İNSAN BİLİMLERİNDE TEMELLENDİRME SORUNU - 3

Çağdaş dilbilimin kurucusu sayılan Sausseure dilbilimi göstergebilimin bir bölümü sayar ve bu ikincisini tüm insan bilimleri için bir genel bilim olarak önerir. Ancak o bu konuda pek bir şey söylemez. Fakat Saussure'ü izleyenler, bu iki bilimden hangisinin genel bilim olduğu konusunda birbirinin karşıtı iki kampa ayrılırlar. İster Saussure'de ve diğerlerinde olduğu gibi göstergebilim genel bilim olarak alınsın, ister Barthes ve diğerlerinde olduğu gibi göstergebilim bir "öte-dilbilim" (translinguistik) olarak görülüp dilbilim temel alınsın, bu her iki tutumun da bazı benzerliklerin ötesinde, örneğin iktisat veya tarih bilimi için nasıl bir model bilim olacağı gösterilirken benzerliklerin abartılması ve ayrılıkların gözardı edilmesi yanılgısına düşmek kaçınılmaz olacaktır. Biz burada bu çalışmaları ayrıntılarıyla ele alıp eleştirme niyetinde değiliz, öyle bir şey, amacımızın dışındadır. Biz. burada her şeyden önce insan bilimleri alanında temel veya genel bilim olma savında olan bilim disiplinlerinin ya da felsefi yaklaşımların, onların bu savı bakımından bulundukları konumu saptamayı, betimlemeyi ve eleştirmeyi deniyoruz.

Son olarak, yine sosyolojiye insan bilimleri için bir tür temel bilim rolü veren Adorno'nun bu görüşünü ele almak istiyorum: Comte, tüm tek tek insan bilimlerini sosyoloji içinde eriterek, ona yedirerek onu temel bilim yapmak istemişti. Oysa Adorno'nun tutumu farklıdır. O. sınırlı ölçüde de olsa sosyolojiyi disiplinler arası bir yöntem olarak öyle bir konumda görür. Adorno şöyle diyor:

"Felsefe, sosyoloji, psikoloji ve tarih gibi disiplinler arasındaki işbölümü, onların nesnesinde bulunmaz; tersine nesneye dışardan dikte edilmiştir. Bilim gerçekte birdir, (...) Disiplinler arası yöntemler talebi, belirli anlamda genellikle tüm olanaklı nesnelere uzanan sosyoloji için özel ölçüde geçerlidir. Felsefeyi, psikolojiyi, tarihi vb. disiplinleri birleştirecek olan Adorno'nun önerdiği anlamda sosyoloji, zaten hem felsefedir hem sosyoloji hem psikoloji hem de tarihtir. Ayrıca, Adorao'nun sosyolojiye verdiği yere gerekçe olarak öne sürdüğü "tüm olanaklı nesnelere uzanma" savı da çok söz götürür. Sosyolojinin, örneğin psikolojinin, sanatın, teolojinin... nesnelerine uzanması bir tür sosyalizimin ötesinde ne denli kabul görebilir"

Özetleyecek olursak, şimdiye dek yaptığımız eleştirilerin ışığında, tüm bilimin temellendirilmesi bir yana insan bilimleri için yapılacak böyle bir çabada şu tutumlardan kaçınılması gerektiğine inandığımızı söylemek istiyoruz:

1. İnsan bilimleri içinde herhangi bir tek disiplin temel, genel, model veya disiplinler arası diye alınarak bir temellendirme yapılmamalıdır.
2. Bu bilimler arasında bir sıra-düzen (hiyerarşi) kurulmamalıdır.
3. Tüm tek tek insan bilimleri, tek bir bilime indirgenmemelidir.
4. Nesne ve yöntemin, kavram oluşumunun benzerlik ve ayrılıkları ölçüt alınarak bir insan bilimleri sınıflaması veya temellendirmesi yapmaktan uzak durmalıdır.

Öyleyse ne yapılacaktır? Kuşkusuz bu sorunun hazar bir yanıtı yoktur. Ama o. sıralanan "yasakların" sınır çıziciliğinde bizi belli bir araştırma doğrultusuna yöneltebilecek bir soru olarak anlaşılmalıdır. Ve bu doğrultu hakkında söylenecek yan tutamak noktaları elbette şimdiden vardır. Her şeyden once, öyle bîr temellendirme bir bakış açısı olarak görülmelidir Spekulatif-konstruktif özelliklerinden arındırılmış bir Husserl fenomenolojisi, bazı katkılarla böyle bir ödevi üstlenebilir. Çünkü bu fenomenoloji, ne bir tek bilimdir ne de bir felsefi izm'dir; fakat o, felsefi bir tutum, bir yaklaşımdır; yani bakış açısıdır. Ancak bu fenomenoloji-Husserl'in hareket noktasının tersine, ilkin tüm tek tek deney bilimlerinin temeli olarak ortaya çıkmayacak, ama öncelikle insan bilimlerini kuşatacak bir bakış açısı olacak ve sonra ancak bilimin birliği ilkesi uyarınca doğabilimi de içine alabilecektir. Bu tutum, aynca, doğabilimi de yaratanın insan olmasına, onun insan tininin bir başarısı olması bakımından insanbilimi ile yan yana olmasına da uygun düşer. Bu yanyana olma, bilimlerin bu iki sınıfının her birinin kendi başınalığına zarar vermez.

insan tininin özgür bir yaratmasi olan matematik dışında, ister insan ister doğa bilimi olsun, her tek bilimin içeriği olan nesneler "fenomen" adını alır. Bu fenomenolojik bakış açısı, her tek insan biliminde, o bilimin yapısına, işleyişine göre çeşitli nitelemeleri de kendisine katabitmeiidirier. Örneğin sanat yapıtlarının, metinlerin anlaşılması ve yorumlanması, bir bilim disiplininde esas olduğunda, orada fenomenolojik-hermeneutik yaklaşım söz konusu olabilmelidir. Ya da iktisadi, sosyal, psişik vb. fenomenlerin nedensel açıklanmasından da söz edilebilmelidir. Matematiğin nesnelerini "fenomen" adlandırması dışında tutmamızın nedeni, onların Wittgenstein anlamında biçimsel nesneler olmalarıdır. Oysa her fenomenin içeriği vardır. Fenomenin ayırt edici niteliği, onun içeriği olması, kavramının daima algısal olarda uzak-yakın bağıntılı olması, sözcüğün bir şeyi göstermesidir. Oysa matematiksel işaret, bir şeye işaret etmez; o salt biçimdir; onun bir içeriği yoktur.

Doğa bilimlerinde matematiğin oynadığı role karşılık olacak başka bir bilim, insan bilimlerinde yoktur. Matematik burada da belli ölçülerde uygulama alanı bulur. Bir matematiksel işlem, iki ayn bilimde kullanıldı diye, ortaya iki ayrı tür işlem, iki ayrı matematik çıkmaz. Öte yandan matematik, kendisinin kullanıldığı bilim disiplinlerini bu kullanılışa göre bir sıra-düzene sokmaz. İki bilimden birinde matematiksel işlemlere daha çok başvuruluyor diye, o ötekinden daha temeldir, daha değer ifadesi verilir.

İnsan bilimlerine fenomenolojik yaklaşım, bu bilimleri bir sıra-düzen içine sokma sakıncasından bizi korur. Çünkü fenomenler arasında bir sıra-düzen yoktur. Doğal olsun, insansal olsun hiçbir fenomen, bir diğerine üstün tutulamaz. Örneğin psişik ve sosyal iki fenomenden birinin daha değerli olduğu söylenemez. Varolan olarak her fenomen, başka herhangi bir fenomenle varolan olma bakımından ayrı tutulamaz.

Fenomonolojik bakış açısından bilimler bir "aile" yapısı karakterinde görünürler. Wîttengenstein'i "dil-oyunu" kuramında kullandığı bir kavramı biz burada bilimlerin bir arada olma durumu için örnek olarak almak istiyoruz. Bu kavram, "aile benzerlikleri" kavramıdır. Wittgenstein, dillerin, dil oyunlarının bir sınıflamasını yapmayı amaçlamaz. Aksi halde oniann hepsinde ortak olan bir şeyin bulunması ve bu ortak şey ölçüt olarak ele alınıp, onu karşılaşılan her yere uygulayarak, "bu dil-oyunudur, bu değildir." denmesi gerekecekti. Bu, her kuram için esastır. Oysa Wittgenstein, kendisinin oyunlarda bulduğu ve "dil-oyunları"na yansıttığı "aile benzerlikleri "ni şöyle örnekler: Tavla-dama-satranç oyunlarına, onlardaki türlü türlü akrabalıklara bak. Şimdi kâğıt oyunlarına geç: Burada ilk sınıftakilerin her birine karşılık olacak pek çoklarını bulursun, ama pek çok ortak çizgiler kaybolur, başka çizgiler ortaya çıkar. (...)

Birbirine geçen ve birbirleriyle çapraşıklaşan benzerliklerin karmaşık bir ağım görürürüz. Genellikle oyunlarda ve dil-oyunlanndaki bu durum, ailede örneğin şöyle görülür: Boy bos, yüz çizgileri, göz rengi, mizaç özellikleri vb. çeşitli benzerlikler, bir ailenin bireyleri arasında birbirlerine melezleşerek sirayet eder. Örneğin aynı aileden olan Ahmet ile Mehmet'in yüz çizgileri birbirine benzer de boyu boşu benzemez. Buna karşın yine aynı aileden olan Hüseyin, Mehmet ile boy bos bakımından benzeşir de onların yüz çizgileri birbirine benzemez.

Wİttgenstein'ın bu "aile benzerlikleri" görüşünün bilimler için de geçerli olduğunu öne sürüyoruz. Nasıl ki tavla-dama- satranç oyunları bir aile ise, bunun gibi, doğa bilimleri ile onların karşısında olan insan bilimleri de başka bir ailedir. Bu benzerlik ve ayrılıklar, her iki bilim ailesi arasında ve herbir bilim ailesi içinde bireyler, yani tek tek bilimler arasında kolaylıkla gösterilebilir. Ancak tek tek doğa bilimleri ile tek tek insan bilimleri arasında kolaylıkla gösterilebilir. Ancak tek tek doğa bilimleri ile tek tek insan bilimleri arasındaki karşılıklı olma durumu, kuşkusuz, birebir biçimde anlaşılmamamlıdır. Böylece aile benzerlikleri kavramı altında iki grubu ayrılan doğa bilimleri ile insan bilimlerinde söz konusu karşılıklı oluş nedeniyle ve "aile" kavramının en üst kavramı olan "insan" kavramının tüm aileleleri içine alması dolayısıyla, bilimin birliği de benzetmemizde yerini bulmuş oldu. Her bir bilim ailesinin özelliklerinin, onların dallanm oluşturan tek tek bilimler arasında melezleşerek birbirine geçmesi ve bir bilim ailesindeki bir özelliğe, öteki ailedeki bir özelliğin karşılık gelebilmesi, hem doğa ve insan bilimlerinin her birinin kendi başına bütün olmasını, yani oniann ayn aileler olmasını hem de bu iki bilim ailesinin bilim olarak birliliğini gösterir.

Burada örnek olarak aldığımız aile, erkin bir kişide toplanmadığı bir aile tipidir. Böyle bir ailede yer alan hiçbir bilim disiplini, bir diğerine dikte etmez, bilimler arasında bir sıfa-düzen kurulmaz. Ve bu benzetme, yine bir benzetme olarak, iki bilim ailesinin oluşturduğu bir "bilimler cumhuriyeti"nden söz edilmesini olanaklı kılar.

Son olarak şunu söylemek isterim: Ben insan bilimleri veya tüm bilimler için bir kuram önermiyorum. Benim önerim, yalnızca bir bakış açısıdır. Ama bakış açısı da kuram demektir diye buna karşı çıkılacaksa. o zaman önerime bu sınır içerisinde kuram denilmesini kabul edebilirim. Çünkü baştan beri karşı çıktığım, bilimler için önerilmiş temel bilimler de birer kuramdı. Kurama bu bakış açısı sınırını koymakla ben, kendi yasağımı delmemiş olduğumu sanıyorum.
1 | 2 | 3

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP