MEVLANA’NIN AŞK VE İNSAN FELSEFESİ (... devam)

Konstantiniye(İstanbul)den bir bilgin rahip vardı. Mevlana’nın bilimine, yumuşaklığına ve alçak gönüllüğünü duymuş ve ona aşık olmuştu. Mevlana’yı görmek üzere Konya’ya geldi. Diğer rahipler onu karşılamaya geldiler. Yolda Mevlana’ya rastladı ve ona 3 defa secde etti. Secdeden başını kaldırınca Mevlana’nın da secde etmekte olduğunu gördü. Bunun üzerine rahip, elbiselerini yırttı ve ve “ Ey dinin sultanı, benim gibi zavallı ve kirli birine karşı gösterdiğin bu ne alçak gönüllük ve kendini hor görmektir?” dedi. Bunun üzerine Mevlana, Hz. Muhammed’in şu hadisini söyledi: “ Ne mutlu o kimseye ki, Tanrı onu malla, güzellikle, şerefle ve saltanatla rızıklandırdı ve o şerefi ve alçak gönüllüğü ile kendini hor görmektedir.” Sonra ilave etti: “Tanrı kullarına karşı nasıl alçak gönüllülük göstermeyeyim ve niçin kendi küçüklüğümü belirtmiyeyim. Eğer bunu yapmazsam, neye ve kime yararım).” (Eflaki I:573-574).

Tasavvufta herkesi kendinden üstün göreceksin ki, içindeki gururu, kibiri yok edip, olgun insan olma yolunda mesafe kat edebilesin. Eğer kendini herkesten üstün görürsen, kendini düzeltme ve olgunlaştırma yönünde bir adım dahi atamaz, ruhsal anlamda en küçük bir geliştirme gösteremezsin.

Tasavvufta, gururlu ve kibirli olmaya şeytan bir örnektir. Başlangıçta meleklere hocalık edecek kadar bilgi ve fazilete sahip olan şeytan, kendi üstünlüğünü dile getirerek Adem’e secde etmeyi reddetmiş ve sahip olduğu bütün meziyetleri kaybederek çok aşağı bir dereceye düşmüştür. Bunun için mutasavvıf, bu ibret verici örneği daima göz önünde tutmak zorundadır.

Mevlana’ya göre insan sadece dışını değil ondan daha fazla içini temiz tutmalıdır. Ancak o zaman olgun bir insan olabilir. O bu konuda şunları söylemiştir:

Tanrı, sizin şekillerinize ve amellerinize bakmaz, kalbinize ve niyetlerinize bakar (Eflaki I:624-625).

İnsan bir kap, bir çanak gibidir. Onun dışını yıkamak vacipse de içini yıkamak daha vaciptir. Dışını yıkamak farzsa içini yıkamak daha farzdır. Kur’anda Tanrı “Benim evimi temizleyin” buyurmaktadır(Eflaki I:465-466).

Tanrı erlerinin kalbi, Tanrı’nın nazarının kıblesidir ve evrenden de daha yüksek ve yücedir(Eflaki I:673).

Tasavvuf felsefesine göre Tanrı, bütün evrene sığmadığı halde, bir müminin kalbine girer. Onun için insan, Tanrı’nın evi olan gönlünü temizlemesi gerektiği gibi, yine Tanrı’nın bir başka evi olan diğer bir insanın kalbini kırmamalıdır. Nitekim Yunus Emre de bu konu şunları söylemiştir:

Gönül Çalabın tahtı
Çalap gönüle baktı
Yedi cihan bedbahtı
Bir gönül yıkar ise

Mevlana insanları iyi-kötü diye ayırmamakla birlikte İnsanın kötü taraflarından da bahseder.

İnsan tabaklanmış deri gibidir; rutubetten bozulur, ağır ağır kokar(Mesnevi IV: 104).

Sende nemrutluk var, ateşe atılma, atılacaksan da önce İbrahim ol(Mesnevi I:1606).

Şu halde İnsan, doğuştan iyi ve kötü meziyetleri potansiyel olarak bünyesinde taşır. Eğer onu eğitirsen topluma ve insanlığa faydalı yapabilirsin.

Mevlana, insanın doğru olup iyi ve hayırlı işler yapmasını; başkalarının ayıbını göreceği yerde kendi kusurlarını düzeltmesini öğütler. Şimdi onun bu konudaki düşüncelerini görelim:

Ben bu çalışıp çabalama dünyasında (iyi huy)dan daha iyi bir ehliyet görmedim(Mesnevi: II:810).

Allah katında halkın en büyüğü, en yücesi, çoluk-çocuğuna en faydalı olanıdır (mektuplar:50).

İnsanların hayırlısı, insanlara faydalı olandır. Toplumun hayırlısı topluma hizmet edendir. Bir an adalet altmış yıllık ibadetten hayırlıdır(Mektuplar:78).

....İnsanların kötüsü, insanlara zarar veren kişidir. Dileklerinizi, hacetlerini, kullarımın cömertlerinden isteyin; çünkü merhameti onlara verdim Ben(Mektuplar:141).

Herkes önce kendi kusurunu görseydi halini ıslah etmekten gaflet eder miydi?(Mesnevi II:881).

Ne mutlu o kişiye ki, kendi ayıbını görür. Kim birinin ayıbını görürse, o ayıbı satın alır, o ayıbı kendinde bulur(Mesnevi II:3034).

Görüldüğü gibi, Mevlana’ya göre insanın kötülük yapması, bilgisizlikten kaynaklanmaktadır. Onun bu sözleri, Sokrates’in “Kimse bilerek kötülük yapmaz” düşünceleri ile bağdaşmaktadır. Ayrıca olgun insan, başkalarının ayıbını göreceği yerde kendi ayıbının farkına vararak bunu düzeltmeye çalışır.

Kişi iyiliği Tanrı için yapmalı yoksa ben iyilik edeyim de bana da iyilik etsinler diye değil(Fihi Mafih:227).

Bir hür kişiyi lütfunla kendine kul etmen
Binlerce kul azat etmenden daha iyidir
(Mektuplar:17)

Düşman da olsa, insanda bulun. Zira ihsan, düşmanı sana dost eder.
Dost olmasa bile, düşmanlık azalır. Yani ihsan, düşmanlığa merhem olur
(Mesnevi II:2171)

Özgür er, başkasının kendini incitmesinden incinmeyen kişidir. Yiğit, İncinmeyi hak edeni, incitmeyen kimsedir(Eflaki I:621).

Tasavvuf felsefesinde kötü düşünceye ve kötü eyleme kesinlikle yer yoktur. Gelişip olgunlaşmak isteyen kişi, sadece dostlarına değil, düşmanına bile iyilik yapmak zorundadır. Ayrıca çiğ insanlar onu incitebilir, eğer yiğit ise bundan incinmemesi ve kendisini inciteni de incitmemesi gerekir.

Mevlana’ya göre iyilik, maddi bir menfaat beklendiği için değil, Tanrı’nın rızasını kazanmak için yani karşılıksız yapılmalıdır. Ancak o zaman bir değere sahip olabilir.

Kadın ve Erkek

Tasavvufta zıtların birliği esası vardır. Mevlana bunu şöyle ifade eder: Her şey zıddıyla belli olur, meydana çıkar(Fihi Mafih:68). Yani dünyada iyi-kötü, güzel-çirkin, siyah-beyaz, gibi zıtlıklar bulunmaktadır. Bunun gibi insan da kadın erkek gibi ilk bakışta birbirine zıt gibi görünen fakat gerçekte birbirini tamamlayan iki çeşit varlıktan meydana gelir. Onun bu konudaki düşünceleri şöyledir:

Kadın erkeğin sükunu için yaratıldı, Adem Havva’dan nasıl uzaklaşabilir?(Mesnevi: 1:2524):

Kişi, Hz. Hamza ve Rüstemden daha kahraman da olsa, yine de o karısının esiridir(Mesnevi: 1:2525).

Su şiddetle saldırıp ateşe galip gelir, lakin su kaba konunca, ateş onu kaynatır (Mesnevi: I:2527):

Görünüşte erkekler, suyun ateşe olduğu gibi kadına galipse de, gerçekte şüphesiz kadının mağlubudurlar(Mesnevi: 2529).

Mevlana’ya göre kadın, erkeği sakinleştirmek için yaratılmıştır. Ayrıca erkek kadından güçlü gibi görünmesine rağmen gerçekte kadın, bazı özellikleri dolayısıyla erkeğe galip gelebilir. Çünkü Tanrı, kadını erkeği alt edebilecek bir takım yeteneklerle donatmıştır.

Modern biyoloji, kadın yapısının erkekten daha güçlü olduğunu göstermektedir. Yapılan istatistiklere göre doğanların çoğunluğu erkek olmasına rağmen, süt bebeklik devresinde ölenlerin çoğu erkektir. Bu yüzden kadın sayısı erkeklerden fazladır. Ayrıca hayatın zorluk ve sıkıntılarına ve acılara karşı kadınlar erkeklere oranla daha dayanıklıdırlar. Çünkü eşi ölen erkekler genellikle ya evlenmekte ya da ölmektedir. Oysa eşi ölen kadın buna katlanarak erkeklere oranla daha uzun yaşayabilmektedir. Demek ki, Mevlana bu gerçeği yüzyıllarca önce keşfedip eserlerinde açıklamıştır.

Mevlana’ya göre kadın, toplumsal hayattaki yerini almalıdır. Onu gizlemek ve toplumdan soyutlamak doğru değildir. Bu konudaki düşünceleri şöyledir: “Kadın nedir? kadına gizlen diye emrettikçe, onda kendini gösterme isteği çoğalır. Kadın ne kadar gizlenirse halkta da onu görmek isteği, o kadar çoğalır, durur. Şu halde sen oturmuşsun iki tarafın da isteğini kızıştırıyorsun. Sonra da bunu doğru düzen iş sanıyorsun(Fihi Mafih:75).

Çile

Tasavvuf felsefesi, bir çile felsefesi olarak görülebilir. Nitekim Mevlana, hamdım, piştim, yandım, diyerek bir insanın hayatında hangi aşamalardan geçmesi gerektiğini veciz bir şekilde ifade etmiştir. Demek ki tasavvuf eğitiminin temeli, çileye dayanmaktadır. Olgunlaşmak için insan hayatta sıkıntı ve çile çekmelidir. Bu sayede nefsine hakım olmasını öğrenerek diğer insanlarla iyi geçinebilen uyumlu bir birey haline gelebilir.

Çileye, az yemekle başlanır. Mevlana bu konuda şunları söylemiştir: “Karın dağarcığını ekmekten boşaltırsan, ululuk incileriyle doldurursun(Mesnevi I:1639). Çok yemeyi modern tıp da insan sağlığı açısından doğru bulmamaktadır.

Yine Mevlana az yemenin faydalarını şöyle açıklamıştır: “Az yemede bir çok faydalar vardır. Az yemekle insan sağlam vücutlu, hafızası kuvvetli, parlak zekalı, aydın kalpli, az uykulu, hafif nefisli, keskin görüşlü, salim tabiatlı, az ihtiyaçlı, tolerans sahibi ve kerim ahlaklı olur”(Eflaki II: 100).

Şimdi Mevlana’nın bu konudaki diğer düşüncelerine bir göz atalım

Dosttan gelen bela seni temizler. Onun ilmi senin tedbirinden üstündür(Mesnevi IV:107).

Sen burnunu kanatmak istemezsin ama, burnun kanar. Bu kanayış sana sağlık verir(mesnevi III/3438).

Gerçekte her düşman, sana bir ilaç, faydalı ve ferahlatıcı bir kimyadır( Mesnevi IV: 94).

Gam bir hazinedir. Senin zahmet ve meşakkat çekişinse maden....(Mesnevi III:510).

Sen ona bol bol acı ve keskin ilaçları sür de: o, güzelleşip, temizleşip, kıymetlensin(Mesnevi IV: 105).

Çile çeken insana Tanrı sonunda yardım eder. Mevlana bu düşünceyi şöyle ifade eder: “Ayak kırıldı mı, Tanrı kanat ihsan eder. Kuyunun dibinden bile bir kapı açar (Mesnevi III:3808).

Mevlana bu deyişinde Yusuf Peygambere gönderme yapmaktadır. Çünkü Yusuf peygamber kardeşleri tarafından kuyuya atıldıktan sonra yoldan geçen kervanlar tarafından kuyudan çıkarılmış ve Mısır’a götürülerek , Mısır kralına köle olarak satılmıştır. Güzelliği dolayısıyla kralın karısı tarafından kendisine sarkıntıda bulunulmuş, fakat Yusuf peygamber kaçmıştır. Mahkemedeki yargılama sırasında suçsuz olduğu anlaşılmış ve beraat etmiştir. Fakat yine de dedikodunun son bulması için Yusuf Peygamber hapse atılmış ve hapisten çıktıktan sonra Mısır’a kral danışmanı olmuş bu sırada kardeşleri ile karşılaşmış ve onların kendisine yaptıkları kötülülüğü bağışlamıştır.

Tasavvufta insan, başına gelen bela ve sıkıntılara katlanacak ve bunların Allah’tan geldiğine ve bunların kendisi için bir sınav olduğunu inanacaktır. Aynı zamanda bunların kendisinin olgunlaşmasına yardımcı olacağını kabul edecektir.

Tasavvufta Üç İlke: Zikir, Sabır, Şükür

Zikir

Tasavvuf erbabı, aklından dünya ile ilgili işleri ve diğer insanları çıkarıp daima Tanrı’yı ve onun büyüklüğünü düşünmek ve O’nu anmak durumundadır. İşte zikir budur. Mevlana zikirle ilgili şunları söylemiştir:

Yüce Allah buyurdu ki: “ Ben, kulum beni nasıl sanırsa öyleyim ona; Kim beni anarsa, anarken onunlayım ben. Malında beni ananı, malımla anarım ben; toplulukta beni ananı, toplulukta anarım ben. Kendi kendine beni ananı, kendim anarım Ben(Mektuplar: 140).

Bizim zikrimiz Allah Allahtır. Çünkü Allah’a ait olanlardanız., Allah’tan geliyor ve tekrar Allah’a gidiyoruz(Eflaki I:444).

Birşeyi seven onu çok anar(Mektuplar:204)

“Allah’ı zikredin” hitabı Hakk’ın ihsanı oldu.
Ateşten bize nuru sığınak eyledi
(Mesnevi II:1732).

Zaman arı, su da Hakk’ı zikirdir.
Bunun dışındakiler derttir, tasadır
(Mesnevi IV: 447).

Seni Hak’tan başka şeylerle meşgul eden dostlarınsa, hakikatte düşmanındırlar(Mesnevi IV:96).

Yunus Balığın karnında ızdırap çekti.
Ona ancak Hakk’ın tesbihi kurtarıcı oldu
(Mesnevi II:3165).

Balığın karnında tesbih edici olmasaydı,
Orada kıyamete kadar mahpus kalırdı
(mesnevi II:3166).

Günlük namaz beş vakittir ama
Aşıkların namazı devamlıdır
(Mesnevi VI:2694).

Mutasavvıflar ibadeti, sadece Tanrı’yı sevdikleri için yaparlar. Yoksa Tanrı’dan bir dünya menfaati istemek ve cennete girmek için değil. Mevlana, bu konuda şunları söylemiştir:

Peygamber: “Eğer sen Tanrı’dan cennet istiyorsan, hiç kimseden bir şey isteme
Eğer kimseden bir şey istemezsen, cennetin ve Tanrı’nın yüzünün senin olacağına kefilim, buyurdu(Eflaki I:438).

Tasavvufta zikir ibadettir. Sıradan insan günün belirli saatlerinde ibadet ederken Tanrı aşkı ile yanıp tutuşan insan, sürekli ibadet halinde ve dolayısıyla Tanrı ile beraber olacaktır. Çünkü seven, daima sevgilisi ile birlikte olmak ister. Ayrıca sadece kul Tanrı’yı anmaz, aynı zamanda Tanrı da kulu anmaktadır. Kul, Tanrı’yı nerede ve nasıl anarsa Tanrı da o kulu orada ve o şekilde anar.

Sabır

Tasavvufta insanın olgunlaşmasında sabrın büyük önemi vardır. Mevlana sabırla ilgili şunları söylemiştir:

Tesbihlerin ruhu sabırdır. Sabır, başlı başına bir tesbihtir(Mesnevi II:3175).

Tanrı yüzbinlerce kimya yarattı ama, insan sabır gibi bir kimya görmedi(Mesnevi III:1854).

Sabret , zira sabırla güçlük ortadan kalkar. Sabır, ferahlığın anahtarıdır(Mesnevi III: 1848).

Tanrı, kendi eserine bakanın yanında var, zatına bakanın yanında ise yoktur. Tanrı’dan başkasına kavuşmak ona gitmekle olur. Halbuki Tanrı’ya sabır ile ulaşılabilir(Eflaki I:479).

Mevlana’ya göre sabır, kişi için bir ibadet, Tanrı’yı düşünme ve anmadır. Tanrı’ya ancak sabırla ulaşılabilir. Sabır aynı zamanda insan için bir ilaç ve huzura kavuşma yoludur.

Şükür

Tasavvufta şükür de önemli bir prensiptir. İnsan, onu yarattığı ve verdiği nimetler ve sağlık dolayısıyla Tanrı’ya şükretmelidir. Mevlana şükür konusunda şunları söylemiştir:

Hakk’a şükretmek herkese vaciptir. Ekşi yüzlü itirazcı mahrum ve meyus olur(Mesnevi 1:1587).

Nimete şükür can; nimetse posttur. Zira şükür dosta götüren rehberdir(Mesnevi III:2912).

Şükür, nimeti artırır(Mektuplar:204).

Nimete şükürle gözlerin doyarsa, sen de fakirlere yüzlerce nimet dağıtırsın(Mesnevi III: 2914).

Mevlana’ya göre şükretmeyen insan memnuniyetsiz, itirazcı, mahrum ve üzüntülü olur. Oysa şükür nimetleri artırdığı gibi, insanı Tanrı’ya ulaştırır. Tanrı’ya ulaşan insanın gönlü zengin olur ve bu yüzden cömert olup fakirlere yardım eder.

Mevlana’da Mutluluk

Mevlana’ya göre insanın mutluluğu, gösterişten uzak, sade bir hayat yaşamak ve diğer insanlara dost olmakla mümkündür. Onun bu konudaki düşünceleri şöyledir:

Mevlana, dostlarına dönerek “Şöhretimizin arttığı ve insanların bizim ziyaretimize geldiği günden beri dünya afetinden rahat edemiyorum. Nitekim Mustafa Hazretleri ne güzel buyurmuştur: “Şöhret afettir, rahat şöhretsizliktedir”(Eflaki I:415-416), dedi.

Cennette olmak istersen, herkese dost ol, hiç kimsenin kinini yüreğinde tutma(Eflaki II:392)

Sonra şu rubaiyi okudu(Eflaki II:393).

Fazla bir şey isteme ve hiç kimseden de fazla olma
Melhem ve mum gibi ol, iğne gibi olma
Eğer hiçbir kimseden sana fenalık gelmesini istemezsen
Fena söyleyici, fena öğretici, fena düşünceli olma

Mevlana cenneti sadece öteki dünyada aramaz ve bu dünyada da cenneti yaşamanın yolunu şu şekilde açıklar:

Çünkü bir adamı dostlukla anarsan daima sevinç içinde olursun. İşte o sevinç Cennetin ta kendisidir. Eğer bir kimseyi düşmanlıkla anarsan daima üzüntü içinde olursun. İşte bu gam da Cehennemin ta kendisidir(Eflaki II:393).

Ölüm

Bir gün Mevlana oğlu Sultan Veled’e “Bahattin senden Mevlana’nın yolu nedir? diye sorduklarında “yeyip içmemektir” de, buyurdu. Sonra hayır hayır “ölmektir” dersin dedi

(Eflaki I:391).

Yine bir gün Mevlana’nın yanında bir adam “Bütün peygamberler ve Tanrı’nın has kulları ölümün heybet ve şiddetinden korkmuşlardır” der. Mevlana: “Haşa bu böyle değildir, İnsanlar ölümün ne olduğunu biliyorlar mı? Tanrı erlerince ölüm, Tanrı’yı görmektir(Eflaki I:466).

Mevlana birgün Pervanenin evinde manalar saçıyordu. Buyurdu ki: “Müminler ölmezler, belki bir evden öteki eve taşınırlar. Toplantıda bulunan Şeyh Tacettin Erdebeli: “ O halde niçin Tanrı, “Her nefis ölümü tadıcıdır” buyuruyor”, diye itiraz etti. Mevlana ise: “ Evet fakat Tanrı her nefis, diyor; her kalp demiyor. Sen ya kalp ol veya bir mümin kulun kalbinde yer et ki, müminin kalbi gibi ölmeyesin(Eflaki II:65-66), dedi.

Ölüm kötü bir şey değildir. İnsanın dünyadaki sıkıntılardan kurtulmasıdır. İnsanın ölümden korkması, ölümün gerçeğinden değil, kişinin bu dünyada yaptıkları kötülüklerden korkmasıdır. O bu düşünceyi şöyle dile getirir: “Gördüğün ölümün yüzü değil, kendi çirkin yüzündür....(Mesnevi III:3442).

Mevlana için ölüm, yeniden doğma ve gerçek var oluştur. Pisagorcuların felsefesinde olduğu gibi bu dünyaya geliş bir çeşit bedene hapsolmadır. Oysa biz dünyaya gelmeden önce ruhumuz, özgür ve mutlu bir hayat yaşarken bu dünyaya gelerek bedenin esiri oldu. O halde ruh, bedeni terkederek tekrar eski mutluluğuna kavuşabilir. Mevlana bu düşüncelerini şöyle ifade etmiştir:

Dünya zindanında ve tabiatın kuyusunda hapis kalıp beden sandığının esiri olan insan ruhu, birden bire Tanrı’nın lütfu ile kurtulup kendi aslına ulaşır(Eflaki I: 424).

Bu alem, sizin canlarınızın hapishanesidir; uyanın o tarafa gidin. Zira o taraf sizin sahranız, mesire yerinizdir(Mesnevi I:525).

Tasavvufun aslı, ölmeden önce ölmek ve bu dünyada iken Tanrı ile mistik iletişime geçmek, gönlü Tanrı sevgisi ve aşkı ile doldurmak, böylece gerçek hayata ulaşmaktır. Çünkü insan aşka ulaştığı zaman ebedileşir, ölmez. Bedenin günün birinde ölse bile ruh ölümsüzlüğe kavuşur.

Mevlana ölüm olayına diğer insandan çok farklı yaklaşmaktadır. Sıradan vatandaşa göre ölüm, dehşet verici bir olaydır. Oysa tasavvufa göre ölüm, korkulacak bir şey değil, ezeli ve ebedi gerçek olan Tanrı ile buluşma ve ebedi hayata kavuşmadır. Onun için Mevlana ölümü şeb-i aruz, yani sevgili ile buluşma anı olarak nitelendirmiştir.

Akıl

Mevlana sadece sevgi ve aşk üzerinde durmaz, aynı zamanda aklı da ele alıp inceler. Eğer insan, sadece sevgi ve aşk yüklü olursa duygusal davranıp gerçeğe ulaşamaz. Bunun gibi sadece akıl sahibi olup duygudan yoksun olursa, o zaman hayat bir makineden farksız olur ve ondan bir tat alamaz. Bunun için akıl ve sevgi dengesini çok iyi kurmak gerekir.

Mevlana’ya göre yaratıklar üç sınıftır: Melekler, insanlar ve hayvanlar. Melekler salt akıldır hepsi Tanrı’yı anma tabiatındadır, şehvetten arınmıştır, tertemizdir. Hayvanlar ise sırf şehvettir, onlarda “kötülük yapma” diyen akıl yoktur. İnsanların kimisi akla o kadar uydu ki, tümden melek oldu, salt ışık kesildi-gitti. Bunlar peygamberlerdir, erenlerdir, korkudan da kurtulmuşlardır. Kimisinin de şehveti aklına üstün gelmiştir. Bunlar tam hayvan olmuşlardır. Kimisi de kavga, savaş içinde kalmıştır. Bunlar içlerinde dert, ağrı, feryad, özleyiş beliren bir bölüktür. Bunlar inananlardır. Erenler bunları konaklarına ulaştırmayı, kendilerine döndürmeyi beklerler, şeytanlar da bunları aşağılıkların en aşağısına çekmeyi beklerler(Fihi Mafih:66-67).

Şimdi onun akılla ilgili diğer düşüncelerini görelim.

Akıl insanın bedenindeki bir başbuğa benzer, bedenin uzuvları ona itaat ettikçe bütün işleri düzeninde gider. Fakat itaat etmezlerse hepsi de bozulur. Görmez misin şarap içen sarhoşun elinden ayağından dilinden, bedeninden ve diğer uzuvlarından ne bozgunluklar meydana gelir. Ertesi gün ayıldığında bütün yaptıklarından pişmanlık duyar(Fihi Mafih:45).

İnsanlara akılları miktarınca söz söyleyin, akıllarınıza göre değil(Fihi Mafih:87).

İki türlü akıl vardır. Birincisi kazanma ile elde edilen akıldır ki, mektepte çocuğun öğrendiği gibi öğrenirsin (Mesnevi IV:1960).

Öteki akıl Hak vergisidir. Onun kaynağı ta candadır(Mesnevi IV:1963).

Akıl eğer yüz gösterip de bir görünüverse: Gündüz onun nurunun karşısında kap karanlık kalırdı (Mesnevi IV:2181).

Mevlana aklın, ibadetten üstün olduğunu bir beytinde şöyle ifade eder:

İyilikleri hoş gören Efendimiz ne güzel söylemiş: “Zerre kadar aklın, namazdan da oruçtan da yeğdir.Çünkü namaz ve oruç akıllılar için farz kılınmıştır (Mesnevi V:456 -457). İslam dinine göre de aklı olmayan insan, dinden sorumlu değildir.

Akıl, Tanrı gölgesidir. Tanrı ise Güneş....gölge güneşe karşı durabilir mi?(Mesnevi IV:211). Mevlana’nın bu düşünceleri Platon’un mağara istiaresi ile benzerlik göstermektedir.

Mevlana’ya göre Tanrı Adem’i yaratıp ona kutsal ruhu üfleyince Cebrail’e “ Benim kudret denizimden akıl, iman, utanma gibi üç büyük cevheri al, bunları nurdan yapılmış birer tabak üzerine koyarak Adem’in önüne koy. Adem bunlardan birisini seçsin”, buyurdu. Cebrail, emredileni yaptı. Adem bunlardan aklı seçti. Cebrail, iman ile utanmanın içinde bulundukları tabakları alıp tekrar kudret denizine götürmek istedi. Fakat Cebrail, bütün kudretine rağmen bu iki tabağı yerinden kaldıramadı.

İman ve utanma cevherleri ona “Biz Tanrı’nın sevgilisi olan aklın sohbetinden ayrılamayız. Çünkü biz üçümüz, ezelden beri Tanrı’nın şeref madeni ve kudret denizinin cevherleriyiz, birbirimizden ayrılamayız.” dediler. Bunun üzerine akıl Adem’in beyninde, iman cevheri onun idrak edici kalbinde, utanma ise mübarek yüzünde yer aldı(Eflaki I, 420-421).

Mevlana mektuplarından birinde(77), şu hadisi söz konusu eder: “Yüce Allah, aklı yaratınca, Ona gel, git, otur, konuş, sus dedi ve akıl bunların hepsini yaptı. Sonra üstünlüğüme, ululuğuma andolsun, senden daha üstün bir varlık yaratmadım, seninle hitabederim, seninle darılırım; seninle yarlıgarım; senin yüzünden sevap veririm, senin yüzünden azabederim” buyurdu (Mektuplar:77).

Mevlana’ya göre “.....Halk, bütün sıfatları, bütün hünerleri peygamberlerden öğrenmiştir. Onlar akl-ı küldür(Fihi Mafih:122).

Sende gizli bulunan cüz’i bir akıl vardır. Ama sen cihanda bir kamil akıllıyı ara (Mesnevi I:2052).

Prof. S. Hayri Bolay(1986:167)’a göre cüz’i akıl, kendiliğinden bir şey bulma gücüne sahip değilken buna karşılık külli akıl, kendi başına düşünce yaratma gücüne sahiptir. Onun için külli aklın bir şey öğrenmesine gerek yoktur. Çünkü ona vaktiyle her şey öğretilmiştir. Ama o bir öğretmendir. Hatta Mevlana, Hz. Muhammed’in ümmi oluşunu bu esasa göre açıklar. Yani peygamber herşeyi önceden öğrenerek gelmiştir, onun için okuma-yazma öğrenmesine ve bilgi edinmesine gerek yoktur.

Mevlana aklın önemini kabul etmekle beraber aşkın akıldan üstün olduğunu şöyle dile getirmiştir :

Akıl, aşkın şerhinde çamura batmış merkep gibi aciz kaldı.
Aşkında aşıklığın da hakikatini söyleyecek yine aşktır(Mesnevi I:120).

Mevlana’ya göre söz, üç yerden çıkar: Nefis, akıl ve aşk. Nefisten gelen söz, bulanık ve tatsızdır. Bundan ne söyleyen bir zevk alır ne de dinleyene bir faydası olur. Aklın sözü, akıllılarca makbuldür ve bir çok faydaların kaynağıdır. Aşkın sözü ise söyleyeni mest, dinleyeni sarhoş edip neşelendirir(Eflaki II:103).

Özet olarak Mevlana’ya göre akıl, insanın doğruyu bulmasında bir rehberdir. Peygamberler ve erenler, akla tam uydukları için yanılmamış ve doğru yolu bulmuşlar, bu yüzden de korkudan ve üzüntüden kurtulmuşlardır. Yine ona göre akıl, biri Hak vergisi diğeri sonradan kazanılmış olmak üzere ikiye ayrılır. Ayrıca aklı, külli ve cüzi akıl olmak üzere ikiye ayırır. Külli akıl peygamberlerin aklıdır. Onlar dünyaya gelmeden önce her şey öğretilmiştir. O yüzden peygamberler ümmidir ve onların okuma yazma bilmelerine gerek yoktur. Cüz’i akıl ise sıradan insanların aklıdır.

Yine ona göre iman ve utanma akıl sayesinde mümkündür. Eğer akıl yoksa bu ikisi de yoktur. İleri derecedeki akıl hastalarının ne Tanrı’ya ne de diğer insanlara karşı bir sevgi ve ilgisi olabilir. Görüldüğü gibi Mevlana’ya göre insanda akıl ve sevgi dengesinin kurulması gerekmektedir.

SONUÇ

Tasavufun diğer felsefelerden en önemli farkı, belki de, bu düşüncenin aynı zamanda uygulamaya dönük olmasıdır. İşte bu yüzden Mevlana sevgi ve aşk felsefesi olan tasavvufa inanmış ve bunu bütün hayatı boyunca uygulamıştır. İnsanları dinli-dinsiz, kadın-erkek, müslüman-hıristiyan, iyi-kötü, güzel-çirkin olarak ayırmayıp hepsini bir görüp samimiyetle sevmiştir. Ayrıca o gördüğü her insana secde eder, saygı gösterirdi. Bu sebeple öldüğü zaman bütün din ve bütün milletlerden insanlar onun için ağladı ve yasını tuttular. Kadınlar ve çocuklar da cenaze töreninde yer aldılar.

Yahudilerden, Hıristiyanlardan Araplardan, Türklerden bütün milletler, bütün din ve devlet sahipleri hazır bulunuyorlardı. Herbiri kendi adetleri veçhile kitapları ellerinde önden gidiyorlardı. Zebur’dan, Tevrattan, İncilden ayetler okuyor ve hepsi de feryad ediyorlardı(Eflaki II: 163).

Mevlana, şiiri inkar ettiği halde Doğunun en büyük şairlerinden birisi olduğu (Enginün,1986:35) gibi, felsefeyi inkar edip onu da küçük gördüğü halde, bu düşünceleri ile o yine de felsefe yapmıştır, denilebilir.

Mevlana’nın felsefesini; az yemek, az konuşmak, az uyumak, şehvete düşkün olmamak, yani nefsine hakim olabilmek, insanlardan gelen eziyete katlanmak, kötü insanlardan uzak durup iyi insanlarla birlikte olmak, şeklinde özetleyebiliriz.

Felsefi antropoloji’ye göre insan; bilen, öğrenen/öğreten, yaratan, çalışan, seçen, isteyen, inanan, devlet kuran, değerlendiren, önceden gören, seven, konuşan ve hür bir varlıktır (Güvenç, 1997 : 197).

Mevlana da eserlerinde insanın eğitimini ele alması, Tanrı’ya kuvvetle inanması ve güvenmesi, olayları değerlendirmesi, bütün insanları sevmesi ve bu konuda diğer insanlara tavsiyede bulunması, konuşup yazması ile, felsefi antropolojinin bir felsefe disiplini olarak doğuşundan yaklaşık 700 yıl önce, bu alanla ilgilenmiştir, denilebilir.

Mevlana’nın ontolojisinde tek varlık Tanrı’dır. Diğer varlıkların hepsi Tanrı’dan çıkmıştır, bu sebeple onlar gerçekte yoktur. O bilgi teorisinde(epistemoloji) aşkı kabul eder. Yani varlığın bilgisine akıl ve diğer yollarla değil sadece aşkla ulaşılabilir. Bu düşünceleri, Plotinus’un görüşleriyle örtüşmektedir.

Herşeyin temelinde sevgi vardır. Tanrı evreni aşk yüzünden yaratmıştır. Biz insan olarak ana ve babalarımızın aşkının mahsulleriyiz. Eğer onlar birbirlerini sevmemiş olsalardı, biz dünyaya gelemezdik. Onun için insan ya başkalarını sevmeli ya da başka insanların sevgilerini kazanmalıdır. Eğer böyle olursa ebedi hayat anlamına gelen aşka ulaşarak ölümsüzleşir.

Mevlana’da aşk bir bilgi edinme yöntemi olmasına rağmen o akılcılığı da ihmal etmemiş ve ona gereken önemi vermiş hatta aklın, dinden üstün olduğunu söylemiştir. Çünkü aklı olmayan insanlar dinden sorumlu değildirler.

Ayrıca “Allah sevgisi ilimle elde edilir, ilimden nasibi olmayanlar ve akılsızlar su sevgiden mahrumdur” diyerek sevgiyi, akılla temellendirmiştir. Yani aklı ve bilimi olmayanın sevgisi de olamaz. Gerçekten de ileri derecede ruhsal rahatsızlığa maruz kalan insanlar, hiçbir şeye ilgi ve sevgi duymazlar.

Mevlana’ya göre ölüm yok olma değil, yeniden doğmadır. Gerçek sevgili olan Tanrı ile buluşmadır. Öldükten sonra insan ruhu, beden hapishanesinden kurtulup gerçek mutluluğa erişir.

Tasavvufun amacı insanı olgunlaştırmaktır. Bunun için insanın çile çekmesi ve diğer insanların verdiği sıkıntılara katlanması gerekir. Onun için Mevlana’ya göre, yaratılandan şikayet, yaratandan şikayettir. Yiğit insan, başkalarının incitmesinden incinmeyen kişidir. Bugün toplumumuzda, insanlar arasında sevgi ve tolerans eksikliği bulunduğunu gözleyebiliyoruz. Hemen bütün anlaşmazlıklar; sevgi, karşılıklı anlayış ile sona erdirilebilir. Yeter ki, birbirimizi gerçekten ve gönülden, karşılıksız olarak sevelim ve birbirimize hoşgörü ile yaklaşabilelim.

10 Yorumlar

Adsız
27 Ocak 2009 14:27  

çok güzel bir derleme teşekkür ederim.mevlana çok önemli bir üstadımız öğreneceğimiz çok şey var ondan..

Adsız
18 Aralık 2009 19:24  

çok güzel çok beğendim bence herkes çok beğenecek

SIDKI ARSLAN
6 Aralık 2010 00:41  

elinize sağlık çok güzel bir çalışma olmuş.

Adsız
11 Temmuz 2011 23:52  

kelimeler anlamsız kalır

Adsız
28 Eylül 2011 11:55  

yorumlar çok güzel.. ama aklıma takılan neden, ALLAH yerine tanrı?

1 Ekim 2011 20:19  

Tanrı türkçe,Allah arapça...Ondan...

Adsız
28 Mart 2012 01:14  

allahın 99 isminde hiç birisinde tanrı diye bi kavram yoktur ve kimse kalkıp bu kavramı başka bi dil olarak değiştiremez !

10 Eylül 2013 07:33  

ben ALLAH diye okudum sizde öyle yapın ufak şeylere takılmayın mevlanaya kapılın sadece

9 Kasım 2015 02:13  

Amaçları mevlananın sözlerini sadece Allaha değil kişiye göre herhangi bir ilaha bağlayabilmek. Yanlış yapıyorlar, mevlana herhangi bir tanrıya aşık değildi Allaha aşıktı.

23 Haziran 2020 12:51  

Mevlana, atom altı sanal parçacıkları da yazmış. www.isikdamlalari.com

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP