İNSANDA ÖZ VE VAROLUŞ ( ...devam )

İşte bu üç zihniyete temel zihniyetler veya birinci dereceden zihniyetler di-
yorum. Bu temel zihniyetlerin her biri içinde de fertler arasında farklılıklar
görülür. Bu farklılıklar ikinci dereceden olan zihniyetlerden kaynaklanır, ikinci
dereceden zihniyetlere de tutum diyorum.

Birinci dereceden zihniyetler veya temel zihniyetlerle ikinci dereceden zih-
niyetler veya tutumlar arasında derece değil mahiyet farkı vardır.
Temel zihniyetler insan zihninin tabiî kipleridir. Bunlar insan olmanın hal-
leridir. Her toplumda her insanda bunlar vardır ve bunlara sahip olma insanın
kendi elinde değildir. Bu bakımdan temel zihniyetler insanın özü (essence) ile
ilgilidir. Bunlarda ferde ait olan, onların varlığı değil hakimiyet dereceleridir.
(kinci dereceden zihniyetler yani tutumların varlığı insana bağlıdır. Yani
sonradan kazanılmıştır. Bunlar da ferdin varoluşunu tayineder. Öyle ise temel
zihniyetler insanın özü ile, tutumlar varoluşu ile ilgilidir.

Burada özle varoluş üzerinde durmak istiyorum: Asrımızın önemli bir fel-
sefe akımı olan ekzistansiyalizm varoluşu ön plana çıkardı. Hatta Sartre insan-
da varoluşun özdea önce geldiğini ileri sürdü. Bu görüşünü şöyle ifade ediyor:
Descartes ve Leibniz doktrinlerinde olduğu gibi Tann kabul edilirse o zaman
insan, onun yaratıcısı tarafından önceden tasarlandığı şekilde meydana gelir ve
öz (essence) önce olur. Hatta Volter ve Diderot gibi Tanrı tanımazlar da küUî
bir insan tabiatını kabul eder. Tann tanımaz ekzistansiyaiistler bu sonunculardan
daha tutarlıdır. Çünki eğer Tann yoksa belli bir insan tabiatı da yoktur. İn-
san tabiatı olmadığına göre insan kendini meydana getirecektir. İnsan projeleri-
ni gerçekleştirmekle meydana gelir. Bu süreç sürekli bir oluş demektir. Sürekli
bir oluş ise özün yokluğu olur. Çünkü "Öz zorunlu olarak olan, başka türlü
olamayandır. Varoluş alanı, oluşun, değişmenin, tesadüfün, olumsallığın (con-
tingent) alanıdır". Böylece Sartre'ın varoluş özden önce gelir sözü doğru olmaz.
Zaten onun varoluş anlayışına göre özün olmaması lazımdır. Değişen (olumsal
olan) degişmiyeni (zorunlu olanı), meydana getiremez.

Aşkın bir varlığa baş vurmadan da Sartre'ın fikrinin yanlışlığı anlaşılabilir.
Şöyle ki: İnsanın varoluşunu meydana getirmesi seçme ile olur. İnsanın hür ol-
ması bu yüzdendir. Sartre şöyle diyor: "Biz seçen bir hürriyetiz, fakat hür ol-
mayı seçemiyoruz. Hürriyete mahkûm ediimişizdir". İşte bu hürriyetle "İn-
san hiçbir dayanağı, hiçbir yaratanı olmaksızın her an insanı yeniden icat et-
meğe mahkûmdur". Böylece insan kendi kendisini meydana getiriyor, ve varo-
luş seçme eylemi ile ortaya çıkar.

Hürriyet içinde seçme, bir irade bir akılyürütme sonucudur. Akılyürütme
olmazsa seçme olmaz, seçme olmazsa varoluş gerçekleşmez. O halde insanın
varoluşundan önce bir akıl yürütmesi vardır. Yani mantığı, varoluşundan önce
gelir. Mantık da her devirde her insanda aynıdır. Bu bakımdan mantık insanın
özü ile ilgilidir. Değişmeyen mantığın içinde yol aldığı yollar vardır. Bunlar
ana zihniyetlerdir. İşte bu ana zihniyetler de her devirde her insanda aynı nite-
liği taşır. Değişmeyen zihniyetler de insanın özü ile ilgilidir. Yalnız burada dik-
kat edilecek bir husus vardır. Zihniyetlerde değişmeyen, onların mevcudiyeti-
dir, hakimiyet dereceleri değil, çünki belli bir zihniyetin hakimiyeti ferde ve
topluma göre değişir.

Düşünme için esas olan yapı akılyürütme ile zihniyettir. Bunlar da insanın
özünü teşkil ederler. İnsanın özünün bu şekilde anlaşılması Descartes'in "cogi-
to"su ile bağlanabilir. O da varlığına dayanak olarak düşünmeyi alıyordu.
Soruna bu açıdan bakınca, Sartre'ın fikrinin aksine, tn«anrla öz varoluştan
önce gelir.

Tutumla varoluşun ilgili olduğunu söylemiştim. Akla şöyle bir soru gelebi-
lir. Tutum mu varoluşu sağlıyor, varoluş mu turumu tayin ediyor? Bunlar ara-
sında öncelik ve sonrahk yoktur, karşılıklı etkileşimle ikisi aynı anda oluşur.
Her ikisi de kazanılmış şeyler olduklarından, fert varolandan haberdar olmaya
başlayınca hem bir tutuma girer hem varoluşu oluşmağa başlar. Böylece "ben"
haline geien fert varolana nüfuz ettikçe, onu tanıdıkça, ondan etkilendikçe tu-
tum ve varoluşu değişme içerisinde olur. Böylece insan aynı varoluş, aynı tu-
tum içinde bulunamaz, sürekli değişir.

İnsan ferdi varolanla temas kurup onun bilgisini kazandığı andan itibaren
kendini başkalarından ayınr, "ben" olur. Başka ifade ile insanın özü varlığa
çıktığında, yani varoluşu oluşunca ben olur. Ben aynı zamanda kişidir.
Fert, ben ve kişi terimlerinin ifade ettikleri anlamı açıklamak istiyorum:
Bu üç terim insanda aynı şeyin farklı açılardan ifadesidir. Her üçü de tekliği,
bir tane olmayı ifade eder Bir tane olma başkalarından ayrılmadır. Bu terimle-
rin en geneli fert'dir. Fert diğer canlılar için de kullanılır. Bir insan da, bir at
da, bir ağaç da ferttir. Fertlikde esas olan maddedir. Bir fert fizikî yapı olarak
hem kendi türündeki diğer fertlerden hem de, yakın ve uzak cinsindeki fertler-
den ayrılır. Aynı tür içindeki tek yumurtalı ikizler fizikî özellikleri bakımından
farklılık göstermeyen benzerlikler taşısalar bile, işgal ettikleri farklı mekanlar
dolayısiyle fert oldukları açıkça görülür.

Ferdin maddî niteliği yanında ben ve kişi ruhsaldır. Her ikisi de insana
hastır. Ancak insan ben ve kişi olabilir. Ben ve kişi aynı şeyi ifade ederler,
ama tanınmaları bakımından farklılık gösterirler. Ben insanın kendi kendisini
tanımasıdır. İnsan ferdinin kendi bilincine varması ben olmasıdır. İnsan varlığa
çıkışı ile ben olur. Yani insanın varoluşu onun benidir.

Bir benin başkası tarafından tanınması onun kişiliğidir. Başka ifade ile kişi,
benin, başkası tarafından adlandırılmasıdır. Bir beni başka bir ben kişi olarak
tanır.İnsan ferdini tam kapsayan onun benidir. Çünki o, o hali yaşar. Kişinin
bene tam uygunluğu iddia edilemez. Çünki kişinin tanınması yaşanma ile değil
ikame yolu iledir, yani insan başkasını kendi beninde olup bitenlere benzeterek
tanır. Bir benin tanınması onun söz ve fiillerinin yorumu ile olur. Böylece ben
gerçek bir şeydir, kişi gerçeklik derecesi tayin edilemeyen bir tasavvurdur. Bu-
radan şunu anlıyorum. Ben başka bir insanın benini onun söz ve fiillerine göre
tanıyorum. Onun söz ve eylemlerini yorumlayarak ona tekabül eden bir tip ta-
savvur ediyorum. İşte kişi bu tasavvurdur. Bu tasavvurun o ferdin benine ne
derecede uyduğunu belirlemek mümkün değildir.

İnsanların aynı mantığı kullandıkları halde aynı olay karşısında farklı so-
nuçlara vanp farklı davranışlarda bulunmasının sebebinin zihniyet farkı olduğu-
nu söylemiştim, ikinci dereceden zihniyetler yani tutumlar için de durum aynı-
dır. Bahis konusu farklılık mantığın malzemesi olan kavramlara tutumlara göre
farklı anlam vermekten gelmektedir, insanların temel kabullenmeleri vardır,
kavramların anlam kazanması bu kabullenmelere göredir.

Kavramların neye göre farklı anlamlar taşıdığını iki ayn zihniyet veya tu-
tumdan misal vererek açıklamak istiyorum :
Çoğulcu demokrasilerde temelde kabuledihniş hükümler şunlardır : Her
insanın mülk edinme, bir dini kabullenme, fikrini açıkça ifade etme hakları
vardır. İnsanlar bu haklarla doğarlar. Bu haklarla doğan insanlar, insan hakla-
rını elde etmek için gereken hürriyete sahip olmalıdır. Devlet yurttaşların temel
haklarını korumak ve sağlamakta yükümlüdür.

Marksist ideolojinin temelinde ise başlıca şu kabullenmeler bulunur: Sosyal
olayların açıklanmasında ekonomi tek unsurdur, ekonomi alt yapıdır, diğer
bütün kurumlar üst yapıyı teşkil ederler. Üst yapı alt yapıya tabidir. Toplumla-
rın tarihi ezenle ezilenlerin tarihidir, yani sınıf mücadelesidir. Ezenler üretim
araçlarını elinde tutanlardır. Üretim araçları kollektifleştirilince sınıf egemenliği
ortadan kalkar ve insan hür olur. Hürriyetçi demokrasilerde ileri sürülen hak-
lar bu tabiî gelişmeyi engellemek için ezenlerin uydurdukları şeylerdir.
Görülüyor ki bu iki tutum biribirine attur. Birisinde din, mülkiyet insanın
tabiî haklan, diğerinde sömürü aletidir. Şimdi sosyal problemlerin açıklanmasın-
da, devlet yönetiminde, yapılacak akılyürütmelerin kavramları hep bu temei
kabullenmelere göre anlam kazanacağından, çözümler de farklı olacaktır. Farklı
anlayışa bir örnek vermek istiyorum: Rus hükümet başkanı Amerikayı ziyare-
tinde, bir zenci Amerikalı parlamenter, Kuruşçefin önünde, Amerikadaki
hürriyetlerle ilgili bir nutuk söyler. Kuruşçefin cevabı şu olur: "Siz kendi me-
deni kanunuzun anlayışı, biz de bizimkinin anlayışı içindeyiz. Sizin için hürriyet
olan bizim için esarettir". Bu olay, anlatmak istediğim fikri açıklamak için tipik
bir örnektir.

İnsanlar tutumlar içinde bulunurlar. Bu tutumları temelde kabul ettikleri
temel hükümlerden kaynaklanır. Bu temel hükümler onun zihin dünyasını sı-
nırlar. O tutum içinde kaldıkları sûrece verecekleri her hüküm, yapacakları her
davranış, temel kabullenmelere bağlı olarak onlann çerçevelediği alan içerisinde
olur. Farklı hüküm verme, farklı davranış içinde bulunma, ancak temel kabul-
lenmeleri değiştirmekle yani tutum değiştirmekle mümkün olur.

Temel zihniyetlerin üç tane olmasına rağmen, ikinci dereceden zihniyetle-
rin yani tutumların sayılan sınırsızdır, ideolojilere, mesleklere, edinilen kültüre
göre değişir. Her üç temel zihniyetten herbirinin içinde fertlerin farklı tutumları
bulunur.

Üç temel zihniyetin mevcudiyeti insana bağlı değildir. Başka ifade ile te-
mel zihniyetler insanlar tarafından meydana getirilmiş değildir. Bunlar kısanın
yapısında tabiî olarak vardır. Niteliklerinde değişmeler olmaz, yalnız fertlerdeki
hakimiyet dereceleri değişir.

Cassirer mitik düşünce için söyledikleri ile zihniyetin apriori olduğuna dik-
kati çekmiştir. Cassirer'e göre mitik düşüncenin fonksiyonları tecrübenin verile-
ri değildir. Onlar tecrübeyi şartlandırır. Mitik düşünce bir nevi a priori çerçeve
(cadre) dir. Cassirer'in mitik düşüncede gördüğü a priorilik, yani tecrübe ile
elde edilmeyen, tecrübeden önce varolma hali üç ana zihniyet için de geçerli-
dir. Bunlar insan olmanın şatlanndan olan a priori çerçeveler, kalıplardır ve
insanın özü ile ilgilidirler.

İkinci dereceden zihniyetlere yani tutumlara gelince, bunlar sonradan kaza-
nılmışlardır. Görülen eğitim, elde edilen kültüre göre değişirler. Başka ifade ile
insan tarafından meydana getirilirler. Bu sebeple tutumlar insanın varoluşu ile
ilgilidir. İnsanlar temel zihniyetler içinde aldıkları tutumlarla varoluşlarının bi-
lincine varırlar.

Öz'le varoluş ilişkisine gelince: Bunlar biribirinden ayrılmazlar, içiçedirler,
aynı varlığın farklı açılardan görünüşleridir. Temelde bulunan öz varoluşla var-
lığını hissettirir, varoluş ise öz içinde anlam kazanır.

Ferdîn varoluşu başkası ile temas ile başlar. Eğer başkası olmasa idi fert
ancak bir öz olarak kalırdı, ortaya çıkmazdı. Fert ben olunca öz varhğa çık-
mış, böylece varoluş olmuştur. Öyle ise varoluşla ben aynı şeydir.
Başkası obje olandır. Obje kendi dışında varolanların hepsi olabilir. Fert
obje ile ilişki kurunca ben olmaya başlar. Fertlerin objeyi kavrayışı, algılayışı,
anlayışı farklı farkhdır. Fert obje ile karşılaşınca kurulan ilişkide ferde düşene
alı ş diyorum. Alış her fertte farklıdır. Benlerin farklılığı fertlerdeki farklı
alışlar yüzündendir. Alışın türü ise ferdin yaratılışından kaynaklanır. Yani fert-
ler ayn ayn alışgücü ile dünyaya gelmişlerdir.

Bir kişinin yeteneğinden bahsederken kasdedüen, onun alış gücüdür. İnsan
alışını kendisi seçmemiştir, yani kazanılmış bir şey değildir, doğuştan ona sa-
hiptir. Bu sebeple alışı değiştirmek insanın elinde değildir. Eğer insanın onu
değiştirme gücü olsa idi belli bir standartda karar kılınarak benler ortadan kal-
dırılabilirdi. Benlerin mevcudiyetinin sebebi her ferdin ayn bir ahş gücü ile ya-
ratılmış olmasıdır.

Böylece insanın özü ile ilgili üç unsuru belirttim. Bunlar ana zihniyetler,
mantık ve alıştır. Bu üç unsur aidiyet bakımından farklı özellikler gösterir.
Mantık bütün insanlarda aynıdır. Alış her fertte ayrıdır. Üç ayn zihniyet oldu-
ğu için fertler duruma göre biribirinden farklı zihniyetler içinde olurlar. Ama
her fertte bu üç zihniyet vardır. Bu üç zihniyetin niteliği değişmez, ferde haki-
miyeti değişir. Bir ferdin bu üç zihniyetten birisinin içine girmesi ferdin varoluşu
ile ilgilidir. Ferdin içinde yaşadığı toplum, yetişme tarzı ve zihnini kullandığı
aian bürünülen zihniyet türünün tayininde rol oynar. Tabii bir zihniyeti kullan-
manın temelinde alış vardır. İnsanın ahşa bağlı olarak edindiği bilginin kazan-
dırdığı tutum insanı belli bir zihniyetin içine sokar.İnsanda öz'ün varoluştan önce gelmesi, bu özü tayineden aşkın bir varlığın yani Allah'ın varlığını düşünmeye sevkeder.

İnsanın varoluşu ile ilgili duruma gelince; varoluş, fert obje ile ilişki kura-
rak özünü teşkileden unsurlar içerik kazanmaya başlayınca ortaya çıkar. Alış,
akılyürütme, ana zihniyetler birer formdur, içerikle kendilerini gösterirler. Bu
içerik sürekli değişir, bu sebeple insanın varoluşu sürekli bir oluş içerisindedir.
Benliğini oluşturan bu varoluşun sürekli değişmesine rağmen benlik bilincinin
hep aynı kalışının sebebi varoluşun içinde seyrettiği özdür.

Özün içeriğinin sürekli değişmesi bir zihin faaliyetidir. Zihin faaliyeti içeri-
sine, objenin bilgisini edinme, mevcut bilgilerle yeni bilgiler elde etme, bilgileri
farklı yollarla, farklı şekillerde dışan aktarma gibi aktlar girer.

İnsan sürekli bilgi akımı içerisindedir. Bilgiyi ya doğrudan doğruya veya
dolaylı yollarla elde eder. Bu bilgilerle etkiler ve etkilenir. Başka ifade ile in-
san sürekli iletişim içerisindedir. Elde ettiği bilgilerle, yeni şeyler ortaya koyar, davranışlar kazanır. İnsan hep bilgi iledir. Onun varoluşunun sebebi bilgidir.

Bilgi fertte kalmaz, başkalarına aktarılır, farklı vasıtalarla, gittikçe gelişerek,
büyüyerek, nesilden nesile devreder ve insan türünün ortak malı olur. İsteyen
bundan gücü nisbetinde faydalanır.

Böyle bir faaliyet canlılar içerisinde yalnız insana özgüdür ve bu faaliyet
kültür diye adlandırılır. İnsanın varoluşunun oluşması ve onu hissetmesi kültür
sayesindedir. Bu açıdan kültürü şöyle tanımlayabiliriz: Kültür insanın varolan-
lar hakkında, hangi yolla olursa olsun edindiği bilgilerdir. Bu bilgilere dayana-
rak ortaya koyduğu eser ve davranışlar, sahip olunan kültürün tezahürleridir.

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP