NESNEL BİR AHLAK OLANAKLI MI? - 2
|
Kimi zaman da bir olay karşısında alacağımız tavrın ne olması gerektiği konusunda sıkıntıya düşeriz. Bu olay karşısında haklı bir davranış, doğru bir yanıt olduğunu düşünürüz. Başkalarıyla anlaşmazlığa düştüğümüz belirli ahlaksal konularda, çok kararlı olmadığımız kimi ahlaksal durumlarda, sanki doğru bir yanıt ya da ahlaksal davranış varmış gibi kendi kendimize ya da başkalarıyla tartışırız. Bütün bunlar doğru olarak adlandırılabilecek ya da aranması gereken doğru ahlaksal yargıların olduğunu; çoğu ahlak yargılarımızın bir bilgi değeri taşıdığını göstermektedir. Bu anlamda da ahlak yargılanmmn bir nesnellik ölçütü taşıdığı söylenebilir.
Nesnel bir ahlak anlayışının metafizik boyutunu ahlaksal olgular oluşturmaktadır. Ahlaksal gerçekçilik diyebileceğimiz görüş bizim ahlak kuramlarımızdan, bizim ahlak yargılarımızdan bağımsız bir varlığı olan bir ahlaksal gerçeklikten söz etmektedir. İyi' sözcüğünü kullandığımızda üzerinde konuştuğumuz, sözünü ettiğimiz nesnel bir nitelik olduğunu varsayarız. Nesnel bir ahlak anlayışı 'iyi', 'dürüst', 'adil' 'zorunlu' gibi ahlakla ilgili kimi sözcüklere karşılık gelen gerçek niteliklerin ve ilişkilerin olduğunu savunur. Ahlak alanında değişik gerçekçi yaklaşımların varlığından söz edilebilir. Örneğin ahlak olgularının yalnızca 'iyi' dediğimiz bir ahlaksal niteliğin türevi olduğunu, bu olguların kendine özgü bir niteliği olduğunu ve bu niteliklerin sezgilerimizle bilinebileceğini savunan gerçekçi bir ahlak anlayışı vardır. Doğalcı olmayan bu yaklaşım hem gerçekçi bir yaklaşım sergiler hem de ahlak yargılarının bilgi içeriği olduğunu savunur. Ahlak bilgisinin sezgisel bir bilgi olduğunu ve bütün ahlaksal doğruların bilgisine sezgiyle ulaşılabileceğini savunan bu görüş kimi güçlükler taşımaktadır. Burada, bu yaklaşımı uzun uzadıya tartışmayacağım. Kısaca belirtmek gerekirse, böyle bir yaklaşım ahlaksal olguları gizemli yapmakta, ahlaksal nitelikleri kurgusal nitelikler gibi göstermektedir. Bu yaklaşımın nesnel bir ahlak bilgisi olduğu savını belirli bir tür olguların varlığına bağlaması, hem ahlak olgularını gizemli bir tür olgular kümesi yapmakta hem de bu olguların sezgisel bilgisinin doğruluğunu belirlemekte kimi zorluklar doğurmaktadır (sözgelimi, kimi ahlak yargılarımızdaki anlaşmazlıklarımızın çözümlenmesinde hangi sezginin daha doğru olduğunun ölçüsünün yine öznel bir ölçü olması sonucunu; ya da sezgileri doğru olanı ahlaklı, sezgileri yanlış olanı ahlaksız olarak sınıflandırmak gerektiği gibi çelişkili bir sonucu doğurmaktadır). Burada benim savunacağım gerçekçilik, doğalcı bir yaklaşım biçiminde olacak. Önce doğalcılıktan ne anladığımı açıklayayım. Ahlak alanındaki doğalcılık ahlak olgularının doğal olgular ve toplumsal-bilimsel olgular üzerinde yükseldiğini, bunlardan türediğini ileri süren bir görüştür. Bu durumda ahlaksal olgular, doğal olgulardan ve toplumsal-bilimsel olgulardan belirli bir biçimde oluşmuşlardır. Doğal olgular, doğa bilimcilerin topladıkları, bizlerin de her an yüz yüze geldiğimiz, çevremizdeki fiziksel olgulardır. Toplumsal-bilimsel olgular da toplumsal, ekonomik, psikolojik ve biyolojik olgulardan oluşmaktadır. Bu anlamda, hem doğal olgular hem de toplumsal-bilimsel olgular ahlaksal olguları oluşturmaktadır. Örneğin bir sandalye sayısız mikrofizik parçacıklardan, savaş gibi büyük toplumsal olaylar daha küçük