ÇİNLİ KONUŞMALARI
|
Alain
Anlattıklarına bakılırsa çinlilerin konuşmaları en önemsiz şeylere varıncaya kadar nezaket ilkelerine göre ayarlanmıştır. Örnegin en sudan problemler üzerine bile bir soruda bulunmak önemli kusurlardan sayılırmış. Gerçekten de öyle, kişi hiç farkında olmadan yersiz bir soruda, karşısındakinin canını sıkacak bir soruda bulunabilir; düşüncede her zaman bunun böyle bir sonuç vercegini kestiremez; kişinin,söyleyecegi bir sözün bütün sonuçlarını kestirmeye çalıştıgını farzetsek bilebundan böyle duraklamalar meydana gelebilir ki karşısındaki bunun nedenlerini araştırmak zorunda kalır.
Nezaket kuralları ise çok daha kesin bir şekilde davranışı saglar. Bu kurallara inanmak hem kolay hem de hoş bir şeydir; hele uygulanışı daha sert olursa. Bu kuralları ortaya atan bir tanrı kabul edersek, sonunda muhakkak tanrı kazançlı çıkar. Nitekim, bütün tabii dinler bize, mefhumları, altüst edilmiş gibi görünen bir düzende takdim ederler, ilkelerine uydugumuz için de tanrıya inanırız.
Homeros'un destanları bize, İupitter'e, Neptune'e yada Pluton'a hayvan kurban etmek geleneginin, temiz ve insanca bir şekilde öldürmek için bir nezaket kuralından başka bir şey olmadıgını gösterir. Odysseus dilenci kılıgına girip te domuz çobanı Eumaios'un evine geldigi zaman, domuz çobanı din görenegi geregince, konuksever İuppiter'e adyarak bir domuz keser; arkasından da oturup kurban edilen domuzu afiyetle yerler. Böylece İuppiter'e domuzun sadece dumanı kalır. Bu da gösterir ki o çagda kişiler salt kendi davranışlarına inanıyorlardı. Domuzu temiz bir şekilde bir vuruşta öldürmek için adeta kutsal sayılan bir tek usul vardı; kutsal oldugu için de tanrının bu şekilde öldürmeyi buyurduguna inanıyorlardı.
Eski çag konukseverliliginin o güzelim kuralları kendi aralarında birbirlerine dayanıyorlardı; hem de yeteri kadar zekat verme usulu bundan daha iyisini bulamazdı; bundan ötürüde zateneskiler onu İuppiter'e bir saygı gösterisi haline sokmuşlardı. Kendisinden başka bir şekilde söz edildigi zaman, hakkında hiçbir saygı göstermeden binbir hikaye uydurup anlattıkları yine o İuppiter, bir dilenci kapıyı çaldı mı daima saygı görür ve gerçekten ibadet konusu olurdu. Böylece, kelimenin tam manasıyla din tanrıyı kutlardı.
Dinbilimciler, aşırı incelikten ötürü bu düzeni altüst ettiler. Çünkü önce, şu yada bu kılıkta tanrının varolmasını, ardından da din uygulamasının bundan gelmesini istediler. Bu ise kesin olanı, kesin olmayanın üzerine kurmak demektir. Dine inanan kişinin aklına gelen ilk şey şu oldu: "Tanrı mükemmel ise tam manasıyla mutlu demektir. Benim davranışlarımdan herhangi biri nasıl olurda onun hoşuna gitmez; böyle olsaydı onun mutlulugu bana baglı olmaz mıydı?" Bayle'nin o ünlü sözlügünü elinize geçirirseniz, akla daha yakın dinbilimden başka bir şey olmayan o eleştirmeci felsefenin nasıl bir gelişme kaydedebilecegini kolaylıkla görürsünüz. Hem daha önce Pascal, tanrının varlıgı hakkında ileri sürülen dini delillerin, çocukça yargıların sonuçlarından başka bir şey olmadıgını adeta dehşet duyarak anlamış bulunuyordu. Nitekim:"Ayine gidin, ahmaklaşın; işte gerçek delil budur" dedigini görüyoruz. Ama Pascal, kişilerin hep birden hareketsiz ve sessiz durmalarını sagladıgı için de olsa, ayinin faydalarını sezemiyordu; hele tanrı adının iyilige verilen ad oldugunu, bu anlamda ise uygulama ile inanç kadar dogru oldugunu, mutlak surette dogru oldugunu göremiyordu. Tarihin yeteri kadar gösterdigi gibi, tanrının degeri insanın degeri ile ölçülür.
Anlattıklarına bakılırsa çinlilerin konuşmaları en önemsiz şeylere varıncaya kadar nezaket ilkelerine göre ayarlanmıştır. Örnegin en sudan problemler üzerine bile bir soruda bulunmak önemli kusurlardan sayılırmış. Gerçekten de öyle, kişi hiç farkında olmadan yersiz bir soruda, karşısındakinin canını sıkacak bir soruda bulunabilir; düşüncede her zaman bunun böyle bir sonuç vercegini kestiremez; kişinin,söyleyecegi bir sözün bütün sonuçlarını kestirmeye çalıştıgını farzetsek bilebundan böyle duraklamalar meydana gelebilir ki karşısındaki bunun nedenlerini araştırmak zorunda kalır.
Nezaket kuralları ise çok daha kesin bir şekilde davranışı saglar. Bu kurallara inanmak hem kolay hem de hoş bir şeydir; hele uygulanışı daha sert olursa. Bu kuralları ortaya atan bir tanrı kabul edersek, sonunda muhakkak tanrı kazançlı çıkar. Nitekim, bütün tabii dinler bize, mefhumları, altüst edilmiş gibi görünen bir düzende takdim ederler, ilkelerine uydugumuz için de tanrıya inanırız.
Homeros'un destanları bize, İupitter'e, Neptune'e yada Pluton'a hayvan kurban etmek geleneginin, temiz ve insanca bir şekilde öldürmek için bir nezaket kuralından başka bir şey olmadıgını gösterir. Odysseus dilenci kılıgına girip te domuz çobanı Eumaios'un evine geldigi zaman, domuz çobanı din görenegi geregince, konuksever İuppiter'e adyarak bir domuz keser; arkasından da oturup kurban edilen domuzu afiyetle yerler. Böylece İuppiter'e domuzun sadece dumanı kalır. Bu da gösterir ki o çagda kişiler salt kendi davranışlarına inanıyorlardı. Domuzu temiz bir şekilde bir vuruşta öldürmek için adeta kutsal sayılan bir tek usul vardı; kutsal oldugu için de tanrının bu şekilde öldürmeyi buyurduguna inanıyorlardı.
Eski çag konukseverliliginin o güzelim kuralları kendi aralarında birbirlerine dayanıyorlardı; hem de yeteri kadar zekat verme usulu bundan daha iyisini bulamazdı; bundan ötürüde zateneskiler onu İuppiter'e bir saygı gösterisi haline sokmuşlardı. Kendisinden başka bir şekilde söz edildigi zaman, hakkında hiçbir saygı göstermeden binbir hikaye uydurup anlattıkları yine o İuppiter, bir dilenci kapıyı çaldı mı daima saygı görür ve gerçekten ibadet konusu olurdu. Böylece, kelimenin tam manasıyla din tanrıyı kutlardı.
Dinbilimciler, aşırı incelikten ötürü bu düzeni altüst ettiler. Çünkü önce, şu yada bu kılıkta tanrının varolmasını, ardından da din uygulamasının bundan gelmesini istediler. Bu ise kesin olanı, kesin olmayanın üzerine kurmak demektir. Dine inanan kişinin aklına gelen ilk şey şu oldu: "Tanrı mükemmel ise tam manasıyla mutlu demektir. Benim davranışlarımdan herhangi biri nasıl olurda onun hoşuna gitmez; böyle olsaydı onun mutlulugu bana baglı olmaz mıydı?" Bayle'nin o ünlü sözlügünü elinize geçirirseniz, akla daha yakın dinbilimden başka bir şey olmayan o eleştirmeci felsefenin nasıl bir gelişme kaydedebilecegini kolaylıkla görürsünüz. Hem daha önce Pascal, tanrının varlıgı hakkında ileri sürülen dini delillerin, çocukça yargıların sonuçlarından başka bir şey olmadıgını adeta dehşet duyarak anlamış bulunuyordu. Nitekim:"Ayine gidin, ahmaklaşın; işte gerçek delil budur" dedigini görüyoruz. Ama Pascal, kişilerin hep birden hareketsiz ve sessiz durmalarını sagladıgı için de olsa, ayinin faydalarını sezemiyordu; hele tanrı adının iyilige verilen ad oldugunu, bu anlamda ise uygulama ile inanç kadar dogru oldugunu, mutlak surette dogru oldugunu göremiyordu. Tarihin yeteri kadar gösterdigi gibi, tanrının degeri insanın degeri ile ölçülür.
13 temmuz 1913