Çözümlenememiş Bir Tarih Sorunu: Şeyh Bedreddin - 2
|
Benzeri örnekler sol ya da tarihsel-maddeci Bedreddin değerlendirmelerinde çoğaltılabilir. Burada temel kaygının Bedreddin olayına tarihsel-maddeci toplumsal evrim şablonuna uyarlanmış bir açıklama getirmek olduğu anlaşılıyor. Ancak bünyesinde ortaklaşmacı motifler taşıdığı söylenen (saptanan değil!) bu isyanı tarihin daha erken dönemlerine düşen ilkel-komünal toplum aşamasına sokmaya da herkesin gönlü el vermemektedir. Bu açıdan söz konusu sorunu giderme yolunda Nedim Gürsel'in bir ara formül denemesinde bulunduğunu görüyoruz:
Şeyh Bedreddin ayaklanmasını ilkel komünist topluma dönüş özlemi olarak da niteleyebiliriz. Ne var ki sosyalizmin ilk belirtilerini de içinde taşıyan, çağlardır süregelen ezen-ezilen çatışmasına halkçı niteliği kazandıran bir harekettir bu. Geriye olduğu kadar ileriye, geleceğe de dönüktür.(16)
Bu "ilerici-gerici" ikilemine saplı nüanslarına karşı, tarihsel-maddeci bakışla yapılan Bedreddin değerlendirmelerinin bir noktada birleştiği fark edilir. O da Bedreddin'in ve isyanının halk kitlelerine dayalı, yani "halkçı" bir niteliğe sahip olduğudur. Bu "halkçı" yorumun ana hatları şu şekildedir: Bedreddin'in kişiliğinde somutlaşan olaylar dizisi, Osmanlı Devleti'nin kuruluşunda kendisini hâkim kılan aristokrasiye karşı halk kitlerinde belirmiş olan tepkinin eyleme dönüşmüş şeklidir. Burada Fetret Devri'nde bir süre iktidarı ele geçiren Musa Çelebi'nin, Şeyh Bedreddin’in düşünsel etkisi nedeniyle halka dayalı, kardeşi Çelebi Mehmet'in ise toprak sahiplerine dayalı bir politikanın temsilcileri olduğu iddia edilir.(17) Oysaki Bedreddin'i bu şekilde halka mal etmek hiç de öyle kolay değildir. Bir kere Bedreddin'in kendisi, Selçuklu sarayı ile irsiyet iddiasındaki bir akıncı beyin oğludur. Babası "Gazi" İsrail Simavna kalesi komutanıdır. Ayrıca Bedreddin diğer halk ayaklanmalarının "ümmi" öncülerinden farklı biçimde hem devrinin önde gelen âlimlerinden biri hem de bir devlet adamıdır. Bu özelliklerden yola çıkan Kılıçbay, Bedreddin'i halktan yana bir eylemci olarak kavramanın kesinlikle söz konusu olamayacağını, tam tersine Bedreddin'in Osmanlı Devleti'nin merkezileşme politikası ile çıkarları sarsılan feodalleri temsil ettiği görüşündedir.(18)
Bedreddin’e ve isyanın niteliğine ilişkin hangi nokta vurgulansa, 180 derece zıt bir argüman da hemen kendisini göstermektedir. Bunlardan biri de İsyan’ın, 13. yüzyılın Babaîler isyanından gerek düşünsel gerekse tatbiki açıdan esinler alıp almadığı, aldıysa bunun derecesine ilişkindir. Bedreddin olayının meydana gelmesinde Selçuklu dönemindeki Bâtıni motifli Babaî (Baba İshak) ayaklanmasının başlangıç teşkil ettiğini ileri süren Fuat Köprülü gibi ağırlık sahibi tarihçiler vardır.(19) Fakat Mustafa Akdağ, Bedreddin'in Anadolu'da değil de Rumeli’nde harekete geçmesini, çevresinde akıncı, tımarlı sipahi ve medrese talebeleri gibi "avam-dışı" unsurların toplanmasını ve kendisinin de devlet ricalinin yüksek mertebelerinden olmasını gerekçe göstererek, onun isyanının Anadolu-merkezli, tekke-tarikat ağırlıklı, "avam" destekli ve "Bâtıni" Babaîler isyanı ile bir tutulamayacağını söylemektedir.(20) Bu yorumun tam aksi yönde Taner Timur, Bedreddin hareketinin Dobruca, Deliorman bölgesinde gelişmiş olmasını dikkate alarak Babaî hareketi ile bir devamlılıktan söz eder.(21) Bir başka saygın tarihçimiz Halil İnalcık ise Akdağ tarafından zikredilen ve Bedreddin'e destek veren akıncı-gaziler, tımarlı sipahiler, medrese talebeleri ve Hristiyan köylülerin bu harekete katılmalarının nedeni olarak, Bedreddin'in İslam ile ilgili "Bâtıni" yaklaşımını göstermektedir.(22) Yani Akdağ için İsyan'ın Bâtıni nitelikli olmadığı’na delalet eden unsurlar, İnalcık'a göre İsyan Bâtıni nitelikli olduğu için hareketin bünyesinde mevcutturlar. Birisi için Bâtıni olmama nedeni olan bir durum, diğeri için Bâtıniliğin sonucu olan bir durumdur! Bu konuda daha dengeli değerlendirme yaptığı izlenimi veren Ocak, Babaîler isyanı ile Şeyh Bedreddin isyanı arasında hem önemli benzerlikler tespit etmekte hem de büyük bir farkın altını çizmektedir. Ocak'a göre, liderlerinin "sufî" kimliğe sahip olması, ideolojik planda "mesiyanik" motiflere sahip olmaları, nihai hedeflerinin siyasi olması, propaganda ve organizasyon süreçlerinde ise liderlerden çok halife ve müritlerin etkin olmaları itibariyle her iki isyan benzerlik içindedir. Ancak isyanlara katılanların toplumsal pozisyonları dikkate alındığında Ocak da, Akdağ'ın tespitlerini destekler biçimde, Bedreddin isyanına katılanların "avam-dışı" niteliğini (Anadolu ve Rumeli'de tımarları ellerinden alınmış sipahiler ile Balkanlar'ın eski Hristiyan feodalleri) onu Babaîler isyanından ayıran çok önemli bir fark olarak kaydetmektedir.(23)
Babaîler isyanı ile bağlantılı olduğu da düşünülebilecek bir diğer ihtilaflı ve sorunlu boyut Bedreddin'in dinsel anlamda nereye yerleştirileceği konusunda belirir. Ortalama okuyucuya Bedreddin “mutasavvıf” (sufî) ve "fakih" (hukukçu) olarak tanıtılır.(24) Bedreddin'i olumsuzlayan, hatta lanetleyen İbrahim Hakkı Konyalı, Raif Yelkenci gibi popüler tarih yazarları, onun Bâtıni olduğunu, üstelik hayli ağır ithamlarla vurgularlar. Bâtınilik burada ibadet sorumluluklarını, dolayısıyla şeriatı hiçe saymakla özdeş tutulur. Bu yazılarda Nazım'ın destan şiirinin giderek sol mahfiller yoluyla kamusal kabul görmesinin yarattığı refleksif bir tedirginlik ve öfkenin izleri olduğu da sezilmektedir. Örneğin Konyalı, Bedreddin'i "kızıl Bâtıni peygamberi" olarak tanımlar.(25) Onlara katılan ilahiyatçı Semahaddin Cem Bedreddin'in Şii-Bâtıni-Rafızi olduğunu iddia ederek, düşüncelerini İslami açıdan "küfr" olarak nitelemektedir.(26)
Yaşamı içerisinde İslam dünyasının pek çok yerinde bulunan, bu arada Anadolu'da Alevi-Bâtıni akidelerin yerleşik olduğu çevrelerle etkileşimi de olan Bedreddin'in Fikriyatında bâtıni motifler yer etmiş olsa gerektir. Ancak bunun onun düşüncelerinin hâkim rengi olduğu konusunda bir mutabakat yoktur. Örneğin Gölpınarlı, Bedreddin'in "şeriatı ibtal etmeyi değil, kendince ihya etmeyi" amaçladığını belirtir.(27) Bedreddin'in fikriyatında bazı bâtıni motiflerin bulunmasının, bu motifleri önemli ölçüde paylaşan tasavvuf dairesinde yer almasından kaynaklandığını, bu tasavvufî anlayışın da ehl-i sünnet çizgisinde seyrettiğini söyler. Bu görüşte mukabilini bulmakta gecikmez. Necdet Kurdakul, muhtemelen Bedreddin'in fıkıh ağırlıklı çalışmalarının değerlendirmesinden hareketle, Bedreddin'i tasavvuf dairesinde görmenin mümkün olmadığını, onun tam anlamıyla ehl-i sünnet hukuk sistemine mensup bir âlim olduğunu belirtmektedir.(28) Böylece "dinsel" çehresi itibariyle üç Bedreddin çizilir: Gölpınarlı'nın "Sufî-Sünni" Bedreddin'i; Cem'in "gayrısufî ve Şii-Bâtıni" Bedreddin'i ve son olarak Kurdakul'un "gayrısufî-Sünni" Bedreddin'i...
Dinsel düşünce plânında kendisini gösteren bu çok yönlülük, Bedreddin'in fikirlerinin gelişiminde biçimleyici ve etkileyici olan farklı, hatta aykırı şahsiyetlere bağlanabilir. Bedreddin'in düşünsel yönelimlerinde tayin edici rolü ve etkisi en çok kabul edilen şahsiyet İbn-i Arabî'dir. Özellikle en meşhur eseri Varidat'ta İbn-i Arabî etkisinin dorukta olduğu söylenir.(29) Ancak bu konuda da görüşler muhteliftir. Gölpınarlı, örneğin İbn-i Arabî etkisini reddetmemekle birlikte, Bedreddin'i en çok etkileyen kişinin Abdurrahman-i Bistamî olduğunu ileri sürer.(30) Şerefeddin Yaltkaya ise İbn-i Arabî'nin yanı sıra Farabi, İbn-i Sina gibi İslam filozoflarının, İbn-i Seb'in ve Sadri Kanevî gibi mutasavvıfların, bunların dolayımıyla da Eski Yunan ve özellikle Aristo felsefesinin de Bedreddin üzerinde etkili olduğunu belirtmektedir.(31) Buna karşılık Varidat üzerine bir doktora tezi yazmış olan Bilal Dindar Bedreddin’in düşünceleri ile Eski Yunan filozofları arasındaki benzerliğin ancak görünürde olabileceğini, Bedreddin'in bu filozoflardan etkilenmesinin düşünülemeyeceğini, buna karşın özellikle "Vahdet-i Vücud" görüşünde İbn-i Arabî'nin etkisinde kaldığının bir gerçek olduğunu ifade etmektedir.(32) Balivet de Bedreddin'in yönelimlerinde İbn-i Arabî'nin tayin edici rolünün ve etkisinin altını çizmektedir.(33) Bir tek Kaygusuz Bedreddin'le İbn-i Arabî’nin esasta birleşmekle birlikte pek çok noktada ayrıldıklarını söyleyerek, her ikisinin de Abdülkadir-i Geylani'den feyz aldıkları görüşünü kabul etmek gerektiğini ileri sürmektedir.(34)
Anakronik Benzetmeler
Bedreddin üzerine inceleme yapan veya onun hakkında fikir beyan edenlerin hemen hepsinde gözlenen bir diğer karakteristik, onu hem kendisinden önce ve sonra yaşamış başka tarihsel şahsiyetlerle fikri bir benzerlik içinde, hem de kendi yaşam dönemi dışında belirmiş ve klasik biçimlenmelerini kazanmış bir takım düşünce akımlarının temsilcisi olarak sunma girişimleridir. Bu noktada muazzam bir anakronizm batağına saplanıldığı görülür.
Varidat analizinden yola çıkan H. Ziya Ülken önce Leibniz, sonra Spinoza ile benzerlik bulmakta;(35) Tanzimat dönemi aydınlarından Mizancı Murat onu dinsel bir reformcu olması itibariyle Luther'leştirmekte;(36) buna karşı çıkan Cerrahoğlu ve daha sonra Nedim Gürsel özdeşlik için doğru ismin Thomas Münzer olduğu kanısını dile getirmekte;(37) Alman tarihçi Hammer, Bedreddin’in dinsel renkteki düşünce ve eyleminin, İran'da 5. yüzyılda patlayan Zerdüşt isyanının başını çeken Mazdek'inki ile benzerliğini vurgulamakta;(38) Semaheddin Cem, “İslam-dışı” saydığı Bedreddin'i Auguste Comte ile aynı kefeye koymakta;(39) Baldemir, felsefi olarak idealizm ile materyalizm arasında gidip geldiğini belirterek ondan "feodal dönemin Kant'ı" diye söz etmekte;(40) Z. F. Fındıkoğlu onu "Şark'ın Campanella'sı ve Thomas More'u" saymakta;(41) Orhan Hançerlioğlu da onu More'un düşüncelerinin doğudaki temsilcisi olarak nitelemektedir.(42) Liste bu şekilde uzayıp gidiyor.
Şeyh Bedreddin ayaklanmasını ilkel komünist topluma dönüş özlemi olarak da niteleyebiliriz. Ne var ki sosyalizmin ilk belirtilerini de içinde taşıyan, çağlardır süregelen ezen-ezilen çatışmasına halkçı niteliği kazandıran bir harekettir bu. Geriye olduğu kadar ileriye, geleceğe de dönüktür.(16)
Bu "ilerici-gerici" ikilemine saplı nüanslarına karşı, tarihsel-maddeci bakışla yapılan Bedreddin değerlendirmelerinin bir noktada birleştiği fark edilir. O da Bedreddin'in ve isyanının halk kitlelerine dayalı, yani "halkçı" bir niteliğe sahip olduğudur. Bu "halkçı" yorumun ana hatları şu şekildedir: Bedreddin'in kişiliğinde somutlaşan olaylar dizisi, Osmanlı Devleti'nin kuruluşunda kendisini hâkim kılan aristokrasiye karşı halk kitlerinde belirmiş olan tepkinin eyleme dönüşmüş şeklidir. Burada Fetret Devri'nde bir süre iktidarı ele geçiren Musa Çelebi'nin, Şeyh Bedreddin’in düşünsel etkisi nedeniyle halka dayalı, kardeşi Çelebi Mehmet'in ise toprak sahiplerine dayalı bir politikanın temsilcileri olduğu iddia edilir.(17) Oysaki Bedreddin'i bu şekilde halka mal etmek hiç de öyle kolay değildir. Bir kere Bedreddin'in kendisi, Selçuklu sarayı ile irsiyet iddiasındaki bir akıncı beyin oğludur. Babası "Gazi" İsrail Simavna kalesi komutanıdır. Ayrıca Bedreddin diğer halk ayaklanmalarının "ümmi" öncülerinden farklı biçimde hem devrinin önde gelen âlimlerinden biri hem de bir devlet adamıdır. Bu özelliklerden yola çıkan Kılıçbay, Bedreddin'i halktan yana bir eylemci olarak kavramanın kesinlikle söz konusu olamayacağını, tam tersine Bedreddin'in Osmanlı Devleti'nin merkezileşme politikası ile çıkarları sarsılan feodalleri temsil ettiği görüşündedir.(18)
Bedreddin’e ve isyanın niteliğine ilişkin hangi nokta vurgulansa, 180 derece zıt bir argüman da hemen kendisini göstermektedir. Bunlardan biri de İsyan’ın, 13. yüzyılın Babaîler isyanından gerek düşünsel gerekse tatbiki açıdan esinler alıp almadığı, aldıysa bunun derecesine ilişkindir. Bedreddin olayının meydana gelmesinde Selçuklu dönemindeki Bâtıni motifli Babaî (Baba İshak) ayaklanmasının başlangıç teşkil ettiğini ileri süren Fuat Köprülü gibi ağırlık sahibi tarihçiler vardır.(19) Fakat Mustafa Akdağ, Bedreddin'in Anadolu'da değil de Rumeli’nde harekete geçmesini, çevresinde akıncı, tımarlı sipahi ve medrese talebeleri gibi "avam-dışı" unsurların toplanmasını ve kendisinin de devlet ricalinin yüksek mertebelerinden olmasını gerekçe göstererek, onun isyanının Anadolu-merkezli, tekke-tarikat ağırlıklı, "avam" destekli ve "Bâtıni" Babaîler isyanı ile bir tutulamayacağını söylemektedir.(20) Bu yorumun tam aksi yönde Taner Timur, Bedreddin hareketinin Dobruca, Deliorman bölgesinde gelişmiş olmasını dikkate alarak Babaî hareketi ile bir devamlılıktan söz eder.(21) Bir başka saygın tarihçimiz Halil İnalcık ise Akdağ tarafından zikredilen ve Bedreddin'e destek veren akıncı-gaziler, tımarlı sipahiler, medrese talebeleri ve Hristiyan köylülerin bu harekete katılmalarının nedeni olarak, Bedreddin'in İslam ile ilgili "Bâtıni" yaklaşımını göstermektedir.(22) Yani Akdağ için İsyan'ın Bâtıni nitelikli olmadığı’na delalet eden unsurlar, İnalcık'a göre İsyan Bâtıni nitelikli olduğu için hareketin bünyesinde mevcutturlar. Birisi için Bâtıni olmama nedeni olan bir durum, diğeri için Bâtıniliğin sonucu olan bir durumdur! Bu konuda daha dengeli değerlendirme yaptığı izlenimi veren Ocak, Babaîler isyanı ile Şeyh Bedreddin isyanı arasında hem önemli benzerlikler tespit etmekte hem de büyük bir farkın altını çizmektedir. Ocak'a göre, liderlerinin "sufî" kimliğe sahip olması, ideolojik planda "mesiyanik" motiflere sahip olmaları, nihai hedeflerinin siyasi olması, propaganda ve organizasyon süreçlerinde ise liderlerden çok halife ve müritlerin etkin olmaları itibariyle her iki isyan benzerlik içindedir. Ancak isyanlara katılanların toplumsal pozisyonları dikkate alındığında Ocak da, Akdağ'ın tespitlerini destekler biçimde, Bedreddin isyanına katılanların "avam-dışı" niteliğini (Anadolu ve Rumeli'de tımarları ellerinden alınmış sipahiler ile Balkanlar'ın eski Hristiyan feodalleri) onu Babaîler isyanından ayıran çok önemli bir fark olarak kaydetmektedir.(23)
Babaîler isyanı ile bağlantılı olduğu da düşünülebilecek bir diğer ihtilaflı ve sorunlu boyut Bedreddin'in dinsel anlamda nereye yerleştirileceği konusunda belirir. Ortalama okuyucuya Bedreddin “mutasavvıf” (sufî) ve "fakih" (hukukçu) olarak tanıtılır.(24) Bedreddin'i olumsuzlayan, hatta lanetleyen İbrahim Hakkı Konyalı, Raif Yelkenci gibi popüler tarih yazarları, onun Bâtıni olduğunu, üstelik hayli ağır ithamlarla vurgularlar. Bâtınilik burada ibadet sorumluluklarını, dolayısıyla şeriatı hiçe saymakla özdeş tutulur. Bu yazılarda Nazım'ın destan şiirinin giderek sol mahfiller yoluyla kamusal kabul görmesinin yarattığı refleksif bir tedirginlik ve öfkenin izleri olduğu da sezilmektedir. Örneğin Konyalı, Bedreddin'i "kızıl Bâtıni peygamberi" olarak tanımlar.(25) Onlara katılan ilahiyatçı Semahaddin Cem Bedreddin'in Şii-Bâtıni-Rafızi olduğunu iddia ederek, düşüncelerini İslami açıdan "küfr" olarak nitelemektedir.(26)
Yaşamı içerisinde İslam dünyasının pek çok yerinde bulunan, bu arada Anadolu'da Alevi-Bâtıni akidelerin yerleşik olduğu çevrelerle etkileşimi de olan Bedreddin'in Fikriyatında bâtıni motifler yer etmiş olsa gerektir. Ancak bunun onun düşüncelerinin hâkim rengi olduğu konusunda bir mutabakat yoktur. Örneğin Gölpınarlı, Bedreddin'in "şeriatı ibtal etmeyi değil, kendince ihya etmeyi" amaçladığını belirtir.(27) Bedreddin'in fikriyatında bazı bâtıni motiflerin bulunmasının, bu motifleri önemli ölçüde paylaşan tasavvuf dairesinde yer almasından kaynaklandığını, bu tasavvufî anlayışın da ehl-i sünnet çizgisinde seyrettiğini söyler. Bu görüşte mukabilini bulmakta gecikmez. Necdet Kurdakul, muhtemelen Bedreddin'in fıkıh ağırlıklı çalışmalarının değerlendirmesinden hareketle, Bedreddin'i tasavvuf dairesinde görmenin mümkün olmadığını, onun tam anlamıyla ehl-i sünnet hukuk sistemine mensup bir âlim olduğunu belirtmektedir.(28) Böylece "dinsel" çehresi itibariyle üç Bedreddin çizilir: Gölpınarlı'nın "Sufî-Sünni" Bedreddin'i; Cem'in "gayrısufî ve Şii-Bâtıni" Bedreddin'i ve son olarak Kurdakul'un "gayrısufî-Sünni" Bedreddin'i...
Dinsel düşünce plânında kendisini gösteren bu çok yönlülük, Bedreddin'in fikirlerinin gelişiminde biçimleyici ve etkileyici olan farklı, hatta aykırı şahsiyetlere bağlanabilir. Bedreddin'in düşünsel yönelimlerinde tayin edici rolü ve etkisi en çok kabul edilen şahsiyet İbn-i Arabî'dir. Özellikle en meşhur eseri Varidat'ta İbn-i Arabî etkisinin dorukta olduğu söylenir.(29) Ancak bu konuda da görüşler muhteliftir. Gölpınarlı, örneğin İbn-i Arabî etkisini reddetmemekle birlikte, Bedreddin'i en çok etkileyen kişinin Abdurrahman-i Bistamî olduğunu ileri sürer.(30) Şerefeddin Yaltkaya ise İbn-i Arabî'nin yanı sıra Farabi, İbn-i Sina gibi İslam filozoflarının, İbn-i Seb'in ve Sadri Kanevî gibi mutasavvıfların, bunların dolayımıyla da Eski Yunan ve özellikle Aristo felsefesinin de Bedreddin üzerinde etkili olduğunu belirtmektedir.(31) Buna karşılık Varidat üzerine bir doktora tezi yazmış olan Bilal Dindar Bedreddin’in düşünceleri ile Eski Yunan filozofları arasındaki benzerliğin ancak görünürde olabileceğini, Bedreddin'in bu filozoflardan etkilenmesinin düşünülemeyeceğini, buna karşın özellikle "Vahdet-i Vücud" görüşünde İbn-i Arabî'nin etkisinde kaldığının bir gerçek olduğunu ifade etmektedir.(32) Balivet de Bedreddin'in yönelimlerinde İbn-i Arabî'nin tayin edici rolünün ve etkisinin altını çizmektedir.(33) Bir tek Kaygusuz Bedreddin'le İbn-i Arabî’nin esasta birleşmekle birlikte pek çok noktada ayrıldıklarını söyleyerek, her ikisinin de Abdülkadir-i Geylani'den feyz aldıkları görüşünü kabul etmek gerektiğini ileri sürmektedir.(34)
Anakronik Benzetmeler
Bedreddin üzerine inceleme yapan veya onun hakkında fikir beyan edenlerin hemen hepsinde gözlenen bir diğer karakteristik, onu hem kendisinden önce ve sonra yaşamış başka tarihsel şahsiyetlerle fikri bir benzerlik içinde, hem de kendi yaşam dönemi dışında belirmiş ve klasik biçimlenmelerini kazanmış bir takım düşünce akımlarının temsilcisi olarak sunma girişimleridir. Bu noktada muazzam bir anakronizm batağına saplanıldığı görülür.
Varidat analizinden yola çıkan H. Ziya Ülken önce Leibniz, sonra Spinoza ile benzerlik bulmakta;(35) Tanzimat dönemi aydınlarından Mizancı Murat onu dinsel bir reformcu olması itibariyle Luther'leştirmekte;(36) buna karşı çıkan Cerrahoğlu ve daha sonra Nedim Gürsel özdeşlik için doğru ismin Thomas Münzer olduğu kanısını dile getirmekte;(37) Alman tarihçi Hammer, Bedreddin’in dinsel renkteki düşünce ve eyleminin, İran'da 5. yüzyılda patlayan Zerdüşt isyanının başını çeken Mazdek'inki ile benzerliğini vurgulamakta;(38) Semaheddin Cem, “İslam-dışı” saydığı Bedreddin'i Auguste Comte ile aynı kefeye koymakta;(39) Baldemir, felsefi olarak idealizm ile materyalizm arasında gidip geldiğini belirterek ondan "feodal dönemin Kant'ı" diye söz etmekte;(40) Z. F. Fındıkoğlu onu "Şark'ın Campanella'sı ve Thomas More'u" saymakta;(41) Orhan Hançerlioğlu da onu More'un düşüncelerinin doğudaki temsilcisi olarak nitelemektedir.(42) Liste bu şekilde uzayıp gidiyor.