toplumsal olaylardan, karmaşık süreçlerden; fotosentez gibi biyolojik süreçler de aralarında belirli biçimlerde nedensel ilişkiler bulunan fiziksel nesnelerden oluşmuştur. Aynı biçimde, ahlaksal olgular da hem doğal olguların hem de toplumsal-bilimsel olguların oluşturduğu bir olgular kümesidir. Örneğin belirli toplumsal ve ekonomik koşullar toplumsal eşitsizliğe neden olabilirler. Bu durumda eşitsizlik, dolayısıyla da adaletsizlik toplumsal, ekonomik, hatta kimi doğal olguların yarattığı yetersizlikten kaynaklanabilir ya da bu olgulardan oluşabilir.
Bu durumda ahlaksal gerçekçilik dediğimiz görüş şu savlan taşır: Ahlaksal olgular ve doğru olarak nitelendirilen ahlak önermeleri vardır; ahlak yargılarımız bu olguları betimler ve bu önermeleri dile getirirler. Bundan ötürü de ahlakın nesnelliğinden söz edilebilir çünkü ahlak hem bir olgular dünyasıyla uğraşır hem de ahlaksal yargılar doğru ya da yanlış olabilir. Ayrıca bu nesnellik yalnızca ahlakın belirli bir olgular kümesiyle uğraşmasından değil, insanların neyin ahlaksal anlamda doğru ya da yanlış olduğuna ilişkin inançlarından bağımsız olarak bulunan olgularla ilgilenmesiyle de ilgili bir nesnellik anlayışıdır.
Ahlak, metaetik düzlemde tartışılan -sorunlarının yanı sıra normatif düzlemde tartışılan (belki de ahlak daha çok bu anlamda anlaşılıyor) kimi sorunları da kapsayan bir alan. Aslında, bize göre bu metaetik ve normatif boyut birbirlerinden bütünüyle ayrı düşünülemez. Örneğin, bir eylemin ahlaksal değerinin eylemin sonuçlarının doğruluğuna mı yoksa eylemin kendisinin ahlaksal değerine mi dayandığı sorusu önümüze metaetik düzlemde sorgulanması gereken nesnellik tartışmasını getirir. Öne sürülen her ahlak kuramının hem epistemolojik, ontolojik kimi felsefi sorunları göğüslemesi hem de normatif anlamda neyin doğru neyin yanlış olduğunun hesabını vermesi gerekir. Bir ahlaksal eylemin kendi içinde ahlaksal bir değer mi taşıdığı yoksa kendi yarattığı dışsal bir ahlaksal değeri mi olduğu sorusu farklı ahlak anlayışlarını beraberinde getirir. Buradaki sorun, bir ahlaksal davranışın yarattığı "iyi" ya da "kötü" türünden bir değer yargısının öznel mi yoksa nesnel mi olduğu sorunudur. Değer yargısının, eylemi değerlendiren kişinin kendi isteklerine, kendi seçimlerine dayandığım savunmak; yani, "bu benim için ahlaklıdır" türünden bir tümceyle dile getirmek (örneğin hazcı bir yaklaşım içerisinde bulunmak) öznel bir değer anlayışını simgeler. Değer yargısının öznel seçimlerden ya da özneler arası bir uzlaşandan bağımsız olarak kendi içinde doğruluğu ya da yanlışlığı olduğunu savunmak nesnel bir değer anlayışını simgeler. Yani, nesnel bir değer kuramı ahlaksal davranışın değerinin hem kişilerin öznel durumlarından hem de toplulukların uygulamalarından ve bireyler arası uzlaşımlardan bağımsız olduğunu savunur. Katışıksız bir nesnel değer anlayışı yansıtan Kantçı "gerekirci" ahlak anlayışı eylemin yarattığı dışsal değeri göz ardı ettiği için, eylemin hem içsel hem de dışsal değerini göz önünde tutan bir değer kuramı oluşturulabilir. Yararcı bir ahlak anlayışı içerisinde de düşünülebilecek olan nesnel bir değer kuramı, hem toplumdaki tek tek bireylerin hem de toplumun bütününün mutluluğunu gerçekleştirecek taşanların, davranışların doğruluğunu içerir. Hem bireysel hem de toplumsal mutluluğu sağlayabilecek bir değer kuramı belirli kavramlar üzerine oluşturulabilir.
Örneğin iyi kişilik özellikleri, dayanışma duygusu, adalet, özgürlük gibi değerler hem kişisel hem de toplumsal mutluluğu sağlayabilecek nesnel değerler olarak gösterilebilir. Bireysel ve toplumsal ilişkilerde yatan ahlaksal yaşam hem bencil hem de özgeci yaşam biçimlerini kapsar. Ama nesnel bir ahlak kuramı bencil ve özgeci ahlak anlayışlan arasında bir uzlaşım kurabilir. Bir kişinin mutluluğu başkalarının mutluluğuyla doğrudan ilintilidir; çünkü bir bireyin kendi mutluluğunu sağlayabilecek tasarılarını gerçekleştirebilmesi, bireysel iyiliğin toplumsal iyilikle bütünleştiği bir toplumsal dayanışma süreci içerisinde gerçekleşebilir. Ahlaksal davranışımızı güdüleyen ne yalnızca bencillik ne de yalnızca özgecilik. Ahlaksal yaşamdaki amacımızın başkalarının mı yoksa kendimizin mi iyiliği olduğu sorusunun yanıtı hem kendimizin hem de başkalarının iyiliği olduğu biçimindedir. Çünkü her iki tarafın da birbirlerine karşılıklı olarak bağımlılığı vardır. Bu nedenle de birbirlerini teşvik eden hem bencil hem de özgeci yaşam biçimlerinin olduğu bir dünyada yaşadığımızı söylemek daha inandırıcıdır.
III
Nesnel bir ahlak anlayışının metafizik boyutunu ahlaksal olgular oluşturmaktadır. Ahlaksal gerçekçilik diyebileceğimiz görüş bizim ahlak kuramlarımızdan, bizim ahlak yargılarımızdan bağımsız bir varlığı olan bir ahlaksal gerçeklikten söz etmektedir. İyi' sözcüğünü kullandığımızda üzerinde konuştuğumuz, sözünü ettiğimiz nesnel bir nitelik olduğunu varsayarız. Nesnel bir ahlak anlayışı 'iyi', 'dürüst', 'adil' 'zorunlu' gibi ahlakla ilgili kimi sözcüklere karşılık gelen gerçek niteliklerin ve ilişkilerin olduğunu savunur. Ahlak alanında değişik gerçekçi yaklaşımların varlığından söz edilebilir. Örneğin ahlak olgularının yalnızca 'iyi' dediğimiz bir ahlaksal niteliğin türevi olduğunu, bu olguların kendine özgü bir niteliği olduğunu ve bu niteliklerin sezgilerimizle bilinebileceğini savunan gerçekçi bir ahlak anlayışı vardır. Doğalcı olmayan bu yaklaşım hem gerçekçi bir yaklaşım sergiler hem de ahlak yargılarının bilgi içeriği olduğunu savunur. Ahlak bilgisinin sezgisel bir bilgi olduğunu ve bütün ahlaksal doğruların bilgisine sezgiyle ulaşılabileceğini savunan bu görüş kimi güçlükler taşımaktadır. Burada, bu yaklaşımı uzun uzadıya tartışmayacağım. Kısaca belirtmek gerekirse, böyle bir yaklaşım ahlaksal olguları gizemli yapmakta, ahlaksal nitelikleri kurgusal nitelikler gibi göstermektedir. Bu yaklaşımın nesnel bir ahlak bilgisi olduğu savını belirli bir tür olguların varlığına bağlaması, hem ahlak olgularını gizemli bir tür olgular kümesi yapmakta hem de bu olguların sezgisel bilgisinin doğruluğunu belirlemekte kimi zorluklar doğurmaktadır (sözgelimi, kimi ahlak yargılarımızdaki anlaşmazlıklarımızın çözümlenmesinde hangi sezginin daha doğru olduğunun ölçüsünün yine öznel bir ölçü olması sonucunu; ya da sezgileri doğru olanı ahlaklı, sezgileri yanlış olanı ahlaksız olarak sınıflandırmak gerektiği gibi çelişkili bir sonucu doğurmaktadır). Burada benim savunacağım gerçekçilik, doğalcı bir yaklaşım biçiminde olacak. Önce doğalcılıktan ne anladığımı açıklayayım. Ahlak alanındaki doğalcılık ahlak olgularının doğal olgular ve toplumsal-bilimsel olgular üzerinde yükseldiğini, bunlardan türediğini ileri süren bir görüştür. Bu durumda ahlaksal olgular, doğal olgulardan ve toplumsal-bilimsel olgulardan belirli bir biçimde oluşmuşlardır. Doğal olgular, doğa bilimcilerin topladıkları, bizlerin de her an yüz yüze geldiğimiz, çevremizdeki fiziksel olgulardır. Toplumsal-bilimsel olgular da toplumsal, ekonomik, psikolojik ve biyolojik olgulardan oluşmaktadır. Bu anlamda, hem doğal olgular hem de toplumsal-bilimsel olgular ahlaksal olguları oluşturmaktadır. Örneğin bir sandalye sayısız mikrofizik parçacıklardan, savaş gibi büyük toplumsal olaylar daha küçük toplumsal olaylardan, karmaşık süreçlerden; fotosentez gibi biyolojik süreçler de aralarında belirli biçimlerde nedensel ilişkiler bulunan fiziksel nesnelerden oluşmuştur. Aynı biçimde, ahlaksal olgular da hem doğal olguların hem de toplumsal-bilimsel olguların oluşturduğu bir olgular kümesidir. Örneğin belirli toplumsal ve ekonomik koşullar toplumsal eşitsizliğe neden olabilirler. Bu durumda eşitsizlik, dolayısıyla da adaletsizlik toplumsal, ekonomik, hatta kimi doğal olguların yarattığı yetersizlikten kaynaklanabilir ya da bu olgulardan oluşabilir.
Bu durumda ahlaksal gerçekçilik dediğimiz görüş şu savlan taşır: Ahlaksal olgular ve doğru olarak nitelendirilen ahlak önermeleri vardır; ahlak yargılarımız bu olguları betimler ve bu önermeleri dile getirirler. Bundan ötürü de ahlakın nesnelliğinden söz edilebilir çünkü ahlak hem bir olgular dünyasıyla uğraşır hem de ahlaksal yargılar doğru ya da yanlış olabilir. Ayrıca bu nesnellik yalnızca ahlakın belirli bir olgular kümesiyle uğraşmasından değil, insanların neyin ahlaksal anlamda doğru ya da yanlış olduğuna ilişkin inançlarından bağımsız olarak bulunan olgularla ilgilenmesiyle de ilgili bir nesnellik anlayışıdır.
IV
Ahlak, metaetik düzlemde tartışılan -sorunlarının yanı sıra normatif düzlemde tartışılan (belki de ahlak daha çok bu anlamda anlaşılıyor) kimi sorunları da kapsayan bir alan. Aslında, bize göre bu metaetik ve normatif boyut birbirlerinden bütünüyle ayrı düşünülemez. Örneğin, bir eylemin ahlaksal değerinin eylemin sonuçlarının doğruluğuna mı yoksa eylemin kendisinin ahlaksal değerine mi dayandığı sorusu önümüze metaetik düzlemde sorgulanması gereken nesnellik tartışmasını getirir. Öne sürülen her ahlak kuramının hem epistemolojik, ontolojik kimi felsefi sorunları göğüslemesi hem de normatif anlamda neyin doğru neyin yanlış olduğunun hesabını vermesi gerekir. Bir ahlaksal eylemin kendi içinde ahlaksal bir değer mi taşıdığı yoksa kendi yarattığı dışsal bir ahlaksal değeri mi olduğu sorusu farklı ahlak anlayışlarını beraberinde getirir. Buradaki sorun, bir ahlaksal davranışın yarattığı "iyi" ya da "kötü" türünden bir değer yargısının öznel mi yoksa nesnel mi olduğu sorunudur. Değer yargısının, eylemi değerlendiren kişinin kendi isteklerine, kendi seçimlerine dayandığım savunmak; yani, "bu benim için ahlaklıdır" türünden bir tümceyle dile getirmek (örneğin hazcı bir yaklaşım içerisinde bulunmak) öznel bir değer anlayışını simgeler. Değer yargısının öznel seçimlerden ya da özneler arası bir uzlaşandan bağımsız olarak kendi içinde doğruluğu ya da yanlışlığı olduğunu savunmak nesnel bir değer anlayışını simgeler. Yani, nesnel bir değer kuramı ahlaksal davranışın değerinin hem kişilerin öznel durumlarından hem de toplulukların uygulamalarından ve bireyler arası uzlaşımlardan bağımsız olduğunu savunur. Katışıksız bir nesnel değer anlayışı yansıtan Kantçı "gerekirci" ahlak anlayışı eylemin yarattığı dışsal değeri göz ardı ettiği için, eylemin hem içsel hem de dışsal değerini göz önünde tutan bir değer kuramı oluşturulabilir. Yararcı bir ahlak anlayışı içerisinde de düşünülebilecek olan nesnel bir değer kuramı, hem toplumdaki tek tek bireylerin hem de toplumun bütününün mutluluğunu gerçekleştirecek taşanların, davranışların doğruluğunu içerir. Hem bireysel hem de toplumsal mutluluğu sağlayabilecek bir değer kuramı belirli kavramlar üzerine oluşturulabilir.
Örneğin iyi kişilik özellikleri, dayanışma duygusu, adalet, özgürlük gibi değerler hem kişisel hem de toplumsal mutluluğu sağlayabilecek nesnel değerler olarak gösterilebilir. Bireysel ve toplumsal ilişkilerde yatan ahlaksal yaşam hem bencil hem de özgeci yaşam biçimlerini kapsar. Ama nesnel bir ahlak kuramı bencil ve özgeci ahlak anlayışlan arasında bir uzlaşım kurabilir. Bir kişinin mutluluğu başkalarının mutluluğuyla doğrudan ilintilidir; çünkü bir bireyin kendi mutluluğunu sağlayabilecek tasarılarını gerçekleştirebilmesi, bireysel iyiliğin toplumsal iyilikle bütünleştiği bir toplumsal dayanışma süreci içerisinde gerçekleşebilir. Ahlaksal davranışımızı güdüleyen ne yalnızca bencillik ne de yalnızca özgecilik. Ahlaksal yaşamdaki amacımızın başkalarının mı yoksa kendimizin mi iyiliği olduğu sorusunun yanıtı hem kendimizin hem de başkalarının iyiliği olduğu biçimindedir. Çünkü her iki tarafın da birbirlerine karşılıklı olarak bağımlılığı vardır. Bu nedenle de birbirlerini teşvik eden hem bencil hem de özgeci yaşam biçimlerinin olduğu bir dünyada yaşadığımızı söylemek daha inandırıcıdır.