BİLİM VE AHLAK

Yasin CEYLAN

İnsanın iki temel etkinliği olan bilim ile ahlakın birbiriyle olan ilişkisine geçmeden önce her ikisinden neyi anladığımızı belirtmemiz gerekir. Bilim ve ahlak kavramlarının doğru ve kapsamlı tanımlarını yapmak zordur. Bu zora yeltenmek yerine bu terimlerin en belirgin özelliklerini ifade etmek, buradaki amacımız için yeterlidir.

Bilim, insanın doğadaki nesneler ve olgular arasındaki temel ilişkilerin bilgisidir. Bu bilgi, insana ait olduğu için doğanın değişmeyen yasalarıyla özdeş olmayabilir. Bununla şunu kastetmek istiyorum: İnsanın doğa bilgisi doğanın kendisi veya bu parçası değildir. Bu sebeple bu bilgi eyleme geçtiğinde bazen doğanın determinist seyrine uygun düştüğü gibi ona ters de düşebilir.

Ahlak ise, insanın kendisini veya diğer insanları ilgilendirecek bir eylemi, alternatifler içerisinde iradesiyle seçip icra etmesidir. Ahlak kavramında temel öğeler irade, insan ve eylemdir. Günümüzde bazı ahlak teorisyenleri doğa veya çevreyi de ahlakın temel öğeleri arasına koymaktadırlar, ancak bunu neden kabul etmediğimi ileride açıklayacağım.

Ahlak ile Bilimin birbirine benzer ve benzemez yönlerini kısa cümleler halinde ifade etmek gerekirse şunları söyleyebiliriz:

a. Bilimin objesi doğa iken, ahlakın objesi eylemdir.
b. Bilimsel bilgi eyleme geçirildiğinde kullanılan malzeme doğa nesneleri iken, ahlaki eylemin alanı insanların kendileridir.
c. Bilimsel eylemin gerisinde bilimsel bilgi varken, ahlaksal eylemin gerisinde irade vardır.
d. Bilimlerin temel ilkelerinin doğada karşılıkları varken ahlak kurallarının karşılıkları doğada yoktur. Bu ilkeleri saptamada insan tekrar kendisine döner
e. Ahlakın bilimsel eyleme (teknolojiye) benzer olan yönü ise ikisinde de temel ilkelerin olması ve bunlara, eylemde, uygun düşüp düşmeme hususudur.

Diğer taraftan ahlak, insan bütünlüğünün tümüyle ilgili iken, bilim, ancak kısmi bir etkinliktir. Yani bilim adamı bilimsel uğraş dışında bilimsel bir etkinlik içinde değildir. Ancak, insanı dolaylı ve dolaysız ilgilendiren hangi durumda olursa olsun bir eylemde bulunan insan, bu eyleminde ahlaksal bir değerlendirme ile karşı karşıyadır.

Peki bu kadar birbirinden farklı olan iki etkinliğin birbirleriyle olan ilgisi nedir? Ahlaki bilim (yani ahlaka uygun yapılan bilim) var mıdır? veya bunun tersi olan bilimsel ahlak var mıdır?

Ahlaki bilim özellikle son zamanlarda çevreci ahlak teorisyenlerin kullandıkları bir ifadedir. Bunlara göre Modern çağın bilim tutkusuyla sarhoş olan insanı, bilim ve onun uygulaması olan teknolojiyi amansız bir şekilde kullanmış, hiçbir sorumluluk hissine kapılmadan doğanın kaynaklanın yağmalamış ve çevreyi kirletmiştir. Eğer bilim ve tekmolojiyi üretenler ahlaki sorumluluk içerisinde olsalardı böyle vahim sonuçlarla karşı karşıya kalınmazdı. Bu sebeple bu teorisyenler geleneksel ahlak teorilerinin modern bilim ve teknoloji çağı için yetersiz kaldığını, ahlak tanımı içerisine insanın insana karşı alan tavnn ve eylemi yanında insanın doğaya ve doğadaki insan olmayan nesnelere karşı olan tavnnı ve eylemini de eklemek gerektiğini ileri sürerler. Böylece, ahlaki kurallar ve sorumluluk içerisinde üretilecek bilim ve teknolojinin doğaya zarar vermeyeceğini ve hatta onu koruyacağını savunurlar. Bu tür kaygılan olmayan bilim anlayışına da gayr-t ahlaki bilim ifadesini kullanırlar.

Diğer taraftan bilimsel ahlakın olup olmayacağına gelince, ahlak felsefesi kitaplarında bu tür bir ibare pek kullanılmamakla birlikte, utilitarian veya pragmatik ahlak sistemlerini savunanlar, aslında, bilimsel bir ahlakı savunmaktadırlar. Çünkü, doğa bilimleri için kullandıklatr sebep sonuç ilişkisi ilkesini ahlaki eylem için de geçerli görmektedirler. Ahlaki eylemin iyiliğini ve gerekliliğini sonuçların faydalanyla açıklamaya çalışırlar. Bununia ahlakın ne kadar akılsal bir konu olduğunu, ahlaklı davranmak için dinsel doğmalara veya metafizik sistemelere gerek olmadığını ileri sürerler.

Hem bilimsel ahlak hem de ahlaksal bilim savunucularının kullandıkları kanıtlar çok güçlü kanıtlardır. Bu sebepten çok taraftar kazanmışlardır. Bana göre her ikisi de yanlıştır. Ne ahlaki bilim ne de bilimsel ahlak doğru iddialardır.

Önce bilimsel ahlaktan başlayalım. Akıl sahibi bir varhk olarak bir insanın iradesiyle ortaya çıkan ahlaksal eylem, bir doğa olgusu değildir. Doğanın nedensellik ilkelerine uygun seyretmesi, onun doğa kuralına tabi olduğunu göstermez. Ahlaki eyleme karar veren insanın bu kararında doğadaki bir olgunun etkisinde kaldığını söylemek, o kişiyi ahlakı sorumluluktan kurtarmak demektir. Sorumluluk olmayınca ahlak da olmayacağından, insan iradesini bir etki altında kalmadan tek başına inisiyatife geçebilen bir yeti veya mekanizma olarak kabul etmek durumundayız. Böyle olunca ahlaki eylemler sonuçlarıyla değil başlangıçlanyla değerlendirmeye tabidirler. Bu sebeple sonuçlan mutsuzluk getiren ahlaksal eylemler olabilir ve bu özelliklerinden dolayı ahlaki eylem derecesinden bir şey kaybetmezler. Böyle olunca, insan, ahlaksal eylemde doğa kurallarına uymak zorunda olmadığından ve böyle bir pozisyonda doğanın bir parçası değilken, böyle bir eylemi tanımlamada, doğa olguları için geçerli olan nedensellik ilişkisi kullanılamaz. Bunun sonucu olarak bilimsel ahlak olamaz.

Ahlaksal bilime gelince, bilim, insanın doğayla karşı karşıya gelince ortaya çıkan bir süreçtir. Öğrenmek, iradeye bağlı olmakla birlikte, fıtrî olabilecek kadar insanlarda köklü bir temayüldür. Doğadaki nesne ve olguları birbiriyle iliştirmeye çalışan insan,genelde alıcıdır yani pasiftir. Doğa, kurallanm, insanın anlama yetisine bir nevi empoze eder ve böylece cebri bir durum ortaya çıkar. Diğer bir ifadeyle doğa kurallarını keyfi bir biçimde anlamak durumunda değiliz. Bir emr-i vaki şeklinde algılar ve kavrarız. Bilimin, bu yönü ile ahlakla ilişkisi ve benzerliği yoktur.

Ancak elde edilen bilgilerle doğaya herhangi bir şekilde müdahale ediyorlarsa ve bu müdahale insanları, ilgilendiriyorsa o zaman bu eylemimizde ahlaksal bir sorunla karşı karşryayiz. Böyle bir eylemin gayrı ahlaki sayılması için kötü niyet ve eylemin insanlara nasıl zarar vereceğini önceden bilmesi gibi şartlarının bulunmast gerekir.

Durum böyle olunca, son asırda batı teknolojisinin doğayı tahrip hadisesini gayr-î ahlaki bilim veya teknolojinin sonuçlan olarak yerine, yetersiz bilim ve teknolojinin sonuçları olarak algılamak daha yerinde olur. Çünkü bilim ve endüstrinin ilk kurucuları bunun sonuç lannın ne olacaklarım bilmiyorlardı ve kanaatımca kötü niyetleri de yoktu. Çünkü, bugün, çevreyi korumayı hedefleyen ve teknolojiyi bu şarta bağlayan batılı bilim adamları daha ahlaklı değillerdir, ama daha bilgilidirler.

Bilim ve teknoloji kendi kurallan içerisinde seyrederler, ahlak kurallarıyla bir ilgileri yoktur, doğa ile ilişki, salt doğa olarak yine bir ahlaki durum yaratmaz, ancak insanı ilgilendiren bir doğa ilişkisi ahlaki bir değerlendirmeye yol açar. Bu argümandan çıkaracağım sonuç şudur. Ahlaki veya gayr-ı ahlaki bilim veya teknoloji yoktur. Ahlaki veya gayr-i ahlaki insan vardır. İnsan-salt doğa ilişkisi bir ahlâk sorunu yaratmaz. însan-doğa-insan ilişkisi bir ahlak sorunu yaratır. Bu son ifademle, çağdaş ahlak teorisyenlen'n ahlaki eylem alanına doğayı eklemelerini yanlış bulduğumu ve geleneksel ahlak tarifinin yeterli olduğunu iddia ediyorum.

Çeşitli şekillerde vehmedilen ahlak bilim ilişkisini reddettikten sonra acaba başka tür bir ahlak bilim ilişkisi var mıdır? diye kendimize sorduğumuzda cevabımız sudur: Evet vardır.

Ahlak bilim ilişkisi, aslında insanın bütünlük sorununun bir uzantısıdır. Postmodern dönemde sık sık duyduğunuz çevre etiği. ahlak sınırlan içerisinde bilim veya teknoloji gibi söylemler modern insanın asıl sorunu olan bütünlük probleminin bir sonucudur. Bütünlük sorunu nedir, nasıl ortaya çıkmıştır? Tebliğimin kalan kısmında bu önemli konuyu irdelemeye çalışacağım.

Bütünlük sorunu, insan birliğini sağlayacak yeterli bir metafizik çerçeve olmadığı zaman ortaya çıkar. Böyle bir durumda insanın farklı alanlardaki etkinlikleri bir sistem içerisinde yerini bulamaz. İnsan bazen bu etkinliğe bazen de diğer bir etkinliğe kendini amade eder. Ancak bunların nihai değerlerinin ne olduğunun farkında değildir. Dağınıktır ve parçalanmıştır.

Günümüzün insanı, 16.-17. asırlarda, modern dönemin başlamasıyla metafizik sistem ve dogmalardan kopmuştur. Bu kopuşun en önemli sebeplerinden birisi, bu sistemlerde, insanın, doğa ile olan ilişkisinin yani bilim ve bunun sonucu teknolojinin uygun yerde olmayışı idi. Diğer bir ifadeyle Ortaçağ dünya görüşlerinde doğa bilimlerinin yeterince değerlendirilmemesi ve hatta bazen yanlış yerlere konmasıydı.

Bilimin cazibesi uğruna bu dünya görüşlerini terk eden modern çağın inşam, son üç asır içerisinde ya yeni bir dünya görüşünü, yani metafizik çerçeveyi, yapılandırmayı gereksiz bulmuş veya doğa bilimlerinin bunun yerini alabileceğini sanmıştır. Bunun neticesinde bütünsel bir metafizik alt yapıdan yoksun kalmıştır. Bu görüşümüze şu şekilde itiraz edilebilir: Her çağda yaşayan insanlar belli değerleri paylaşırlar. Bu değerler onlann dünya görüşlerini oluşturur. Böyle olunca, son üç asır içerisinde batı kültürünü benimseyen toplumlar bir değerler sistemini kabul etmişlerdir, ve dolayısıyla bir dünya görüşüne sahiptirler. Diğer bir itiraz da şu şekilde ileri sürülebilir. Batı kültürünün temelinde Hristiyanhk yatar. Her dinde olduğu gibi Hristıyanlığın da temel bir hayat felsefesi vardır. Her ne kadar bu toplumu Hristiyanlıkla, bazı ilkelerde, hesaplaşmışsada sonunda Hıristiyan kalmaya karar vermiştir, öyle olunca bugünkü batı kültürünün temelinde Hıristiyan dünya görüşünün olduğunu söyleyebiliriz.

Bu itirazlar güçlü tezlere dayanmakla birlikte doğrum yansıtmamaktadırlar. Birinci itiraza vereceğimizi cevap şudur: Şuur altı seviyesinde bir dünya görüşünün ilkeleri, bulanık bir biçimde olsa da her kültürde mevcuttur. Ancak bu ilkeler biline seviyesine çıkartılıp dinamik bir yapıya kavuşturulmadıkça metafizik çerçeve eksik kalır ve insan bütünlüğü sağlanamaz. Batı kültürünü yaşayan insanların yüksek bilinç seviyesinde inandıkları bütünsel bir metafizik sistemi yoktur. Bilim sanat ve inançlar dağınık bir biçimdedir. Bu farklı etkinlikler insan nefsinde anlamlı bir birliğe kavuşmamıştır. İkinci itiraza gelince, Batı dünyası son dört asır içerisinde dinde reform ve doğa bilimlerindeki gelişmeler sebebiyle Hıristiyan dünya görüşünden gittikçe uzaklaşmıştır. Dinsel yaşamı çok dar bir alana sıkıştırıp metafizik inançları bireysel fanteziler konumuna düşürmüştür. Bu sebeple, bugünkü batı kültürünün Hristiyan metafiziğine dayandığını söylemek pek doğru değildir.

Batı kültürü neden metafızikî reddetmiştir? Bunu yapmakla hangi sonuçlarla baş başa kalmıştır? Batı kültürünün metagfiziği ihmal etmesinin başlıca sebebi, geliştirdiği vs çok güvendiği bilimsel metodtur. Doğayı anlamada uygulamaya koyduğu bu metodu metafizik sorunlara uygulandığında bir netice alamamıştır. Bu yüzden bu alam bilim dışı ilan etmiş, bilimin dışında kalan alanları da kayda değer saymamıştır. Hatta 19.asrın sonlarında gelişen scientism ve 2O.asrın başlarında ortaya çıkan pozitivizm akımları, dilde, fiziksel karşılığı olmayan kavramlan ve ifadeleri güvenilmez hastalıklı öğeler diye tanımlamıştır. Ahlaki kavramlar ve değerler, metafizik kavramlar ve önermeler bu kategoriye sokulmuştur. Halbuki, insan için asıl önemli alanlar, onun yaşamına anlam ve mutluluğuna tarif getiren kavram ve ibarelerdir. Ancak bunlar, bilimsel metoda uygun düşmeyen öğelerdir.

Birleştirici, dinamik bir metafizik sisteme sahip olmayan bir kültürde ve bu kültürü yaşayan insanlarda, insanın, farklı yeteneklerinin sergiledikleri etkinlikler arasında bir bağ yoktur. Mesela tebliğimizin konusu olan bilimsel etkinlik ile ahlaki etkinlik arasındaki ilişki gibi. însanlan ilgilendiren tüm davranışlarında ahlak kurallarına uyması gerektiğinin bilincinde olan bir kısan, bilim yaparken de bu bilinci taşır ve bu etkinliğin insanlan ne biçimde etkileyeceği onun için temel bir endişedir. Ancak, ahlaki davranış gerekliliği, onun hayat ve dünya felsefesinde belli bir yerde değilse veya belirgin disiplinler üstü bir dünya görüşü yoksa, yalnız bilimsel etkinlikte değil, diğer tür işlerlerinde de ahlaki zorunluluğa uymaz. Öyle anlaşılıyor ki ahlak ve bilim ilişkisi daha üst seviyede metafizik ilkeler arasındaki dayanışma ile ilgilidir. Bu seviyede bir ahenk ve birlik elde edilmemişse bilim adamı ve politikacı durup dururken ahlaki davranmaz.

Ahlak ve bilim, yalnız başlanna. insanın ihtiyaç duyduğu bütünsel bir metafizik sistemi insana veremezler. Özellikle ahlak kuralları tüm kültürlerde benzer şekillerde var olmalarına rağmen, sırf ahlaki bir yaşam insan hayat felsefesini tatmin edemez.

Ahlak sistemleri, insan etkinliklerinin çoğuna yansıdığı halde kendi başlanna dünya görüşü olamazlar. Dünya görüşlerinin temel unsuru olurlar. Dünya görüşünü oluşturmak için "niçin" ve "neden" gibi sorulan sorup bunlara kendimizce cevap bulmamız gerekir.

Neden ahlaklı davranayım? Niçin bilim yapayım? Bilimin insan için değeri nedir? İnsanın temel işlevi bilim yapmak mıdır, yoksa ahlaklı yaşamak mıdır? Bunun da ötesinde insan yaşamının anlamı nedir? İnsan yaşamı için temel hedefler ne olmalıdır? Bu gibi sorulara bir dünya görüşü içerisinde cevaplar verilmemişse, o dünya görüşü eksiktir. Günümüzde etkin olan batı kültüründe bu sorular, bilimsel metotla açıklanmadığı için ya cevapsız bırakılmış veya ferdin kendi sübjektif alanına terk edilmiştir.

Halbuki yalnız "nasıl" sorusuyla uğraşmak ve "niçin"i ihmal etmek büyük bir yanılgıdır. Her hayat tarzı, kendine göre bunlara cevbını vermelidir. En doğrusunu bulamıyorum diye bunlar ihmal edilemez. Bunlara, bilgi seviyesinde ulaşmak zaten mümkün değildir. O zaman geriye inanç kalıyor. İnsanın en temeî işlevlerinden olan inanmaya nasıl işledik kazandıracağız? İnanma yetimizi hangi alanda kullanmalıyız?

Aslında, tarihte gelmiş geçmiş hayat görüşlerinden hiçbirinin, diğerinden üstünlüğünü ispatlamaya gücümüz yetmez. Her dünya görüşü bir yaşama modelidir ve temel karakteristliği, onu benimseyen insanlann tüm sorunlanna cevap verip, bir bütünlüğü sağlamalarıdır. Bütünlük şartını yerine getiren dünya görüşleri, aralannda mukayese kabul etmezler. Ancak bir dünya görüşünün bütünlüğü bozulduğu zaman, onun yerine hangi dünya görüşü geçmelidir sorusu ortaya çıkar. Bütünlüğün bozulduğu dönemler buhran dönemleridir.

Günümüzün baskın batı kültüründe bütünlük sorunu vardır. Bu sebeple insanın bilimsel etkinliği ile ahlaki davranış gerekliliği arasındaki bağlar kurulamamıştır. Bunun telafisi için günümzün insanı, insanı her yönüyle ele alan ve tüm etkinliklerine anlam veren transendental bir çerçeveyi kurmak zorundadır. Bunu yaparken ne yazık ki hiç istemediği şeyi yapmak zorunda kalacaktır. O da inanmaktır. Ancak bu inanç, bilim çağı öncesi inançlardan farklı olacaktır. Ve o zaman şu gerçek daha da iyi anlaşılacaktır:

"İnsan, bilim yapan bir canlı olduğu kadar, metafizik yapan ve inanan bir canlıdır."

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP