tanımlar . Bir başka tanımla, felsefenin amacı öndayanaksız bilgiyi ortaya çıkarmaktır . Tabii burada öndayanaksız bilgiyi tanımlamak için önce "öndayanak" terimini açıklamak gerekir. Şöyle tanımlar Grünberg bu terimi :
Bir bilgi sisteminin "öndayanaklan, bu bilgi sisteminin
öbür önermelerinin dolayh-olarak belgelemeğe yarayan
fakat kendileri belgelenmemiş olup ancak sezgisel-olarak
apaçık oldukları için kabul edilen ilkel-önermeleri ve dile-
getirilmemiş metodolojik (çıkarım) kuralları demektir".
Tanımda geçen "ilkel önerme teriminden ise, sistemin öbür önermelerini dolaylı olarak belgelemeğe yarayan, ama kendileri, ne söz konusu bilgi sistemi içinde ne de herhangi başka bir dil-sisteminde belgelenmemiş olan bilgi sistemine ait önermeleri ya da dile getirilmemiş metodolojik-kurallan anlamaktadır.Dolayısıyla her bilgi sistemi için öndayanaksız olmanın gerekli ve yeterli koşulu, sistemin tüm ilkel terimlerinin tanımlanmış, yani bu terimlerin anlamlarının açıkça aydınlatılmış olmasıdır'.Ve sorulması gereken bir soru daha: Bir iîkel-terim nedir? Şöyle tanımlanmaktadır "İlkel-terim": "Bir bilgi-sisteminin ilkel terimleri (primitive terms), bu bilgi-sisteminin öbür terimlerim tanımlamak için gerekli olan, ama kendileri bu bilgi-sisteminin çerçeve içinde tanımlanamayan terimlerdir" .
Bu tartışmadan da görüleceği gibi Grünberg'in tanımına göre felsefe,amaçlı ve planlı bir biçimde kendi yöntemleriyle belirli bir türden bilgi üreten bir soruşturmadır, ya da en azından bunu amaçlanmaktadır. Ancak öte yandan Grünberg, felsefenin birinci görevinin önerme ya da ifadelerin dilsel çözümlemesi olduğunu,yani tıpkı daha önceki filozoflar gibi, ilkel-terimîerin aydınlatılması olduğunu da söylemişti. Ancak yine de Grünberg'e göre, bir ifadeyi, önermeyi ya da metni çözümleme herşeyden Önce onun eleştiril incelemeye tabi tutmak demektir. Bu ise onu değiştirme ya da bir başka forma dönüştürme demektir. Burada şu soru ortaya çıkmaktadır ki, niçin böyle bir değişikliğe gerek olmaktadır? Çoğunlukla bir yanlışı düzeltmek için. Bu aynı zamanda önermede içerilen bilgiyi yeniden formüle etme, yeniden kurma demektir. Yani zaten üretilmiş durumda olan bilgiyi yeniden üretme demektir. Bu anlamda felsefenin, daha önceki filozoflarda olduğu gibi, salt betimsel olduğu ya da yalnızca mantıksal ve dilsel çözümlemeden ibaret olduğu görüşü çok savunulabilir bir görüş olmamaktadır.
2- FELSEFENİN ONTOLOJİ İLE İLGİLİ BİR YÖNÜ VAR MIDIR?
Bu bölümde daha çok felsefi bilginin kaynağı sorusu tartışılacaktır. Eğer felsefe belirli türden bilgi üreten bir araştırma etkinliği ise, o zaman bu bilginin kaynağı da bir soru, araştırma konusu yapılabilir. Örneğin felsefenin ürettiği bilgi yalnızca dilsel ifadeler ve gramer kuralları hakkında, yani dilbilimin de (linguistics) üretebileceği bilgiler midir? Yoksa dilsel ifadeler ve gramer kurallarının ötesinde maddi objeler hakkında, yani nihai olarak empirik dünyaya dayanan bilgiler midir? Ayrıca, eğer felsefi bilgi gerçekten ontolojiye indirgenebilirse, indirgenebiliyorsa, bunun yolu nedir? Diğer bir deyişle hangi noktada ya da hangi biçimde felsefe ontoloji ile ilişki halindedir? Kısacası bu bölümde bu ve benzeri sorular çerçevesinde felsefi bilginin kaynağı sorusu ya da sorunu tartışılacaktır.
Wittgenstein Lectures, Cambridge 1930-1932 kitabında topladığı konferans-tanımlar. Bu 'felsefi' karmaşa içgüdüsel değil, entellektüel bir karmaşadır. Felsefî karmaşalar günlük yaşamla ilgisiz, dilden kaynaklanan karmaşalardır . Dolayısıyla felsefi soruşturma dilsel bir soruşturmadır. Dilsel bir soruşturma da, yanlış anlamaları aydınlatarak (felsefi) problemler üzerine ışık tutar. Dilin kullanımına ilişkin yanlış anlamalar genellikle, farklı dil alanlarının ifade biçimleri arasındaki benzerliklerden kaynaklanmaktadır .
Burada şu soruyu sorabiliriz: Nasıl oluyur da dilin kullanımına ilişkin yanlış anlamalara düşebiliyoruz? Diğer bir deyişle, bu yanlış anlamalar nasıl bir şeydir ki zihnimizi karıştırıp çelebiliyor? Çeldirir, çünkü dile ilişkin yanlış anlamalanrımız, derinliği olan problemlerdir. Bunlar derinliklidir, çünkü kökleri dilsel davranışlarımız kadar derinlere kök salmıştır ve önemleri de dilin önemi derecesindedir .
Öte yandan yine aynı dil, bizi araştırmalara sevkeden, ilgilerimizi yönlendirip ifalendirmemizi sağlayan kavramlardan oluşan bir araçtır da. Eğer kavramların formasyonu doğal olgularla açıklanabiliyorsa, o zaman araştırılması gereken gramer kuralları yerine, bu kuralların temelinde bulunan doğal olgular olmamalı.
Nitekim yine Wittgenstein'a göre felsefe, kavramlarla kaynakları, yani olgular arasındaki nedensellik ilişkisi üserine odaklaşmak değil, dilin betimlediği olgu durumunun ne olduğunun yerli yerine yerleştirilmesidir'.Peki o zaman felsefe bu görevini nasıl yerine getiriyor? Felsefe bunu, sözcüklerin, cümle ya da iadelerin anlamlannı çözümleme yoluyla dilin yanlış kullanımların, dil hatalarını ortaya çıkararak,yani hastalıklara teşhis ederek yerine getirir. Ancak bu durumda da bir sözcüğün ya da bir cümlenin anlamının ne olduğu sorusu ortaya çıkıyor. Anlam, bir sözcüğün ya da cümlenin kullanım biçimidir. Hatta bu nedenle, eğer herhangi bir olgu
hakkında emin değilsen, ona ilişkin terimin anlamından da emin değilsindir.Dolayısıyla bir sözcüğün anlamı ya da kullanımı, kendisiyle dayandığı olgu durumu ile son derece yakından ilgilidir. Bu nedenle, bir sözcüğün içinde kullanıldığı bağlam değişirse, o sözcüğün anlamı ve ifade ettiği kavramın içeriği de değişecektin Buraya kadar olan tartışmanın sonuçlarını özetlersek, ilk olarak felsefe, tümüyle dile yönelmiş bir araştırmadır.
İkinci olarak dil, araçları kavramlar olan bir felsefeyi belirli bir tür karmaşadan (puzzlement) kurtulma çabası olarak sistemdir. Ve kavramların ortaya çıkışı bir dil sorunu değildir. Ama dil, kavramlar ve olgular arasında belirli türden bir ilişki söz konusudur. Yani birisindeki değişim zorunlu olarak diğerlerindeki değişimi de beraberinde getiriyor. Dolayısıyla dilin kullanımına ilişkin güçlüklerden kaçınma anlamındaki dilsel soruşturma aynı zamanda kaynakların içeriğiyle ilgili olmak durumundadır. Yani böyle bir soruşturma, zorunlu olarak kavramların içeriğini oluşturan olguların da hesaba katılması demektir. Bu anlamda felsefe dolaylı da olsa ontoloji ile ilgisi olan bir etkinlik olacaktır.
Austin'in felsefesi ise, hemen hemen tamamıyla ontolojiden uzak bir felsefedir. Wittgenstein'dan farklı olarak, sorunu tümüyle salt günlük diî çözümlemesine indirgediğinden, felsefesini yalnızca günlük dile dayandırır. Bir başka anlatımla, Austin'in dilsel çözümlemeye verdiği önem, dilden kaynaklanabilecek felsefi güçlükleri, problemleri çözümlemek değil, yalnızca günlük dil içindeki dil sorunlarını çözmek içindir. Bu nedenle Austin'in felsefesi, dildeki belirli sözcükleri yanlış kullanımları üzerine odaklaşmıştır. Örneğin aym sözcük farklı bağlamlarda nasıl iki farklı anlam taşıyabiliyor? Ya da sözcükleri yanlış kullanmaktan nasıl sakınabiliriz?
Bu çerçevede, "Fare" sözcüğünün anlamı nedir? "Kedi" sözcüğünün anlamı nedir? gibi sorularla bir felsefeci ancak "Bir sözcüğün anlamı nedir?" gibi daha genel sorunların anlamını araştırabilir. Bunun ötesinde "sözcük"ün, yani "sözcük"sözcüğünün anlamı nedir? gibi sorular sormaz. En fazla şunu sorabilir ki, 'Bir sözcüğün genel anlamı nedir?' sorusunda olduğu gibi, bir sözcüğün genel anlamının ne olduğunu sorabilir .
Örnek olarak doğruluğu ele alırsak, doğru ya da yanlış dediğimiz şey nedir? "Doğrudur" ifadesi cümle içinde nasıl yer alır? Bunlar ilk bakışta çok yanıtlı sorulardır. Örneğin inançlar doğrudur, önermeler, iddialar ya da ifadeler doğrudur ya da sözcükler, cümleler doğrudur. Şunları da söyleyebilir: Kedinin hasırın üstünde olduğu doğrudu,kedinin hasırın üstünde olduğunu söylemek doğrudur.Ya da "çok doğru", "evet doğru", "yetesiye doğru" da diyebiliriz .
Şimdi buruda 'fare , 'kedi', 'hasır' ve hatta 'sözcük'sözcükleri açıkça tanımlanabileceği gibi, 'Bir sözcüğün anlamı nedir?' sorusu da aynı açıklıkla yanıtlanabilir. Ancak burada öneli olan kimi sözcüklere tanımlamak, kimi sorulan yanıtlamaktan öte, bunları belirli felsefe problemleri çerçevesinde soruşturup tartışabilmektir. Örneğin "doğru" ya da "doğruluk" sözcükleri değil ama, doğruluk kavramı felsefenin temel sorunlarından biridir. Dolayısıyla felsefenin görevi, bir sözcüğün anlamını, kullanım ya da işlevlerini tanımlayıp listelemek değil,terimlerin kullanıldıkları bağlam içinde eleştirel sorgulamasını yapmaktır. Yani anlamı, eğer gerekliyse belirli bir işlev yüklendiği bağlam içerisinde yeniden tanımlamaktır.
Wisdom'm tartışılmakta olan soruya ilişkin tutumu. Austin'inkine göre daha olumludur. Zira Wisdom, metafizik ifadelerden kesin bilim ifadelerine giden süreci tartıştığı Paradox and Discovery çalışmalarında, bilimsel ve felsefi araştırma yöntemleri arasındaki bağlantılara ilişkin şu soruları sormaktadır :
Bazı ifade biçimlerinin doğru olup olmadıklarından
daha çok, bu ifadelere göre neyin nasıl olması gerektiği ile
ilgilenen birisi için gerçekliğe ilişkin araştırmalar ne kadar
önelidir, değerlidir? Bilimsel araştırma, bir mantıksal, felsefi ya
da metaiiziksel bir araştırmanın bilime bir katkısı olabilir mi? .
Buradan da anlaşılacağı gibi Wisdom, bilimsel bilginin üretim sürecinde metafiziğin de bir rolü olduğunu kabul etmektedir. Ayrıca şu da ortaya çıkmaktadır ki, gerçekliğin bilgisini üretme ne metafiziğin ne de felsefenin tek başına görevidir.
1 Yorum
analitik felsefenin temel görüşlerini açtım ama bilig eksik