TÜRKİYE'DE FELSEFENİN ÖYKÜSÜ - 3

İstanbul'da felsefe tarihi derslerini Aster'den sonra uzun süre onun doçenti ve çeviricisi olan Macit Gökberk verdi. Gökberk ayrıca yaptığı seminerlerde dil felsefesi ile birlikte çeşitli sorunlar üzerinde durdu. Verdiği derslerden oluşan Felsefe Tarihi kitabını yayınladı.

Burada başka bir Alman profesörden, Valter Kranz'dan söz etmeliyim. Kranz Eski Yunanca uzmanı olduğu ve Yunan felsefesini iyi bildiği için 1945-50 yılları arasında Antik Felsefe derslerini o verdi; bu alanda yararlı ve etkili oldu. Kranz'ın, Antik Felsefe dersleri yayınlandı.

İstanbul Felsefe Bölümü'ne 1950lerde iki Alman profesörü daha ders vermek üzere geldiler: Heinz Heimsoeth ve Joachim Ritter. Tanınmış Kant araştırıcısı Heinz Heimsoeth'un 1950-51 deki dersleri aydınlanma ve Kant felsefesi konusundaydı. Bu dersleri çevirip yayınlayan Takiyettin Mengüşoğlu, yazdığı Önsöz'de şöyle der (1967) : «Kant'ın uğraştığı birçok sorunlar bizim bugünkü hayatımızda, Doğululuktan gelen yanlışların kaynağı olarak sürüp gitmektedir. Örneğin kavramcılık bunlardan biridir. Kant kavramcılıkla çarpışmış, insan aklının bu alandaki sınırlarını göstermiştir. İnsandan kavram üretmesi değil, insan olması beklenir. Bu bakımdan Kant'ı felsefî antropolojinin kurucusu sayabiliriz.» Heimsoeth'un Türkiye'de Ahlâk Denen Bilmece (1957) ve Felsefenin Temel Disiplinleri (1952) adlı iki kitabı daha çevrildi. J. Ritter varoluşçuluk felsefesinde uzmanlaşmıştı.

Derslerinde daha çok bu konuya ağırlık verdi. Derslerini doçenti Hüseyin Batuhan çeviriyordu. Ritter Varoluş Felsefesi konusunda bir konferans da verdi (1954). Batıda Husserl'in başlattığı fenomenoloji ve felsefi antropoloji akımlarını Türkiye'ye, Takiyettin Mengüşoğlu tanıttı ve onun İstanbul'da verdiği derslerin ağırlık noktasını bu anlayışlar oluşturdu. Mengüşoğlu bu görüşlerle ilgili olarak Max Scheler'den İnsanın Kosmosdaki Yeri'ni çevirdi ve Kant ve Scheler'de İnsan Problemi'ni yazdı. Daha sonra yazdığı Felsefeye Gtriş'de Almanya'dayken derslerini izlediği Nicolai Hartmann'ın yeni ontoloji felsefesine yer verdi ve Türkiye'nin kültür sorunlarına değindi.

Fenomenoloji ve felsefi antropoloji artık uzun süre İstanbul Felsefe Bölümünün gündeminde kalacaktır. Nitekim bu bölümün yayınladığı Felsefe Arkivi dergisinin değişik sayılarında adı geçen akımlara ilişkin çok yazı çıktı.

Nermi Uygur da felsefeye fenomenoloji ile başladı. Bir ara Russell üzerinde duran Uygur, dil felsefesinden yaşama felsefesine kadar uzayan bir çalışma içine girdi. Felsefe yanında deneme yazılarında da başarılı oldu. Denemelerini Güneşle adlı kitapda topladı, daha sonra İnsan Açısından Edebiyat'ı yayımladı (1969). Nermi Uygur'un bence en ilginç eseri Türk Felsefesinin Boyutları'dır. Kendisi bu kitap için «Türkiye'de felsefenin geleceğine ilişkin aykırı düşünceler» diyor.

Dil, ahlâk ve fenomenoloji konusunda çalışma yapanlar arasında Bedia Akarsu da var. Akarsu, Max Scheler'de Kişilik Problemi'ni 1962'de yayımladı. Ahlâk Öğretileri 1970'de, Çağdaş Felsefe 1979'da çıktı. Bedia Akarsu aynı zamanda Felsefe Terimleri Sözlüğü'nü hazırlayarak, terim alanındaki en önemli çalışmayı yaptı. Böylece, felsefe dilindeki güç bir sorunun yıllar süren çalışmalardan sonra ulaştığı olumlu sonuç ortaya konuyordu. Bu sözlük ile felsefe yazılarının dilinde bir birlik sağlanabilecekti.

İstanbul'da Husserl'in fenomenolojisi ile en son ilgilenen öğretim üyesi Onay Sözer oldu. Edmund Husserl'in Fenomenolojisi ve Nesnelerin Varlığı'nı yayımladı 1976'da. Daha sonra Encyclopaedia Britannica'daki Fenomenoloji maddesini çevirdi (1980). Husserl bu maddede kendi fenomenoloji felsefesini özetlemişti.

Sözer'in 1981'de yayınlanan kitabı «Dil-Tarih İlişkisi Üzerine Bir İnceleme» idi. Anlayan Tarih adını taşıyan bu kitapda Sözer, ulusların düşünme biçimleriyle dilleri ve tarihleri arasındaki ilişkiyi inceledi. Bu arada N. Hızır'ın yazılarının yıllardır beklenen derlenmesinin de gerçekleştiğini söylemeliyim: Felsefe Yazıları (1976). Türkiye'deki felsefe evriminin gözden geçirildiği böyle bir yazıda sanat felsefesi (estetik) konusunda yapılan çalışmalara da değinilmelidir.

Üniversitelerimizdeki sanat felsefesi, estetik dersleri oldukça eskidir. H. Suphi Tanrıöver ve İ. Hakkı Baltacıoğlu ile başlayan estetik derslerini Suut Kemal Yetkin ve Mazhar Şevket Ipşiroğlu sürdürdü. Bugün İstanbul Felsefe Bölümünde bu dersler «Sistematik Felsefe Kürsüsü» né bağlıdır ve İsmail Tunalı'nın yönetiminde verilmektedir. Çağdaş resmi felsefe açısından inceleyen İsmail Tunalı, Grek estetiği, Benedetto Croce ve Marksçı estetiğe ilişkin araştırmalar yaptı; bu konularda kitaplar yazdı. Aynı kürsüde Necla Arat estetik ve genel felsefe konusunda çalışmalar yapıyor. Necla Arat yeni Kantcı E. Cassirer'in önemli kitabı İnsan Üstüne Deneme'yi çevirdi (1980). Öğretime estetik ile başlayan îpşiroğîu ise giderek daha çok sanat tarihine yöneldi ve bu konuda değerli eserler verdi. Onun özellikle Sebahattin Eyüboğlu ile birlikte yaptığı incelemeler sanat tarihimizde çığır açacak niteliktedir.

Suut Kemal Yetkin'e gelince, o derslerini İstanbul'dan sonra Ankara İlahiyat Fakültesi ile Eğitim Fakültesi ve Hacettepe Üniversitesi'nde verdi. Estetik Doktrinler'i 1972'de, Estetik ve Ana Sorunlar'ı 1979'da yayınladı. İtalya'da sanat felsefesi konusunda doktora yapan Bedrettin Cömert'i, ölümünden kısa süre önce yanına asistan olarak almıştı. Yetenekli bir estetikçi ve iyi bir eleştirmeci olan Bedrettin Cömert çok kısa süren hayatında önemli ve örnek çalışmalar yaptı.

İstanbul ve Ankara'daki iki üniversiteden sonra Ortadoğu Teknik Üniversitesi ve Hacettepe Üniversitesi kurulmuştu. Bu üniversitelerde de felsefe dersleri verilmeye başladı. Orta Doğu Teknik Üniversitesi'ndeki dersler İngilizce olarak veriliyor. Hacettepe Üniversitesindeki felsefe dersleri öteki üniversitelerdeki gibi lisans düzeyinde değil, doktora düzeyinde yapılmakta. Yani liselere öğretmen yetiştirmek amacı güdülmüyor. Felsefe doktorası için bir bilim dalında uzman olmak koşulu aranıyor.

Bu yerlerden başka ülkemizde, hukuk, iktisat ve siyasal bilimler fakültelerinin hepsinde felsefe dersleri okutulmakta ve felsefeye ilişkin yayımlar yapılmaktadır. Örneğin Kant'ın Türkçeye çevrilen ilk kitabını Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi yayınladı: Ebedî Barış Üzerine Felsefî Deneme (1960). Bütün bu çabaların sonucu, bizdeki felsefe öğrenimi yayımlarındaki düzeyin epeyce yükseldiği görülmektedir. Nitekim Hacettepe Üniversitesi son zamanlarda çok yararlı bir yayın çalışması planlamıştır. Bu plana göre felsefe tarihinde adı geçen belli başlı ana kitaplar Türkçeye çevrilip dizi halinde yayımlanacaktır. Dizinin ilk kitabı olarak Davide Hume'un İnsanın Anlama Yetisi Üzerine Bir Soruşturma, ikinci kitabı olarak da Kant'ın Pratik Aklın Eleştirisi çok özenli bir biçimde hazırlanıp bastırılmıştır. Dizideki kitapların önemli özelliği çeviri ile birlikte, yabancı dildeki ana metnin de verilmesi ve çeviriyi bir kişi değil yetkili birkaç çevirmenin birlikte yapmasıdır. Planlanan böyle bir dizi, bu tür bir takım çalışması, kanımca, ülkemizdeki felsefe etkinliklerinde, önemli bir aşamaya gelindiğinin göstergesidir. Çünkü uzun süreden beri üniversitelerimizin felsefe bölümleri verimsizlikle hatta tembellikle suçlanıyor, eleştiriliyordu. Biraz sonra Türk Felsefe Kurumu'ndan söz ederken değineceğim gibi bu eleştirileri felsefecilerin kendileri de yapmaktalar.

Felsefe konusunda üniversitelerin dışında çalışmalar da var. Bu alanda bir iki ad üzerinde duracağım. İlkin Afşar Timuçin'in adını anmak istiyorum. Timuçin'in uzun süre çıkardığı Felsefe dergisi, Aristo ve Descartes konusundaki kitapları L.Goldman' dan yaptığı çeviriler, felsefenin Türkiyedeki yayılma alanını genişletmiştir.

Üniversite dışında felsefe çalışmaları yapanlar arasında Orhan Hançerlioğlu'nun da belli bir yer aldığı görülmektedir. Daha önce Cemil Sena Ongun'un başladığı yolda etkinlik gösteren Orhan Hançerlioğlu önce öykü ve romanlarıyla tanındı, daha sonra felsefe alanına yöneldi, Düşünce Tarihi, Felsefe Ansiklopedisi ve İnanç Sözlüğü'nü yazdı. Bunlar genel kültür edinmek isteyenlerle felsefeye başlayanların işine yarayacak nitelikte kitaplar. Varoluşçuluk ve Marksçı felsefenin Türkiye'deki durumuna geçmeden önce, İstanbul Üniversitesi'nde yapılan felsefeye ilişkin tezlere değinmek istiyorum:

Bizde ilk felsefe doktorunun Orhan Sadettin olduğu söylenir. Üniversitede 1920'lerde öğretim görevlisi olarak bulunan Orhan Sadettin'in tez konusu kesinlikle bilinmiyor. Büyük olasılıkla felsefe tarihinde yöntem konusundaydı. 1933 ile 1973 arası doktoraları için bir liste bulunuyor elimde. Liste, Edebiyat Fakültesini'nin bütün bölümlerini kapsıyor. 1933-46 arasında bütün fakültede 15 kişi doktor olmuş, yalnız biri felsefeci: Ziya Somar. (Z. Somar, daha sonra Bergson adlı kitabıyla, çevrileriyle dikkati çekti).

1947-53 arasında doktor olan 186 kişiden ise 15 tanesi felsefeci. Az mı çok mu, değerlendirmeyi size bırakıyorum. Vaktiyle psikoloji Profesörü Peters şöyle demişti: «Öğrencilerin geldikleri çevrelerde, düşün çalışmalarını değerlendirme, düşün ilgisi henüz pek çok eksiktir. Okul (üniversite) onlara eksik olanı vermiyor, bir şeyler öğretiyor ama, öğretilenleri işlemek, bunların üzerinde düşündürmek yok. Öğrencilerin çoğu üniversiteyi lisenin bir uzantısı olarak görüyor.» Bu durumda elbette doktora sayısı düşük olur. Von Aster'in öğrencilerinden iki kişi doktora yapabilmiş. O günden bugüne 15 felsefe doktoru, hepsi bu kadar.

Lisans tezlerine gelince kuşkusuz bunların sayısı çoktur. Ne var ki bitirme tezleridir bunlar, derinlemesine araştırmayı içermez. Fakat yine de aralarında önemli sayılacaklar vardır. Bunların hiç olmazsa bir listesi yayımlansa iyi olur.

Varoluşçuluk (egzistansiyalizm) Türkiye'ye Jean-Paul Sartre'in kitapları ve öteki eserleriyle geldi. 1945 ile 1950 arasında Fransa'yı büyük ölçüde etkileyen Sartre'ın çalışmaları bizde nerdeyse günü gününe izlendi. Yeni bir insan ve özgürlük felsefesi getiren, edebiyata öteki felsefe görüşlerinden daha yakın olan Sartre'ın varoluşçuluğu aydınlarımızın büyük ölçüde ilgisini çekti. Sartre ve Simon de Beauvoir'm eserlerinin çoğu dilimize çevrildi. Varoluşçuluk bu denli güncelleşince Kirkeggard, Heidegger, Jaspers gibi felsefecilerin varoluşçu görüşlerine ilgi duyulmaya başlandı.

Türkiye'deki Marksçılık ve tarihsel maddecilik akımına geçiyorum:

Bizdeki kimi felsefe çevreleri, uzun süre, sanki yeryüzünde bu akım, böyle bir felsefe yokmuş gibi davranmışlar «diyalektik» sözcüğünü bile söylemekten çekinmişlerdir. Oysa Türkiye'de tarihsel ve diyalektik maddecilik konusundaki çalışmaların başlangıcı oldukça eskiye uzanır. Kerim Sadi, Sadrettin Celâl vb. yazarların ele alıp tanıttıkları Marksçılık konusunda daha sonra başkaları bir çok kitap ve yazı yazdılar; dergiler çıkardılar. Ne var ki, Marx ve Engels'in ana kitapları. 1961 Anayasasından sonra çevrilebilmiş, bu çeviri etkinliği 1980'e dek oldukça yoğun biçimde sürmüştür.

1 | 2 | 3 | 4

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP