KAVRAM ÜZERİNE
|
Yasin CEYLAN
İnsanın "düşünebilen (nâuk) bir canlı" olarak tanımlanmasıyla "kavram oluşturabilen bir canlı" biçiminde tanımlanması arasında hemen hemen bir fark yoktur. İnsanın tüm rasyonel işlevleri, ya tikel algılarla kavramlar, ya da kavramlar arasında kurduğu ilgilendirmeden ibarettir. Hatta insan için kullanılan "tarih yapan canlı" ifadesindeki özgür irade veya insiyatif, "kavram yapan" ifadesindeki irade ve insiyatif ile özdeştir. İnsanın bedensel eylemlerini (etik) yönlendiren pratik akıl, zihinsel eylemlerin (teorik akü)de yönlendiricisidir. Ancak "bilmek" işlevinin etik ve teorik yönlerden diğer zihinsel ve bedensel işlevlerden bir farkı vardır.
Varmak istediğimiz sonuçları başa almak suretiyle bir rutinden sapma isteğimiz yanında bu makalede anlatmak istediklerimizin en net biçimde anlaşılmasını da istedik.
insan hayatının ilk yıllarında, insan zihninde kavramlar oluşmadığı için düşünmek ya da dili kullanmak mümkün değildir. Kavramların oluşmasında tek yol algılardır. Değişik zamanlarda benzer nesneler veya hareketlerle ilgili algılar hayat yetisinde bir araya gelerek bu algılar arasında ortak noktalar belirlenir. Bu ortak noktalar dağınık biçimde stok edilen algıların sınıflandırılmasını sağlar. Nesneler veya eylemler ile ilgili her ortak nitelik bir kavram olarak zihinde belirlenir. İnsan yaşamının çocukluk döneminde oluşan kavramlar temel kavramlardır. Kavramların zihinde oluşması iradeye bağlı olmaksızın doğal bir prosedür içerisinde gerçekleşir. Öğrenme çağından itibaren iradeye balı olarak algılar sistemli bir şekilde hayal yetisine aktarılınca yeni kavramlar elde edilir. Bu kavramların zihinde yerleşmeleri, daha önce doğal olarak kazanılan temel kavramlar sayesinde olur. Bu temel (demirbaş) kavramlarla iliştirilmemiş yeni kavramlar zihin için bir değer ifade etmezler. İnsan zihni potansiyel olarak algılan değerlendirmeye nasıl müsait ise, doğal olarak ilk yıllarda elde edilen temel kavramlar da sonradan elde edilecek ikinci derecedeki kavramlara taslak ve çerçeve olmaya müsaittir. Kavramlar, algıların türü yönünden iki ana bölüme ayrılır:
I. Nesneye ilişkin kavramlar
II. Eyleme ilişkin kavramlar
Nesnel kavramlar uzay içerisindeki nesnelerin algılar yoluyla ortaya koydukları benzerliklerdir. Benzerlik nisbeti artınca kavram kapasitesi daralır. Tür bildiren taş, tahta, demir kavramlarında olduğu gibi. Benzer noktalar azalınca kavramın kapasitesi artar. Bu üç kavramı kapsayan "katı" kavramı gibi.
Eylemsel kavramlar nesnelerin zaman içerisindeki algılanan tavırları arasındaki benzerliklerden ortaya çıkarlar. Yürümek, oynamak, yazmak gibi. Bu üç kavram arasındaki benzerlikleri en aza indirgemek suretiyle "hareket etmek" kavramıyla bu üç kavramı tek bir kavramla ifade edebiliriz.
Nesnelerin uzaydaki konumlan ve bitişik olmayıp şuurlarının gözlenmesi suretiyle matematik kavramlar oluşur. Eğer evrende sadece bir nesne algılayabilseydik sayıların oluşması mümkün olmazdı. Ancak sayı kavramı nesnelerin karmaşık konumlan ile ilgili olduklarından çok güçlü kavramlardır. Öyleki sayıların zihinde birbirleriyle olan ilişkilerinde nesnel algılara gerek kalmaz. Hatta bazı filozoflar bunları dış dünya ile ilgili olmayıp zihinde mevcut a priori kavramlar olarak kabul etmişlerdir. Halbuki algı olmaksızın sayı kavramlarının zihinde oluşması mümkün değildir. Dilde kullanılan kavramların kapsam yönünden mantıksal ilişkileriyle, sayıların birbirleriyle olan matematik ilişkileri arasında bir fark yoktur.
Matematik kavramlar uzayda yer alan nesnelerin konumlarından elde edildiği gibi hareket halindeki nesnenin zaman içerisinde peşpeşe gelen algılarından da elde edilir. Böylelikle matematik kavramlar hem nesnel hem de eylemsel algılara dayanmak suretiyle geniş bir kullanım alanına sahiptirler.
Bunların dışında etik, estetik ve teknik kavramlar vardır. Etik kavramlar insanların niyete bağlı olarak diğer insanlara ve canlılara karşı takındığı tavırları içerir. Estetik kavramlar duran veya hareket eden nesnelerin insan üzerinde güzellik veya çirkinlik bakımlarından bıraktıklan izlenimleri ifade ederler.
Teknik kavramlar insanların çevresindeki nesnelerle yararlanma amacıyla girdiği ilişkiden doğan kavramlardır.
Bu değişik gruplardaki kavramlar kendi alanları içerisinde daha kapsamlı kavramlara yol açabildikleri gibi, ayrı sınıflar arasındaki kavramlar biraraya getirilerek yeni kavramlar oluştururlar. Öyleki insan zihninin tüm faaliyetleri kavramlar arasında ilgi kurmaktan ibarettir. Sağlıklı ilgilendirmeler, (önermeler) kullanılan kavramların içerik ve kapsamını tespit etmekle mümkün olur; tıpkı sayıların birbirleriyle olan ilişkileri gibi.
Yukarıda sayılan kavramlar dışında bir de içsel algı suretiyle ortaya çıkan kavramlar vardır. Düşünmek, üzülmek, sevinmek gibi. insanın zihinsel doğasında algılar arasında ilgilendirme ve sınıflama prensibi vardır. Yeni bir algı daha önceki algılarla ilgilendirilemezse veya bir sınıfa yaklaştırılamazsa bilgi durumuna gelemez. Nesneye ilişkin kavramlar en kapsamlı kavrama doğru hareketle evren (kosmos) kavramında durarak tüm nesneleri içeren bir kavramlar sentezine ulaşır.
Eyleme ilişkin kavramlar geriye doğru hareketle (nedensellik ilkesi) tüm hareketleri kapsayan ilk harekette durur. Zihin, kavramlarla hareket ettiğine göre kavramların çeşitliliği ve sağlıklı örgütlenmesi zihnin etkin çalışmasını sağlar. Bu da bir bakıma dilin zenginliği demektir.
Tüm insanların zihin yapılarının aynı prensiplerle çalışması, aralarında ortak kavramların oluşmasına ve kullanılmasına imkan verir. Ancak bir dilin ferdleri tarafından kullanılan kavramların ortaklık derecesi, yeni bir ferdin aynı kavramdan aynı şeyi anlayıp anlamadığı, kavramın kapsamının darlığı ve genişliğine dayanır. Diğer taraftan, algıya en yakın kavramlar, ortaklık ve ferdler arasında anlam birliği bakımından en güçlü kavramlardır. Kavramlar algıdan uzaklaşıp anlam kapasitesi arttıkça onu kullanan ferdler arasındaki anlam birliği zayıflar. Yanlış ve eksik anlama en çok bu tür kavramlar kullanılınca ortaya çıkar.
Kavramların dış dünyada gerçek varlıkları var mıdır, yok mudur sorusuna gelince; Ortaçağ filozoflarının uzun süre ilgisini çeken bi soruna modern felsefedeki gelişmeler açısından bakıldığında daha farklı bir anlayış ortaya çıkmaktadır. Ortaçağ felsefesinde tikellerin varlığından şüphe edilmemekte; ancak birçok tikeli kapsayan tümel kavramların reel varlıkları tartışma konusuydu. Tek bir insanın adı olan "Ahmet" ile onun gibi birçok insanı kapsayan "insan" kelimelerinde olduğu gibi. Ama tikel bir nesneye veya olaya verilen isim işlevinde sübjektif unsur ihmal ediliyordu. Yani bana algı yoluyla ulaştırılan bir nesne veya olay ile ilgili bilgim benim ürettiğim bir bilgidir. Nesnenin veya olayın gerçek doğasını ortaya koymaktan ziyade, belli şartlar içerisinde gerçekleşen algının belli bir zihinsel işlev sonucunde benim için geçerli olan bir bilgidir. Bu sebeple tikelin de mutlak varlığı tartışma konusudur. Ancak tikel bilginin karşılığı olan nesne veya olaya parmağımla işaret etmek suretiyle kanıtlama imkanımız varken tümel kavramların karşılıkları için aynı imkana sahip değiliz. Bununla birlikte, tikel kavram nasıl bir zihinsel işlevin sonucu ortaya çıkıyorsa, genel kavramlar da zihinsel bir işlevin ürünüdürler. Ama tikel kavram ile algı arasındaki doğrudan ve yakın ilişki tümel kavramlar için söz konusu değildir. İki kategorideki kavramlarda ortak yönler, ikisinin de zihinsel bir işlev sonucu ortaya çıktıkları ve mutlak nesneyi veya olayı temsil etmekten çok sadece insan için geçerli olan sübjektif bilgiler olduklarıdır. Farklı yönleri ise birinin algıya doğrudan dayandığı, diğerinin ise dolaylı şekilde dayandığıdır. Bununla beraber, genel kavramlar bünyesine giremeyen tikel algılar hiçbir zaman bilgi seviyesine gelemezler.
insanların doğa kanunlarıyla değil kavramlarla hareket ettiği iddiasına gelince, bu daha çok birbirleriyle ilgilendirme tabiatında olan nesneye ilişkin kavramları iliştirmede (teorik aklın önermeleri) veya eyleme ilişkin kavramları sentezlemedeki irade ve insiyatif ile ilgilidir. Yani teorik aklın kullandığı malzeme (kavramlar) hangi amaç için kullanıldığını belirlemede ve pratik aklın kullandığı kavramlardaki sentez olayında insan özgürdür; herhangi bir kurala (biyolojik yapısında olduğu gibi) zorunlu olarak bağımlı değildir. Böyle olunca sebep olduğu olayların eylemcisidir ve onlardan sorumludur.
Kavramların oluşmasında ve kavramlar arasındaki sentez işlevlerinde devamlı bir "birleme" prensibi vardır. Farklı ve dağınık algılar gruplar halinde kavramlara, bu kavramlar da biraraya getirilerek daha kapsamlı kavramlara indirgenir. Bu proses ferdin kendi bilincinde son bulur. Başka bir deyişle tüm bu sentezlerin merkezi ferdin kendisi ve şuurudur.
Temel kavramların oluşmasında insan iradesinin rol oynamadığını ve bunların çok küçük yaşta meydana geldiğini belirtmiştik. Bu dönemden sonra zihinde oluşturulan tüm sentezlerde ferdin insiyatifi esastır. Bu insiyatifin sonucu gerek pratik akıl ve gerekse teorik aklın (amaca yönelik olarak) kurduğu tüm sentezler (eylemler ve kararlar) ferd yaşamının bilançosudur. Kişiliği ortaya koymada yegane kanıttır.
Hatalı kavram sentezleri hem teorik hem de pratik alanda çeşitli sorunlara neden olur. Yeterli algı desteği olmayan kavramlar ve bu kavramlardan elde edilen daha kapsamlı kavramlar kullanılarak yapılan sentezler doğu bilgiler vermediği gibi, sağlam kavramlar kullanılmasına rağmen yeteri kadar algısal gerekçe olmadan yapılan sentezler de sadece kapalı ve bulanık anlamlar ifade ederler.
Etik kavramlar, teknik ve estetik kavramlardan amaç yönünden bağımsız bir şekilde ele alınıp sentezler yapılmayınca eylem için çizilen güzergahlar yanlış hedeflere götürür.
Etik kavramların sentezi tamamen insan iradesine bağlı olduğu halde teorik kavramların sentezinde irade etkin değildir. Ancak teorik aklin hangi yönde ne için çalışması gerektiği insan iradesine bağlıdır; bu sebeple etik bir sorgulamaya tabidir. Burada nesnel ve eylemsel kavramların bir arada ilgilendirilmesi hususu ortaya çıkmaktadır. Bu da teorik uğraşlarda etik unsur ve pratik uğraşlarda teorik unsuru gerekli kılar. Başka bir ifadeyle etik teşebbüslerin sağlıklı olup olmadığı sorunu baş gösterir.
Yaşadığımız asırda, etik kavramlar bağlamı içerisinde gerçekleşmemiş teorik sentezler ile teknik sentezler, insanlar açısından krizlere sebep olmuşlardır. Çünkü bu sentezlerde komple insanın önemli bir yönü ve onunla ilgili kavramlar ihmal edilmiştir.
Diğer taraftan geri kalan ve gelişen toplumlarda, eylemler için gerekli teorik ve teknik sentezler olmadığı için bu eylemlerden umulan hayır unsuru veya fayda unsuru elde edilememektedir.
Teorik aklın amacı olan "doğruyu bulmak" ile pratik aklın amacı olan "doğruyu yapmak" prensiplerinin dayandıkları ortak ilke 'bilmek'tir. Bu sebeple "bilmek" teorik aklın misyonu olmakla birlikte aynı zamanda etik (zihinsel) bir eylemdir. Diğer etik normlar gibi "kendisi için iyi olan" bir işlevdir. Yani başka bir iyiliğe vasıta olmaksızın kendisi için iyidir. Bilmenin bu özelliği bazı filozofları "ahlak, doğru bilgiden ibarettir" sonucuna götürmüştür.
Kavram silsilesinin algılardan gittikçe uzaklaşarak soyut karakter kazanması ve insan zihninin buna yetkin olması ve bu soyut kavramlarda sentezler yapabilmesi, insanın, fiziksel yaşamı, sosyal uğraşları ve hatta etik endişeleri ötesinde bazı şeylere uzanabildiği izlenimini vermektedir. Zihnimizde mevcut hiç bir kavramla tarifi mümkün olmayan ve tecrübe edilemeyen bu husus, "düzenli ve ahlak kurallarına uygun bir yaşamın daha ötesinde hiçbir pratik amaçla açıklanamayan bir misyon vardır" iddiasına anlam kazandırmaktadır.
İnsanın "düşünebilen (nâuk) bir canlı" olarak tanımlanmasıyla "kavram oluşturabilen bir canlı" biçiminde tanımlanması arasında hemen hemen bir fark yoktur. İnsanın tüm rasyonel işlevleri, ya tikel algılarla kavramlar, ya da kavramlar arasında kurduğu ilgilendirmeden ibarettir. Hatta insan için kullanılan "tarih yapan canlı" ifadesindeki özgür irade veya insiyatif, "kavram yapan" ifadesindeki irade ve insiyatif ile özdeştir. İnsanın bedensel eylemlerini (etik) yönlendiren pratik akıl, zihinsel eylemlerin (teorik akü)de yönlendiricisidir. Ancak "bilmek" işlevinin etik ve teorik yönlerden diğer zihinsel ve bedensel işlevlerden bir farkı vardır.
Varmak istediğimiz sonuçları başa almak suretiyle bir rutinden sapma isteğimiz yanında bu makalede anlatmak istediklerimizin en net biçimde anlaşılmasını da istedik.
insan hayatının ilk yıllarında, insan zihninde kavramlar oluşmadığı için düşünmek ya da dili kullanmak mümkün değildir. Kavramların oluşmasında tek yol algılardır. Değişik zamanlarda benzer nesneler veya hareketlerle ilgili algılar hayat yetisinde bir araya gelerek bu algılar arasında ortak noktalar belirlenir. Bu ortak noktalar dağınık biçimde stok edilen algıların sınıflandırılmasını sağlar. Nesneler veya eylemler ile ilgili her ortak nitelik bir kavram olarak zihinde belirlenir. İnsan yaşamının çocukluk döneminde oluşan kavramlar temel kavramlardır. Kavramların zihinde oluşması iradeye bağlı olmaksızın doğal bir prosedür içerisinde gerçekleşir. Öğrenme çağından itibaren iradeye balı olarak algılar sistemli bir şekilde hayal yetisine aktarılınca yeni kavramlar elde edilir. Bu kavramların zihinde yerleşmeleri, daha önce doğal olarak kazanılan temel kavramlar sayesinde olur. Bu temel (demirbaş) kavramlarla iliştirilmemiş yeni kavramlar zihin için bir değer ifade etmezler. İnsan zihni potansiyel olarak algılan değerlendirmeye nasıl müsait ise, doğal olarak ilk yıllarda elde edilen temel kavramlar da sonradan elde edilecek ikinci derecedeki kavramlara taslak ve çerçeve olmaya müsaittir. Kavramlar, algıların türü yönünden iki ana bölüme ayrılır:
I. Nesneye ilişkin kavramlar
II. Eyleme ilişkin kavramlar
Nesnel kavramlar uzay içerisindeki nesnelerin algılar yoluyla ortaya koydukları benzerliklerdir. Benzerlik nisbeti artınca kavram kapasitesi daralır. Tür bildiren taş, tahta, demir kavramlarında olduğu gibi. Benzer noktalar azalınca kavramın kapasitesi artar. Bu üç kavramı kapsayan "katı" kavramı gibi.
Eylemsel kavramlar nesnelerin zaman içerisindeki algılanan tavırları arasındaki benzerliklerden ortaya çıkarlar. Yürümek, oynamak, yazmak gibi. Bu üç kavram arasındaki benzerlikleri en aza indirgemek suretiyle "hareket etmek" kavramıyla bu üç kavramı tek bir kavramla ifade edebiliriz.
Nesnelerin uzaydaki konumlan ve bitişik olmayıp şuurlarının gözlenmesi suretiyle matematik kavramlar oluşur. Eğer evrende sadece bir nesne algılayabilseydik sayıların oluşması mümkün olmazdı. Ancak sayı kavramı nesnelerin karmaşık konumlan ile ilgili olduklarından çok güçlü kavramlardır. Öyleki sayıların zihinde birbirleriyle olan ilişkilerinde nesnel algılara gerek kalmaz. Hatta bazı filozoflar bunları dış dünya ile ilgili olmayıp zihinde mevcut a priori kavramlar olarak kabul etmişlerdir. Halbuki algı olmaksızın sayı kavramlarının zihinde oluşması mümkün değildir. Dilde kullanılan kavramların kapsam yönünden mantıksal ilişkileriyle, sayıların birbirleriyle olan matematik ilişkileri arasında bir fark yoktur.
Matematik kavramlar uzayda yer alan nesnelerin konumlarından elde edildiği gibi hareket halindeki nesnenin zaman içerisinde peşpeşe gelen algılarından da elde edilir. Böylelikle matematik kavramlar hem nesnel hem de eylemsel algılara dayanmak suretiyle geniş bir kullanım alanına sahiptirler.
Bunların dışında etik, estetik ve teknik kavramlar vardır. Etik kavramlar insanların niyete bağlı olarak diğer insanlara ve canlılara karşı takındığı tavırları içerir. Estetik kavramlar duran veya hareket eden nesnelerin insan üzerinde güzellik veya çirkinlik bakımlarından bıraktıklan izlenimleri ifade ederler.
Teknik kavramlar insanların çevresindeki nesnelerle yararlanma amacıyla girdiği ilişkiden doğan kavramlardır.
Bu değişik gruplardaki kavramlar kendi alanları içerisinde daha kapsamlı kavramlara yol açabildikleri gibi, ayrı sınıflar arasındaki kavramlar biraraya getirilerek yeni kavramlar oluştururlar. Öyleki insan zihninin tüm faaliyetleri kavramlar arasında ilgi kurmaktan ibarettir. Sağlıklı ilgilendirmeler, (önermeler) kullanılan kavramların içerik ve kapsamını tespit etmekle mümkün olur; tıpkı sayıların birbirleriyle olan ilişkileri gibi.
Yukarıda sayılan kavramlar dışında bir de içsel algı suretiyle ortaya çıkan kavramlar vardır. Düşünmek, üzülmek, sevinmek gibi. insanın zihinsel doğasında algılar arasında ilgilendirme ve sınıflama prensibi vardır. Yeni bir algı daha önceki algılarla ilgilendirilemezse veya bir sınıfa yaklaştırılamazsa bilgi durumuna gelemez. Nesneye ilişkin kavramlar en kapsamlı kavrama doğru hareketle evren (kosmos) kavramında durarak tüm nesneleri içeren bir kavramlar sentezine ulaşır.
Eyleme ilişkin kavramlar geriye doğru hareketle (nedensellik ilkesi) tüm hareketleri kapsayan ilk harekette durur. Zihin, kavramlarla hareket ettiğine göre kavramların çeşitliliği ve sağlıklı örgütlenmesi zihnin etkin çalışmasını sağlar. Bu da bir bakıma dilin zenginliği demektir.
Tüm insanların zihin yapılarının aynı prensiplerle çalışması, aralarında ortak kavramların oluşmasına ve kullanılmasına imkan verir. Ancak bir dilin ferdleri tarafından kullanılan kavramların ortaklık derecesi, yeni bir ferdin aynı kavramdan aynı şeyi anlayıp anlamadığı, kavramın kapsamının darlığı ve genişliğine dayanır. Diğer taraftan, algıya en yakın kavramlar, ortaklık ve ferdler arasında anlam birliği bakımından en güçlü kavramlardır. Kavramlar algıdan uzaklaşıp anlam kapasitesi arttıkça onu kullanan ferdler arasındaki anlam birliği zayıflar. Yanlış ve eksik anlama en çok bu tür kavramlar kullanılınca ortaya çıkar.
Kavramların dış dünyada gerçek varlıkları var mıdır, yok mudur sorusuna gelince; Ortaçağ filozoflarının uzun süre ilgisini çeken bi soruna modern felsefedeki gelişmeler açısından bakıldığında daha farklı bir anlayış ortaya çıkmaktadır. Ortaçağ felsefesinde tikellerin varlığından şüphe edilmemekte; ancak birçok tikeli kapsayan tümel kavramların reel varlıkları tartışma konusuydu. Tek bir insanın adı olan "Ahmet" ile onun gibi birçok insanı kapsayan "insan" kelimelerinde olduğu gibi. Ama tikel bir nesneye veya olaya verilen isim işlevinde sübjektif unsur ihmal ediliyordu. Yani bana algı yoluyla ulaştırılan bir nesne veya olay ile ilgili bilgim benim ürettiğim bir bilgidir. Nesnenin veya olayın gerçek doğasını ortaya koymaktan ziyade, belli şartlar içerisinde gerçekleşen algının belli bir zihinsel işlev sonucunde benim için geçerli olan bir bilgidir. Bu sebeple tikelin de mutlak varlığı tartışma konusudur. Ancak tikel bilginin karşılığı olan nesne veya olaya parmağımla işaret etmek suretiyle kanıtlama imkanımız varken tümel kavramların karşılıkları için aynı imkana sahip değiliz. Bununla birlikte, tikel kavram nasıl bir zihinsel işlevin sonucu ortaya çıkıyorsa, genel kavramlar da zihinsel bir işlevin ürünüdürler. Ama tikel kavram ile algı arasındaki doğrudan ve yakın ilişki tümel kavramlar için söz konusu değildir. İki kategorideki kavramlarda ortak yönler, ikisinin de zihinsel bir işlev sonucu ortaya çıktıkları ve mutlak nesneyi veya olayı temsil etmekten çok sadece insan için geçerli olan sübjektif bilgiler olduklarıdır. Farklı yönleri ise birinin algıya doğrudan dayandığı, diğerinin ise dolaylı şekilde dayandığıdır. Bununla beraber, genel kavramlar bünyesine giremeyen tikel algılar hiçbir zaman bilgi seviyesine gelemezler.
insanların doğa kanunlarıyla değil kavramlarla hareket ettiği iddiasına gelince, bu daha çok birbirleriyle ilgilendirme tabiatında olan nesneye ilişkin kavramları iliştirmede (teorik aklın önermeleri) veya eyleme ilişkin kavramları sentezlemedeki irade ve insiyatif ile ilgilidir. Yani teorik aklın kullandığı malzeme (kavramlar) hangi amaç için kullanıldığını belirlemede ve pratik aklın kullandığı kavramlardaki sentez olayında insan özgürdür; herhangi bir kurala (biyolojik yapısında olduğu gibi) zorunlu olarak bağımlı değildir. Böyle olunca sebep olduğu olayların eylemcisidir ve onlardan sorumludur.
Kavramların oluşmasında ve kavramlar arasındaki sentez işlevlerinde devamlı bir "birleme" prensibi vardır. Farklı ve dağınık algılar gruplar halinde kavramlara, bu kavramlar da biraraya getirilerek daha kapsamlı kavramlara indirgenir. Bu proses ferdin kendi bilincinde son bulur. Başka bir deyişle tüm bu sentezlerin merkezi ferdin kendisi ve şuurudur.
Temel kavramların oluşmasında insan iradesinin rol oynamadığını ve bunların çok küçük yaşta meydana geldiğini belirtmiştik. Bu dönemden sonra zihinde oluşturulan tüm sentezlerde ferdin insiyatifi esastır. Bu insiyatifin sonucu gerek pratik akıl ve gerekse teorik aklın (amaca yönelik olarak) kurduğu tüm sentezler (eylemler ve kararlar) ferd yaşamının bilançosudur. Kişiliği ortaya koymada yegane kanıttır.
Hatalı kavram sentezleri hem teorik hem de pratik alanda çeşitli sorunlara neden olur. Yeterli algı desteği olmayan kavramlar ve bu kavramlardan elde edilen daha kapsamlı kavramlar kullanılarak yapılan sentezler doğu bilgiler vermediği gibi, sağlam kavramlar kullanılmasına rağmen yeteri kadar algısal gerekçe olmadan yapılan sentezler de sadece kapalı ve bulanık anlamlar ifade ederler.
Etik kavramlar, teknik ve estetik kavramlardan amaç yönünden bağımsız bir şekilde ele alınıp sentezler yapılmayınca eylem için çizilen güzergahlar yanlış hedeflere götürür.
Etik kavramların sentezi tamamen insan iradesine bağlı olduğu halde teorik kavramların sentezinde irade etkin değildir. Ancak teorik aklin hangi yönde ne için çalışması gerektiği insan iradesine bağlıdır; bu sebeple etik bir sorgulamaya tabidir. Burada nesnel ve eylemsel kavramların bir arada ilgilendirilmesi hususu ortaya çıkmaktadır. Bu da teorik uğraşlarda etik unsur ve pratik uğraşlarda teorik unsuru gerekli kılar. Başka bir ifadeyle etik teşebbüslerin sağlıklı olup olmadığı sorunu baş gösterir.
Yaşadığımız asırda, etik kavramlar bağlamı içerisinde gerçekleşmemiş teorik sentezler ile teknik sentezler, insanlar açısından krizlere sebep olmuşlardır. Çünkü bu sentezlerde komple insanın önemli bir yönü ve onunla ilgili kavramlar ihmal edilmiştir.
Diğer taraftan geri kalan ve gelişen toplumlarda, eylemler için gerekli teorik ve teknik sentezler olmadığı için bu eylemlerden umulan hayır unsuru veya fayda unsuru elde edilememektedir.
Teorik aklın amacı olan "doğruyu bulmak" ile pratik aklın amacı olan "doğruyu yapmak" prensiplerinin dayandıkları ortak ilke 'bilmek'tir. Bu sebeple "bilmek" teorik aklın misyonu olmakla birlikte aynı zamanda etik (zihinsel) bir eylemdir. Diğer etik normlar gibi "kendisi için iyi olan" bir işlevdir. Yani başka bir iyiliğe vasıta olmaksızın kendisi için iyidir. Bilmenin bu özelliği bazı filozofları "ahlak, doğru bilgiden ibarettir" sonucuna götürmüştür.
Kavram silsilesinin algılardan gittikçe uzaklaşarak soyut karakter kazanması ve insan zihninin buna yetkin olması ve bu soyut kavramlarda sentezler yapabilmesi, insanın, fiziksel yaşamı, sosyal uğraşları ve hatta etik endişeleri ötesinde bazı şeylere uzanabildiği izlenimini vermektedir. Zihnimizde mevcut hiç bir kavramla tarifi mümkün olmayan ve tecrübe edilemeyen bu husus, "düzenli ve ahlak kurallarına uygun bir yaşamın daha ötesinde hiçbir pratik amaçla açıklanamayan bir misyon vardır" iddiasına anlam kazandırmaktadır.