YUNAN KUŞKUCULUĞUNUN BİLGİNİN OLANAKSIZLIĞIYLA İLGİLİ KANITLARI (... devam )

Bulundukları yere bağlı olarak da, nesnelerin farklı görünüşlerinden söz edilebilir: Buna göre, mum ışığı, gündüz sönük, akşam karanlığında pariak görünür. Aynı sopanın, suda eğri, suyun dışında doğru göründüğü söylenir. Yumurtalar, kuşun karnında yumuşak, dışanda katıdır. Durum ya da konumları da, nesneleri farklı gösterir: Örneğin, aynı resim yere yatırıldığında düz, belli bir açıya yerleştirildiğinde, onun girinti ve çıkıntıları varmış gibi görünür. (Pir. Anahat /, 118- i 19) Sekstus, bir şeyi her zaman belli bir yerde, belli bir durum ya da konumda ve nihayet belli bir mesafeden gözlemlediğimiz, hiçbir nesne söz konusu temelden bağımsız olarak algılanamadığı, nesnelerin yer, durum ve özneden olan uzaklıkları farklı izlenim öbeklerine yol açarken, bizim bu öbeklerden, diğerlerini değil de, belli birisini seçmek için geçerli hiçbir ölçüt ya da nedenimiz bulunmadığından doiayı,burada da yargıyı askıya almanın zorunlu oiduğu sonucuna varır (Pir. Anahat. I,120).

Altmcı kanıta geçtiğimizde, bunun da bir bölümüyle algılanan nesneyle ilgili olduğunu görüyoruz. Söz konusu kamt ta, en azından diğerleri kadar ağırlıklı olup, ilk kez aklı gündeme getirdiği için, belki de diğerlerinden daha önemlidir. Akla ilişkin tartışmayı, sona, genel değerlendirmeye bırakarak, kanıtı şu şekilde aktarabiliriz:

"Altıncı kanıt, karışımlara bağlı olan kanıttır. Bu kanıta göre, varolan
hiçbir nesne, bize hiçbir zaman kendi başına bir etki yapmadığı, fakat
bizde, çoğunluk bir şeyle birlikte bir izlenim bıraktığı için, dıştaki nesne
ve onunla birlikte gözlenen faktörün sonucu oian karışımın neye benzediğini
söylemenin mümkün olmakla birlikte, dıştaki nesnenin tam olarak
neye benzediğini söylemenin pek mümkün olduğu sonucunu çıkarsayabiliriz.
Dıştaki hiçbir nesnenin kendi başına bir etki yapamadığı, fakat her zaman
bir şeyle birlikte etki yaptığı ve buna bağlı olarak farklılık gösteren bir şey
olarak gözlemlendiği, sanırım herkes için açıktır. Örneğin, derimizin rengi
sıcak havada farklı, soğuk havada farklı görünür ve biz, rengimizin doğası
itibariyle ne olduğunu değil, fakat yalnızca, bunlardan biriyle birlikte
gözlenmiş olmasına bağlı olarak, neye benzediğini söyleyebiliriz. Aynı
ses, temiz havada farklı, kirli havada farklı görünür" (Pir. Anahat., I, 124-125)

Kanıtın bu bölümünde, yalnızca öznenin dışındaki nesneyle ilgili karışımlardan söz eden Sekstus, bunun ardından içsel ya da özneyle ilgili karışımlara geçer. Buna göre, gözlerimizin içinde, zarlar ve sıvılar vardır ve buniarın da kendi renginden söz edilmelidir. Gözlerimiz kendi doğal renginden yoksun olup, sarılıkla sarardığı, kanlanıp kırmızılaştiğı zaman, dıştaki nesneler, bize sarı ya da kırmızı görünür. Buna göre, sarılığı olan birisi için, salt nesneler tarafından yaratılan izlenimlerin gözün kendisinin rengiyle karışmasından dolayı, bu nesneler farklı görünür.

Dolayısıyla, algılayan özneler, nesnelerin gerçekte nasıl olduklarını söylemek yerine, bütün bu dışsal ve içsel karışımların sonucu ya da ürünü olan görünüş ya da izlenimlere sahip olabilirler.
Yedinci kanıt, salt nesnenin kendisiyle ilgilidr. Buna göre, bir şey, kendisini algılayan özneden, büyük ya da küçük miktarda, yığın hâlinde ya da bölünmüş hâlde, birleşmiş ya da dağılmış, v.b.g., olmasına bağlı olarak farklı izlenimlerin doğmasına neden olur. Örneğin, gümüş, işlenirken çıkan eğe talaşlarına bakıldığında siyah, bir bütün olarak alındığında, etkileyici bir beyazlık içinde görünür. Kum taneleri dağılmış olarak alındığında, pürüzlü ve itici görünürken, yığın olarak görüldüğünde, algıyı yumuşak bir biçimde etkiler. Şarap ölçülü ve belirli bir miktarda alındığında,
bedeni güçlendirir, fakat çok içildiğinde insanı sarhoş edip, zayıf düşürür. Yemek, az ve ölçülü yendiğinde, insanı besler ve ona keyif verirken, çok yendiğinde, mideyi bozup hasta eder (Pir. Anahat., I, 129-131 ).

Kuşkucular, yedinci kanıtta, bütün bunlardan hareketle, bizim nesnelerin göreli olarak, yani nicelik ve kompozisyonlarına bağlı olarak, neye benzediğini söyleyebileceğimizi, nesnelerin kendinden, kendi başına ne olduğunu, onların gerçek doğasının nasıl olduğunu asla söyleyemeyeceğimiz sonucunu çıkartırlar. Buna göre, nesnelerin, sahip oldukları niceliklerine, sergiledikleri kompozisyona bağlı olarak nasıl göründüğünü söylemekle birlikte, onların kendi, içinde, nicelik ve kompozisyonlarından bağımsız olarak ne oldukları konusunda yargıyı askıya almamız gerekir (Pir. Anahat., I. 132).

Sekizinci kanıt, özne ve nesneyi birlikte değerlendiren, daha önceki kanıtları bir anlamda özetleyen ve kendisinden kuşukuculuğa geçmek için yalnızca tek bir adımın fazlasıyla yeterli olduğu görelilikle ilgili kanıttır. Herşeyin göreli olduğunu, evrende göreli olmayan bir şey bulunmadığını, oysa yalnızca mutlak olan ve göreli olmayan şeylerin bilinebildiğim, bundan dolayı evrendeki hiçbir şeyin bilinemeyeceğini ifade eden kanıtı, Sekstus şu şekilde aktarmaktadır:

"Sekizinci kanıt, görelilikten türetilen, ve bizim kendisiyle, herşey göreli olduğu için, şeylerin bağmsız bir biçimde ve kendi doğalarında ne olduğuyla ilgili olarak yargıyı askıya almamız gerektiği sonucunu çıkardığımızkanıttır. (Başka yerde olduğu gibi) burada da, "görünür" yerine, "dır"ı kullanmakla birlikte, örtük olarak, herşeyin göreli göründüğünü anlatmak istiyoruz.

Bununla birlikte, bunun, önce (dışta varolan ve yargılanan nesne, yargılayan özneye göreli göründüğü için) yargılayan özneye göreli olma, ve, tıpkı sağın sola göreli olması gibi, başka bir anlam içinde, kendisiyle birlikte gözlemlenen şeylere göreli olma gibi iki anlamı vardır.

Daha önce herşeyin , (bir şey bir hayvana, bir insana, bir duyuya ve belli bir karışıma, belli bir kompozisyon, nicelik ve duruma göreli göründüğü için) onunla birlikte gözlemlenen şeyler bakımından göreli olduğu sonucunu çıkartmıştık. Şimdi de, daha özel olarak, herşeyin şu şekilde göreli olduğu sonucunu çıkarsayabiliriz: Göreli olanlar bir farklılıktan dolayı her ne ise o olan şeylerden farklılık gösterir mi, göstermez mi? Farklılık göstermiyorsa eğer, bu ikinciler de görelidir, fakat farklılık gösteriyorsa eğer, bu takdirde, farklılık gösteren herşey göreli olduğu için, bir farklılıktan dolayı her ne ise o olan şeyler göreli olacaktır.

Dogmatiklere göre, varolan bazı şeyler en yüksek cins, diğerleri en aşağı tür, ve diğerleri de, hem cins ve hem de tür olarak varolur. Fakat bütün bunlar görelidir. Şu hâlde, herşey görelidir" {Pir. Anahat., I, 135-138).

Kanıt, buradan da anlaşılacağı üzere, tüm nesnelerin, hem kendilerini algılayan, yargılayan öznelerle olan ilişkilerden ve hem de kendilerinden ayrılmaz olan karışım ve koşullardan etkilendiğini, dolayısıyla, hiçbir şeyin bu ilişkilerden bağımsız olarak, varolduğu şekliyle bilinemeyeceğini, varolanların söz konusu ilişkilerden bağımsız olan gerçek doğalarıyla ilgili olarak yargıyı askıya almak gerektiğini ortaya koymaktadır.

Kuşkucuların, Diogenes, ve Sekstus Empirikos tarafından aktarılan dokuzuncu kanıtı ki bu da diğerleri gibi görünüşü aşıp, gerçekliğe ulaşmanın, nesnelerin gerçek doğasıyla ilgili bilgiye sahip olmanın imkânsızlığını göstermektedir, sık ve seyrek oluşumlarla ilgilidir. Bir şeyin, onunla sık sık karşılaşıldığı zaman başka, az karşılaşıldığı takdirde daha başka göründüğünü dile getiren kanıtı, Sekstus şu şekilde aktarmaktadır:

"Güneş bir kuyruklu yıldızdan daha az çarpıcıdır; fakat güneşi sık sık,
kuyruklu yıldızları ise, çok seyrek olarak gördüğümüz için, kuyruklu
yıldızlardan (onun gerçekte, tanrısal bir işaret olduğunu düşünecek kadar)
çok etkileniriz, ama güneş bizi hiç etkilemez. Oysa, güneşi seyrek olarak
doğan ve batan, herşeyi birden aydınlatıp, aniden karanlığa gömen bir şey
olarak düşünseydik, bu takdirde güneş bizim için çok çarpıcı hâle gelirdi.
Depremler de, onu ilk kez yaşayan insanlarla, depreme çok alışmış insanları
aynı şekilde şaşırtmaz. Deniz, onu ilk kez olarak gören biri için ne kadarda
etkileyicidir! Dahası, bir insan vücudunun güzelliği, ilk kez olarak
ve aniden görüldüğünde, bizi çok heyecanlandırır, oysa o alışılmış bir
görüntü olduğu takdirde, hemen hiç etkilemez.

Seyrek rastlanan bir şeyin değerli olduğu düşünülür, fakat alışılmış ve
kolaylıkla elde edilebilir olana pek değer verilmez. Örneğin, suyun az ve
seyrek olduğunu düşünseydik, bu takdirde o bize, değerli görünen herşeyden
çok daha değerli görünecekti, Ya da altının, nicelik bakımından, taşlar gibi
yerlere yayılacak kadar çok olduğunu bilseydik, bu takdirde kim, onu kilit
altına alacak kadar değerli bulurdu?

Öyleyse, aynı nesneler bizi sıklıkla ya da seyrek olarak etkilemelerine bağlı
olarak, şimdi çarpıcı-ve değerli hem görünüp hem de görünmediği için,
buradan hareketle, hu nesnelerin, bizi sıklıkla ya da seyrek olarak etkilemelerine
bağlı oiarak nasıl göründüğünü hiç kuşku yok ki söyleyeceğimiz, fakat dışarıda
varolan nesnenin ne olduğunu söyleyemeyeceğimiz sonucunu çıkarsınız
(Pir. Anahat, /, 141-144).

Varolanların sık ve seyrek olarak görünmelerinin bir göreliliğe yol açtığını, şeylerin mutlak olarak, kendi başına ya da kendi içinde değerli veya çarpıcı olmadığını fakat biri için, belirli koşullar altında, sık ya da seyreklikle görünmeye bağlı olarak çarpıcı ya da değerli olduğunu, bizim nesnelerin sık sık ya da seyrek bir biçimde ortaya çıkışlanna bağlı olarak, yalnızca nasil göründüklerini söyleyebileceğimizi, ama gerçek doğalanyla ilgili olarak hiçbir iddiada bulunmamamız gerektiğini savunan bu kanıttan sonra gelen onuncu kanıt, kuşkuculuğu bilgi alanından değerler alanına yansıttığı için, ilginçtir.

Değerler alanına da yansıyan mutlak bir göreceliği savunan, yaşam biçimleriyle, yasa ve geleneklerle, efsanelere duyulan inanç ve dogmatik kabullerle ilgili farklı görünüşlerin değerlerle ilgili gerçekliği gizlediğini dile getirerek, görecilikten kuşkuculuğu çıkarsayan bu kanıta göre, Etiyopyalılar bebeklerine dövme yaparken, Yunanlılar için böyle bir şey söz konusu olmaz. Hintliler eşleriyle açıkta beraber olurken, diğer uluslar bunu ayıp sayarlar, Roma'da babasının mirasından vazgeçen kişi, onun borçlarını ödemezken, Rodos'ta ölen babanın borçları, her halükârda ödenir. Bazı insanlar ruhun ölümlü olduğunu, diğerleri ise ölümsüz olduğunu; bazıları, Tanrıların insanlann işlerine müdahale ettiğini, diğerleri ise, onların insanların işine hiç karışmadığını savunurlar. Yine kanıta göre, eşcinsel ilişkiler İran'da olağan karşılanırken, Roma'da yasa yoluyla engellenir. Yine, Mısır'da insanlar kardeşleriyle evlenirken, böyle bir şey Yunan'da yasaklanmıştır (Pir. Anahat, /, 148-155).

Aynı durum Tanrı konusu için de, geçerlidir. Tıpkı Eleah Ksenophanes gibi, antropomorfık bir tavra karşı çıkan kuşkucu görüş, Tanrılarla ilgili görüş ve düşüncelerimizin, Tanrılarla ilgili gerçek olgulara değil de, yalnızca kendimizle ilgili olgulara dayandığını, hal böyle olduğu için de, Tann konusunda bir bilgiye sahip olamayacağımızı ve dolayısıyla yargıyı askıya almamız gerektiğini belirtir.

Hiçbir şeyin kendi içinde güzel ya da çirkin, doğru ya da eğri olmadığım, en azından bizim bir şeyin güzel ya da çirkin olduğundan emin olma olanağımız bulunmadığını, dışımızdaki şeylerin bizim açımızdan en küçük bir farklılık yaratmadığını savunan kuşkucu anlayışa göre, bilge kişi, bu kanıtlarla bilginin imkânsız olduğunu gördükten sonra, bu durum karşısında yalnıca ruh sükûnetine ulaşmaya, ve bu ruh hâlini korumaya çalışacaktır. Bilge insan da, herkes gibi belli bir biçimde eyleme ihtiyacındadir ve o da, en azından temel ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla, pratik yaşama katılır. O, bu çerçeve içinde, insanın mutlak doğrulara ulaşmasının olanaksız olduğunu bilerek, herkes gibi davranır, geleneklerin, örf ve adetlerin, doğru çıkması muhtemel görüşlerin sadık izleyicisi olur. Zira, bizi eylemlerimizde yönlendirecek olan şey, görünüşlerden başka bir şey değildir.

Bu açıklamalardan sonra, argüman ya da kanıtlarla ilgili değerlendirmelere geçtiğimizde, hepsinin aynı genel yapıya sahip olduğunu görüyoruz. Birinci kanıta, göre, aynı a'H hayvan türüne Y, H hayvan türüne ise Y olarak görünmekte olup, söz konusu hayvan türleri arasında bir tercihte bulunamayacağımızdan, a'nın gerçekte ne olduğuyla ilgili olarak yargıyı askıya almamız gerekir; ikinci kanıta göre, a A kişisine Y, B kişisine Y* olarak görünmekle birlikte, kişilerin yargıları arasında bir tercihte bulunmamız söz konusu olmadığı için, a ile ilgili olarak hüküm vermemeliyiz. Yine üçüncü kanıta göre, a G duyusuna Y, D duyusuna Y şeklinde görünürken, bizim G ve D duyulan arasında bir tercihte bulunmamız olanaklı değildir; dördüncüsüne göre, a K durumunda bulunan kişiye Y, daha sonra K durumunda olan aynı kişiye Y şeklinde görünmektedir; bununla birlikte, K durumunu K durumuna tercih etme olanağı bulunmadığından, yargıyı askıya almak gerekir. Beşincisine göre ise, a U uzaklığında Y, U~ uzaklığında Y* olarak görünür; fakat çatışan bu görünüşlerden biri ya da diğerini seçmek söz konusu olmadığı için, yargıyı askıya almak gerekir.

Altıncı kanıta göre, a K karışımında Y, K karışımında Y olarak görünmektedir; yedincisine göre ise, a N niceliğinde Y, N niceliğinde Y gibi görünür; sekizincisine göre, a İ ilişkisinde, Y, İ ilişkisinde ise, Y olarak görünmektedi; dokuzuncusuna göre, a kendisiyle S şıklığıyla karşılaşıldığında Y, S şıklığıyla karşılaşıldığında Y görünmektedir; nihayet, a H hukuğu ya da geleneğinde Y, H hukuğu ya da geleneğinde Y gibi görünür. Çatışan bu görünüşlerden biri ya da diğerini tercih etmek söz konusu olmadığı için, hiç hüküm vermemek, ve susmak gerekir.

Kuşkucu görüşün bu aşamada öne sürdüğü bir argüman daha vardır. Kuşkucuya göre, bir görünüşü diğerine tercih eder ve onun nesnenin bizzat kendisine karşılık geldiğini, nesneyi gerçekte olduğu şekliyle yansıttığını söylerseniz eğer, bu takdirde tercihiniz için, ya bir kanıtlama getireceksiniz, ya da getirmeyeceksiniz. Kanıtlama sunmadığınız zaman, size inanılmayacak, tercihiniz temelsiz olacaktır. Kanıtlama getirdiğiniz takdirde, iki alternatif vardır: Ya kanıtlamanızın yanlış (ki, bu kendi kendinizi yalanlamak anlamına gelir) ya da doğru olduğunu iddia edeceksiniz. Kanıtlamanızın doğru olduğunu iddia ederseniz, yine' bir kanıtlama ya getirecek ya da getirmeyeceksiniz. Bu, böyle adfinitum devam edip gideceği için, aynı nesneyle
ilgili farklı görünüş ya da izlenimler arasında bir seçim yapılamaz; yapılamayacağı için de, görünüşlerin gerisindeki gerçekliğe ulaşılmaz.

Kuşukucunun on kamuyla, çatışan görünüşler arasında bir tercih yapılamayacağını gösteren argümanı gerçekten de sağlam kanıtlar gibi görünmektedir. Bundan dolayı, kuşkucuyu sıkıntıya sokan yön bu kanıtlar değil de, onun susmakla yetinmeyip, görünüşü temellendirmeye kalkışması ve kuşkuculuğunun kaçınılmaz sonucu olarak, aklı hiç hesaba katmaması ya da zihni beyinle özdeşleştiren, empirist bir zihin anlayışına sahip olmasıdır.

Buna göre, çok klasik bir biçimde, epokhe'yi, yani her konuda yargıyı askıya almak gerektiğini savunan biri olarak kuşkucunun, bilginin imkanı konusunda bile olsa, susması, hüküm vermemesi gerektiği söylenmelidir. Başka bir deyişle, kuşkucunun hem epoklıe'yi savunması ve hem de birtakım iddialar öne sürmesi tutarlı değildi; o bir şey söylediği anda, kendisiyle çelişir ki, burası kuşkuculuğun yumuşak karnını oluşturmaktadır. Nitekim, antik Yunan kuşkuculuğunun kurucusu olan Pyrrhon, bunu bildiği için, hiçbir şey yazmamış, yazılı hiçbir şey bırakmamıştır.

îkinci olarak, kuşkuculuğu doğuran şeyin, empirist bir zihin yorumu olduğunu söyleyebiliriz. Bu anlayışa göre, zihin, ancak duyuların rehberliği altında, bir katkıda bulunabilir. Zihnin doğuştan getirdiği düşünceler yoktur, onun tüm malzemesini, duyular sağlar. Bilgi konusunda empirist bir görüş, zihinde daha önce duyulardan geçmeyen hiçbir şey bulunmadığı tezi çok sayıda filozof tarafından benimsenmiştir. Bunanla birlikte, birçok empirist filozof, zihnin çatışan görünüşler söz konusu olduğunda, tutarlılık ve süreklilik gibi ölçütleri temele alarak hakem rolünü oynayacağını söylemiştir.

Oysa, karışımlarla ilgili altıncı kanıtta, kuşkucu görüşlerin temsilcisi olan Sekstus Empirikus, maddî olmayan bir zihin fikrine karşı çıkmış, zihnin fizikî bir doğada olduğunu söyleyerek, onu yürek ya da beyine yerleştirmiştir. Buna göre, görme göze neyse düşünce de bedene odur. Ve tıpkı görme eylemine gözün fizikî özelliklerinin karışmış olması gibi, zihnin faaliyetine de beynin fizikî özellikleri karışır. Ve böyle bir zihnin, duyuların üstünde ve ötesinde bir ölçüt ya da hakem
olabilmesi söz konusu olamaz.

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP