TÜRKİYE'DE FELSEFENİN ÖYKÜSÜ - 2

Çeviriler arttıkça eski genel sözlüklerin yetmediği görülüyor. Yalnız felsefe terimlerini içeren sözlükler aranmaya başlıyor. Nitekim iki felsefe sözlüğü girişimi vardır bu yıllarda. Birini Rıza Tevfik, ötekini İsmail Fennî hazırlamıştı. Rıza Tevfik'in sözlüğünün tamamı basılamadı, Fransızcadan Türkçe'ye olan ikincisi tamam olarak yayımlandı (1928).

Baştan beri sıraladığım felsefe çalışmaları tüm çabalara karşın dar aydın çevreleri içinde kalıyordu. Fakat bizde Ziya Gökalp Osmanlı İmparatorluğu'nun son yıllarında olduğu kadar, Cumhuriyet'in ilk yıllarında da, düşünceleriyle toplumu büyük ölçüde etkilendi ve adını gittikçe genişleyen geniş bir alana duyurdu. Aslında toplumbilimci olan Ziya Gökalp, yazılarında başta Durkheim olmak üzere birçok Batı felsefecisinden alıntılar yaparak Türkiye'nin sorunlarını inceledi. Bizde bir toplumbilim okulu meydana getiren Gökalp'i, İsmail Hakkı Baltacıoğiu, Ziyaettin Fahri Fmdıkoğlu vb., izledi.

Cumhuriyet döneminin başlarında özellikle pragmacı felsefeye ilgi duyuldu. William James ve John Dewey'in temsil ettiği bu akım, «gerçeğin uygulama dışında bir ölçüsü yoktur; her varsayımın, her yasanın geçerliği ancak deneme sonunda belli olur,» diyordu. Bu bakımdan, geri kalmışlığının nedenlerini Doğunun gizemci ve metafizik etkilerinde bulan Türk aydınlarının pragmacılığı benimsemesi doğaldı. Mehmet Emin Erişirgil ve Avni Başman'la birlikte pragmacılığı benimseyenler eğitim işlerinde görev aldılar. John Dewey'in kitapları dilimize çevrildiği gibi kendisi de eğitim konusunda rapor vermek üzere Türkiye'ye çağrıldı.

Aynı günlerde Bergson'un sözü edilmeye başladı Türkiye'de. Kimi aydınlarımız, Bergson'un «yaşama atılımı» kuramını içtenlikle savundular. Bu akımın Türkiye'ye gelmesine çeviri ve yazılarıyla Mustafa Sekip Tunç ön ayak oldu. Sekip Tunç daha sonra Freud'ü çevirecek ve Freudçuluğu tanıtacaktır (1926). Her yerde olduğu gibi Türkiye'de de Freud büyük ilgi gördü, birçok kitabı çevrildi.

Cumhuriyet'in ilk yıllarındaki düşün hareketlerinden biri de Konya'da Yeni Fikir dergisini çıkaran Naci Fikret ile Namdar Rahmi Karatay'm benimsedikleri «enerjetizm» di. Enerjetizm, madde ile hatta ruhla ilgili her şeyi enerji ile açıklıyordu. Pragmacılığa ve enerjetizme karşı olanların başında ise Mehmet İzzet vardı ve felsefi idealizmi savunuyordu. Bu profesör ve onun asistanı olan Orhan Sadettin, Üniversitede felsefe tarihi dersleri okuttular; Kari Vorlander'in üç ciltlik Felsefe Tarihi'ni çevirdiler.

Her yeni felsefe ve bilim akımı artık oldukça hızlı biçimde Türkiye'ye gelmeye başladı. Nitekim Einstein'in «görelilik kuramı» nı Avrupa'da açıklanmasından sonra bu konuda bizde de kitap çıkması gecikmedi. Einstein kuramına ilişkin ilk iki kitabımız 1922 ve 1925 tarihlerini taşımaktadır.

1928'de latin yazısının kabulü ile Türk eğitiminde olduğu kadar düşünce ve yayın hayatında da yepyeni bir döneme girildi. Kısa alışma süresinden sonra, gazete, dergi ve kitaplar daha çok yayımlanıp daha çok kimselerce okunmaya başladı.

1930'da dil devrimi başlayınca Türk dilinin dünyadaki en zengin dillerden biri olduğunu söyleyen Atatürk, dilimizin bilinçle işlenmesi gerektiğini belirtti. «Ülkesini, bağımsızlığını korumasını bilen Türk ulusu, dilini de yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmalıydı.» Dil devrimi Atatürk'ün üzerinde en çok durduğu devrim oldu.

1933 yılında da üniversite reformu yapıldı. Eski üniversitenin yerine yeni bir üniversite kuruldu. O zamanın Milli Eğitim Bakanı bu yenileştirmenin gerekçesini açıklarken şöyle diyordu: «Üniversite devrimlerle ilgilenmemiştir. Yazı devrimi, dilde yenileşme, yeni tarih düşüncesi bütün yurdu sararken üniversite aldırmazlık, içindeydi.» Demek ki yeni üniversitenin kadroları devrimci olacaktı. Bu bağlam içinde üniversitedeki felsefe öğreniminin ne gibi değişiklikler gösterdiğine bakalım:

1933'de felsefe bölümünde biri doçent öteki ikisi asistan üç felsefeci göreve başlıyordu. Doçentin adı Hilmi Ziya Ülken, asistanların adları Macit Gökberk ve Halil Vehbi Eralp'tı. Hilmi Ziya'nın Umumi İçtimaiyat (Genel Toplumbilim) ve Türk Tefekkür Tarihi kitaplarını gören Atatürk onu Ankara'ya çağırarak konuşmuş, araştırma yapması için Almanya'ya göndereceğini, dönüşünde Üniversite'ye «Türk Düşüncesi Tarihi Kürsüsü» ne atanacağını bildirmişti. Bir yıl kadar Almanya'da kaldıktan sonra yurda dönen Hilmi Ziya büyük bir hevesle derslerine başladı.Hilmi Ziya ve Macit Gökberk'in Üniversite'deki çalışmaları iyi bir gelişme gösterecek, önemli eserler vereceklerdir. Onların bu çalışmalarına daha sonra değineceğim.

Fransa'da iyi bir felsefe öğrenimi gören Vehbi Eralp genel felsefe ve mantık dersleri verdi. Alfred Veber'in Felsefe Tarihi'ni çevirdi. Almanya'da felsefe öğrenimini yeni tamamlayan Mazhar Şevket İpşiroğlu'nun sanat tarihi ve estetik kürsüsüne atanmasıyla kadro tamamlanıyordu.

Üniversite Felsefe Bölümü'nde 1933 yılının en önemli olayı Almanya'dan çağrılan ünlü bilimsel felsefe profesörü Hans Reichenbach'ın gelmesidir. Reichenbach'ın asistanlığını ve çevirmenliğini Nusret Hızır yaptı. Alman felsefeci, doğa bilimleri ile felsefe arasında bağ kurulmasından yanaydı. Bu amaçla bir de dernek kurdu. Ne var ki, İstanbul'da beş yıl kalan Reichenbach, beklenildiği kadar verimli olamadı. Yalnızca Lojistik adlı eseri çevrilebildi o yıllarda. Bilimsel Felsefenin Doğuşu adlı önemli kitabının çevrilmesi için 1980 yılını beklemek gerekti.

Ülkenin kültür hayatında görülen canlılığa ve devrimci ortama az yukarıda değinilmişti. Bu ortamda iki önemli dizinin yayınlanmaya başladığı görülmektedir: Birinci diziyi Milli Eğitim Bakanlığı yayımlıyordu. Aslında devlet, Meşrutiyet yıllarında da bilim, felsefe ve kültür yayımına önem vermişti. Daha Cumhuriyet ilân edilmeden Ankara Büyük Millet Meclisi Hükümeti'nin Eğitim Bakanlığı, birçok konuda, bu arada felsefe konusunda da kitaplar yayımlamıştı. Bunlardan çoğu birkaç çeviri dışında felsefeci Namdar Rahmi'nin kitaplarıydı. Üniversitede felsefe tarihi dersleri veren M. Emin Erişirgil'in Kant' ve Felsefesi adlı kitabı da bu yayınlar arasında çıktı.

1934'de yayımına başlanan dizi Lise Felsefe Derslerine Yardımcı Kitaplar başlığını taşıyordu. Gerçekten hepsi de felsefeyle ilgiliydi bunların ve yalnızca ikisi çeviriydi. Spinoza, Leibnitz, Kant, Berkeley'den olduğu kadar, Bergson, Ernst Mach, Bertrand Russell gibi oldukça yeni felsefecilerden de çeviriler yapılarak yayınlanmıştı ayrıca. Dizi 19 kitaptan oluşuyordu.

İstanbul Felsefe Bölümü yeni düzenlenmeden sonra bir süre pek az yayın yaptı. Fakültenin ortak süreli yayını olan Edebiyat Fakültesi Mecmuası ise artık çıkmıyordu.

Bakanlığın ve Üniversitenin dışında da felsefe ile ilgili yayınlara önem veren yayıncılar görüldü. Bu bakımdan, Haydar Rıfat'ın yönetimindeki Dün ve Yarın çeviri dizisinin (1934) üzerinde biraz durmak gerekiyor. Elliye yakın kitabı içine alan bu dizide, Herakleitos, Aristoteles, Young, Heidegger gibi felsefecilerin eserleri yanında Lenin, Kautski, Stalin, Buharin, Kropotkin gibi düşünür ve yazarların siyasal ve toplumsal konulu eserleri yer alıyordu. Dizideki kitaplardan anlaşılacağı gibi, o yıllarda Türkiye'de, her çeşit dünya görüşünün yer aldığı kitaplar rahatlıkla basılıp satılabilmekteydi.

Yeni bir üniversitenin özellikle dil ve tarih çalışmaları için yararlı olacağı düşünülerek Ankara'da Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi kuruldu. Çok geçmeden bu fakültenin felsefe bölümü açıldı. Bu fakültenin bölümlerine genç ve yetenekli profesörler atandı. Bugünkü felsefeci kuşaklarının yetişmesinde büyük emeği geçen; günümüz Türk felsefesini âdeta biçimleyecek ölçüde etkili olan ve hayranlık uyandıran Nusret Hızır, Felsefe Bölümüne verildi. Fransa'dan, Descartes uzmanı Lacombe, hoca olarak getirildi. Gelişen dil devrimi ve Cumhuriyetle birlikte oluşan yeni kavramlar felsefe dilinin yeniden ele alınmasını gerekli kıldı. 1938'den sonra da TDK ve Tarih Kurumu çalışmalarına devam etti.

1939'da çok önemli bir şey oldu : Hasan Âli Yücel milli eğitim bakanlığına getirildi. Felsefeciydi Hasan Âli Yücel bu konuda çalışmaları vardı. Gerçi Emrullah Efendi gibi felsefeci sayılabilecek kültürlü bir milli eğitim bakanı Osmanlı döneminde de görülmüştü. O da elinden geldiği kadar hizmet etmişti ülkenin eğitimine ve kültürüne. Liselere felsefe dersleri onun zamanında konmuştu. Ama Hasan Âli Yücelin bakan olmasıyla eğitim ve kültürün her alanında bu arada felsefede yeni ve bereketli bir dönem başladı. Klasiklerden çeviriler düzenli ve özenli biçimde çıkmaya başladı. 1940'da başlayan bu dizi, 1946'ya kadar gittikçe artan sayılarda felsefe kitabını içeriyordu. Bakanlığın yayınları 1946'dan sonra yavaşladı. 1950'den sonra tüm niteliklerini yitirdi. 1940'larda görülen yayın hareketi kültürün, millet sevgisi ile birlikte humanist temellere dayandırılmasını amaçlamıştı.

Felsefe terimleri sorunu bu çeviri etkinliği içinde yeniden gündeme geldi. Çok geçmeden Türk Dil Kurumu Felsefe ve Gramer Terimleri'ni yayımladı. Bunu vakitsiz bir oldu bitti gibi gören İstanbul Üniversitesi bir süre bu terimlere ilgisiz kaldı, hatta direndi. Ama pek fazla sürmedi bu direnme, İstanbul Felsefe Bölümü bu terimlerin kullanılmasının yerinde olacağına karar verdi. Bundan sonra başta Macit Gökberk olmak üzere bölümün bütün öğretim üyeleri dilde özleşmenin öncülüğünü ele aldılar. Onların arkasından, denemeci eleştirmeci, bilim adamı, birçok kimsenin öztürkçeyi ve yeni felsefe terimlerini severek, benimseyerek kullandığı görüldü. Örneğin Nurullah Ataç gibi etkili bir eleştirmeci ve denemeci Türkçenin özleşmesi ve yeni terimlerin yerleşmesi uğrunda büyük bir savaş verdi. Yıllardır süren felsefe dili sorunu çözümlenme yoluna girmişti artık.

Çok partili döneme geçildikten sonra 1950'de yeni bir partinin yönetimi ele alması, bir takım kimselerin devleti âlet ederek devrimlere karşı gelmesine neden olduysa da, dilde özleşme çalışmaları azalmadı, tersine daha da arttı. Dilin felsefe yapmaktaki önemini çok iyi anlayan felsefeciler özleşmeye var güçleriyle sahip çıktılar.

Şimdi biraz geriye dönüyorum: 1936 yılında İstanbul Üniversitesi'ne tanınmış bir Alman felsefeci daha geldi. Ernst Von Aster admdaki bu felsefe tarihçisi Almanya'yı, Nazi baskısı yüzünden terk etmişti.

Von Aster gelişinden 1948'de ölümüne dek, felsefe tarihi dersleri verdi; seminerler yaptı. Bu profesörün verdiği derslerden olu¬şan üç kitap yayımlandı: Felsefe Tarihi, Bilgi Teorisi ve Mantık, Hukuk Felsefesi Dersleri, Almanya'daki Yeni-Kantçı görüşün temsilcisi olan Von Aster, bizde, bu görüşünden çok, felsefe tarihindeki açık ve yan tutmaz durumuyla etkili oldu. Von Aster'in ders¬lerinden yetişen öğrenciler, liselerimizde uzun süre felsefe öğretmenliği yaptılar. Aster derslerinde, felsefenin ayrı ayrı bilim dalları arasındaki birleştirici işlevi üzerinde duruyor, bilimlerin işinin bittiği yerde felsefenin işi başlar, diyordu. Felsefenin en önemli işi bilimlerin yöntemlerini denetlemekti. Aster'e göre «felsefenin nasıl bilimleri birleştiren bir işlevi varsa, değişik milli görüşleri birleştiren bir işlevi de olmalıydı.» Von Aster üniversitede İslâm felsefesinin de bir yeri olmasını istedi. İslâm felsefesi kürsüsü, profesörlüğe yükseltilen Hilmi Ziya Ülken'e verildi. Ülken bu kürsüde verdiği dersleri yayımladı: İslâm Düşüncesi, Ülken, Felsefe Bölümü'nde yalnız İslâm felsefesi dersleri değil, çeşitli zamanlarda toplumbilimden ahlaka, bilgikurammdan sanat felsefesine kadar değişik konularda dersler verdi. Değinmediği konu kalmadı. Kitaplar çıkardı arka arkaya, gazete ve dergilerde yazılar yazdı. Onun kendine özgü bir felsefe sistemi kurma çabası içinde olduğu görülüyordu. Bir ömür verdi buna. Belki tutarlı ve derinlemesine bir felsefi görüş koyamadı ortaya. Ama yine de, onun çalışmalarına saygı duymak gerekiyor. Yazılarında, felsefe çalışması yapacaklar için büyük bir malzeme bolluğu var. Onun özellikle uyanış Devirlerinde Tercümenin Rolü, Türk Tefekkür Tarihi, Yirminci Asır Filozofları, Mantık Tarihi, İslam Düşüncesi, Türkiye' de Çağdaş Düşünce Tarihi gibi kitapları her zaman başvurulacak değerli eserlerdir.

1 | 2 | 3 | 4

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP