ARİSTOTELES VE FARABİ’NİN FELSEFESİNDE RASTLANTI’NIN YERİ
|
İsmail ERDOĞAN
Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Felsefesi Öğretim Üyesi
Rastlantı terimi fizik, biyoloji, felsefe ve diğer bilimlerde sıkça kullanılan ve üzerinde çok konuşulan konuların başında gelmektedir. Konunun önemine binaen, felsefe tarihinin birinci ve ikinci öğretmenleri olarak kabul edilen Aristoteles ve Farabî’nin zorunluluk anlayışlarında rastlantının yerini inceleyip, bu iki filozof arasında kısa bir karşılaştırma yapmanın gerekli olduğunu görmekteyiz. Çünkü Aristoteles ve onun şakirdi durumunda olan Farabî, daha çok zorunluluk fikrini savunan filozoflar olarak bilinmekte ve görüşleri de genelde bu teori üzerinde kurulmaktadır. Ancak her iki filozofun da zorunluluk görüşleri içerisinde yer vermek zorunda kaldıkları tesadüfî ya da rastlantısal şeylerden bahsettiğini görmekteyiz. Her iki filozofa göre de rastlantı, zatî olmayan arızî bir durum olarak yorumlanmaktadır. Bu aynı zamanda sebebi bilinemeyen olayları açıklamada kullanılan bir kavram olarak da görülmektedir.
GİRİŞ
Rastlantı terimi fizik, biyoloji, felsefe ve diğer bilimlerde sıkça kullanılan ve üzerinde çok konuşulan konuların başında gelmektedir. Arapça tesâdüf kelimesinin karşılığı olan rastlantı, önceden kestirilemeyen, isteğe, kurala veya belli bir sebebe dayanmaksızın bir olayın ortaya çıkması anlamına gelmektedir. Rastlantı kavramının Batı dillerindeki karşılığı ise chance olup, şans, talih, tesâdüf, fırsat, ihtimal gibi anlamları da içermektedir.
Felsefede ise rastlantı, etkin sebebi bilinemeyen, izahı yapılamayan ve oluşu tahmin edilemeyen olaylar için kullanılır. Bu noktada, rastlantı kavramına ait temel iki anlamsal ayrımdan söz etmek gerekir. Bunlardan birincisi, epistemik (bilgiye özgü) rastlantı olup, bilenmeyen bir nedenden ötürü ortaya çıkmış olan olaylar için kullanılmaktadır. İşte mevcut algı ve bilgi yeteneğimizi aşan bir nedenden dolayı ortaya çıktığını tahmin ettiğimiz bu olayı, epistemik rastlantı olarak değerlendiririz. İkincisi ise, gerçekte hiçbir neden olmaksızın ortaya çıktığına inandığımız rastlantısal olaylardır ki, bunu da ontik (varlığa özgü) rastlantı olarak değerlendirebiliriz .
Ahlâk felsefesinde de rastlantı, Bernard Williams ile Thomas Nagel'in Aristoteles'in bu terim hakkındaki görüşlerinden esinlenerek 1970'lerde ortaya koydukları "ahlâki rastlantı" kuramıyla gündeme gelmiştir.
Rastlantı kavramını anlayabilmek için önce onun, zorunluluk, nedensellik ve determinizm arasındaki yerini belirlemek gerekir. Çünkü hiçbir kavram tek başına tam olarak açıklanamaz. Bu yüzden ilgili kavramları yerli yerine oturtup, aralarındaki bağlantıları tespit etmek ve incelenen kavramın bunlar arasındaki konumunu ortaya koymak gerekir. Bu bağlamda önce adı geçen kavramların kısaca tanımını yaparak tarihi arkaplanına bir göz atmak istiyoruz.
Düşünce tarihi boyunca “zorunluluk” ve “rastlantı” taraftarları arasındaki tartışmalar, hiçbir zaman son bulmamıştır. Bu tartışmalardaki temel sorun, zorunluluk ve rastlantının mutlak karşıtlıklar, karşılıklı olarak birbirlerini dışlayan zıtlıklar olarak ele alınmasıdır. Böylece, her ikisi görüş de, doğanın karmaşık ve çelişik işleyişini açıklamakta yetersiz kalan iki zıt fikir olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu görüşlerden birincisi olan zorunluluk anlayışı, doğadan tüm tesadüfleri ayıklama çabasının bir sonucu olarak mekanik bir bakış açısına yol açmıştır. Bilim alanında Newton tarafından temsil edilen ve mekanik felsefe de denilen bu düşüncede zorunluluk, mutlak bir ilke düzeyine yükseltilmişti. Bu felsefe, mükemmel ölçüde basit, tüm çelişki, düzensizlik ve aykırı eğilimlerden uzak olma iddiasını taşımaktadır.
Batı düşüncesinde özellikle XVIII. Yüzyılda revaçta bulunan mekanizm fikrinin, atom teorisinin öncüsü olarak görülen Demokritos’a kadar uzandığı kabul edilir. Demokritos'a göre atomların hareketlerinin ardında hiçbir bilinçli "amaç" yoktur. Doğa, tamamen mekanik bir şeydir. Ancak bu, her şeyin "rastlantısal" bir biçimde oluştuğu anlamına gelmez, zira her şey doğanın değişmez yasalarına göre olup biten her şeyin ardında bir doğallık yani bir neden bulunmaktadır. Bu neden ise atomların öncesiz ve sonrasız olan hareketidir. Çünkü atomlar, kendi başlarına ve her yöne doğru, büyüklüklerine göre hızlı ya da yavaş bir biçimde hareket ederler. Bu hareket kargaşası içinde, atomların rastlantısal değil, zorunlu olarak birbirlerine çarpıp basınç yapmaları, birleşip ayrılmaları sonucunda doğadaki çeşitli olaylar ortaya çıkar. Bu zorunluluğun bazen bir düzen içinde, bazen hiçbir yasaya indirgenemeyecek şekilde gerçekleştiğini belirten Demokritos, Anaksagoras’ta görülen ereksel (teleolojik) yaklaşıma karşı çıkmıştır .
Zorunluluğun insan iradesi konusunda da ele alındığı ve insan hürriyetini kabul etmeyen determinist bir görüşün olduğu bilinmektedir. Söz konusu görüşü savunanlara örnek olması bakımından Plotinus’un şu ifadeleri dikkat çekicidir: “Bütün fikirlerimiz daha önceki bir nedenler zinciri tarafından belirlenecek; yaptıklarımız ise bu fikirler tarafından belirlendiği için, kişisel eylem sadece laftan ibaret kalır. Eylemlerimiz bu nedenler tarafından önceden belirlendiği sürece, bizim aracı olmamız, özgürlüğümüzü kurtarmaya yetmez”.
Zorunluluğu savunanların tam aksine, tüm olgu ve olayların hiçbir sebebe bağlı olmaksızın tamamen rastlantı ürünü olduğunu iddia eden filozoflar da bulunmaktadır. Bu görüşü savunanların başında, tabiattaki hiçbir şeyin zorunlu olarak değil bilakis rastlantı sonucu meydana geldiğini savunan Empedokles gelmektedir. Ancak Empedokles, rastlantı eseri meydana gelen olayları, nefret ve sevgi kavramlarıyla açıklamaya çalışır. Ona göre evrende nefret egemen olduğunda öğeler birbirlerinden ayrı düşer ve bir dağılma olur; sevgi egemen olduğunda ise, her şey birlik içinde olur. Nefret ve sevgiyi canlılar alemi için de temel alan Empedokles’in biyolojisinde de, metafizik hiçbir şey olmayıp, her iş bir tesadüf veya şans eseri ortaya çıkmaktadır. Bu anlamda, yaşam koşullarına ayak uydurabilen varlıklar hayatta kalırlar ancak onların varlıklarını devam ettirmeleri de bir gayeye matuf olmayıp, tamamen şans ve rastlantı sonucudur .
Empedokles’ten sonra da aynı görüşü temellendirmeye çalışanlar arasında Epikürcüler olarak adlandırılan filozofları görmekteyiz. Onlara göre de alemde bulunan her şey, tamamen bir rastlantı sonucu oluşmuştur . Empedokles ve Epikürcüler bu görüşüyle, evrim teorisini ileri süren Darwin ve Schopenhauer gibi teorisyenlerin müjdecisi olarak da görülebilir. Ancak, evrimi savunanların görüşlerinde yeni bir rastlantı anlayışını da görmekteyiz. Bu anlayışa göre, özellikle biyoloji ile ilgili konularda, canlılığın başlangıcı, sonsuz ihtimallerden birisinin rastlantı sonucu oluşmasıyla birlikte, bu rastlantısal başlangıçtan sonrası artık bir zorunluluk olarak gelişmektedir. Mesela, canlılık belirtisi, bir DNA’nın yapısına yerleştikten sonra, mekanik olarak aslına uygun biçimde eşlenir ve çevirisi yapılır, yani milyarlarca defa çoğaltılmış ve aktarılmış olur. Çünkü bu durum, artık salt rastlantı ilkesinden çıkıp, zorunluluğun kaçınılmaz alanına girmiştir . Jacques Monod’un bu görüşlerinden hareketle onun, doğal nesnelerde belli bir amacın olmadığı, ancak sun‘î şeylerde bir gayenin bulunduğu şeklinde bir fikir sahibi olduğunu anlayabiliriz.
Materyalist –evrimci bilim adamlarının bu görüşünü, bir ilk neden dolayısıyla Tanrı düşüncesinden kurtulma psikolojisinin bir gereği olarak görmek gerekir.Benzer örnekleri çoğaltabiliriz. Mesela, bir tren rayının bakımsızlığı ve ihmal edilmesi yüzünden trenin raydan çıkıp kaza yapması bir rastlantıdır. Ancak bu ihmalin giderilmemesi durumunda trenin raydan çıkması artık bir zorunluluk haline gelir.
Yukarıda belirttiğimiz iki örnekten birincisinde artık geriye dönüş söz konusu olmazken, ikincisi arızî bir durum olduğu için tekrar aslî haline dönüş söz konusudur.Rastlantı ile ilgili görüşlerden hareketle Charles Sanders Peirce (1839-1914)’in ortaya attığı yeni bir terimden de bahsetmek gerekecektir. Çünkü Peirce, Aristoteles’in rastlantı ve talih anlamında kullandığı “tyche”/ “tuche” kelimesinden hareketle tükizm (tycheism) diye yeni bir terim türetmiştir. Rastlantısalcılık olarak dilimize çevirebileceğimiz bu fikre göre rastlantı, evrende en etkin olan temel bir faktör ve nesnel bir gerçekliktir. Bu sebeple doğa yasalarındaki mekanikçi görüşe şiddetle karşı çıkan Peirce, evrende sürekli ve değişmez bir yasanın bulunduğunu ve bu yasanın evreni yetkin, rasyonel ve simetrik bir sistem haline getirdiğini savunmaktadır. Bu anlamda tükizm, evrenin, kaostan kozmosa doğru geliştiğini ileri süren bir metafizikten, doğa yasalarının istatistiksel yasalardan başka bir şey olmayıp, düzensizlikleri, açıklanması mümkün olmayan olgular olarak değerlendiren bilim felsefesine kadar geniş bir alanda kullanılmaktadır .
Bahsettiğimiz bu görüşleri savunanlara göre, rastlantı ve zorunluluk bir birine zıt olan iki ayrı kutba ait kavramlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak bu iki zıt görüşün aşırılıkları, bazı filozof ve bilim adamları tarafından biraz daha esnek hale getirilmek suretiyle tabir yerindeyse bir sentez yapılarak, daha ılımlı bir hale getirilmeye çalışılmıştır. Onlara göre doğayı anlayabilme yolunda, rastlantı ve zorunluluğun oynadığı rolleri bilmek önemlidir. Ancak her şeyi zorunluluk ya da rastlantı eseri olarak açıklamak her zaman doğru bir izah tarzı olmamaktadır. Her iki kavramın aşırılıklarını yontarak bir biriyle biraz daha yakınlaştırmak ve böylece kavramlar arası geçişte bir kolaylık sağlamak gerekir diye düşünüyoruz.
Konunun önemine binaen, felsefe tarihinin birinci ve ikinci öğretmenleri olarak kabul edilen Aristoteles ve Farabî’nin zorunluluk anlayışlarında rastlantının yerini inceleyip, bu iki filozof arasında kısa bir karşılaştırma yapmanın gerekli olduğunu görmekteyiz. Çünkü Aristoteles ve onun şakirdi durumunda olan Farabî, daha çok zorunluluk fikrini savunan filozoflar olarak bilinmekte ve onların görüşleri de genelde bu teori üzerinde kurulmaktadır. Ancak her iki filozofun da zorunluluk görüşleri içerisinde yer vermek zorunda kaldıkları tesadüfî ya da rastlantısal şeylerden bahsettiğini görmekteyiz.
ARİSTOTELES’E GÖRE RASTLANTI
Aristoteles’in felsefesinde rastlantının yerini anlayabilmek için, oluşu açıklamakta kullanılan ve rastlantının da içinde bulunduğu nedensellik ve zorunluluk gibi üç önemli kavramı ve aralarındaki ilişkiyi göz önünde bulundurmak gerekir. Ancak, onun anlayışında nedensellik ilkesini oluşturan nedenlerden birisi olan gayelilik, rastlantıyla bağlantılı olduğu için ayrı bir öneme sahiptir.
Gaye, Aristoteles’in, eşyanın oluşmasındaki dört neden olarak belirttiği etkenlerden dördüncüsüdür . Bundan dolayı Aristoteles’e göre alemde boş ve gayesiz bir şey bulunmadığı için, her şey bir amaca göre düzenlenmiştir. Aristoteles bunu, tıpkı bir sanatkarın bir sanat eseri üretirken yaptığı çalışmaya benzeterek şöyle demektedir: “…sanatta ereksel neden varsa doğada da var. Birinin kendi kendini tedavi etmesi durumunda bu çok açık, çünkü doğa tam buna benziyor. Sonuçta doğanın ereksel bir neden anlamında bir neden olduğu açık.”
Yukarıdaki ifadelere baktığımızda Aristoteles’in sisteminde, alemde tesadüf ve gelişi güzel bir şey olmayıp, her şeyin bir amaca yönelik sebebinin bulunması gerektiğini anlamaktayız. Ancak biraz sonra da belirteceğimiz gibi, Aristoteles’in özellikle alemdeki oluşu bir sanatkarın eserine benzetirken söylediği bir başka sözü de dikkate almak gerekir. Çünkü Aristoteles bu sözüyle, nedensellik kurallarına uymayan bazı şeylerin de bulunduğunu kabul etmekte ve bunun arızî bir durum olduğunu belirterek şöyle demektedir: “Talihi yadsıyan eski görüşe uygun olarak, oluşan nesnelerin her birinin bir nedene bağlanmasının olanaklı olduğunu bilmez değilsek bile, talih eseri ve rastlantıyla oluşan ve var olan bir çok nesne var.” Bundan dolayı Aristoteles’e göre rastlantı, araştırılmaya ve üzerinde konuşulmaya değer bir konu olarak kabul edilmektedir .
Rastlantı’ya geçmeden önce zorunluluk kavramı ve Aristoteles’in bundan ne anladığına da kısaca değinmek gerektiğini düşünüyoruz.
Felsefi anlamda zorunluluk, nedensellik de denilen neden ve sonuç arasındaki ilişkiyle sıkı sıkıya bağıntılıdır. Bu ilişki ise mantıksal, uzlaşımsal (conventional) ve olgusal olmak üzere üç türlü değerlendirilmektedir.Aristoteles, zorunluyu birkaç anlamda kullanmaktadır ya da birkaç kısma ayırmaktadır. Birincisi, bir şart olarak kendileri olmaksızın yaşamanın mümkün olmadığı şeyler anlamında zorunluluktur. Mesela, solunum ve yiyecek bir hayvan için zorunludur. İkincisi, kendileri olmaksızın iyi olanın ne var olabileceği ne de varlığa gelebileceği veya kötülüğün ne uzaklaştırılabileceği ne de ortadan kaldırılabileceği koşullar anlamında zorunluluktur. Mesela, ilaç almak hasta olmamak için zorunludur. Üçüncüsü, zorla yapılan şey veya zorlama anlamına gelen zorunluluktur. Dördüncüsü ise olduğundan başka türlü olamayan bir şeyle ilgili olarak da onun öyle olmasının zorunlu olduğunu söyleyebiliriz .
Fizik’te ise Aristoteles zorunluluğu üç kategoriye ayırır. Bunları da şu başlıklar altında değerlendirmek mümkündür:Birincisi, mutlak zorunluluk: Yani maddesel ve ereksel olarak zorunluluktur. Mesela, testerenin demir gibi madenlerden yapılmış olması mutlak bir zorunluluktur. Çünkü eğer bir şey testere olacaksa ve belli bir iş görmesi amaçlanıyorsa, onun demirden olması bir zorunluluktur. Burada hem maddenin bulunması hem de onun bir şey için kullanılması zorunludur.
İkincisi, şartlı zorunluluktur. Üçgen ile açı ilişkisindeki zorunluluktur. Açının belli bir tanımı vardır ve üçgendeki iç açıların toplamının da 180 derece olması zorunludur. Buradaki zorunluluk, üçgenin açıya bağlı olduğu ve açının üçgene bağlı olmadığı bir zorunluluktur. Çünkü üçgenini ortadan kalkması açıyı engellemez, ancak üçgenin üçgen olabilmesi için iç açılarının toplamının 180 derece olması gerekir. Halbuki açının açı olabilmesi için üçgen içerisinde bulunması gerekmez.Üçüncüsü ise doğal zorunluluktur. Bu da, bir şeyden başka bir şey yapmak için gerekli olan şeylerin zorunluluğu anlamındadır. Mesela, bir evin yapılabilmesi için belli şeylerden oluşması gerekir. Çünkü ev bir “şey”dir ve onun oluşması için başka bir “şey”lerin bulunması zorunludur.
Ancak Aristoteles’e göre üç kısma ayrılan zorunluluklar bir birleriyle tamamen bağımsız olmayıp, aralarında bir takım benzerlikler de bulunmaktadır . Bu sebeple Aristoteles’in zorunluluk anlayışını, sadece kör bir mekanizm ve zorunluluk olarak değerlendirmek yanlıştır. Çünkü onun zorunluluk anlayışında, ılımlı bir determinizm bulunduğu şeklinde görüşler de vardır .
Aristoteles’in, zorunluluk ve nedensellik görüşleri kapsamında özel bir yere sahip olan rastlantının, onun bir çok eserinde yer aldığını görmekteyiz. Retorik ve Nicomachean Ethics adlı eserinde bazı olayların şans ve rastlantı sonucu meydana geldiğini belirten Aristoteles, Organon’da mantıksal rastlantıdan bahsetmiş ve özellikle Fizik ve Metafizik adlı eserlerinde de, zorunluluk ve rastlantının doğası tartışmasına uzun bir yer ayırmıştır. Metafizik’te bütün yapılan ve gerçekleşen şeylerin ya sanattan ya bir güçten veya düşünceden ileri geldiğini belirten Aristoteles, ayrıca bunlar arasında bazen rastlantı ve şans eseri şeylerin de bulunduğunu kabul etmektedir .
Aristoteles’e göre tabiatta esas olan rastlantı değil sebeplilik ve zorunluluktur. Çünkü bu kadar muhteşem olan eserin rastlantı sonucu kendi kendine meydana geldiğini söylemek mümkün değildir . Hiçbir şey sebepsiz ve amaçsız gerçekleşmez ve her sebebin de geriye doğru uzanan ve sebebi olmayan bir sebepte son bulması gerekir. Bu durum bir kural olup, özsel bir durumdur. Zorunluluğu bu şekilde zatî bir olgu olarak kabul eden Aristoteles, rastlantıyı ise ya diğer sebeplerin yoksunluğu ya da sebeplilik kuralını delen arızî bir durum olarak görmekte ve arızîlik ile rastlantı arasında bir bağlantı kurmaya çalışmaktadır. Dolayısıyla rastlantı öze ait bir durum olmayıp, tamamen arızî ve sürekli olmayan istisnaî bir özelliktir. Mesela, hekimin bir hastayı tedavi etmesi zatî bir durum, ancak heykeltraşın bir hastayı tedavi etmesi arızî bir durum olup, rastlantı olarak kabul edilir .
Aristoteles, rastlantıya bağlı olarak meydana gelen olayları birkaç şekilde ele almaktadır. Bunlardan birincisi, zorunlu bir şekilde vuku bulmayan ve tabiatın alışılagelmiş kaidelerine de uymayan olaylardır. Bu anlamda rastlantı, mutlak olarak “bir şey için” olup da bilinemeyen bir nedenden ötürü başka türlü meydana gelen şeyler için kullanılır. Mesela, eğer bir insan, yediği bir şeyi hazmetmek için gezmeğe çıkmış ancak bu gezintide düşüp bir yerini kırmış ise, işte buna rastlantı denir. Çünkü o insanın amacı bir yerini kırmak olmayıp, yediğini hazmetmekti. Ne var ki, beklenen bu amaca karşılık, meydana gelen bambaşka bir şeydir. İşte bu olay, yani gezintiye çıkan birisinin bir yerlerinin kırılması ne zorunlu ne de çok sık rastlanılan bir durum olmayıp, tamamen rastlantı sonucu meydana gelmiştir.
Aristoteles rastlantı için bir çok örnek daha vermektedir. Mesela, bunlardan birisi şudur: Eğer metruk bir yerde oturulacak şekilde kalmış bir sandalye gördüğümüzde, bu sandalyenin üzerine oturmamız tamamen rastlantıdır. Zira bu sandalye oraya oturulmak amacıyla bırakılmamıştır .
Aristoteles’in bu sözlerinden, onun rastlantıyı, meydana geliş amacı bilinemeyen ancak meydana geldikten sonra başka bir amaç için gerçekleşen olaylar olarak yorumlamak mümkündür. Biraz önce verdiğimiz örnekleri göz önüne alırsak bunun böyle olduğuna hükmedebiliriz. Çünkü, bir sandalyenin metruk bir şekilde bulunmasının amacını bilemeyiz. Veya en azından bu sandalye oraya birilerinin oturması amacıyla bırakılmış değildir. Belki başka bir amaçla bırakılmıştır. Bunu bilmek mümkün değildir. Ancak bu sandalye üzerine gezintiye çıkmış olan bir insan oturursa, sadece gerçekleşen olayı bilebiliriz. Çünkü biz, sandalyenin burada bulunmasının gerçek amacını bilmediğimiz gibi, gezintiye çıkmış olan bir adamın da gerçekte sandalyeye oturmak gibi bir amacının olmadığını biliyoruz. Ama neticede olay gerçekleşmiştir. İşte bu tamamen rastlantısal bir olaydır.
Aristoteles rastlantıyı bir başka anlamda ise, zorunlu olarak meydana gelmeyen, fakat bir zorunluluktan arızî olarak vuku bulan şeyler olarak tanımlamaktadır. Mesela, ısının etkisiyle buharın yükselmesi ve yükseldiği zaman da soğuyarak yağmura dönüşmesi zorunlu bir durumdur. Ancak yağmurun yağması esnasında bir tarlanın ekili durumda bulunması ve bu yağmurdan ekinlerin istifade etmesi ise arızî bir durum olup rastlantıdır. Aynı şekilde, dolu yağması sonucu bir tarladaki ürün yok olmuş ise, dolunun yağmasının nedeni bilinir, çünkü bu olay tabiat kanunlarının zorunlu bir sonucudur. Ne var ki, ürünün yok olması zorunlu bir olay olmayıp, arızî olduğu için rastlantı olmasına rağmen, sanki dolu bu amaçla yağmış gibi algılanabilir.
Aristoteles’in bu örneklerinden de anlıyoruz ki, rastlantı denilen şeyin bizzat kendisi zorunlu ve bir amaç için olmayıp, arızî bir durumdur. Onun varlığını devam ettirmesi ise “bir şey için” olmuş gibi olmasına rağmen, sebebini ne bir ilkeye ne de bir nedene indirgeyemeyiz. Bunun sebebinin, ancak bunların dışında aranması gerekmektedir . Dışarıda aranması gereken sebebin ise bilinemeyeceğini belirten Aristoteles, bilmenin ispata bağlı olduğunu, halbuki tesadüfe bağlı olarak meydana gelen şeylerin ispat yolu ile bilinmesinin mümkün olmadığını belirtir. Çünkü ispat, ancak zorunlu ve çoğu zaman meydana gelen şeyler içindir. Halbuki rastlantı bu iki durumun da dışındadır .
Anlaşıldığı kadarıyla Aristoteles’in rastlantıyı iki türlü değerlendirdiğini söyleyebiliriz. Birincisi ontik anlamda ve diğeri ise epistemik anlamda bir rastlantıdır. Yani bazı rastlantılar var ki, sebebi bilinir ancak amacı bilinemez. Bunları epistemik rastlantı kategorisine dahil edebiliriz. Mesela, Aristoteles’in verdiği örneklerden, yağmur yağması sonucu ekinlerin etkilenmesi bu tür rastlantıdır. Yağmurun yağma sebebini biliriz, ancak ekinin o esnada orada ekili olmasının sebebini bilemeyiz. Çünkü ekinin orada ekili olması zorunlu olmayıp, tamamen bir rastlantıdır.
Diğer rastlantı ise, ne sebebi ne de amacı bilinemeyen rastlantılar olup, biz bunları ancak meydana geldikten sonra bilebiliriz. Bu tür rastlantılar ontik denilen rastlantılardır. Bunu ise Aristoteles’in, kırda gezen birisinin, metruk bir sandalyeyle karşılaşması örneğiniyle açıklayabiliriz. Zira, ne bu kişinin gezmesi, ne de her gezintiye çıkanın bir sandalyeyle karşılaşması zorunludur. Çünkü gezintiye çıkan bu kişide bir sandalye ile karşılaşacağını bilmemektedir. Bunu ancak gerçekleştikten sonra öğrenebiliriz .
Bu anlatılan şeylerin tamamı olay vuku bulduktan sonra değerlendirilen ve sebebi araştırılan rastlantısal olaylardır. Ancak Aristoteles’e göre gelecekle ilgili de rastlantı sonucu meydana gelebilecek olaylar bulunmaktadır. Bu olayların sebepleri de önceden bilinemediği için, bunların meydana gelmesi zorunlu ancak meydana geliş biçimi rastlantıya bağlıdır. Mesela, her canlının öleceğini bilmekteyiz. Çünkü bu bir zorunluluktur. Ancak onların ölümüne sebep olan şeyleri önceden bilmemiz mümkün olmadığı için ölüm sebeplerini rastlantı olarak değerlendirmek durumundayız. Diyelim ki bir adam zorunlu olarak ölecektir ve onun ölümünün de mutlaka bir sebebi vardır. Fakat bu sebebin ne olduğu belli değildir. Ancak insanların ölüm sebeplerine genel olarak baktığımızda öne çıkan iki sebebi görmekteyiz. Bunlar da hastalık ve cinayettir. Bu iki sebebin bizzat kendisi ise başka bir olayın sonucudur. Yani cinayet ve hastalığın olması için de başka bir sebebin olması gerekir. Bu sebepleri bir ilke olarak kabul edebiliriz ancak bu ilkelerin kendilerini başka bir ilkeye indirgememiz mümkün olmayacaktır .
Aristoteles’in rastlantı, şans ve talih gibi kavramları da yan yana ve zaman zaman da aynı anlamlarda kullandığını görmekteyiz. Ancak bu kavramların aynı anlama gelmediğinin farkında olan Aristoteles , bunların aralarında temel bazı anlam farklılığının bulunduğunu izah etme ihtiyacı hissetmektedir.
Rastlantı, şans ve talihi birbirinden ayıran bazı özellikleri belirten Aristoteles, şansı; doğa gereği ortaya çıkan ve düşüncenin sonucu olarak meydana gelen olaylardan çok az bir kısmının tesadüfî olarak meydana gelmesi olarak tanımlar. Çünkü nasıl ki varlık özü gereği veya arızî olarak varlık olmak üzere kısımlara ayrılırsa, nedenler de bunun gibi özü gereği ve arızî olmak üzere iki kısma ayrılır. Şans ise, normal olarak bilinçli bir seçim sonucu belli bir amacı gerçekleştirmek üzere meydana gelen olaylarda etkisi bulunan tesadüfî bir nedendir. Bundan dolayı şans ve düşüncenin aynı şeylere ait olduğunu belirten Aristoteles, hiçbir seçimin düşünceden ayrı olarak mevcut olamayacağını ileri sürmektedir. Ancak bir farkla ki, şansa bağlı sonuçları meydana getiren nedenlerin belirsiz olduğunu söyler. Bundan dolayı da şans, insanî hesaplamaya gelmeyen bir şey olup, arızî anlamda bir nedendir. Gerçekte ise şans, hiçbir şeyin nedeni değildir. Sonucun iyi ya da kötü olmasına göre iyi veya kötü şans vardır. Yoksa şansın kendisinde iyilik ya da kötülük bulunmaz.
Şansı arızî bir neden olarak gören Aristoteles, onun da bir nedeninin olduğun ve bunun da Akıl ya da Doğa olduğunu söyler. Çünkü hiçbir arızî varlık özü gereği meydana gelmediği gibi, arızî bir neden de özü gereği meydana gelmeyip, onun da mutlaka bir nedeninin olması gerekir .
Talih ile rastlantıyı da zaman zaman birlikte değerlendiren ve zaman zaman da birbirinden ayıran Aristoteles, önce bunların var olup olmadıklarını ele alarak araştırmaya başlar. Ancak o, kendisinden önce bu konuda fikir belirten filozofların görüşlerini verdikten sonra kendi görüşünü açıklamaktadır. Aristoteles’e göre bir kısım filozoflar, hiçbir şeyin talih eseri olarak ya da şans ve rastlantı sonucu meydana gelmeleri mümkün olmayıp, her şeyin belli bir nedeni vardır. Mesela, bir kişi, şans eseri çarşıya çıkar ve orada daha önce karşılaşmak istediği ancak hiç beklemediği birisine rastlarsa, bu karşılaşma tesadüfî olmayıp, o kişinin alış veriş yapmak istemesinden dolayı meydana gelmiştir. Buna benzer diğer şeyler için de durum aynıdır. Onların da meydana gelmesi bir rastlantı olmayıp, belli bir nedene bağlıdır. Çünkü talih ve rastlantı diye bir şey yoktur. Eğer olsaydı, mutlaka eski bilgelerden birisi buna değinir ve onu da oluş ve yok oluş nedenlerinden birisi olarak görürdü. Demek ki onlar da talih ve rastlantı diye bir şeye inanmıyorlardı. Bir kısım filozoflar ise talih ve rastlantı eseri bir şeylerin olduğun ileri sürmektedirler. Ancak onlar bunu, dostluk, kin, akıl, ateş ya da bu tür bir şey olarak görmüyorlardı. Aristoteles’e göre onların talih ve rastlantı diye bir şeyin olmadığına inandıklarını ya da var olduğuna inanıp da bir yana bıraktıklarını anlamak mümkün değildir. Ancak onlar yine de bu tür şeylerden söz etmekteydiler. Mesela, Empedokles bunlardan birisidir. Ona göre, havanın yukarıda bulunması her zaman söz konusu olmayıp, onun yukarıda olması bir rastlantıdır. Bundan dolayı da evrenin oluşumunu rastlantı eseri olarak havanın bu biçimde yükselmesiyle açıklamaktadır. Aynı şekilde hayvanların organlarının da rastlantı sonucu oluştuğunu söylemektedir.
Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Felsefesi Öğretim Üyesi
Rastlantı terimi fizik, biyoloji, felsefe ve diğer bilimlerde sıkça kullanılan ve üzerinde çok konuşulan konuların başında gelmektedir. Konunun önemine binaen, felsefe tarihinin birinci ve ikinci öğretmenleri olarak kabul edilen Aristoteles ve Farabî’nin zorunluluk anlayışlarında rastlantının yerini inceleyip, bu iki filozof arasında kısa bir karşılaştırma yapmanın gerekli olduğunu görmekteyiz. Çünkü Aristoteles ve onun şakirdi durumunda olan Farabî, daha çok zorunluluk fikrini savunan filozoflar olarak bilinmekte ve görüşleri de genelde bu teori üzerinde kurulmaktadır. Ancak her iki filozofun da zorunluluk görüşleri içerisinde yer vermek zorunda kaldıkları tesadüfî ya da rastlantısal şeylerden bahsettiğini görmekteyiz. Her iki filozofa göre de rastlantı, zatî olmayan arızî bir durum olarak yorumlanmaktadır. Bu aynı zamanda sebebi bilinemeyen olayları açıklamada kullanılan bir kavram olarak da görülmektedir.
GİRİŞ
Rastlantı terimi fizik, biyoloji, felsefe ve diğer bilimlerde sıkça kullanılan ve üzerinde çok konuşulan konuların başında gelmektedir. Arapça tesâdüf kelimesinin karşılığı olan rastlantı, önceden kestirilemeyen, isteğe, kurala veya belli bir sebebe dayanmaksızın bir olayın ortaya çıkması anlamına gelmektedir. Rastlantı kavramının Batı dillerindeki karşılığı ise chance olup, şans, talih, tesâdüf, fırsat, ihtimal gibi anlamları da içermektedir.
Felsefede ise rastlantı, etkin sebebi bilinemeyen, izahı yapılamayan ve oluşu tahmin edilemeyen olaylar için kullanılır. Bu noktada, rastlantı kavramına ait temel iki anlamsal ayrımdan söz etmek gerekir. Bunlardan birincisi, epistemik (bilgiye özgü) rastlantı olup, bilenmeyen bir nedenden ötürü ortaya çıkmış olan olaylar için kullanılmaktadır. İşte mevcut algı ve bilgi yeteneğimizi aşan bir nedenden dolayı ortaya çıktığını tahmin ettiğimiz bu olayı, epistemik rastlantı olarak değerlendiririz. İkincisi ise, gerçekte hiçbir neden olmaksızın ortaya çıktığına inandığımız rastlantısal olaylardır ki, bunu da ontik (varlığa özgü) rastlantı olarak değerlendirebiliriz .
Ahlâk felsefesinde de rastlantı, Bernard Williams ile Thomas Nagel'in Aristoteles'in bu terim hakkındaki görüşlerinden esinlenerek 1970'lerde ortaya koydukları "ahlâki rastlantı" kuramıyla gündeme gelmiştir.
Rastlantı kavramını anlayabilmek için önce onun, zorunluluk, nedensellik ve determinizm arasındaki yerini belirlemek gerekir. Çünkü hiçbir kavram tek başına tam olarak açıklanamaz. Bu yüzden ilgili kavramları yerli yerine oturtup, aralarındaki bağlantıları tespit etmek ve incelenen kavramın bunlar arasındaki konumunu ortaya koymak gerekir. Bu bağlamda önce adı geçen kavramların kısaca tanımını yaparak tarihi arkaplanına bir göz atmak istiyoruz.
Düşünce tarihi boyunca “zorunluluk” ve “rastlantı” taraftarları arasındaki tartışmalar, hiçbir zaman son bulmamıştır. Bu tartışmalardaki temel sorun, zorunluluk ve rastlantının mutlak karşıtlıklar, karşılıklı olarak birbirlerini dışlayan zıtlıklar olarak ele alınmasıdır. Böylece, her ikisi görüş de, doğanın karmaşık ve çelişik işleyişini açıklamakta yetersiz kalan iki zıt fikir olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu görüşlerden birincisi olan zorunluluk anlayışı, doğadan tüm tesadüfleri ayıklama çabasının bir sonucu olarak mekanik bir bakış açısına yol açmıştır. Bilim alanında Newton tarafından temsil edilen ve mekanik felsefe de denilen bu düşüncede zorunluluk, mutlak bir ilke düzeyine yükseltilmişti. Bu felsefe, mükemmel ölçüde basit, tüm çelişki, düzensizlik ve aykırı eğilimlerden uzak olma iddiasını taşımaktadır.
Batı düşüncesinde özellikle XVIII. Yüzyılda revaçta bulunan mekanizm fikrinin, atom teorisinin öncüsü olarak görülen Demokritos’a kadar uzandığı kabul edilir. Demokritos'a göre atomların hareketlerinin ardında hiçbir bilinçli "amaç" yoktur. Doğa, tamamen mekanik bir şeydir. Ancak bu, her şeyin "rastlantısal" bir biçimde oluştuğu anlamına gelmez, zira her şey doğanın değişmez yasalarına göre olup biten her şeyin ardında bir doğallık yani bir neden bulunmaktadır. Bu neden ise atomların öncesiz ve sonrasız olan hareketidir. Çünkü atomlar, kendi başlarına ve her yöne doğru, büyüklüklerine göre hızlı ya da yavaş bir biçimde hareket ederler. Bu hareket kargaşası içinde, atomların rastlantısal değil, zorunlu olarak birbirlerine çarpıp basınç yapmaları, birleşip ayrılmaları sonucunda doğadaki çeşitli olaylar ortaya çıkar. Bu zorunluluğun bazen bir düzen içinde, bazen hiçbir yasaya indirgenemeyecek şekilde gerçekleştiğini belirten Demokritos, Anaksagoras’ta görülen ereksel (teleolojik) yaklaşıma karşı çıkmıştır .
Zorunluluğun insan iradesi konusunda da ele alındığı ve insan hürriyetini kabul etmeyen determinist bir görüşün olduğu bilinmektedir. Söz konusu görüşü savunanlara örnek olması bakımından Plotinus’un şu ifadeleri dikkat çekicidir: “Bütün fikirlerimiz daha önceki bir nedenler zinciri tarafından belirlenecek; yaptıklarımız ise bu fikirler tarafından belirlendiği için, kişisel eylem sadece laftan ibaret kalır. Eylemlerimiz bu nedenler tarafından önceden belirlendiği sürece, bizim aracı olmamız, özgürlüğümüzü kurtarmaya yetmez”.
Zorunluluğu savunanların tam aksine, tüm olgu ve olayların hiçbir sebebe bağlı olmaksızın tamamen rastlantı ürünü olduğunu iddia eden filozoflar da bulunmaktadır. Bu görüşü savunanların başında, tabiattaki hiçbir şeyin zorunlu olarak değil bilakis rastlantı sonucu meydana geldiğini savunan Empedokles gelmektedir. Ancak Empedokles, rastlantı eseri meydana gelen olayları, nefret ve sevgi kavramlarıyla açıklamaya çalışır. Ona göre evrende nefret egemen olduğunda öğeler birbirlerinden ayrı düşer ve bir dağılma olur; sevgi egemen olduğunda ise, her şey birlik içinde olur. Nefret ve sevgiyi canlılar alemi için de temel alan Empedokles’in biyolojisinde de, metafizik hiçbir şey olmayıp, her iş bir tesadüf veya şans eseri ortaya çıkmaktadır. Bu anlamda, yaşam koşullarına ayak uydurabilen varlıklar hayatta kalırlar ancak onların varlıklarını devam ettirmeleri de bir gayeye matuf olmayıp, tamamen şans ve rastlantı sonucudur .
Empedokles’ten sonra da aynı görüşü temellendirmeye çalışanlar arasında Epikürcüler olarak adlandırılan filozofları görmekteyiz. Onlara göre de alemde bulunan her şey, tamamen bir rastlantı sonucu oluşmuştur . Empedokles ve Epikürcüler bu görüşüyle, evrim teorisini ileri süren Darwin ve Schopenhauer gibi teorisyenlerin müjdecisi olarak da görülebilir. Ancak, evrimi savunanların görüşlerinde yeni bir rastlantı anlayışını da görmekteyiz. Bu anlayışa göre, özellikle biyoloji ile ilgili konularda, canlılığın başlangıcı, sonsuz ihtimallerden birisinin rastlantı sonucu oluşmasıyla birlikte, bu rastlantısal başlangıçtan sonrası artık bir zorunluluk olarak gelişmektedir. Mesela, canlılık belirtisi, bir DNA’nın yapısına yerleştikten sonra, mekanik olarak aslına uygun biçimde eşlenir ve çevirisi yapılır, yani milyarlarca defa çoğaltılmış ve aktarılmış olur. Çünkü bu durum, artık salt rastlantı ilkesinden çıkıp, zorunluluğun kaçınılmaz alanına girmiştir . Jacques Monod’un bu görüşlerinden hareketle onun, doğal nesnelerde belli bir amacın olmadığı, ancak sun‘î şeylerde bir gayenin bulunduğu şeklinde bir fikir sahibi olduğunu anlayabiliriz.
Materyalist –evrimci bilim adamlarının bu görüşünü, bir ilk neden dolayısıyla Tanrı düşüncesinden kurtulma psikolojisinin bir gereği olarak görmek gerekir.Benzer örnekleri çoğaltabiliriz. Mesela, bir tren rayının bakımsızlığı ve ihmal edilmesi yüzünden trenin raydan çıkıp kaza yapması bir rastlantıdır. Ancak bu ihmalin giderilmemesi durumunda trenin raydan çıkması artık bir zorunluluk haline gelir.
Yukarıda belirttiğimiz iki örnekten birincisinde artık geriye dönüş söz konusu olmazken, ikincisi arızî bir durum olduğu için tekrar aslî haline dönüş söz konusudur.Rastlantı ile ilgili görüşlerden hareketle Charles Sanders Peirce (1839-1914)’in ortaya attığı yeni bir terimden de bahsetmek gerekecektir. Çünkü Peirce, Aristoteles’in rastlantı ve talih anlamında kullandığı “tyche”/ “tuche” kelimesinden hareketle tükizm (tycheism) diye yeni bir terim türetmiştir. Rastlantısalcılık olarak dilimize çevirebileceğimiz bu fikre göre rastlantı, evrende en etkin olan temel bir faktör ve nesnel bir gerçekliktir. Bu sebeple doğa yasalarındaki mekanikçi görüşe şiddetle karşı çıkan Peirce, evrende sürekli ve değişmez bir yasanın bulunduğunu ve bu yasanın evreni yetkin, rasyonel ve simetrik bir sistem haline getirdiğini savunmaktadır. Bu anlamda tükizm, evrenin, kaostan kozmosa doğru geliştiğini ileri süren bir metafizikten, doğa yasalarının istatistiksel yasalardan başka bir şey olmayıp, düzensizlikleri, açıklanması mümkün olmayan olgular olarak değerlendiren bilim felsefesine kadar geniş bir alanda kullanılmaktadır .
Bahsettiğimiz bu görüşleri savunanlara göre, rastlantı ve zorunluluk bir birine zıt olan iki ayrı kutba ait kavramlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak bu iki zıt görüşün aşırılıkları, bazı filozof ve bilim adamları tarafından biraz daha esnek hale getirilmek suretiyle tabir yerindeyse bir sentez yapılarak, daha ılımlı bir hale getirilmeye çalışılmıştır. Onlara göre doğayı anlayabilme yolunda, rastlantı ve zorunluluğun oynadığı rolleri bilmek önemlidir. Ancak her şeyi zorunluluk ya da rastlantı eseri olarak açıklamak her zaman doğru bir izah tarzı olmamaktadır. Her iki kavramın aşırılıklarını yontarak bir biriyle biraz daha yakınlaştırmak ve böylece kavramlar arası geçişte bir kolaylık sağlamak gerekir diye düşünüyoruz.
Konunun önemine binaen, felsefe tarihinin birinci ve ikinci öğretmenleri olarak kabul edilen Aristoteles ve Farabî’nin zorunluluk anlayışlarında rastlantının yerini inceleyip, bu iki filozof arasında kısa bir karşılaştırma yapmanın gerekli olduğunu görmekteyiz. Çünkü Aristoteles ve onun şakirdi durumunda olan Farabî, daha çok zorunluluk fikrini savunan filozoflar olarak bilinmekte ve onların görüşleri de genelde bu teori üzerinde kurulmaktadır. Ancak her iki filozofun da zorunluluk görüşleri içerisinde yer vermek zorunda kaldıkları tesadüfî ya da rastlantısal şeylerden bahsettiğini görmekteyiz.
ARİSTOTELES’E GÖRE RASTLANTI
Aristoteles’in felsefesinde rastlantının yerini anlayabilmek için, oluşu açıklamakta kullanılan ve rastlantının da içinde bulunduğu nedensellik ve zorunluluk gibi üç önemli kavramı ve aralarındaki ilişkiyi göz önünde bulundurmak gerekir. Ancak, onun anlayışında nedensellik ilkesini oluşturan nedenlerden birisi olan gayelilik, rastlantıyla bağlantılı olduğu için ayrı bir öneme sahiptir.
Gaye, Aristoteles’in, eşyanın oluşmasındaki dört neden olarak belirttiği etkenlerden dördüncüsüdür . Bundan dolayı Aristoteles’e göre alemde boş ve gayesiz bir şey bulunmadığı için, her şey bir amaca göre düzenlenmiştir. Aristoteles bunu, tıpkı bir sanatkarın bir sanat eseri üretirken yaptığı çalışmaya benzeterek şöyle demektedir: “…sanatta ereksel neden varsa doğada da var. Birinin kendi kendini tedavi etmesi durumunda bu çok açık, çünkü doğa tam buna benziyor. Sonuçta doğanın ereksel bir neden anlamında bir neden olduğu açık.”
Yukarıdaki ifadelere baktığımızda Aristoteles’in sisteminde, alemde tesadüf ve gelişi güzel bir şey olmayıp, her şeyin bir amaca yönelik sebebinin bulunması gerektiğini anlamaktayız. Ancak biraz sonra da belirteceğimiz gibi, Aristoteles’in özellikle alemdeki oluşu bir sanatkarın eserine benzetirken söylediği bir başka sözü de dikkate almak gerekir. Çünkü Aristoteles bu sözüyle, nedensellik kurallarına uymayan bazı şeylerin de bulunduğunu kabul etmekte ve bunun arızî bir durum olduğunu belirterek şöyle demektedir: “Talihi yadsıyan eski görüşe uygun olarak, oluşan nesnelerin her birinin bir nedene bağlanmasının olanaklı olduğunu bilmez değilsek bile, talih eseri ve rastlantıyla oluşan ve var olan bir çok nesne var.” Bundan dolayı Aristoteles’e göre rastlantı, araştırılmaya ve üzerinde konuşulmaya değer bir konu olarak kabul edilmektedir .
Rastlantı’ya geçmeden önce zorunluluk kavramı ve Aristoteles’in bundan ne anladığına da kısaca değinmek gerektiğini düşünüyoruz.
Felsefi anlamda zorunluluk, nedensellik de denilen neden ve sonuç arasındaki ilişkiyle sıkı sıkıya bağıntılıdır. Bu ilişki ise mantıksal, uzlaşımsal (conventional) ve olgusal olmak üzere üç türlü değerlendirilmektedir.Aristoteles, zorunluyu birkaç anlamda kullanmaktadır ya da birkaç kısma ayırmaktadır. Birincisi, bir şart olarak kendileri olmaksızın yaşamanın mümkün olmadığı şeyler anlamında zorunluluktur. Mesela, solunum ve yiyecek bir hayvan için zorunludur. İkincisi, kendileri olmaksızın iyi olanın ne var olabileceği ne de varlığa gelebileceği veya kötülüğün ne uzaklaştırılabileceği ne de ortadan kaldırılabileceği koşullar anlamında zorunluluktur. Mesela, ilaç almak hasta olmamak için zorunludur. Üçüncüsü, zorla yapılan şey veya zorlama anlamına gelen zorunluluktur. Dördüncüsü ise olduğundan başka türlü olamayan bir şeyle ilgili olarak da onun öyle olmasının zorunlu olduğunu söyleyebiliriz .
Fizik’te ise Aristoteles zorunluluğu üç kategoriye ayırır. Bunları da şu başlıklar altında değerlendirmek mümkündür:Birincisi, mutlak zorunluluk: Yani maddesel ve ereksel olarak zorunluluktur. Mesela, testerenin demir gibi madenlerden yapılmış olması mutlak bir zorunluluktur. Çünkü eğer bir şey testere olacaksa ve belli bir iş görmesi amaçlanıyorsa, onun demirden olması bir zorunluluktur. Burada hem maddenin bulunması hem de onun bir şey için kullanılması zorunludur.
İkincisi, şartlı zorunluluktur. Üçgen ile açı ilişkisindeki zorunluluktur. Açının belli bir tanımı vardır ve üçgendeki iç açıların toplamının da 180 derece olması zorunludur. Buradaki zorunluluk, üçgenin açıya bağlı olduğu ve açının üçgene bağlı olmadığı bir zorunluluktur. Çünkü üçgenini ortadan kalkması açıyı engellemez, ancak üçgenin üçgen olabilmesi için iç açılarının toplamının 180 derece olması gerekir. Halbuki açının açı olabilmesi için üçgen içerisinde bulunması gerekmez.Üçüncüsü ise doğal zorunluluktur. Bu da, bir şeyden başka bir şey yapmak için gerekli olan şeylerin zorunluluğu anlamındadır. Mesela, bir evin yapılabilmesi için belli şeylerden oluşması gerekir. Çünkü ev bir “şey”dir ve onun oluşması için başka bir “şey”lerin bulunması zorunludur.
Ancak Aristoteles’e göre üç kısma ayrılan zorunluluklar bir birleriyle tamamen bağımsız olmayıp, aralarında bir takım benzerlikler de bulunmaktadır . Bu sebeple Aristoteles’in zorunluluk anlayışını, sadece kör bir mekanizm ve zorunluluk olarak değerlendirmek yanlıştır. Çünkü onun zorunluluk anlayışında, ılımlı bir determinizm bulunduğu şeklinde görüşler de vardır .
Aristoteles’in, zorunluluk ve nedensellik görüşleri kapsamında özel bir yere sahip olan rastlantının, onun bir çok eserinde yer aldığını görmekteyiz. Retorik ve Nicomachean Ethics adlı eserinde bazı olayların şans ve rastlantı sonucu meydana geldiğini belirten Aristoteles, Organon’da mantıksal rastlantıdan bahsetmiş ve özellikle Fizik ve Metafizik adlı eserlerinde de, zorunluluk ve rastlantının doğası tartışmasına uzun bir yer ayırmıştır. Metafizik’te bütün yapılan ve gerçekleşen şeylerin ya sanattan ya bir güçten veya düşünceden ileri geldiğini belirten Aristoteles, ayrıca bunlar arasında bazen rastlantı ve şans eseri şeylerin de bulunduğunu kabul etmektedir .
Aristoteles’e göre tabiatta esas olan rastlantı değil sebeplilik ve zorunluluktur. Çünkü bu kadar muhteşem olan eserin rastlantı sonucu kendi kendine meydana geldiğini söylemek mümkün değildir . Hiçbir şey sebepsiz ve amaçsız gerçekleşmez ve her sebebin de geriye doğru uzanan ve sebebi olmayan bir sebepte son bulması gerekir. Bu durum bir kural olup, özsel bir durumdur. Zorunluluğu bu şekilde zatî bir olgu olarak kabul eden Aristoteles, rastlantıyı ise ya diğer sebeplerin yoksunluğu ya da sebeplilik kuralını delen arızî bir durum olarak görmekte ve arızîlik ile rastlantı arasında bir bağlantı kurmaya çalışmaktadır. Dolayısıyla rastlantı öze ait bir durum olmayıp, tamamen arızî ve sürekli olmayan istisnaî bir özelliktir. Mesela, hekimin bir hastayı tedavi etmesi zatî bir durum, ancak heykeltraşın bir hastayı tedavi etmesi arızî bir durum olup, rastlantı olarak kabul edilir .
Aristoteles, rastlantıya bağlı olarak meydana gelen olayları birkaç şekilde ele almaktadır. Bunlardan birincisi, zorunlu bir şekilde vuku bulmayan ve tabiatın alışılagelmiş kaidelerine de uymayan olaylardır. Bu anlamda rastlantı, mutlak olarak “bir şey için” olup da bilinemeyen bir nedenden ötürü başka türlü meydana gelen şeyler için kullanılır. Mesela, eğer bir insan, yediği bir şeyi hazmetmek için gezmeğe çıkmış ancak bu gezintide düşüp bir yerini kırmış ise, işte buna rastlantı denir. Çünkü o insanın amacı bir yerini kırmak olmayıp, yediğini hazmetmekti. Ne var ki, beklenen bu amaca karşılık, meydana gelen bambaşka bir şeydir. İşte bu olay, yani gezintiye çıkan birisinin bir yerlerinin kırılması ne zorunlu ne de çok sık rastlanılan bir durum olmayıp, tamamen rastlantı sonucu meydana gelmiştir.
Aristoteles rastlantı için bir çok örnek daha vermektedir. Mesela, bunlardan birisi şudur: Eğer metruk bir yerde oturulacak şekilde kalmış bir sandalye gördüğümüzde, bu sandalyenin üzerine oturmamız tamamen rastlantıdır. Zira bu sandalye oraya oturulmak amacıyla bırakılmamıştır .
Aristoteles’in bu sözlerinden, onun rastlantıyı, meydana geliş amacı bilinemeyen ancak meydana geldikten sonra başka bir amaç için gerçekleşen olaylar olarak yorumlamak mümkündür. Biraz önce verdiğimiz örnekleri göz önüne alırsak bunun böyle olduğuna hükmedebiliriz. Çünkü, bir sandalyenin metruk bir şekilde bulunmasının amacını bilemeyiz. Veya en azından bu sandalye oraya birilerinin oturması amacıyla bırakılmış değildir. Belki başka bir amaçla bırakılmıştır. Bunu bilmek mümkün değildir. Ancak bu sandalye üzerine gezintiye çıkmış olan bir insan oturursa, sadece gerçekleşen olayı bilebiliriz. Çünkü biz, sandalyenin burada bulunmasının gerçek amacını bilmediğimiz gibi, gezintiye çıkmış olan bir adamın da gerçekte sandalyeye oturmak gibi bir amacının olmadığını biliyoruz. Ama neticede olay gerçekleşmiştir. İşte bu tamamen rastlantısal bir olaydır.
Aristoteles rastlantıyı bir başka anlamda ise, zorunlu olarak meydana gelmeyen, fakat bir zorunluluktan arızî olarak vuku bulan şeyler olarak tanımlamaktadır. Mesela, ısının etkisiyle buharın yükselmesi ve yükseldiği zaman da soğuyarak yağmura dönüşmesi zorunlu bir durumdur. Ancak yağmurun yağması esnasında bir tarlanın ekili durumda bulunması ve bu yağmurdan ekinlerin istifade etmesi ise arızî bir durum olup rastlantıdır. Aynı şekilde, dolu yağması sonucu bir tarladaki ürün yok olmuş ise, dolunun yağmasının nedeni bilinir, çünkü bu olay tabiat kanunlarının zorunlu bir sonucudur. Ne var ki, ürünün yok olması zorunlu bir olay olmayıp, arızî olduğu için rastlantı olmasına rağmen, sanki dolu bu amaçla yağmış gibi algılanabilir.
Aristoteles’in bu örneklerinden de anlıyoruz ki, rastlantı denilen şeyin bizzat kendisi zorunlu ve bir amaç için olmayıp, arızî bir durumdur. Onun varlığını devam ettirmesi ise “bir şey için” olmuş gibi olmasına rağmen, sebebini ne bir ilkeye ne de bir nedene indirgeyemeyiz. Bunun sebebinin, ancak bunların dışında aranması gerekmektedir . Dışarıda aranması gereken sebebin ise bilinemeyeceğini belirten Aristoteles, bilmenin ispata bağlı olduğunu, halbuki tesadüfe bağlı olarak meydana gelen şeylerin ispat yolu ile bilinmesinin mümkün olmadığını belirtir. Çünkü ispat, ancak zorunlu ve çoğu zaman meydana gelen şeyler içindir. Halbuki rastlantı bu iki durumun da dışındadır .
Anlaşıldığı kadarıyla Aristoteles’in rastlantıyı iki türlü değerlendirdiğini söyleyebiliriz. Birincisi ontik anlamda ve diğeri ise epistemik anlamda bir rastlantıdır. Yani bazı rastlantılar var ki, sebebi bilinir ancak amacı bilinemez. Bunları epistemik rastlantı kategorisine dahil edebiliriz. Mesela, Aristoteles’in verdiği örneklerden, yağmur yağması sonucu ekinlerin etkilenmesi bu tür rastlantıdır. Yağmurun yağma sebebini biliriz, ancak ekinin o esnada orada ekili olmasının sebebini bilemeyiz. Çünkü ekinin orada ekili olması zorunlu olmayıp, tamamen bir rastlantıdır.
Diğer rastlantı ise, ne sebebi ne de amacı bilinemeyen rastlantılar olup, biz bunları ancak meydana geldikten sonra bilebiliriz. Bu tür rastlantılar ontik denilen rastlantılardır. Bunu ise Aristoteles’in, kırda gezen birisinin, metruk bir sandalyeyle karşılaşması örneğiniyle açıklayabiliriz. Zira, ne bu kişinin gezmesi, ne de her gezintiye çıkanın bir sandalyeyle karşılaşması zorunludur. Çünkü gezintiye çıkan bu kişide bir sandalye ile karşılaşacağını bilmemektedir. Bunu ancak gerçekleştikten sonra öğrenebiliriz .
Bu anlatılan şeylerin tamamı olay vuku bulduktan sonra değerlendirilen ve sebebi araştırılan rastlantısal olaylardır. Ancak Aristoteles’e göre gelecekle ilgili de rastlantı sonucu meydana gelebilecek olaylar bulunmaktadır. Bu olayların sebepleri de önceden bilinemediği için, bunların meydana gelmesi zorunlu ancak meydana geliş biçimi rastlantıya bağlıdır. Mesela, her canlının öleceğini bilmekteyiz. Çünkü bu bir zorunluluktur. Ancak onların ölümüne sebep olan şeyleri önceden bilmemiz mümkün olmadığı için ölüm sebeplerini rastlantı olarak değerlendirmek durumundayız. Diyelim ki bir adam zorunlu olarak ölecektir ve onun ölümünün de mutlaka bir sebebi vardır. Fakat bu sebebin ne olduğu belli değildir. Ancak insanların ölüm sebeplerine genel olarak baktığımızda öne çıkan iki sebebi görmekteyiz. Bunlar da hastalık ve cinayettir. Bu iki sebebin bizzat kendisi ise başka bir olayın sonucudur. Yani cinayet ve hastalığın olması için de başka bir sebebin olması gerekir. Bu sebepleri bir ilke olarak kabul edebiliriz ancak bu ilkelerin kendilerini başka bir ilkeye indirgememiz mümkün olmayacaktır .
Aristoteles’in rastlantı, şans ve talih gibi kavramları da yan yana ve zaman zaman da aynı anlamlarda kullandığını görmekteyiz. Ancak bu kavramların aynı anlama gelmediğinin farkında olan Aristoteles , bunların aralarında temel bazı anlam farklılığının bulunduğunu izah etme ihtiyacı hissetmektedir.
Rastlantı, şans ve talihi birbirinden ayıran bazı özellikleri belirten Aristoteles, şansı; doğa gereği ortaya çıkan ve düşüncenin sonucu olarak meydana gelen olaylardan çok az bir kısmının tesadüfî olarak meydana gelmesi olarak tanımlar. Çünkü nasıl ki varlık özü gereği veya arızî olarak varlık olmak üzere kısımlara ayrılırsa, nedenler de bunun gibi özü gereği ve arızî olmak üzere iki kısma ayrılır. Şans ise, normal olarak bilinçli bir seçim sonucu belli bir amacı gerçekleştirmek üzere meydana gelen olaylarda etkisi bulunan tesadüfî bir nedendir. Bundan dolayı şans ve düşüncenin aynı şeylere ait olduğunu belirten Aristoteles, hiçbir seçimin düşünceden ayrı olarak mevcut olamayacağını ileri sürmektedir. Ancak bir farkla ki, şansa bağlı sonuçları meydana getiren nedenlerin belirsiz olduğunu söyler. Bundan dolayı da şans, insanî hesaplamaya gelmeyen bir şey olup, arızî anlamda bir nedendir. Gerçekte ise şans, hiçbir şeyin nedeni değildir. Sonucun iyi ya da kötü olmasına göre iyi veya kötü şans vardır. Yoksa şansın kendisinde iyilik ya da kötülük bulunmaz.
Şansı arızî bir neden olarak gören Aristoteles, onun da bir nedeninin olduğun ve bunun da Akıl ya da Doğa olduğunu söyler. Çünkü hiçbir arızî varlık özü gereği meydana gelmediği gibi, arızî bir neden de özü gereği meydana gelmeyip, onun da mutlaka bir nedeninin olması gerekir .
Talih ile rastlantıyı da zaman zaman birlikte değerlendiren ve zaman zaman da birbirinden ayıran Aristoteles, önce bunların var olup olmadıklarını ele alarak araştırmaya başlar. Ancak o, kendisinden önce bu konuda fikir belirten filozofların görüşlerini verdikten sonra kendi görüşünü açıklamaktadır. Aristoteles’e göre bir kısım filozoflar, hiçbir şeyin talih eseri olarak ya da şans ve rastlantı sonucu meydana gelmeleri mümkün olmayıp, her şeyin belli bir nedeni vardır. Mesela, bir kişi, şans eseri çarşıya çıkar ve orada daha önce karşılaşmak istediği ancak hiç beklemediği birisine rastlarsa, bu karşılaşma tesadüfî olmayıp, o kişinin alış veriş yapmak istemesinden dolayı meydana gelmiştir. Buna benzer diğer şeyler için de durum aynıdır. Onların da meydana gelmesi bir rastlantı olmayıp, belli bir nedene bağlıdır. Çünkü talih ve rastlantı diye bir şey yoktur. Eğer olsaydı, mutlaka eski bilgelerden birisi buna değinir ve onu da oluş ve yok oluş nedenlerinden birisi olarak görürdü. Demek ki onlar da talih ve rastlantı diye bir şeye inanmıyorlardı. Bir kısım filozoflar ise talih ve rastlantı eseri bir şeylerin olduğun ileri sürmektedirler. Ancak onlar bunu, dostluk, kin, akıl, ateş ya da bu tür bir şey olarak görmüyorlardı. Aristoteles’e göre onların talih ve rastlantı diye bir şeyin olmadığına inandıklarını ya da var olduğuna inanıp da bir yana bıraktıklarını anlamak mümkün değildir. Ancak onlar yine de bu tür şeylerden söz etmekteydiler. Mesela, Empedokles bunlardan birisidir. Ona göre, havanın yukarıda bulunması her zaman söz konusu olmayıp, onun yukarıda olması bir rastlantıdır. Bundan dolayı da evrenin oluşumunu rastlantı eseri olarak havanın bu biçimde yükselmesiyle açıklamaktadır. Aynı şekilde hayvanların organlarının da rastlantı sonucu oluştuğunu söylemektedir.
1 Yorum
bu niye bu kadar uzun bi yazı ki