İSLAM DÜŞÜNCESİNİN BİLİM VE FELSEFENİN GELİŞMESİNDEKİ ROLÜ (...devam )

Görülüyor ki İslâm dünyasının çeşitli vesilelerle Batı dünyasına tanıtıcı ve buna bağlı olarak da kurucu ve geliştirici etkileri olmuştur. İslâm dünyasında yetişen bir çok bilim adamı ve düşünürün bazı konularda Avrupalılardan daha önce bilimsel icad ve keşiflerde bulundukları, felsefî sahada bir takım yeni düşünceler geliştirdikleri bilinmektedir. Söz gelişi barut, önce Doğu "da icad edilmiş. İslâm medeniyeti vasıtasıyla Avrupalılarca tanınmış ve ateşli silahlar icad edilerek kullanılmıştır. Aynı şekilde kağıt, matbaa ve pusula da ilk olarak Doğu'da icad edilip kullanıldıktan sonra batılılar tarafından keşfedilmiş ve geliştirilmiştir.

Doğuda ve İslâm dünyasında bilinen fakat bilimin gelişmesi yönünde faydaları tesbit edilememiş olan dolayısıyla da atıl durumda bulunan matbaa ve kağıt, batılılarca tesbit edilir edilmez eğitim ve öğretim faaliyetlerinin hizmetine sunulmuş ve Avrupa'nın kalkınmasında önemli katkıları olmuştur. Aynı şekilde sadece yön tayininde kullanılan pusula da Batılılar tarafından keşfedilince yeni kara parçalarının bulunması için kullanılmıştır. Tarım, tıp, edebiyat, ahlâk gibi alanlarda da Batı'mn İslâm medeniyetinden aldığı epeyce unsurlar bulunmaktadır Kan dolaşımından ilk kez söz eden İbn-i Sînâ ve bunu geliştiren İbnü'n- Nefıs'tir . Fakat ne yazık ki dünya, kan dolaşımını Harvey'den öğrenmiş, bunu onun keşfi olarak tanımıştır. Işığın bir ortamdan diğer bir ortama geçerken kırıldığını ortaya koyan, boşluktaki çekimi isbat eden, kızamık ve çiçek hastalıkları hakkındaki ilk tıbbî tetkikleri yapan. E. Zekeriyya Râzî"dir' İtalyan fizikçisi Toriçelli"den önce hava basıncını ilk defa ortaya koyan, depremde esas sebebin merkezî sıcaklığa dayandığını ifade eden İbn-i Sina'dır'".

Sosyolojiyi bilimleştiren ve tarihi, bir olaylar yığını olmaktan çıkararak tarih felsefesinin temellerini atan İbn-i Haldun'dur. Gezegenlerin sayısının dokuz olduğunu, dünyadaki en ufak bir hareketin bile henüz keşfedilmemiş galaksilerde farkcdildiğini, atomun çok büyük bir güç olduğunu, kontrol altına alınmazsa tahribinin çok tehlikeli olacağını yüzyıllar öncesinden Mevlânâ ortaya koymuştur. "Kitabu'l-Cebir ve Mukabele" isimli eseriyle cebir ilminin kurucusu Harezmî'dir .

Batı felsefesi üzerinde büyük etkileri bulunan İbn-i Sînâ Orta Çağ felsefesini, bilgi teorisi, varlık doktrini ve fertleşme teorisi ile tesir altına almıştır . Goıchon bu konuda şunları söylüyor. "Ortaçağ düşünürlerimizden biri üzerinde bir etüd olmasın ki onun İbn Sînâ felsefesiyle irtibatları etüd edilmemiş olsun. Hatta bu étudler ne kadar fazla derinliğine götiirülürse, İbn Sina'nın sadece onların rahatça başvurdukları bir kaynak değil; aynı zamanda düşüncelerinin üstâdlarından biri olduğu o nisbette daha iyi görülür O. St. Augustin, Aristo, Boece ve St. Jean Damascene "den sonra. Batı" nın inanıp güvendiği çok yüksek birkaç otoriteden biridir. Elbette o tartışılmış ve reddedilmiştir, ama bununla beraber onun etkisi öylesine derindir ki. eğer Batı onu tanımamış olsaydı, Batı düşüncesinin Ortaçağda ne olmuş olacağını hiç bir şey tayin edemezdi."

İbn-i Smâ'nın etkisi yalnızca Orta Çağ filozofları ile sınırlı kalmamış, bu dönem düşünürleri vasıtasıyla Yeni Çağ'da da tanınmış ve mesela Descartes üzerinde dolaylı da olsa bir etkiye sahip olmuştur . Bu örnekleri çoğaltmak mümkünse de konunun ortaya konulması bakımından yeterli olsa gerektir.

Batı Orta Çâğ'da yakından tanıdığı Müslüman düşünürler ve bilim adamlarının eserlerini iyi etüd ederek her sahada kendini yenilemeyi bildi. Dindeki reformasyondan siyasî alandaki yeniden şekillenmeye, edebiyat vc sanattaki rönesansdan bilimdeki gelişmelerine kadar İslâm-dünyasına çok şey borçludurlar.

Bilimin başlangıcının şüphe olduğu hususunda ilk teoriyi Nazzam ortaya attıktan sonra buna Gazâlî daha bir açıklık getirmiştir. Bilgi kaynaklarından her birini tecrübe ederek kesin bilgiye ulaşmaya çalışan Gazâlî. sonunda sezgide karar kılmıştır: böylece "Descartes Metodu na zemin hazırlamıştır. Bilimde gözlem ve deney metodu oldukça önemlidir ve İslâm bitim adamları - söz gelimi E. Z. Râzî tecrübe metodunu ilk uygulayanlardandır- bu metoddan çok faydalanmışlardır. "Bu nedenle, "tecrübî metod'un Avrupa veya Batı'nın bir buluşu olduğuna inanmak tamamıyla yanlıştır...Roger Bacon'ın bilimle ilgili kauamları, onun ünlü adaşı (Fracis Bacon) nın kavramlarından çok daha açık ve seçik ve doğrudur. Ya Bacon ilim ve hikmeti nerede tahsil etti? İspanya (Endülüs)'nın İslâm üniversitelerinde! Gerçekten onun "Opus Majus' adlı eserinin "Perspektif (Menâzır) bahsine ayrılmış olan 5. bölümü. İbn-i Heysem "in "Basariyât" (Optics) adli kitabının hemen hemen bir kopyası gibidir. Ayrıca bu kitap İbn-i Hazm'ın da etkisinde kalınarak kaleme alınmıştır ve her sayfasında bunu görmek mümkündür."

Ancak Batılı düşünür ve bilim adamlarında, İslâm düşünürlerinde gördüğümüz kadirşinaslık örneklerine nadiren rastlıyoruz. İslâm düşünürleri içinde bulundukları kültüre! yapıtım gereği olarak eserlerinde, istifade ettikleri bilim adamı veya filozoflardan hem faydalandıklarını belirtmişler, hem onlardan hürmet ve saygı dolu ifadelerle söz etmişler, hem de yeri geldikçe onları tenkit etmekten geri kalmamışlardır. O halde İslâm düşünürleri. Batılı fikir adamlarının düşünceleri hakkında ne mutlak kabul, ne de mutlak red yolunu benimsemişler, iki tarzın arasını telif ve tevil ederek uzlaştırmacı bir usul takip etmişlerdir" . Halbuki yukarıda verdiğimiz örneklerden de anlaşıldığı üzere Batılı düşünürlerden büyük bir kısmı İslâm dünyasındaki gelişmelerden haberdar olduğu ve hatta istifade ettiği halde bunlardan hiç söz etmeksizin bütün ifadelerinin kendilerine ait olduğunu gösterme yolunu tercih etmişlerdir. Bu durum bilimsel zihniyete uygun olmadığı gibi Batı 'medeniyetinin kaynağının tesbitini de zorlaştırmaktadır. Avrupa uygarlığının başlamasında etkili olan tecrübî metodun ve diğer bir çok bilimsel unsurun kısmen veya tamamen İslâm düşünürlerinden alındığı göz önünde bulundurulursa Batı uygarlığının İslâm medeniyetine çok şey borçlu olduğu ortaya çıkar. "Gerçeğe bakılırsa. Âvrupa. kendi bilimsel metodlannı İslâm ve müslümanlardan ödünç aldığını kabullenmekte bir hayli geç kalmıştır. Fakat en nihayet bu gerçeği kabul etmek zorunda kalmıştır."

Bu bağlamda M. İkbâlin Briflault'ın 'Making of Humanity' (İnsanlığın Oluşumu) isimli kitabından naklettiği ifadeler oldukça anlamlıdır. " Bilim, İslâm medeniyetinin çağdaş dünyaya ihsan ettiği binbir nimetlerin en büyüğü ve en yararlısıdir. Ancak bunun semereleri aradan epeyce zaman geçmesinden sonra görülmüştür Müslüman Endülüs kültürünün karanlıklara gömülmesinin üstünden uzun zaman geçtikten sonradır ki onun doğurmuş olduğu bütün gücü ve haşmetiyle ayağa kalktı. Avrupa'yı yeniden hayata kavuşturan yalnız bilim değildi.

İslâm kültür ve medeniyetinden gelen daha başka ve türlü türlü bir çok tesirler. Avrupa'nın hayatına ilk ışıkları saçtı...Gerçi Avrupa'nın kalkınmasında hiçbir aşama yoktur ki onda İslâm kültür ve medeniyetinin kesin ve kalıcı etkisi görülmesin... Bizim ilmimizin, Müslümanların ilmine olan minnet borcu, sadece devrim yapan teorilerin şaşırtıcı buluşundan ibaret değildir. Bilimin, İslâm kültürüne olan borcu çok daha büyük boyutladır. Bizzat varlığını ona borçludur'"' Bir başka Batılı " Tarihten Müslümanları silerseniz, ilmî röncsansımız asırlarca geri kalmış olur." derken bilim tarihçisi George Sarton da " İslâm olmasaydı Rönesans gerçekleşemezdi." demekledir.

Bütün bu açıklamalardan sonra şunları söylemek mümkündür: Gelişme ve ilerlemede kültürel temas ve alışverişlerin önemli payı vardır. Nasıl ki Müslümanlar, hem Doğu hem de Batı kültürlerine müracaat ederek ve onlardan bir şeyler alarak İslam medeniyetini kunnuşsa, aynı şekilde Batı da İslâm medeniyetinden ve bu uygarlık aracılığıyla Uzak Doğu'dan bir çok unsurlar almak suretiyle kendi gelişme trendinin başlangıç noktası oian rönesansını gerçekleştirmiştir Batılı kendi dışında cereyan eden olaylardan işine yarayanları alırken bunları tamamen kendi benliğinden kaynaklanmış gibi kültürüne mal etmiştir. Daha başka bir anlatımla Batı İslâm medeniyeti ve Doğu dan ham madde olarak aldıklarını mamul hale getirerek ortaya koymuştur. Mesela doğu kültürlerinden öğrendiği barutu, küçük bir kabın içerisinde sıkıştırıp onu ateşleyecek mekanizma olan tüfeği icad eden Batı insanıdır. İslâm dünyası aracılığıyla, tanıştığı pusula sayesinde uçsuz bucaksız denizlerde yön tayin aracı olarak kullanıp bilinmeyen kıtaları keşfeden yine Batı uygarlığıdır.

Bütün bunları karanlık bir dönemden henüz çıkmış olan insanların gerçekleştirebilmesi için başka bir şeye daha ihtiyaç vardır. Kanaatimce Batı insanı. İslâm dünyasının ilk gelişme yıllarında Müslümanlarda mevcut olan ve büyük bir uygarlık olma yolunu açan serbest ve bağımsız düşünebilme ve üretme mantığını ve yine o zamanlar fazlasıyla bulunan hoşgörü anlayışım da görmüş ve almış olsalar gerektir. Bu bir zihniyet transferidir. Batı dünyası, transfer ettiği bu yeniden yapılanma zihniyetini o zamandan bu zamana devam ettirmekte ve öyle görünüyor ki devam ettirecektir. İslâm dünyası ise yakaladığı bu çok önemli gelişme seyrini çeşitli sebeplerden dolayı devam ettirememiş. hatta diyebiliriz ki Batıya bütün olumlulukları devretmiş. Orta Çağ'ın içine kapalı statik yapılı zihniyetine bürünmüştür.

Batı uygarlığının, Doğu dünyasının (sadece İslâm dünyası değil) önüne geçmesinde yukarıda belirttiğim faktörlerin yanında, bu iki dünyanın insanlarının yapısal özelliklerinden kaynaklanan farklılıklar da gelişme süreci ibresinin Batı dünyası tarafında olmasını sağlamıştır. Zira Doğu insanı daha soyut düşünürken Batı insanı, hem düşündüklerini daha rahat bir şekilde pratiğe aktarma özelliğine sahiptir, hem de olaylara daha pragmatik açıdan yaklaşmaktadır. Sadece bilmekle yetinmeyip bilinenleri uygulama alanına aktarmakla bilim -ve teknolojide ilerleme kaydedilebilir. Batının, metod dahil belki bir çok konuda oldukça fazla şeyler aldığı İslâm ve Doğu dünyasını, bildiklerini uygulama sahasına aktararak geride bıraktığı kanaatine ulaşmak, yanlış bir tahinin olmasa gerektir. Aradaki mesafenin kapanması için nelerin yapılması gerektiği konusu ayrı bir araştırmayı gerektirdiği için burada bu hususu tartışacak değiliz.

Sonuç olarak ifade etmek gerekir ki. dünyada mevcut kültür ve medeniyetler, birbirlerinden bağımsız olarak gelişmemiş, birbirlerine etkileri ve katkıları olmuştur. Bunlar arasında hangi kültür ve medeniyet daha metodik ve uygulamaya yönelik tutuma sahip olmuşsa uygarlık yarışında bayrağı o taşımış ve ipi göğüslemiştir. Geçmişte uzun süre bu bayrak taşıyıcılığı görevini. İslâm dünyası ve bu medeniyet içerisinde de mensubu bulunduğumuz Türk milleti ifa etmiştir. Asrımızda ise yine uzun bir zamandan bu yana bayrak. Batı uygarlığının elindedir. İnsanlık devam ettiği müddetçe bayrak çok el değiştirecektir. Ama her zaman bildiklerini pratiğe aktarabilenlerin ve daha çok çalışanların elinde olacaktır.

1 Yorum

24 Aralık 2013 23:52  

kaynakları belirtseydiniz daha etkili olurdu kanaatindeyim

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP