JOHN LOCKE'UN SİYASET TEORİSİNİN TEMEL KAVRAMLARI ve YASAMA GÜCÜ - 3

IV. YASAMA GÜCÜ

A. Yasamanın Kaynağı

Locke’un yasama gücünü, devlet gücünün topluluğu ve bu topluluğun üyelerini korumak için nasıl kullanılacağını açıklama hakkına sahip güç olarak tanımladığını yukarıda belirtmiştik. Bu yasama gücü nasıl ortaya çıkar ve kaynağı nedir?

Locke’a göre devlet, topluluğun üyelerinden herhangi birisine dışarıdan bir başkasının verdiği zararı bir cezalandırma gücüdür. Bu, aynı zamanda savaş ve barış yapma gücüdür. Yine devlet, topluluğun üyelerinin arasında işlenmiş olan çeşitli suçlara hangi uygun cezanın verileceğini saptamak konusunda bir güçle ortaya çıkar. İşte bu güç, yasama gücüdür. Yasama gücünün ortaya çıkması toplumun üyelerinin tamamının mülkiyetini olabildiğince korumak içindir. Ancak, unutulmaması gereken, uygar topluma giren ve herhangi bir devletin üyesi olan herkesin, doğa yasasına karşı işlenmiş suçları cezalandırma güçlerini bırakmış olduklarıdır. Dolayısıyla da, suçları yargılama yetkisini yasama organına vermişlerdir. Yasama organı, gerçekte topluluğun kendisi ya da temsilcileri tarafından yapılmıştır. Bunun anlamı, devletin yargılarının aslında kendi yargıları olmasıdır ve bu nedenle, kendi gücünü kullanması konusunda devlete dilediği zaman kullanacağı bir hak vermiş olmasıdır. İşte, yasama gücünün (ve aynı zamanda yürütme gücünün) kaynağı buradadır.

İnsanlar siyasal toplumu kurduklarında barış ve güvenlik içinde mülkiyetlerinin zevkine varmak isterler. Bunun için de, toplumda yasaların yapılmasını sağlayacak en büyük aygıt ve araçlara ihtiyaç vardır. İşte, bu bütün devletlerin ilk ve temel pozitif yasası olup, aynı zamanda yasama gücünü kurmaktadır. Bu, toplumun, toplumdaki her bir kişinin ve kamu iyiliğinin korunması için yasamanın kendisini de yöneten ilk ve temel doğal yasa gibidir.

Locke, yasama gücünün, aynı zamanda da yürütme gücünün kaynağını halka indirgemektedir. Bunun anlamı, iktidarın kaynağının bireylerin iradelerinin dışında aranamayacağıdır. Dolayısıyla, başta monarşiler olmak üzere, siyasal iktidarların kaynağına ilişkin olarak o zamana değin kabul edilen meşruluk anlayışını reddetmektedir. Bir diğer ifadeyle, Locke siyasal toplumun doğuşunu özgür insanların istek ve iradelerine dayandırmakta, dolayısıyla da meşru bir yönetimin doğuş biçimini buna bağlamaktadır.

B. Yasamanın Niteliği, Kapsamı ve Sınırları

Hayek, liberalizmin tarihiyle aynı olan anayasacılığın tarihini, en azından Locke’dan bu yana egemenliğin pozitivist anlaşılış biçimine ve onun müttefiki olan kadiri mutlak devlet anlayışına karşı mücadelenin tarihi olarak nitelemektedir. Bu ifadelerin kökeninde yatan durum ise, Locke’un yasama gücüyle ilgili görüşleridir.

Locke’a göre yasama gücü sadece devletin üstün gücü değildir. Aynı zamanda, topluluğun ellerinde kutsal ve değiştirilmez bir yere sahiptir. Yasama gücü, toplum kurulurken, toplumu rızalarıyla kuranların oluşturdukları otoriteye ait olup, başka hiçbir kimseye ya da güce ait değildir. Meşru otorite toplum kurulurken bu gücü kullanma yetkisinin verildiği organdır.

İnsanlar bir merasimle topluma bağlanırken, topluma karşı itaat borcu altına girmişlerdir. Bunu ifaya sadece toplumun kuruluşunda kararlaştırılan ve yasalar tarafından açıklanan üstün güç zorlayabilir. Ne herhangi bir yemin, ne herhangi bir yabancı güç ya da toplumdaki herhangi bir tali güç üyelerin güvenliğine uygun olarak kurulan yasamaya itaatten toplumun hiçbir üyesini ayıramaz. Toplumdaki üstün olmayan herhangi bir güce bağlanan birisinin durumu ciddiye alınmaz. Her toplumdaki üstün güç olan yasama gücü bir ya da daha fazla kişiye süreli ya da süresiz olarak verilebilir.

Yasama gücünü bu şekilde niteleyen Locke, yasamanın sınırlı bir güç olduğunu “Hoşgörü Üzerine Bir Mektup” adlı eserinde şu şekilde ifade etmektedir: “İnsanlar... malvarlıklarını korumak amacıyla, karşılıklı yardımlaşmalarını sağlayan toplumlara girmelerine rağmen, ya kendi vatandaşlarının yağmacılığı ve hilekarlığı veya yabancıların düşmanca şiddeti nedeniyle bunları kaybedebilirler. Bunlara engel olmanın çaresi (dış güçlere karşı) silahlar, zenginlik ve kabalık bir vatandaş topluluğu; (iç tehlikelere karşı) ise kanunlardır. Bütün bunların yükümlülüğü ise, toplum tarafından sivil yönetime verilmiştir. Bu esastır, bu kullanma hakkıdır her devlette ki (en yüksek dereceli) güç olan kanun koyucu gücün sınırlarını teşkil ederler”.

Locke, yasama gücünün sınırsız bir iktidar olmadığını çok açık ve kesin olarak ifade etmekle kalmaz yasamanın keyfiliğine karşılık dört sınırlamayı da açıkça belirtir.

İlk olarak, yasama halkın yaşamı ve malı üzerinde dilediği şeyi yapamaz. Doğa durumunda hiç kimsenin başkasının canı, malı ve özgürlüğü üzerinde ihtiyari bir gücü yoktur. Bu nedenle, siyasal topluma geçilirken, kimsenin sahip olmadığı böyle bir ihtiyari gücü yasa yapıcılarına vermeleri söz konusu değildir. Dolayısıyla, yasama gücü insanların siyasal toplumu kurarken sahip oldukları hak ve yetkilerle sınırlıdır. En büyük sınır ise, kamu iyiliğidir. Yasamanın görevi insanların canlarını, özgürlüklerini ve mülkiyetlerini korumak olduğuna göre, bu amaçla kurulan yasamanın kişileri köleleştirme, yoksullaştırma hakkına sahip olması mümkün değildir. Doğa yasasının zorunlulukları toplum halinde bitmez. Doğa yasası bütün insanların sonsuza dek ayakta kalacak kurallarıdır. Üstelik doğa yasasının temeli insanlığın korunması olduğuna göre, yasa yapıcılar doğa yasasına uygun kurallar yapmak durumundadır.

İkinci olarak, yasama irticalen alınan ihtiyari kararlar ile bir güç kullanamaz. Yasama, sabit yasalarca yetkilendirilmiş yargıçlar eliyle ve buyruk altındaki hakları yürürlüğe koyarak, adalet dağıtmakla sınırlıdır. Doğa yasası, insanların tutkuları yüzünden yanlış kullanılabilir ve yargının kurulmadığı yerde insanları yanlışlıklarına ikna edebilmek kolay değildir. Yasama gücünün sözcüsü, uygulayıcısı ve özellikle her bir yerdeki yargıcı insanların yaşamlarının bağlı olduğu mülkiyetlerini ve haklarını sınırlamak suretiyle hizmet edemez. Oysa asıl amacı hizmet etmektir. Üstelik insanlar doğa durumundan topluma geçerken barış, huzur ve mülkiyetlerinin korunması için duydukları aynı şüphe ile kendilerini yöneteceğini düşünerek yasama gücünü topluma koymuşlardır.

Üçüncüsü, yasama insanların izni olmadan onların mülkiyetinin hiçbir parçasını alamaz. İnsanlar topluma girerlerken mülkiyetlerinin korunmasını amaçladılar. Yönetimin de amacı budur. Bununla birlikte, yönetimlerin giderleri vardır ve bunların karşılanması için insanlar varlıklarından bir oranı, bunların korunmasının karşılığı olarak ödemelidirler. Bu olmaksızın yönetimler ayakta kalamazlar. Fakat bu kendilerinin ya da seçtikleri temsilcilerinin iznine bağlı olarak gerçekleştirir. İnsanların izni olmaksızın, hiç kimse halkın vergisini zorla alamaz. Aksi halde, mülkiyetin temel yasasına saldırılmış olur.

Dördüncü ve son olarak da, yasama yasa yapma gücünü başkasına devredemez. Çünkü, yalnızca halk yasama gücünü kullanacakları belirleme hakkına sahiptir.

Her devlette, bütün yönetim biçimlerinde yasamanın sınırları bunlardır. Bu, doğa ve Tanrı yasası olup topluma koyulmuştur. İnsanlar, aralarında ayırım yapılmadan yürürlüğe konan yasalarla yönetilir. Bu yasaların amacı halkın iyiliği olmalıdır. Mülkiyetten vergi alınması halkın doğrudan ya da temsilcilerinin iznine bağlıdır. Yasama, yasa yapma gücünü başkasına devredemez ve bu gücü belirleme yetkisi halka aittir.

Locke yasama gücünü böylece ifade etmek suretiyle, yasa koyucunun sınırsız gücü olmadığını, aksine yasama yetkisinin belirli bir tarzda hareket etme yetkisi olduğunu savunmaktadır. Yasama yetkisini elinde bulunduranlar, sadece genel kurallar yapmalıdırlar. Locke’un bu savunusu özellikle İngiliz İç Savaşı sırasında parlamentonun yetkilerini kötüye kullanmasından ötürüdür. Parlamentonun bu tutumu, eski Whiglerin onsekizinci yüzyıla kadarki doktrini olan yasama meclislerinin de sınırlamaya tabi tutulması anlayışını doğurmuştur. Bu görüşün en meşhur ifadesini ise, Locke yukarıda ifade edilen görüşleriyle dile getirmiştir. O’na göre yasama gücü belirli bir şekilde hareket eden otorite olup, belirli durumlarda değiştirilemeyecek ve ilan edilmiş yerleşik kanunlarla yönetmelidirler.

C. Yönetim Biçimleri-Yasama İlişkisi

Locke’a göre, toplumda insanların üzerinde ilk birleştiği şey, topluluğun bütün gücüne çoğunluğun sahip olduğudur. Topluluk için yasalar yapıldığında bu gücün tamamı kullanılabilir ve onların atadığı memurlar tarafından bu yasalar yürütülür. Yönetimin bu biçimi tam bir demokrasidir.

Eğer seçilen birkaç kişi ve onların varisleri veya haleflerinin ellerine yasaları yapma gücü verilmiş ise, bir oligarşidir; ya da bir kişinin eline bırakılmış ise, bu bir monarşidir; eğer ona ve varislerine aitse bir ırsi monarşi; eğer kayd-ı hayat şartıyla olup ölümü üzerine bir halef atama gücü halka geri dönerse bir seçimli monarşi söz konusudur.

İnsanlar iyiyi düşündüğünden, topluluk bundan dolayı, yönetim biçimlerini karıştırmak ve birleştirmek suretiyle karma bir yönetim biçimini de belirleyebilir.

Eğer yasama gücü çoğunluk tarafından ilk olarak bir veya birkaç kişiye yaşamları boyunca verilmiş ise ya da sınırlı bir zaman için verilmişse, bundan sonra üstün güç tekrar insanlara döner. Bu şekilde geri döndüğünde topluluk istediğine yeniden bu gücü verebilir ve böylece yeni bir yönetim biçimi kurulabilir. Bundan sonra yönetim biçimi, yasama gücünün görevlendirilmesiyle bağlanır. İkinci derecede bir gücün bunu tasarlaması imkansız olup üstün yasa yapıcıdan daha yüksek herhangi bir emretme yetkisi yoktur. Bundan dolayı devlet biçimini bu şekilde belirleyen yasa yapıcı güçtür.

Görüldüğü üzere, Locke yönetim biçimlerini belirlerken, kriter olarak yasama gücünü kullanan kişi ya da kişileri ele almaktadır. Böylece, siyasal sistemin odağına siyasal toplumu oluşturan bireylerin ya kendilerinin ya da temsilcilerinin oluşturduğu yasama gücünü oturtmakta, mutlak monarşinin meşruluk temellerini reddetmektedir.

Bununla birlikte, demokratik yönetimin işleyişinde çoğunluk kuralı eleştirilmiştir. Russell’a göre, Locke’un uygar toplum daha büyük bir saygının gerekli olmadığı konusunda uzlaşmadıkça çoğunluk kuralı geçerledir yaklaşımı görünüşte demokratiktir. Çünkü, Locke kadınları ve yoksulları yurttaşlık hakları dışında bırakmıştır. Dahl’da bir bakıma Locke’un yurttaşlık bakımından sınırlı bir kategorik nitelendirmede bulunmakla, demosa üye olmak bakımından kategorik ve nitelendirilmemiş bir hakka sahip olduğu yolundaki kendi görüşünü, bunun gerçekten kendi görüşü olması koşuluyla torpillemiş olacağını ifade etmektedir. Bunlara rağmen, Locke’un yurttaşların onayına dayanan bir yasama ve yürütme gücünü öngörmesi her şeyden demokratiktir ve sınırlı yurttaşlık haklarının ortadan kaldırılması için henüz çok erkendir.

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP