BİLİM FELSEFESİNİN İŞLEVİ

Cemal YILDIRIM

Orta öğrenimden geçmiş pek çok kimse, yüzeysel de olsa, fizik, biyoloji vb. bilimlerin ne türden çalışmalar olduğunu bilir; dahası belki de felsefe ile bilim arasındaki temel yaklaşım farkının da ayırdındadır. Ama "bilim felsefesi nedir?" sorusuna yalnız sıradan kimselerin değil, çoğu aydınların, hatta kimi bilim adamlarının bile, açık ve doyurucu bir yanıt verebileceği söylenemez. Bunun nedeni bilim felsefesinin anlaşılması güç, karmaşık bir uğraş olmasından çok entellektüel yaşantımıza henüz yeterince girememiş olmasıdır. Bu bildirinin amacı bilim felsefesinin kimliğini ortaya koymak, düşün dünyasındaki konum ve işlevine açıklık getirmektir.

Bilim felsefesi nedir? Bu soruya kısa ve kesin bir yarat vermek güçtür; ama bir ilk belirleme olarak bilim felsefesini, bilimi anlamaya yönelik felsefi bir çalışma diye niteleyebiliriz. Genel terimlerle dile getirdiğimiz bu nitelemeyi daha belirgin kılmak için öncelikle bilim ile felsefeden ne anladığımızı kısaca belirtmemiz gerekir. Bilim inceleme konusu olguları açıklayıcı hipotez veya kuramlar oluşturma, bunların doğruluk değerini gözlemsel verilere giderek yoklama sürecidir. Felsefenin işlevi ise değişiktir. Felsefe, hiç değilse çağdaş anlamıyla, ne olguları anlamaya ne de bilgi üretmeye yönelik bir etkinliktir. Felsefe çeşitli yollardan edindiğimiz tüm deneyim ve bilgilerimizi anlam açısından çözümleme, kendi içinde tutarlı bir anlayış kurma çabasıdır.

Öyleyse, bilim felsefesi bilimsel bir çalışma değil, bilimi düşünsel bir etkinlik olarak açıklığa kavuşturma, anlamlı kılma girişimidir. Başka bir deyişle, bilim felsefesi bilimin kavramsal yapısını, olguları betimleme, öndeyileme ve açıklama yöntemini, doğruluk savlarına ilişkin ölçütleri irdeleme; bilim ile "sözde-bilim" diye bilinen astroloji, parapsikoloji gibi çalışmalar arasındaki temel farkı belirleme etkinliğidir.

Hemen belirtelim ki, bilimi anlamaya yönelik çalışmalar bilim felsefesiyle sınırlı değildir. Bilim felsefesinin yanı sıra, özellikle yüzyılımızın ikinci yansında önem kazanan bilim sosyolojisi ve bilim psikolojisi gibi çalışmalar da vardır. Bilimin diğer kültürel etkinliklerle ilişkisi gibi çalışmalar da vardır. Bilimin diğer kültürel etkinliklerle ilişkisi nedir, gelişmesi ne gibi sosyal, ekonomik ve kültürel koşullara bağlıdır? Kişiyi bilimsel uğraşa yönelten psikolojik özelliklerden, belli bir zekâ ve imgelem gücünden söz edilebilir mi?

Bilimsel bilginin kullanımı, özellikle teknolojideki uygulamaları yaşamımıza büyük kolaylıklar sağlarken ne gibi sorunlara yol açmaktadır? Bilime ilişkin olgusal içerikli bu türden sorulara, mantıksal çözümlemeyle değil, gene bilimsel araştırma yöntemleriyle yanıt aranabilir. Bilimi kurumsal, ya da, belli ilgi,yeti ve istenç gücüne bağlı kişisel bir etkinlik olarak inceleyen, ya da, olumlu ve olumsuz uygulamalarıyla kurumsal bir etkinlik olarak ele alan davranış bilimleriyle bilim felsefesini karıştırmamak gerekir. Bilim felsefesinin uğraş konusu spesifik sorunlara eğildiğimizde, aradaki fark daha somut olarak ortaya çıkacaktır. Ancak buna geçmeden önce, sözünü ettiğimiz davranış bilimleriyle bilim felsefesi arasında yer alan bir başka çalışmaya daha değinmemizde yarar vardır: bilim tarihi.

Yüzyılımızda bir araştırma disiplini olarak saygın bir konuma gelen bilim tarihi, bilimlerin kökenini, geçirdiği evreleri, gelişim ve dönüşüm süreçlerini, değişik dönemlerdeki kültürel konumlarını inceler. Tarihsel verilerin, sorunlara tuttuğu ışık bakımından, hem bilim felsefesi için, hem bilim psikolojisi ile bilim sosyolojisi için önemi büyüktür. Denebilir ki, bilim tarihine yabancı kalan bir bilim felsefesi somut örneklerden yoksun, soyut bir düşünce egzersizi olmaktan ileri geçmez. Aynı şekilde, bilimi konu alan davranış bilimlerinin ortaya koyduğu gözlemsel verilerin de, bilim felsefesi için değerli malzeme sağladığı söylenebilir.

Değinilmesi gereken bir nokta da, özellikle son yıllarda daha belirginleşen bir kaygıya ilişkindir. Günümüzde hemen her ülkede bilim adamlatının "savunma" adı altında yürütülen savaş teknolojisinde görev alması, politik ya da ideolojik emellere dolaylı da olsa hizmet sağlaması ahlak açısından sorgulanan bir olaya dönüşmüştür. Bilimsel bilginin doğal dengelerin yıkımına yol açan çıkara yönelik amaçlarla kullanılmasına katkıda bulunması şöyle dursun, seyirci kalması bile bilim adamının bir ölçüde de olsa sorumluluğu yok mudur? Gerçi bu soruların da bilim felsefesinden çok ahlak felsefesini ilgilendirdiği söylenebilir. Doğrudur; ne var ki, öyle bir gelişmenin bilim felsefesini etkilemeyeceğini söyleyemeyiz.

Şimdi bilim felsefesini doğrudan ilgilendiren sorunlara dönebiliriz. Bilim felsefesinin bilimi bir düşünce etkinliği olarak anlamaya yönelik kavramsal bir çözümleme olduğunu yukarda belirtmiştik. Öyleyse, önce bu çözümlemeye konu olan kavram ve ilkelerin belirlenmesi gerekir. Bilim özünde olgu - kuram bağlamında bir problem çözme etkinliğidir. Bu etkinliğin tüm dallarında gözlem, hipotez, doğrulama, açıklama, nedensel (ya da, yasal) ilişki vb. kavramların geçtiğini biliyoruz. Ancak bilim adamı bu tür kavramları kullanırken bir anlam irdelemesine girmez. Örneğin, incelediği bir durum ya da olguya yol açan ilk koşullan belirlemeye çalışırken, "nedensellik ne demektir?", "varsanan neden - sonuç ilişkisinin işlemsel anlamı nedir:" gibi sorularla uğraşmaz.

Gene olguları öndemede ya da açıklamada başvurduğu hipotez veya kuramlardan söz ederken bunların işelvini gösterir, ama mantıksal özellikleri üzerinde durmaz. Doğa yasası deyince ne anlıyoruz? Bilimsel açıklamanın mantıksal yapısı nedir? Bilimsel bir kuramın geçerlik ölçütleri ne olmalıdır? Betimleme ile açıklama farklı işlemler midir? Bilimsel düşünmede indüksiyonla dedüksiyonun yerleri nedir? Bilimde doğrulama sürecini dedüktif, buluş sürecini indüktif diye niteleyebilir miyiz? Bir hipotez veya kuramın olgusal yoklanmasından ne anlıyoruz? Doğrulama mantığına koşut bir buluş mantığından söz edebilir miyiz?... Bu türden sorular bilim adamının tümüyle uzak durduğu sorular olması bile onu doğrudan ilgilendiren sorular değildir. Gerçekten, onun yapmakta olduğu şey kendi uğraşının mantıksal çözümlemesini vermek değil,belli olgusal bir soruna işlemsel olarak yoklanabilir bir çözüm ya da açıklama getirmektir.

Gene biliyoruz ki, bilim adamı olgusal dünyayı betimleme ve açıklama girişiminde doğrudan gözleme elvermeyen, dahası belki de gözleme tümüyle kapalı birtakım soyut nesne, süreç veya ilişkilerden söz eder. Örneğin, bazıları günlük dilimize bile geçen elektron, proton, nötron, gravitasyon, elektro-manyetik alan, gen, id, bilinç, bilinçaltı vb. bu tür kavramlardır. Bilim adamı, tanımlarını verse bile bu kavramların nesnel gerçeklikle ilişkileri üzerinde durmaz, gözlemsel verilere indirgeme olasılıklarını sorgulamaz. Onun yaklaşımı pragmatiktir: varsaydığı nesne veya süreçler araştırma konusu problemin çözümüne olanak verdiğ ölçüde geçerlidir. Oysa bilim felsefecisinin yaklaşımı analitiktir; burada da sormadan geçemeyeceği sorular vardır:

(1)Bilimsel açıklama için soyut nesne veya ilişkilere başvurma kaçınılmaz mıdır? Öyle ise, (2) bu nesne veya ilişkiler gözlemsel terimlerle belirlenemez mi? (3) Örneklerini verdiğimiz söz konusu nesne veya ilişkilerle "metafiziksel" denilen ruh, tanrı, entellecbi, élan vital, ... gibi nesne veya güçleri nasıl ayırt edebiliriz? Kesin bir ayırım yapılamazsa, (4) bilim ile metafizik temelde aynı şeyler midir?

Kuşkusuz, bilimsel yöntem, kavram ve ilkelere ilişkin mantıksal çözümleme, öncelikle "bilim" dediğimiz etkinliğin az çok yakından tanınmasını gerektirir. Bu ne demektir ki, bilim felsefecisi bilimi fildişi kulesinden yargılayan bir kimse değildir, olamaz. Mantıksal çözümleme yönteminin yanı sıra en azından bir bilim dalında belli bir bilgi, hatta bir deneyim birikimine ihtiyaç vardır. Kaldı ki, bilim felsefesi profesyonel felsefecilere özgü, belli bir grubun tekelinde bir etkinlik de değildir. Bilim adamları arasında oluşturdukları ya da yürürlükte hazır buldukları kavram ve ilkelere açıklık getirmek yolunda mantıksal çözümlemeye başvuranlar yok değildir. Dahası kimi seçkin bilim adamlarının bilimsel çalışmalarının yanı sıra bilim felsefesine el attıklarını biliyoruz. Bunun çarpıcı bir örneğini Newton'un "hypothesis non fuıgo" diye dile getirdiği bilimsel yönteme ilişkin yargısında, bir diğerini Einstein'in "lokal-olmayan eşzamanlık" kavramını açıklığa kavuşturma çabasında bulmaktayız. Çağdaş bilim adamları arasında bilim felsefesine, genel bir ilginin ötesinde, düpedüz yönelen, uğraş veren P. W. Bridgman, Niels Bohr, Heisenberg Schrödinger, David Böhm vb. tanınmış adlar vardır .

Bilim felsefesinin işlevinden söz ederken belirtilmesi gereken önemli bir nokta daha var. Bu da, bilim felsefesinin geleneksel felsefeye özgü gerçekliğin asal niteliğini yakalama, evrensel doğruyu ortaya koyma özentisi içinde olmadığıdır. Pek çok kimse için bilim felsefesi, bilimin ulaştığı sonuçlara dayanan bir dünya görüşü oluşturma çabasıdır, ya da, öyle olmalıdır. Bu beklenti yerinde olsa bile, izlenen yerleşik tutumu yansıtmamaktadır. Bilim felsefesine yöntemi ne de amacı bakımından o türden bir çalışma olarak nitelenebilir: amacında önceliği, gerçekliğe ilişkin bütüncül bir görüş oluşturmak değil, bilimi düşünsel bir etkinlik olarak anlamaktır; yönteminde spekülatif değil, analitiktir. Metafizikte görüldüğü gibi doğruluğu apaçık sayılan a priori ilkelerden yola çıkmaz; tersine, (varsa) o türden ilkeleri de kapsayan eleştirel sorgulamayla yol alır. Evrenin kökeni, doğası ve amacı üzerinde yürütülen spekülasyonları tümüyle yararsız, boş bir çaba saymak doğru olmaz, kuşkusuz. Ne var ki, geçmişte metafizikçilerin bu yoldaki çabalarının, beklenen sonucu vermek şöyle dursun, bilimde gelişmeyi aksatan, kimi tıkanıklıklara ve ideolojik çatışmalara yol açtığı bilinmektedir. Aristoteles'in ereksel doğa öğretisini içeren Ortaçağ skolastizmi; Hegel ile Marx'in diyalektik süreçleri evreni; Leibniz, Schopenhauer ve Schiller'in "animistik", Whitehead'in "organizmik" diyebileceğimiz dünyaları ile Bergson'un élan vital'ı bilimle bağdaşır görüşler değildir.

Temelde ethik ve ideolojik yönlerden nötr olan bilim felsefesi bütüncül görüş oluşturma peşinde değildir. Bilimin düşünsel yapı işleyişine ilişkin işlevi mantıksal çözümlemeyle sınırlıdır; kavram ve ilkelerine, dayandığı temel varsayımlara açıklık getirme, yeni hipotez veya kuramların oluşumunda ve doğrulanma sürecinde izlenen yöntemleri, uygulanan ölçütleri irdeleme; din, sanat ve metafizik gibi etkinliklerden ayırıcı özelliklerini belirleme dışında bir amacı yoktur.

Bilim felsefesi akademik bir disiplin olarak yüzyılımızda kimlik kazanan bir gelişmedir, felsefede değişik geleneklere bağlı iki eğilimin birleşmesiyle oluşan bir gelişme! Bu eğilimlerden biri Francis Bacon'la başlayan, Locke, Hume ve Mill'le güçlenen empirisizm geleneği; diğeri izlerine Descartes'te rastladığımız, Kant'ta büyük ölçüde belirginleşen "ussal eleştiri" diye niteleyebileceğimiz analitik yöntemdir. Bu iki eğilimin birleştiği kanalda, Frege,Peano ve Rüssel'in matematiksel mantık üzerindeki çalışmalarının etkisinde oluşan, daha sonra "mantıkçı empirisizm" adı altında büyük bir atılım içine giren analitik felsefe, bilime yönelik cephesinde bilim felsefesi kimliğiyle ortaya çıkar. Bertrand Russell, öncüsü olduğu analitik felsefeyi genel çizgileriyle şöyle nitelemektedir:

"Analitik felsefe belli sorunların çözümünde geleneksel felsefeden çok bilimi andıran bir yaklaşım içindedir. Sistem kurucularının bütüncül öğretileriyle karşılaştırıldığında analitik felsefenin üstünlüğü bir hamlede tüm evreni kucaklayan bir sistem kurma hevesine kapılmaksmn, problemlerini tek tek ele alabilme tutumunda kendini göstermektedir. İnanıyorum ki, "felsefi bilgi" diye bir şey varsa, ona ancak öyle bir yöntemle ulaşılabilir. Gene inanıyorum ki, felsefenin klasik pek çok sorununa bu yöntemle köklü çözüm getirebiliriz ".

İşlediği konular ve izlediği yöntem bakımından matematiksel mantıktaki gelişmelerden etkilenen bilim felsefesi, iki dünya savaşı arasında Reichenbach, Carnap, Popper ve Hempel'in çalışmalarıyla "hipotetik-dedüktif" diye bilinen mantık ağırlıklı bir kimliğe bürünür . Ancak, 1950'li yılların ikinci yarısında N.R. Hanson'la başlayan, 1962'den bu yana Kuhn ve onu izleyenlerle daha atılımlı bir görünüm kazanan bir gelişme bilim felsefesine mantığın yanı sıra tarihsel ve sosyo-psikolojik diyebileceğimiz yeni bir boyut getirmiştir .

Bilim felsefesinin temel sorunu artık kuram - olgu ilişkisiyle sınırlı tutulmamakta, paradigma egemenliğinde "normal bilim", "geştalt dönüşümlü" bilimsel devrim gibi, yerleşik bilim imajına ters düşen öğretilerin tartışmalarda ön plana geçtiği görülmektedir. Salt ussal bilim imajının yerini, bir ölçüde de olsa, us dışı inanç ve eğilimleri de içeren kurumsal bağnazlıkla yüklü bir bilim imajının almakta olduğu söylenebilir. Son yirmibeş yıl içindeki tartışmalar bilim felsefesinde yeni bir sentezin oluşmakta olduğu işaretlerini vermektedir .

Popper'in etkisinde Kuhn'un, Kuhn'un etkisinde Popper "in görüşlerinde birtakım modifikasyonlara giderek birbirine daha fazla yaklaştıklarını görmekteyiz. Aslında, kimi yönlerden biribiriyle bağdaşmaz görünen bu iki görüşün zamanla diyalektik bir sentezde birleşme olasılığı oldukça yüksektir.

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP