BEDENÎM KİMİN? BİR SPOR FELSEFESİ İÇİN BÂZI İPUÇLARI

Ahmet İNAM

AMAÇ

Spor, bedenle yapılır. Sporu anlamak, birçok başka şeyi anlamanın yanında, bedeni anlamayı gerektirir. Bu yazıda, bir yanıyla, günlük yaşayışımızda beden kullanımının nasıl işlediğini, bedenimizle olan ilişkimizin kimi noktalarını ortaya çıkararak kısaca irdeleyecek, bunun, beden eğitimi ve spor anlayışımızı yeniden yorumlamaya yol açabilecek sonuçlarını tartışıp, bu doğrultuda geliştirilebilecek bir spor felsefesine bir iki ipucu sunmaya çalışacağım.

Bedenim: Zorunlu Mülküm

Psikologlar, fizyologlar, nörologlar, anatomistler, tıp uzmanları, cerrahlar yapay zekâ uzmanları ve en eskilerden başlayarak felsefeciler bedenle ilgilenmişler. Çağımızda, E. Husserl ve ardından merleau-Ponty bedeni çarpıcı biçimde felsefe süzgecinden geçiren iki filozof. Onların çalışmalarının ışığında, onlardan kimi temel noktalardan ayrılarak, bedenimizle ilişkimiz konusunda tezler geliştirip, yazının sınırları içinde tartışacağım.

Bedenim, istesem de istemesem de zorunlu mülküm. Gelişim psikolojisi açısından, bunu anlamamız epey zaman alıyor. Bedenimizi kendimizden ayrı düşünmek, bir soyutlamanın sonucu. Bedenim, onuiuu kendime ve başkalarına göründüğüm, ondan bu fiziksel dünyada yaşarken aynlamadığım bir parçam. Olağan yaşayışımda çoğu kez farkına varmadığım, ama sürekli olarak düşüncelerimin, duygularımın, duyularımın ardında, altında (bu iki terimi fiziksel anlamda kullanmıyorum) duran, sağlıklı, erişkin bir kafa yapısıyla benim dediğim bir enerji kaynağı. Bir güç. Gücüm. Onun aracılığıyla, onunla birlikte yaşıyorum. Herşeyim onunla. Onsuz olamıyorum. Bu dünyadaki ömrüm, beğeneyim beğenmeyeyim, bedenli bir ömürdür. Bedenim sürekli değişir, ben de onunla değişirim. Ölümümde ondan ayrıldığımı söyleyen inanç sistemleri vardır (Dinlerin bir çoğu). Bu konuyu tartışmayacağım. Ölümümde artık bedenli dünyada olmuyorum. Mülküm, başkalarınca, yaşadığım zamanki gibi görülmüyor. Ardımda bıraktığım cesedim, hele bir kemik yığını haline geldiğinde, artık sahip çıkabileceğim varlığım olmuyor. Kemiklerim ya da külüm, üzerine dikilmiş mezartaşiyla benim adımı taşıyorsa da, birileri gelip, onların önünde beni anıyorsa da, mülküm elimden alınmıştır. Başkalarınındır artık. Belediyenindir. Toplumun kurumları elindedir. Öyleyse, bu dünyada yaşamak, sahip çıktığım, üzerinde hakkım olduğunu iddia ettiğim mülkümle, bedenimle yaşamaktır.

Bedenimin Diğer Sahipleri: Mülkümün Ortakları

Bedenim önce anamındı. Babamı da unutmamak gerek. Nice zorluklarla büyürken, eğer boynu bükük öksüz biri değilsem, bir cami avlusuna ya da karakola bırakılmamışsam, ailem bedenimin ilk sahibidir. Ölünceye dek, anamla babam ve bakıcılarım, besleyicilerim kendilerini öyle görebilir. Dinsel inanç sahipleri, bedenimin Tanrıya ait olduğunu söylerler. Bedenimiz, Tanrının bize bir emanetidir. Mülkümüzün sahibi değil, kiracisıyızdır. Tanrıya inanmayanlar açısından da mülkümüzün asıl sahibi doğadır. Vatanı için savaşmaya hazır bir yurtsever için, içinde yaşadığımız toplumdur, vatanımızdır, bedenimizin sahibi. Çocukken, okul bahçesinde içtiğimiz andlarda, "varlığım (bedenimle) Türk varlığına armağan olsun" diyerek büyüdük. Hukuk düzeninde, bedenimizin kamuya âit özelliğini de görürüz. "Eti senin kemiği benim" sözleriyle emanet edildiğimiz öğretmenlerimiz olmuştur. Sevişiriz, sevişmede bedenimiz mülkiyet değiştirir. Sevgili haykırır: "Senin oldum". Kendimizi ona "veririz". "Hayat kadını" dediğimiz mülk sahibi kimdir? Mülkünü çok sayıda kiracıya para karşılığı kiralayan biri. Hasta olduğumuzda bedenimiz hekimlere emanettir. Mülkümüze dilediklerince girip, bozulan düzenini kendilerine göre düzenlerler. Nedir ırza geçme? Mülkün, "namus" olarak yorumlanan bölgelerine izinsiz girilmedir. Bedenin bir çeşit istilasıdır. Spor yarışmalarında bedenimiz takımımızındır. Takımımızı "tutan" izleyicinindir. Bir yarışmaya hazırlanırken, antronör mülkümüz üstünde egemenlik kurar. Nasıl besleneceğimizi, uyuyacağımızı, çalışacağımızı, mülkümüzle olan ilişkimizi düzenler. Yarışma sırasında takımımızın âit olduğu toplumsal yapı, bedenimize sahip çıkar, onu nasıl çalıştırmamız gerektiğini belirlemeye çalışır: "Koş", "vur", "nefesini tut", "gücünü kullan" gibi komutlar verir. Öyleyse, akıllı bir sporcu, bedeninin yalnızca kendine ait olmadığını iyice anlamalı ve kulağına küpe yapmalıdır. Başarılı bir sporcu olmak, böyle bir bilinçle gerçekleştirilmelidir. Bundan dolayı, sporcu, bencil bir mülk sahibi değildir, olmamalıdır. Nasıl, iyi bir asker, bedenini vatanına adamışsa, sporcu da, takımına, takımı da, ona sahip çıkan topluluğa, topluma, kültüre, tarihe adamıştır kendini.

Bedenimdeki Kültür-İçimdeki Beden

Bedenimize türlü yollarla, tavırlarla sahip çıkılabilir. Belli bir yaşın altındaki çocuklarda, akıl hastalarında, bâzı bedensel rahatsızlıklarda, bu sahip çıkma bilinci ve duygusu görülmeyebilir. Erişkin ve sağlıklı birinin, bedeniyle olan iletişimi çok önemlidir. Bedensel iletişim, psikologların "beden imajı" dedikleri bir kavramla da ilintilidir. Bedenimizle olan iletişim sağlıksız ise, türlü acı verici davranış bozuklukları ortaya çıkabilir. Çeşitli aldanmalar olabilir. Bedenimizden tiksinebiliriz. Bedenimiz, ilk elde biricik görünme aracımızdır. Görenler bizi, onunla görürler. Cinsiyetimiz, yaşımız, giderek kişiliğimiz onunla oluşur. Beden iletişimindeki engeller, düşünmemizi, duygusal yaşamımızı bozabilir. Saptırabilir. Örneğin, kendimizi çok güzel, çok yakışıklı bulabiliriz. Ya da bedenimize aldırmaz görünürüz. Göbekli, pis, bakımsız, çarpık çurpuk bir bedenle dolaşırız dünyada. Bunun tersi de olabilir.

Bedenimize aşırı özen gösterir, güzellik salonlarından, "vücut gelmiştirme merkezlerinden" çıkmayız. Beden bakımı, ancak, düşünme, duygu dünyamızın bakımıyla birleştiğinde alışılmış anlamıyla ruhu ve bedeni güzel, uyumlu insan oluruz. Kendimize yakışan bedenle yaşamak, bir iletişim sorunudur. O zaman, ne gereksiz yere, bedenimizin güzelliği, gelişmişliği, yakışıklılığı ile şişinip övünürüz ne de aslolan "iç" güzelliğidir, beden önemsizdir deme gafletini yaşarız.

Yaşadığımız çağ, içinde bulunduğumuz karmakarışık kültürel ağ, bu ileşitimi bozuyor. Bir "beden mühendisliği" yaratılmak isteniyor. Birtakım tekniklerle bedensel güzellik, güçlülük elde edilmeye çalışılıyor. Bu mühendisliğe itirazım yok, eğer diğer güzelleştirme çabalarıyla bütünleştirilebiliyorsa. Bedenimiz yalnız bizim değil. Bedenimiz yalnızca bedenimizin değil! Bedenimiz, düşüncemize, duygularımıza, duygu akışlarımızı yaşadığımız iç dünyamıza bağlı. Kafamın içini, yüreğimi (fiziksel anlamda kullanmıyorum bu terimleri) güzelleştirmeğe çalışmıyorsam, bedenimin güzelliği ne anlama gelir ki? Hiçbir beden güzelliği, içinin çirkinliğini örtemez. İçim: Düşüncem, duygularım, bilgim, kültürüm. Başkalarına olan sevgim, tavrım, davranışım.

Yine de, beden güzelliği, yalnızca iç güzelliğine bağlı değil. Toplumsal ve tarihsel bir boyutu da var güzelliğin. Öyleyse, bedenim, içimle, toplumumla, tarihimle, kültürel yaşayışımla güzel! Bedeneğitimi, ne demekse o, ruh eğitimiyle, kafa, bilgi eğitimiyle, toplumsal bilinçlilikle, çevremle, çevre eğitimiyle bütünleştirilemedikçe güdüktür. Bedenimde kültürümü, toplumumu, iç dünyamı, tarihimi taşıyorum. İç dünyamda bedenimi taşıyorum. Çünkü, ne zaman kendimi düşünsem, bedensiz başaramıyorum bunu. Sağlıklı düşünebilme, duyabilme, çevremle, evrenle olan ilişkim, bedenim aracılığıyla gerçekleşiyor.

Bedenimle İlişki Biçimleri

Bedenime dıştan yaklaşabilirim. Ona dışarıdan birisi gibi bakabilirim. Dışarıya görünmek için, dıştan duyabilirim kendimi. Bu tavır, kimi geçici durumların dışında, oldukça tehlikeli ve sağlıksız bir yoldur. Plajda "hava atmak için" pazu şişirenler, etrafına güzel görünmek için bedenine aşırı özen gösterenler, dıştan gelen baskılarla, belli bir propagandanın, siyasal bir otoritenin, ideolojinin etkisiyle bedenlerini biçimlendirmeye çalışanlar, örneğin, sürekli rejim yapıp, zayıf kalmaya çalışanlar, "jogging"ciler, bu yaptıklarını, kendi bilgilerine duygularına dayalı yorumlar getirip anlayamıyor, onları çepeçevre saran etkileri kavrayamıyorlarsa, mülklerine sahip değiller demektir.

Bedenlerine dıştan bakanlar, bunu sağlıksız, aşırı, bilinçsiz biçimde yapıyorlarsa, mülkünü başkalarına bilinçsizce teslim etmiş insanlara benzerler. Doğrusu, topraklarını düşman istilâsına bırakmış ülkeler gibidirler. Bedenimizle dıştan ilişkiye tutsak olmak, yalnızca bedensel tutsaklığı doğurmaz, bedenimiz aracılığı ile, iç dünyamız istilâ edilir, yönetilir. Sahip çıkabileceği durumlarda kendi bedenine sahip çıkamayan biri, kendisine, düşünce ve duygularına, giderek toplumuna, tarihine, kültürüne, çevresine, dünyaya sahip çıkamamış biridir. Beden egemenliği, böylesine bir bütünlük duygusunu yitirmemekle gerçekleşir. Sağlıklı yaşamanın en önemli koşuludur. Bugün biliyoruz ki, birçok hastalığın (özellikle kanserin) nedeni, insan bedeninin iç dünyası ve kültürüyle, toplumuyla olan iletişiminin bozukluğuna dayanıyor. Yaşanılan "stress"ler, bu bütünlük sağlayıcı iletişimi bozuyor. Ruhumuzun çektiği acı, bedenimizle, toplumumuzla, fiziksel ve mânevi çevremizle bütünleşerek yaşayamamaktan, bu yaşayışı sağlayacak iletişimi kuramamaktan kaynaklanıyor.

Öyleyse, bedenimizle ilişkimiz, "içten" kurulmalıdır. Ne demektir içten yaklaşım? Bedenimizle söyleşiye geçebilmek demektir, herşeyden önce. Bedenimle, yaşım, cinsiyetim, iç dünyam aracılığıyla iletişime geçebilmektir. Onu evrenin, dünyanın, toplumun, sevdiklerimin, sevmediklerimin, düşüncemin, duygularımın, toplumsal ve bireysel tarihimin bir parçası olarak görüp, ona sahip çıkmam, sorumluluğunu üstlenmem demektir. Beden eğitimi, yalnızca bir takım dışsal beden hareketlerinin öğretilmesi, öğrenilmesi olmamalıdır. Beden eğitimi bize, bedenimizi nasıl içten yaşayacağımızı öğretmelidir.

Bedenle olan iletişimimi öğretmelidir. Bedenle olan iletişimin, dışımla, toplumla, başkalarıyla, kültürümle olan iletişimden geçtiğini gösterebilmelidir. Böyle bir iletişim beni sonunda "derin" iletişime götürecektir. Bedenimle derin ilişkiye geçebiliyorsam, onu içten yaşayabiliyor, bu içten yaşayışı da aşarak, bu yüce evrende, bütün varlıklar, canlılar ve cansızlar arasında bir varlık olduğunu anlayabiliyorum demektir.

SONUÇ: Bedeniyle Derin İlişkisi Olan Sporcularla Güzelleşen Spor-Sporla Güzelleşen Dünya

Spor, salt eğlencelik bir iş, bir boş zamanı harcama uğraşı değildir. Spor, insanın bedenine derin biçimde sahip çıkmasına yardımcı olan anlamlı bir insan etkinliğidir. Spor aracılığı ile kim olduğumu, nasıl düşündüğümü, duyduğumu, nasıl bir çevrede, dünyada yaşadığımı anlarım. Spor, bedenimle kendime, toplumuma, tarihime, çevreme açılan bir kapıdır. Sporla insan, bedeninin enerjisiyle kendini, birey olmayı, toplum olmayı, insan olmayı öğrenir. Bu açıdan büyük bir olanaktır. İnsan gibi insan olma olanağıdır. Geleceğin insanının önüne açılan, daha iyi bir çevre, daha iyi bir dünya, daha iyi bir evren için önemli bir fırsattır.

Bedenim sporundur:

Spor, kendi yetersizliklerini, özürlerini gidermeye, sorunlarını çözmeye çalışan insanın önünde, geçmiş yüzyıllarda bedeniyle ruhunu ayırmanın acısını, sıkıntılarını yaşarken, onu her yönüyle, bedeniyle, ruhuyla, toplumuyla, geçmişiyle, çevresiyle bütünleştirici bir güçtür. Bedenim sporundur. Spor bedenimindir. Spor üstünde düşünerek, felsefenin bize sunabileceği bu olanaktan yararlanalım. Bedenimize, kendimize, toplumumuza, geçmişimize, dünyaya, evrene sahip çıkalım.

2 Yorumlar

Adsız
27 Ocak 2009 16:39  

DEĞERLİ HOCAMIZ ÇOK FARKLI BİR AÇIDAN BAKMIŞ SPORA.ÇOK BEĞENDİM BU MAKALEYİ.TEŞEKKÜR EDERİM..

21 Aralık 2020 16:04  

Hiç sevmedim çünkü indiremedim🦍🦍🦍🦍

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP