David Hume'da Akıl Neyi Başarabilir - 2
|
Öyleyse bir felsefi terimin herhangi bir anlam ya da idea olmaksızın kullanıldığından kuskulanırsak sadece sunu sorusturmak yeter: Bu sözde idea hangi izlenimden doğmustur? Hume, ideaların bağlantıları/çağrısımları üzerine şunları söylemektedir: Zihnin farklı düşünceleri ya da ideaları arasında bir bağlantı ilkesi vardır: Belleğe ya da hayalgücüne gelişleri ile belirli bir yöntem ve düzen ölçüsü içinde birbirlerini çağırdıkları açıktır. Ciddi düşünme ve konuşmalarımızda bu o kadar bellidir ki, ideaların düzenli yolu ya da zincire uygun olmayan bir düsünce hemen farkedilir. En rastgele ve serbest konusmada düşlerimizde bile bütün geçişleri bağlayan bir sey vardır. Farklı diller arasında da bileşik ideaların bütün insanlık üzerinde eşit ölçüde etkisi olan bir evrensel ilkeyle birbirine bağlandığının kesin ispatı vardır.
İdealar arasında üç bağlantı ilkesi vardır Hume’a göre: (çağrısımın yasaları)
1-BENZERLİK: Bir resim düsüncelerimizi doğal aslına götürür.
2-YAKINLIK: Bir apartman dairesinden söz edilmesi diğer daireler hakkında sorusturma ya da
konusma baslatır.
3-NEDEN/ETKİ: Bir yarayı düsündüğümüzde onu izleyen acıyı düşünmeden edemeyiz. Neden ve etkiler akıl ile değil tecrübe ile bulunabilir. Hiçbir nesne duyulara verilen nitelikleriyle kendisini ortaya çıkaran nedenleri ya da kendisinden doğacak etkileri belli etmez. Ne de aklımız tecrübenin yardımı olmaksızın gerçek varoluş ve olgu sorusunda çıkarımlar yapabilir. Örneğin bize tamamen yabancı olan nesneler...
Doğadaki gündelik oluşlarla çok az benzer yanı bulunan olayların da tecrübeyle bulunduğu rahatça tespit edilebilir. Hiç kimse barutun patlamasının ya da demirin mıknatıs özelliğinin a priori kanıtlamalarla bulunabileceğini hayalinden geçirmez. Alışkanlıklar bizi öylesine etkilemiştir ki en kuvvetli olduğu yerde sadece tabi cahilliğimizi örtbas etmekle kalmaz, kendisini bile saklar. Yalnızca en üst derecede olduğu için hiç yokmus gibi gözükür.
Hume, insan aklının ya da sorusturmasının bütün objelerini iki gruba ayırarak inceler: Son bölümde aklın islevlerinde tekrar ele alınacak
1. İdea İliskileri: Geometri, cebir...gibi. Ya sezgi ya da tanıtlama yoluyla kesin olan her ifadedir. (3 X 5 = 30 /2) Bu önermeler evrende varolan herhangi bir şeye dayanmadan sadece düsüncenin islemesiyle ortaya çıkarılabilir.
2. Olgu Sorunları: Aynı tarzda doğrulanamazlar. Bunların hakikatine iliskin elimizde ne kadar kuvvetli olursa olsun, birinciyle aynı iç yapıya sahip değildir. Her olgu sorununun tersi mümkündür. Çünkü hiçbir çelişki içermez.Zihin tarafından aynı kolaylık ve seçiklikle, gerçekliğe aynı derecede uygunmuş gibi kavranır. “Yarın güneş doğmayacak” önermesi doğacak önermesi kadar anlaşılır ve bir çeliski içermez. Bu durumlarda yanlışlığını kanıtlanmaya çalışmamız boşuna olur.
3) Doğa Yasalılığı ve Bilimin Görevi:
Olgu sorunları hakkındaki akıl yürütmeler neden-etki ilişkisine dayanır. Birine arkadasının neden sehir dısında olduğuna inandığını sorsak, bize öyle ya da böyle bir sebep gösterecektir (arkadasından aldığı mektup, son konusmaları, sözler...) Olgular hakkında bütün akıl yürütmelerimiz aynı yapıdadır. Her defasında ortada olan olgu ve ondan çıkarılan diğer olgu arasında bir bağ varsayılmaktadır.
Nedensellik ilkeleri hiçbir zaman kesin olarak tanıtlanamazlar, ama bunlara inanmalıdır; çünkü bu inanma “Pratik Hayat” bakımından gereklidir. Yasadığımız ya da kendimizin harekete getirdiğimiz olayların ardından belli bir takım olayların geleceğini beklememiz pratik hayatın güvenliği bakımından gereklidir.
“Art arda gelis” ne kadar sık oluyorsa, onun tekrarlanacağı da o kadar olası olur. Deney bilimleri bu olasılığı (probability) saptama ve matematik olarak belirleme ile yetinirlerse, tanıtı olmayan nedensellik kavramından pekala vazgeçilebilirler. Bununla da en olası olarak neyi beklememiz gerektiğini bize göstermis olurlar. Böylece Hume, günümüz bilim idealinin prensibini yüzyıllar öncesinden verebilmiş oluyor.
Doğa yasası, olgular arasındaki tekrarlanmaları çok olası olan ilişkiler kavramıdır. Doğa yasası derken, bunu değil de olaylar arasındaki reel bir bağlılığı anlarsak, bilme gücümüzün dışına çıkarız.
4) Şüpheciliği ve Nedensellik Eleştirisi
Olası ilişkiler kavramı ile Hume’un empirizmi deney bilimleri bakımından bir Şüpheciliğe (skeptisizm) varmış oluyordu. Bu anlayışta deney bilimleri olguları saptama ile yetinecek, bunun dışına çıkıp zorunlu bağlantıları kavramak isteyen bir teoriye gitmeyecektir. Çünkü böyle bir sey bilimsel bir tanıtlamanın değil de, ancak alışkanlığa dayanan bir inanmanın ürünü olur. Hume’un olgularının saptanmasından ileriye götürmek istememesi Pozitivist bir anlayış ve Aydınlanma düşüncesini önceleyen bir prensip olacaktır.
Nedensellik Elestirisi:
1- Hiçbir zaman algılanamaz, ancak düsünülebilir. Bir sonuç olarak çıkarılmaz, dolayısıyla tanıtlaması da olamaz.
2- Nedensellik ne doğrudan doğruya bilinir; ne de araçlı olarak tanıtlamalarla bilinir; hiç bilinemez.
3- Bilincimizde birbiri ardına gelen tasarımlar arasındaki bir ilgiyi, yani sübjektif bir bağlantıyı olaylar, nesneler arasındaki bir ilgi haline sokarız. Sübjektif olan bir şeyi objelestiririz.
4- Tasarımların bilincimizde ard arda gelişlerine bakarak, bundan olayların kendi aralarındaki zorunlu bağlılıklarını çıkaramayız, tanıtlayamayız. Buna ancak İNANABİLİRİZ.
Töz Elestirisi:
Töz yoktur. Çünkü töz idesine karsılık olan bir izlenim yok. Belli bir izlenim bulamıyoruz ki yansısı töz olsun.
“Nesnel gerçeklik hiçbir zaman bilinemez.” Çünkü onu bilmek için deneyden baska hiçbir dayanağımız yoktur. Deney ise evrensellik ve zorunluluk öğelerinden yoksundur. Evrensellikten yoksundur çünkü: Sınırlıdır ve yeni bir deneyin ne türlü sonuç vereceğini bilemeyiz. Bugüne kadar hep aynı sonucu vermesi bundan sonra da o sonucu vereceği anlamına gelmez. Zorunluluktan yoksundur çünkü: Soğumayı donmanın izleyeceği her zaman her yerde göstermez. Demek ki bilebileceğimiz sadece olgulardır. Deneycilikte “yanılmayı” sağlayan çağrışımlardaki bağlantı hatalarıdır.
5) İnsanın Aklı Neyi Basarabilir?
İnsan aklının yapabileceği olsa olsa doğal fenomenleri meydana getiren ilkeleri daha yalın bir hale getirmek tecrübe ve özlem yoluyla akıl yürüterek birçok belirli etkiyi birkaç genel nedene indirgemektir. Ama bu genel nedenlerin nedenlerine gelince bunları bulmaya kalkısmamız boşuna olur. Bu en son kaynak ve ilkeler insan merakına ve sorusturmasına tümüyle kapalıdır. Doğa bizi bütün sırlarından uzak tutmustur. Nesnelerin sadece birkaç yüzeysel niteliğinin bilgisini sağlarken, bir yandan da nesnelerin etkilerinin tümüyle dayandığı güçler ve ilkeleri bizden gizlemistir. Bizim bildiğimiz seyler ya da nesne diye belirlediğimiz seyler bilinç olgularının kendisidir. Bizim bir seyi bilmemiz bir algılama olayından baska bir sey değildir. Sujede bulunan herseyin kökü mutlaka deneydedir. Sujedeki bilgilerin hiç olmazsa temeli hammaddesi objeden gelir, süjenin yaptığı bu hammaddeyi isleyip düzene sokmaktır.
Böylece, Hume’da insan aklı pasif bir anlayısa sıkıştırılmıstır. Akıl işin içine girdiğinden insanın realiteden uzaklaşmasına neden olmaktadır. Akıl pasif olduğu kadar da yaptığı atıflarla vardığı sonuçlar bakımından egemendir ve etkilidir. Ancak metazifik ve olgulardan çıkmayacak soyutlamalar komik ve anlamsızdır.
Hersey akıla konu edilemez. Örneğin din, aklın değil inanmanın konusu olarak kalmalıdır.
Batıl inançları yıkmanın yolu olgulara dayanan kavrayışımızı daha da derinleştirmektir. Hume’a göre. Bu Aydınlanmacı düsüncenin de düsturu olacaktır benzer sekilde. Bilinmeyen spekülatif konularla uğraşılmamalıdır. Somut olanda kalınmalıdır.
Esitlik, adalet, sonsuzluk kavramlarına insanın nasıl ulastığı konusunda Hume neler demektedir?
Zalim olmayan biri zalimliği tam anlamıyla kavrayamaz ise değer rölativizmi ve insan hakları gibi konularda Hume düsüncesi sınırlarında kalarak aydınlanmacı bir tavır sürdürülebilir mi?
Bu soruların cevabı ikinci bir çalısmada cevaplandırılmaya değerdir.
İdealar arasında üç bağlantı ilkesi vardır Hume’a göre: (çağrısımın yasaları)
1-BENZERLİK: Bir resim düsüncelerimizi doğal aslına götürür.
2-YAKINLIK: Bir apartman dairesinden söz edilmesi diğer daireler hakkında sorusturma ya da
konusma baslatır.
3-NEDEN/ETKİ: Bir yarayı düsündüğümüzde onu izleyen acıyı düşünmeden edemeyiz. Neden ve etkiler akıl ile değil tecrübe ile bulunabilir. Hiçbir nesne duyulara verilen nitelikleriyle kendisini ortaya çıkaran nedenleri ya da kendisinden doğacak etkileri belli etmez. Ne de aklımız tecrübenin yardımı olmaksızın gerçek varoluş ve olgu sorusunda çıkarımlar yapabilir. Örneğin bize tamamen yabancı olan nesneler...
Doğadaki gündelik oluşlarla çok az benzer yanı bulunan olayların da tecrübeyle bulunduğu rahatça tespit edilebilir. Hiç kimse barutun patlamasının ya da demirin mıknatıs özelliğinin a priori kanıtlamalarla bulunabileceğini hayalinden geçirmez. Alışkanlıklar bizi öylesine etkilemiştir ki en kuvvetli olduğu yerde sadece tabi cahilliğimizi örtbas etmekle kalmaz, kendisini bile saklar. Yalnızca en üst derecede olduğu için hiç yokmus gibi gözükür.
Hume, insan aklının ya da sorusturmasının bütün objelerini iki gruba ayırarak inceler: Son bölümde aklın islevlerinde tekrar ele alınacak
1. İdea İliskileri: Geometri, cebir...gibi. Ya sezgi ya da tanıtlama yoluyla kesin olan her ifadedir. (3 X 5 = 30 /2) Bu önermeler evrende varolan herhangi bir şeye dayanmadan sadece düsüncenin islemesiyle ortaya çıkarılabilir.
2. Olgu Sorunları: Aynı tarzda doğrulanamazlar. Bunların hakikatine iliskin elimizde ne kadar kuvvetli olursa olsun, birinciyle aynı iç yapıya sahip değildir. Her olgu sorununun tersi mümkündür. Çünkü hiçbir çelişki içermez.Zihin tarafından aynı kolaylık ve seçiklikle, gerçekliğe aynı derecede uygunmuş gibi kavranır. “Yarın güneş doğmayacak” önermesi doğacak önermesi kadar anlaşılır ve bir çeliski içermez. Bu durumlarda yanlışlığını kanıtlanmaya çalışmamız boşuna olur.
3) Doğa Yasalılığı ve Bilimin Görevi:
Olgu sorunları hakkındaki akıl yürütmeler neden-etki ilişkisine dayanır. Birine arkadasının neden sehir dısında olduğuna inandığını sorsak, bize öyle ya da böyle bir sebep gösterecektir (arkadasından aldığı mektup, son konusmaları, sözler...) Olgular hakkında bütün akıl yürütmelerimiz aynı yapıdadır. Her defasında ortada olan olgu ve ondan çıkarılan diğer olgu arasında bir bağ varsayılmaktadır.
Nedensellik ilkeleri hiçbir zaman kesin olarak tanıtlanamazlar, ama bunlara inanmalıdır; çünkü bu inanma “Pratik Hayat” bakımından gereklidir. Yasadığımız ya da kendimizin harekete getirdiğimiz olayların ardından belli bir takım olayların geleceğini beklememiz pratik hayatın güvenliği bakımından gereklidir.
“Art arda gelis” ne kadar sık oluyorsa, onun tekrarlanacağı da o kadar olası olur. Deney bilimleri bu olasılığı (probability) saptama ve matematik olarak belirleme ile yetinirlerse, tanıtı olmayan nedensellik kavramından pekala vazgeçilebilirler. Bununla da en olası olarak neyi beklememiz gerektiğini bize göstermis olurlar. Böylece Hume, günümüz bilim idealinin prensibini yüzyıllar öncesinden verebilmiş oluyor.
Doğa yasası, olgular arasındaki tekrarlanmaları çok olası olan ilişkiler kavramıdır. Doğa yasası derken, bunu değil de olaylar arasındaki reel bir bağlılığı anlarsak, bilme gücümüzün dışına çıkarız.
4) Şüpheciliği ve Nedensellik Eleştirisi
Olası ilişkiler kavramı ile Hume’un empirizmi deney bilimleri bakımından bir Şüpheciliğe (skeptisizm) varmış oluyordu. Bu anlayışta deney bilimleri olguları saptama ile yetinecek, bunun dışına çıkıp zorunlu bağlantıları kavramak isteyen bir teoriye gitmeyecektir. Çünkü böyle bir sey bilimsel bir tanıtlamanın değil de, ancak alışkanlığa dayanan bir inanmanın ürünü olur. Hume’un olgularının saptanmasından ileriye götürmek istememesi Pozitivist bir anlayış ve Aydınlanma düşüncesini önceleyen bir prensip olacaktır.
Nedensellik Elestirisi:
1- Hiçbir zaman algılanamaz, ancak düsünülebilir. Bir sonuç olarak çıkarılmaz, dolayısıyla tanıtlaması da olamaz.
2- Nedensellik ne doğrudan doğruya bilinir; ne de araçlı olarak tanıtlamalarla bilinir; hiç bilinemez.
3- Bilincimizde birbiri ardına gelen tasarımlar arasındaki bir ilgiyi, yani sübjektif bir bağlantıyı olaylar, nesneler arasındaki bir ilgi haline sokarız. Sübjektif olan bir şeyi objelestiririz.
4- Tasarımların bilincimizde ard arda gelişlerine bakarak, bundan olayların kendi aralarındaki zorunlu bağlılıklarını çıkaramayız, tanıtlayamayız. Buna ancak İNANABİLİRİZ.
Töz Elestirisi:
Töz yoktur. Çünkü töz idesine karsılık olan bir izlenim yok. Belli bir izlenim bulamıyoruz ki yansısı töz olsun.
“Nesnel gerçeklik hiçbir zaman bilinemez.” Çünkü onu bilmek için deneyden baska hiçbir dayanağımız yoktur. Deney ise evrensellik ve zorunluluk öğelerinden yoksundur. Evrensellikten yoksundur çünkü: Sınırlıdır ve yeni bir deneyin ne türlü sonuç vereceğini bilemeyiz. Bugüne kadar hep aynı sonucu vermesi bundan sonra da o sonucu vereceği anlamına gelmez. Zorunluluktan yoksundur çünkü: Soğumayı donmanın izleyeceği her zaman her yerde göstermez. Demek ki bilebileceğimiz sadece olgulardır. Deneycilikte “yanılmayı” sağlayan çağrışımlardaki bağlantı hatalarıdır.
5) İnsanın Aklı Neyi Basarabilir?
İnsan aklının yapabileceği olsa olsa doğal fenomenleri meydana getiren ilkeleri daha yalın bir hale getirmek tecrübe ve özlem yoluyla akıl yürüterek birçok belirli etkiyi birkaç genel nedene indirgemektir. Ama bu genel nedenlerin nedenlerine gelince bunları bulmaya kalkısmamız boşuna olur. Bu en son kaynak ve ilkeler insan merakına ve sorusturmasına tümüyle kapalıdır. Doğa bizi bütün sırlarından uzak tutmustur. Nesnelerin sadece birkaç yüzeysel niteliğinin bilgisini sağlarken, bir yandan da nesnelerin etkilerinin tümüyle dayandığı güçler ve ilkeleri bizden gizlemistir. Bizim bildiğimiz seyler ya da nesne diye belirlediğimiz seyler bilinç olgularının kendisidir. Bizim bir seyi bilmemiz bir algılama olayından baska bir sey değildir. Sujede bulunan herseyin kökü mutlaka deneydedir. Sujedeki bilgilerin hiç olmazsa temeli hammaddesi objeden gelir, süjenin yaptığı bu hammaddeyi isleyip düzene sokmaktır.
Böylece, Hume’da insan aklı pasif bir anlayısa sıkıştırılmıstır. Akıl işin içine girdiğinden insanın realiteden uzaklaşmasına neden olmaktadır. Akıl pasif olduğu kadar da yaptığı atıflarla vardığı sonuçlar bakımından egemendir ve etkilidir. Ancak metazifik ve olgulardan çıkmayacak soyutlamalar komik ve anlamsızdır.
Hersey akıla konu edilemez. Örneğin din, aklın değil inanmanın konusu olarak kalmalıdır.
Batıl inançları yıkmanın yolu olgulara dayanan kavrayışımızı daha da derinleştirmektir. Hume’a göre. Bu Aydınlanmacı düsüncenin de düsturu olacaktır benzer sekilde. Bilinmeyen spekülatif konularla uğraşılmamalıdır. Somut olanda kalınmalıdır.
Esitlik, adalet, sonsuzluk kavramlarına insanın nasıl ulastığı konusunda Hume neler demektedir?
Zalim olmayan biri zalimliği tam anlamıyla kavrayamaz ise değer rölativizmi ve insan hakları gibi konularda Hume düsüncesi sınırlarında kalarak aydınlanmacı bir tavır sürdürülebilir mi?
Bu soruların cevabı ikinci bir çalısmada cevaplandırılmaya değerdir.