AHLAKİ DEĞERLER VE SANAT (...devam )

Bu ilkelerin sınırlarından dışarıya çıkan ve aslında ülkede meydana gelen sosyal- kültürel bozuklukları, haksızlıktan, çeşitli ulusların, milletlerin soykırımını, dillerinin, dinlerinin mahv edilmesini yansıtan sanatçılar, öylece de bilim adamları, bu sırada filozoflar (mesela XX. asrın ünlü Rus filozoflarından Trotski'nin Berdyayevin, Buharuvin, Sorokin'in bunların yanında tanınmış Azeri filozofu Heyder Hüseyinov'un trajik hayatını hatırlatmakta fayda var) bile dessidend adlandınlarak aralıksız olarak takip ediliyor, millet haini gibi cezalandınlıyor, eserleri mahv ediliyor, bir sözle manevi ve hatta fiziki açıdan ortadan kaldırılıyordu. Tabii ki, böyle bir tarihi durumda özgürce düşünebilen şahsiyetler kendi adil halk seslerini yükseltmekle birlikte çoğu kez muhacirette hayat sürdürmeye, vatanlarından uzaklarda yaşamağa mecbur oluyorlardı. Bu bakımdan yüzlerce ünlü bilim adamı ve sanat adamlarını ömek vermek mümkündür.

Son zamanların en ünlü yazarlarından sayılan Nobel ödülüne layık görülmüş ünlü Rus yazarı Soîjenitsın'ın yaratıcılığı, özellikle de "Takım Adaları' , "İvan Denisoviç'in Kırk Günü" eserlerinde komünist rejimi dönemin insan mantığına sığmayan ve zorakiliğe dayalı bir ahlakın toplumun bütün manevi hayatına egemen olması gerçekliğini son derece realist bir şekilde gösterebilmiştir. Bununla bile sanatçıların büyük çoğunluğu bir süre sosyal problemîerin-sosyal adiliğin, emek özgürlüğünün, vicdan hürriyetinin, milli münasebetlerdeki dengesizliklerin, vs. tezlikle çözümlenmesine inanıyor, kendi eserlerinde bu anlamlarla ilgili ahlaki değerleri ifade etmeye çalışıyorlardı. Tabii ki, mevcut devlet sisteminin gerici, ezici, bireyin, şahsiyetin oluşmasına engel olan kültürel-ahlak politikasının bu tip yazarların eserlerinde abartılmış, süslendirilmiş ve gerçeklik şeklinde büyük bir coşku maskesiyle ifade olunsa bile aslında yanlış ahlaki değerlere yönlendirildiklerinden onların estetik- eğitici etkisi o kadar da büyük olmuyordu ve tabii ki, bu türlü eserlerin sanat tarihinde layikli bir yer tutacağı fikri de bu nedenlere göre inandırıcı olmuyor. Unutmamak gerekir ki, sanat eserlerini günümüze kadar ulaştırabilen,onun uzun bir tarihi süre kendi estetik teravetini kaybetmemesinin bir önemli sebebi de burada ifade edilmiş yüksek ahlaki nitelikler ve yüce maneviyattır. Sırf bu nedenlere göre de Mevlâna'nın, Yunus Emre'nin veya Fuzuli'nin eserleri bazı çağdaş sanatçılardan bile daha çağdaştır. İnsanları barışa, kardeşliğe, hoşgörüye, saf sevgiye, doğruluğa, adilliğe, öylece de her türlü sosyal adaletsizliklere, haksızlıklara ve kabahatlara karşı faal bir mevkii tutmağa (hatırlatalım ki, sanatın önemli fonksiyonlarından biri de insanı yalnızca estetik nitelikler birikmiş pasif bir mahluk gibi değil, aksine hayata aktif müdahale edebilen, haksızlıklara, yolsuzluklara karşı faal hayat mevkii tutabilen bir şahsiyet gibi eğitilebilmesidir) sesleyen klasik sanat eserlerinin ömrü ve ahlak- estetik etki gücü sonsuzdur, ebedidir, çünkü yukarıda kaydettiğimiz yüce manevi-ahlaki nitelikler ve davranış kaideleri asırlar, toplumlar, devlet sistemleri vs. değişse bile onlar ebedi olarak yaşıyorlar. En ünlü sanatçılar ise çeşitli tarihi merhalelerde bu ahlaki değerlerin saygı görmesi, onların gerçekleştirilmesi ihtimalinin ne derece mümkün olup olmaması fikrim bedii şekilde ifade edebilmişlerdir. Ne yazık ki, bazen bu yüce değerler eski Sovyet Cumhuriyetlerinde sanat yolu ile bu veya diğer antidemokratik sistemlerin restorasyonuna, ayakta kalmasına ve yaşamasına hizmet için kullanılmışlardır. Tabii ki, bu sistemler, devletler, hatta imparatorluklar bile dağıldıkları zamanların manevi ideolojik açıdan temelini oluşturan ahlaki-estetik değerler, öylece de ilk önce sanat eserler kendi tarihi öneminin, eğitici fonksiyonunu kaybetmiş oluyor.

Tükenmez ve ebedi ilham kaynağı olan yüce ahlaki değerler çağdaş zamanda, özellikle de Batı kültüründe "kitlesel kültür" ismi ile geniş yayılmış bir kültür tarafından da istenilen derecede dikkate alınmıyor. 1960'h yıllardan itibaren kültür ve sanat uzmanları tarafından dikkate alman bu sosyo-kültürel olay özelikle iletişim araçlarının radyonun, televizyonun, güçlendiricilerin, çeşitli teknik araçların, bir sözle çağdaş teknolojinin gelişmesi, toplumun manevi -kültürel hayatına daha hızlı bir şekilde girmesi ile ilgilendirilmekle birlikte, aynı zamanda onun manevi- ahlak sonuçlannm büyük bir endişe uyandırmasını da kanıtlamağa çalışıyoıiar. Güzel sanatları da tedricen daha çok kendi etkisi altına alan "kitlesel kültür" mahiyetçe geniş kitlelere, özellikle de gençlere yönelin esasen bayağı, sathi kültür değerlerini geniş şeklide yaymayı amaçlıyor. Bu bakımdan çağdaş teknolojinin geniş yayın imkanlarını maharetle kullanan bu sosyo-kültürel araç pop müzik (popüler, yayın), pop edebiyat, bu sırada korku ve dehşet filmleri, seks filmleri, pornografik fotoğraf vs. şeklinde ve akla sığmaz derecede yüksek tirajlarla insanların manevi- ahlak kültürüne, davranış prensiplerine etki göstermeye imkan bulmağa başlıyor. Tabii ki, burada ahlaki estetik değerlerden daha çok gelir, menfaat, kazanç gibi amaçlar kendisim daha fazla göstermektedir.

Zannımızca bu tip sanat eserlerine aşın ilgi, daha doğrusu onlann geniş yaygınlaşması ve popülerleşmesine yönelik çabalarda bulunan sanatçılar ve işadamları halk, millet karşısında çok büyük bir mesuliyet taşıyorlar. Aslında onlar toplumun, milli kültürün, demokrasinin ve yüce ahlaki-etik niteliklerin gelişmesine engel teşkil etmektedir. Çağdaş "kitlesel kültür" daha doğrusu onun geniş ve özgün şekilde kullandığı çeşitli sanat türleri bir daha sanatın hiç de her zaman ilerici manevi- ahlaki ideallerin terennümününe hizmet etmesini göstermiyor. Aksine, yukarıda kaybettiğimiz sanat olaylan insandaki hayvani ve kaba hislerin baş kaldırmasına, kötü ahlaki-manevi niteliklerin oluşmasına neden oluyor. "Kitlesel kültür" ve sanat son zamanlar bir çok bilim adamlarının da itiraf ettikleri gibi toplumun, özellikle gençlerin kitlesel şuurunu, psikolojisini ve tabii ki, toplumsal ahlaki davranışlarını kendi etkisi altına almaktadır. Bu olay artık Batı ülkelerinde bile büyük endişeyle karşılanıyor ve ona karşı acil önlemlerin alınması zamanının ulaştığı bütün ciddiyetle söyleniliyor. Tesadüfi değil ki, hatta ABD Başkam Bill, Clinton bile Hollywood'u şiddet konusunda uyardı, gençler üzerindeki olumsuz etkisi nedeniyle, filmlerde ve televizyonda şiddet dozunun azaltılmasını istedi Tabii ki, çirkin manevi-estetik değerlere sahip eserlerin bozucu etkisine karşı dayanmak için gelişmiş bedii-estetik beğeninin ve isteklerin oluşturulması son derece önemlidir. Bu ise uzun süreli aralıksız ve maksada yönelik bir proses olmakla birlikte, tüm eğitim sisteminde, yayın ve basın alanında bu soruna olan dikkatin son derece artırılmasını önemli kılıyor. Sanat sosyolojisi uzmanlarının da kanıtladığı gibi yüksek bedii-estetik kültüre sahip şahsiyetin bayağı, sathi, basit, sanat eserlerine tarafsız kalması kesindir ve çoğu kez böyle bir şahıs aynı zamanda sanatın bozucu, dağıtıcı etkisine aykırı geliyor, böyle bir sanatı manen bir türlü kabul edemiyor. Aksine, milli, beşeri idealleri ifade edebilen sanat eserleri her zaman insanı daha çok etkiliyor, onların ahlakına, maneviyatına, doğru davranışlarına neden oluyor. Eğer "kitlesel sanatın" etkisi geniş kapsamlı, hızlı olmasına rağmen geçici, sathi, kısa bir aamanda kayboluyorsa, beşeri, milli- manevi, ahlaki değerleri yansıtan eserlerin tesiri aksine daha sürekli, etkili ve tabii ki, aktif- değiştîrici oluyor.

Mesela, ünlü Rus yazı N.İ. Gertsen "Bir Daha Bazarov" (1863) makalesinde kitapların insanlara olan estetik etkisine değinirken kaydediyordu ki, devrin ideallanm daha parlak ve dolgun şekilde yansıtan kitaplar ve sanatsal suretler daha fazla etkiliyor, çeşitli tarihi merhalelerde de onlar çeşitli kahramanları taklit ediyorlar. Mesela, XVIII. yüzyılın sonlarına doğru bütün Alman erkekleri Verter'e, kızlar ise Şarlotta'ya benzemeye çalışıyorlardı. XIX. asrın başlarında ise üniversite öğrencileri (Verterleri) artık Schiller'in kaçaklarına çevrilmeye başladılar. 1862, yılından Avrupa'ya gelen demek olur ki, bütün Rus gençleri ise sanki Çernışevski'nin "Ne Etmeli" eserinden oluşmuşlardı .

Bu türlü örnekler bir kez sanatın ahlakla olan karşılıklı ilişkilerini açıklıyor. Bununla birlikte sanatın tam özgürlüğünü, bağımsızlığını, daha doğrusu ahlaka, maneviyata tamamiyle tarafsız olduğunu savunanlar da bulunmaktadır. Mesela, Benedetto Croce'nin "Estetik Üzerine Kanunlar" adlı eserinde bu eğilimi görmemek imkansızdır. Aslında, güzelliği hayranlığa karşı koyan, "salt sanat" iddiasını ileri süren, sanatın tam özgürlüğünü savunan, estetik muhakemenin tarafsızlığa inanan E.Kant'tan gelen bu eğilim sanattaki suretlerin ideya- ahlaki, bu sırada sosyal fonksiyonunu inkar ediyor, omı yalnız bedii fonksiyonla sınırlıyor, bir sözle sanatın ideya- eğitici rolünü inkar ediyor. Sanatı geometri ile karşılaştıran B.Croce sanatın insanların ahlakının oluşturulmasında, onların yüce manevi servetlerle zenginleştirilmesinde, milli şuurların geliştirilmesindeki rolünü inkar etmesinin şahidi oluyoruz. Filozofa göre sanatın böyle bir tarafsızlığı, otonom olması geometri gibi hiç de onun önemini azaltmıyor. Hatırlatalım ki, buna benzer teoriler hala da Batı estetiğinde kendisine yer bulmaktadır. Mesela, musikide dodekafon akımının yaratıcısı olan Avusturya bestekarı A. Schönberg vaktiyle şöyle yazıyordu : Musikiyi diğerinin hoşuna gitmesi için yazan ve o zaman dinleyiciyi düşünen herkes gerçek bir sanatçı değildir. Diğer bir Alman bestekarı G.Schtükkenschmidt ise genç modernist sanatçıların da hemen katıldıkları gerici mahiyetli "Müzik-İnsan aleyhindedir" sloganını bile ileri sürmekten çekinmemiştir.

Batı'da geniş intişar bulmuş bu türlü bedii-estetik teorileri, onları sanat tecrübesinde deneyen sanatçılar asılında sanatı tarihen geleneksel olarak mevcut olan milli, estetik-ahlaki kaynaklardan halkın hayatındaki baş veren önemli sosyal problemlerden vs. ayırmak amacını güdmekle birlikte, aynı zamanda sanata özgü önemli olan iş kuralları, kanunları, estetik tabiatı vs. de inkar eder, bir sözle sanatın degradasiyasına, içten dağılmasına neden oluyor. Mesela, musikide son derece önemli olan ezgi (melodi), makam, ritm, metr, tempo, harmoni gibi unsurlar inkar ediliyor (bunu dodekafon, atanol, seriy, elektron, aleatorika,puantilis gibi akımlarda izlemek mümkündür), tiyatro sanatında insanlar arasındaki mantıki ilişkiler dikkate alınmıyor (özellikle absurd-saçmalama tiyatrosunda), sanatlarda real sosyal gerçekliğe ve objelere ilgi azalıyor (özellikle abstrakt-ekspresyonizmde, soyut sanatta, kinetik akımda vs.), bir sözle biz özellikle Batı sanatında sanatla-gerçeklik, sanatla-toplum ve insan arasında genişlenmekte olan bir "uçurum"u izlemekteyiz. Bir taraftan "elitler" adlandırılan ve yukanda gösterdiğimiz akımlan içeren sanat (aslında geniş kitlenin anlamadığı bir sanat), diğer taraftan da kitlesel kültür, kitlesel sanat (bu ise aksine çoğu kez aşırı derece basitliği, primitifliği, sathiliği ile farklanıyor) aslında bu "uçurumu" daha da artmyor. Burada sohbet geniş kitlelerin gerçekten de estetik değeri olan sanat eserleriyle (mesela, halkın yaratıcılığı, klasik sanat eserleri vs. ile olan ilişkilerden gidiyor). Her iki halde bir çok uzmanların da itiraf ettikleri gibi hem eliter hem de kitlesel kültür ve sanat aslında geniş kitle ile gerçek estetik mahiyet taşıyan ve tabii ki, buna göre de manevi-ahlaki fonksiyonunu daha güzel ifade edebilen sanat arasında büyük bir uçurum yaratmaktadır. Bir kez unutmamak gerekir ki, sanatın esas amacı insanların maneviyatına, ahlakına olumlu etki göstermekle birlikte onun hayatta, toplumda güzelliği ve çirkinliği, kabahati ve fazileti, karamsarlığı ve iyimserliği vs. manevi-estetik nitelikleri farklandırmak yeteneği oluşturmak, geliştirmektir. Bu gibi yüce manevi amaçlara hizmet etmeyen sanat eserleri en çağdaş bedii akımlarla süslendirilmiş bile olsa ayrı sanatçıların iç dünyasının sübjektif ifadesi gibi meydana gelip hiç bir zaman büyük içtimai mânaya sahip olmaz, klasik sanat eserlerine özgür olan edebiyata kavuşamazlar.

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP