JOHN LOCKE'UN SİYASET TEORİSİNİN TEMEL KAVRAMLARI ve YASAMA GÜCÜ - 4

V. DEVRİM HAKKI VE YÖNETİMİN ÇÖZÜLMESİ

Locke, yönetimlerin meşruluk koşulunu belirleyen kriterleri de ortaya koymakta ve bunu yaparken de, kriterlerin merkezine yasama gücünü yerleştirmektedir. Locke burada iki gayrimeşru yönetimi ifade etmektedir: İktidarın gaspedilmesi ve tiranlık.

A. İktidarın Gaspedilmesi

Locke, doğal yaşamı bir barış ve düzen durumu olarak ele almış ve toplum sözleşmesi kavramını sınırlayarak buna özgürlükten yana bir anlam vermiştir. Toplumun kurulması için meşru bir yönetimin yerleşmesi, çoğunluk adına konuşabilecek hür insanların anlaşması gerekir. Meşru yönetim için, bundan başka bir kaynak olamaz. Gücünü baba iktidarından alan ve yalnız kendi gücüne ya da bir ülkeyi zor kullanarak ele geçirmeye dayanan bir mutlak iktidar, meşru bir yönetim biçimi değildir.

Locke’a göre fetih, yabancıların gaspıdır. Gasp da, bir çeşit yerli fetihtir ve gaspı hiç bir zaman haklı olamaz. Gasp, başka birinin üstünde hakkı olduğu bir şeyi mülkiyeti altına almaktır. Yasaya uygun bütün yönetimlerde emretme yetkisine sahip olacak kişilerin atanmaları, yönetim biçiminin doğal ve zorunlu bir uzantısı olup, kuruluşunun kaynağını halktan almıştır. Dolayısıyla, kurulmuş bir yönetim biçimi olan bütün devletler, kamu otoritesinde pay sahibi olacakları atamak için kurallar koymuşlardır ve bu hakkı onlara devretmenin yollarını saptamışlardır. Bu nedenle, devlet biçimi değişmemiş olmakla birlikte bunun dışında bir yolla gelenler, yasaların atadığı dolayısıyla da halkın onayladığı kişi olmadığından sözünü dinletme hakkı da yoktur.

B. Tiranlık

Gasp başka birinin hakkı olan bir iktidarın kullanılmasıdır. Tiranlık da, hakkın ötesinde, hiç kimsenin hakkı olmadığı bir biçimde iktidarı kullanılmasıdır. Burada, bir kimse elindeki gücü, ona bağlı olanların iyiliği için değil de, kendi özel çıkarları için kullanmaktır. Yetkilendirilmiş kişi, yasayı değil de kendi dileğini egemen kılarsa, yaptıkları ve emirleri halkının mallarını korumaya değil de kendi aşırı arzularının ve tutkularının tatminine yönelirse tiran olur.

Yasanın bittiği yerde tiranlık başlar. Her kim, yasanın kendisine verdiği yetkiyi aşar ve egemenlik erkini yasanın izin vermediği bir yerde kullanırsa yönetme yetkisine sahip olmaktan çıkar. Burada, yetkisiz olarak hareket etmek söz konusu olduğundan, herhangi birisi gibi kendisine karşı konabilir. Bu bir yüksek memur için olabileceği gibi, aynı şekilde bir kral da öylece hoş görülemez. Üstelik, krala daha büyük bir güven gösterilmiştir ve sahip olduğu imkanlar dolayısıyla haklı ve haksızın ölçülerini daha iyi bilebilecek bir durumdadır.

Bu durumda, bir prensin buyruklarına karşı konulabilir mi sorusu karşımıza çıkar. Bunun bir ölçütü olması gerekir. Aksi halde, siyasal topluluğun bağlantıları yerinden oynar ve ortalıkta düzen yerine anarşi ve kargaşalıktan başka bir şey kalmaz. Öyleyse, adalete ve yasaya aykırı olan zorlamadan başka bir şeye karşı güç kullanılmamalıdır.

Locke, insanların sosyal sözleşme ile kurdukları siyasal toplumun ve yönetimin üç durumda yeniden kurulacağı gibi bir sonuca ulaşmaktadır. Bunlardan ikisi, yönetimin gaspedilmesi ve tiranlık (zorbalık) hallerinde -ki bunlar esasen yasama gücünün kötüye kullanılması ve sınırlarının ortadan kaldırılmasıdır- direnme hakkını doğurmaktadır. Direnme (devrim) hakkının kullanılması sonucunda, yeniden orijinal sözleşmedeki koşullarla yeni bir yönetim kurulacaktır. Dolayısıyla, özünde topluluğun sahip olduğu yasama hakkı hiçbir şekilde devredilemez. Locke’un, yönetimin yeniden kurulabilmesi bakımından öngördüğü üçüncü durum ise, yönetimin çözülmesidir ve burada da temel kriter yasamadır.

C. Yönetimin Çözülmesi

Locke’a göre, yönetimin çözülmesinden açıklıkla söz etmek isteyen birisi, her şeyden önce, toplumun çözülmesiyle, yönetimin çözülmesini birbirinden ayırmalıdır. İnsanlar topluluğu meydana getirirken, gevşek doğa durumundan çıkıp siyasal bir toplum haline geçmek ve ayrı bir devlet olmak için anlaşmışlardır. Bu birliğin çözülmesinin olağan ve hemen hemen tek yolu ise, ülkelerini fetheden bir yabancı gücün akınıdır. Böyle bir durumda, bir deprem sonucunda enkaz yığını haline gelmiş bir evin duvarları nasıl dayanıklı olmazsa toplumun çözüldüğü yerde de yönetimin olması öylece olanaksızdır.

Yönetimlerin bu dışarıdan yıkılmasının yanı sıra içeriden de çözülebilmeleri mümkündür.

Bir defa, yasama organının değişmesiyle yönetim çözülür. Yasama organı parçalanır ya da kaldırılırsa, ardından çözülme ve ölüm gelir. Çünkü, yasama organı toplumun özü ve birliği, yegane iradesidir. Çoğunluk yasama organını bir kere kurunca, iradenin açıklanmasını ve yerine getirilmesini o sağlar. Halkın onayı ve atamasıyla yetkilendirilmiş kişilerin yönetimi altında halkın birliğinin sürekli olmasını sağlayan yasama organının kurulması, toplumun ilk ve temel yasasıdır.

İkinci olarak, yönetimin bozulması, otorite sahiplerinin iktidarlarını kötüye kullanmaları durumunda ortaya çıkar. Ancak bu durum, yönetim biçimlerine göre değişiklikler gösterir.

Yönetimin çözülmesinin bir diğer nedeni ise, yasama ya da yürütme güçlerinin, kendilerine verilen yetkilere aykırı hareket etmeleridir.

Bütün bu durumların gerçekleşmesi halinde halkın çözülen yönetimin yerine bir yönetim kurma hakları doğar.

SONUÇ

John Locke, siyasal düşünceler tarihinde oldukça önemli ve seçkin bir yere sahiptir. Doğal hukuk düşünceleri arasında yer alan Locke’a seçkin bir yer kazandıran şey ise, oldukça sağlam bir mantıkla işlemiş olduğu teorisidir. Locke’un teorisi, bir çok bakımdan günümüzde de büyük bir önem taşımaktadır. Her şeyden önce John Locke, çağdaşı olan Hobbes’tan farklı olarak orta sınıfın iktidardan pay alabilmesinin bir anlamda sözcülüğünü yapmış ve teorisini hazırlamaya çalışmıştır. Buna karşılık Hobbes ise, yavaş yavaş ortaya çıkan orta sınıfın, iktidarın koruması altında gelişmesini hedeflemişti. Bu bakımdan klasık liberal anlayışın köklerinin bir çoğunu Locke’da bulabilmek mümkündür. Locke, aynı zamanda liberalizmin öncülerinden ve kurucularından birisi olarak kabul edildiği gibi Amerikan Devrimini ve ilk yazılı Anayasanın ortaya çıkışını fikirleriyle önemli ölçüde etkilediği de savunulmaktadır.

Locke’un mülkiyete verdiği anlam ve önem, teorisinin temel taşını oluşturur. O’na göre mülkiyet, insanların canlarının, özgürlüklerinin ve mal varlıklarının bir bütün olarak ifadesidir. Her şey, bu mülkiyetin korunması ve geliştirilmesi esasına dayanmaktadır. Bunu sağlayacak en önemli unsur ise, yasama gücünde odaklaşmaktadır.

Locke, teorisinin başından sonuna kadar, yasaya ve yasamaya atfettiği değeri korumuştur. İnsanlar ve mülkiyetleri, doğa durumunda doğal yasanın korunması altındadır. İnsanlar, doğa durumunda özgür olmakla birlikte, doğa durumunun sakıncalarından mülkiyetlerinin daha iyi korunması ve geliştirilmesi amacıyla toplum haline geçmişlerdir. Doğal yasanın zorunlulukları toplum halinde de devam etmekle beraber, insanlar daha iyi yönetilebilmek için rızalarına (çoğunluğun oybirliğine) dayanan ve iradelerini yegane açıklayabilecekleri yer olan yasama organını öncelikle kurmuşlardır.

Toplumun siyasal bir kimliğe bürünmesi, diğer bir ifadeyle, insanların devlette birleşmesi, beraberinde uygar yönetimi getirir. Çünkü bu şekilde aralarındaki anlaşmazlıkları adaletle çözümleyecek bir üst gücün varlığı ortaya çıkmaktadır. Bu uygar yönetimin temelidir ve en üstün gücü de yasamadır. Her şey dayanağını yasamadan ve yasalardan alır. Buna aykırı olanların tamamı ise meşru olmaktan uzaklaşır.

Yasamanın herhangi bir şeklide uğrayacağı zarar ve yasalara aykırı olarak bir gücün kullanılışı, toplumdan beklenilen faydayı da gerçekleşilmez kılar. Çünkü, insanların mülkiyetlerinin korunması buna bağlıdır. Böyle bir durumun ortaya çıkması halinde ise, insanların yasamayı ve yasaları, dolayısıyla da mülkiyetlerini korumak için direnme ve devrim hakkı doğar. Çünkü, devletin görevi ve varlık nedeni bireylerin hak ve özgürlüklerinin korunması olup, bireyler de bu şartla siyasal otoriteye itaat etmektedirler. Bu nedenlerden ötürü, Locke’un öğretisi tam anlamıyla liberaldir.

John Locke, “tamamen yeni, daha önce hiç bilinmeyen şeyler söylememiştir. Orijinal görüşleri mülkiyet konusunda odaklaşmakla beraber, fikirlerini etkili ve oldukça sistematik biçimde ortaya koymaya çalışmıştır”. Locke’un mülkiyet kavramına verdiği geniş anlam ve bunun yasama gücü ile esas olarak korunabileceğini savunması, daha sonra iyice yerleşecek ve yaygınlaşacak olan parlamenter meşruiyet anlayışına oldukça büyük katkılar yapmıştır.

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP