Modern Bilimlerin Işığında Atomcu ve Stoacı Alan Modelleri - 2
|
Görüldüğü gibi stoacı model, atomcu modelin açıklamakta güçlük çektiği iki noktaya açıklık getiriyor. Boşluğun, atomcuların anladığı anlamda bir boşluk olmadığını, Esirden ve bunun içinde akmakta olan ateşten meydana geldiğini söylüyor. Mıknatıstan çıkan ateşin ise, tek bir yoldan demir parçalarına ulaşmadığını, aksine aynı anda Esirin içinde mümkün olan yolların hepsini denediğini kabul ediyor.
Stoacıların ateş ve Esir kavramının yerine, modern fiziğin ışık (foton) kavramını koyarsak (yani atomcu modeli doğru sayarsak), bu açıklama günümüzdeki elektromanyetik alan kuramıyla uyum içindedir ve atomcu modelin eksik bıraktığı noktaları tamamlamaktadır… Demek ki, mıknatıs taşının kuvvetini açıklamak istersek, birbiriyle çelişen iki modeli aynı anda kullanmamız gerekiyor; atomcu modeli, parçacık değiş tokuşunu açıklamak için, stoacı modeli, aslında boşluğun dolu olduğunu ve kuvvetin her yönde gelişen bir gerilim durumu olduğunu göstermek için.
Pekiyi, bu iki model arasındaki çelişkiyi nasıl ortadan kaldıracağız?.. Yoksa çelişkiyi olduğu gibi kabul edip, gerçeğin uzlaşmaz unsurlardan oluştuğunu genel bir prensip olarak kabul etmemiz mi gerekiyor?… Sizi merakta bırakmadan hemen söyleyeyim: Bu sorular günümüzde de kesinlikle cevaplandırılmış değil. Elektromanyetik alan kuramlarının tarihsel gelişiminde, iki modele de hak verilen dönemler olmuş, fakat sonunda ikisinin de yan yana kullanılması gerektiği ortaya çıkmıştır (bu konuyu önümüzdeki seminerlerde inceleyeceğiz)… Ancak, bu iki modeli uzlaştırma çabaları hala sona ermiş değil. Fotonun, hem parçacık olarak tek bir noktada bulunması, hem de gerilim durumu (modern adıyla dalga) olarak uzayın her noktasına yayılmış olması, günümüzde de çözüm bekleyen bir sorundur.
Sözüm burada bitiyor, beni dinlediğiniz için hepinize teşekkürler. Şimdi sorular ve tartışma bölümüne geçiyorum, katkılarınızı bekliyorum.
Sorular ve konuşmacının yanıtları:
S(oru): Antik çağda mıknatıs taşı ve kehribarın kuvvetleri, yerin çekim kuvvetinden ayrı düşünülebiliyor muydu?
Y(anıt): Hayır, düşünülemiyordu… Ancak, burada dikkat edilmesi gereken bir husus var. Cisimlerin yere düşmesini sağlayan Dünya’nın çekim kuvveti, her zaman her yerdeydi ve cisimleri her şartta etkiliyordu. Bu bakımdan yerin çekim kuvveti, mıknatıs taşı ve kehribarın kuvvetine göre daha üstün görülüyordu.
S: Kuvvet alanı atomcu modele göre, sadece parçacık değiş tokuşu ile mi açıklanabilir? Yoksa alternatif bir açıklama şekli daha var mı?
Y: Bildiğimiz başka bir atomcu alan açıklaması yok. Atomcular kuvvet alanını her zaman parçacık değiş tokuşu ile açıklamaya çalışmışlardır… Bunun nedeni açık: Madde, atomların hareketine indirgenmeye çalışılırsa eğer, kuvveti de, cisimler arası uzayda gidip gelen atomlarla (parçacıklarla) açıklamak zorunlu hale gelir.
S: Stoacı doğa felsefesini hangi kaynaktan öğrenebiliriz?
Y: Stoacı doğa felsefesini, Seneca’nın (MÖ 4 - MS 65) „Naturales Questiones=Doğa İncelemeleri” adlı eserinden öğrenebiliriz. Seneca’nın doğa hakkındaki görüşleri, antik çağın evrensel bilim adamlarından sayılan Poseidonios’un (MÖ 1. yy) düşüncelerine dayanır.
S: Esir kavramı Stoa‘dan önce de var mıydı?
Y: Evet, vardı. Değişik kültürlerden birçok felsefeci, din ve tıp düşünürü, evreni tamamıyla saran ve Esir adı verilen bir maddenin varlığını kabul ediyordu. Konuşmamın kapsamı sınırlı olduğu için, tüm bu Esir modellerine değinemedim. Ayrıca, Esirin tarihçesini anlatacak kadar birikime de sahip görmüyorum kendimi. Bu yüzden size sadece, Aristoteles felsefesinde Esirin ne anlama geldiğini kısaca özetlemek istiyorum.
Esir kavramı, doğrudan doğruya boşluk kavramıyla ilintilidir. Doğa felsefesi, boşlukla ilgili iki karşıt görüş geliştirmiştir. Birinci görüşe göre boşluk, madde parçacıklarının hareket edebilmesi için gerekli olan doldurulabilir alandır. Bu düşünceyi Demokrit, Epikuros ve Lucretius gibi atomcular savunmuştur. Boşluk hakkındaki ikinci görüş ise, öncelikle Aristoteles tarafından ileri sürülmüştür. Aristoteles’e göre, boş uzay diye bir kavram yoktur; boşluk aslında Esir dediğimiz çok ince bir maddeyle kaplıdır.
Aristoteles’in sisteminde Dünya (ay altı uzay), dört temel elementten (toprak, su, hava ve ateşten) oluşmaktaydı. Buna karşılık Esir, göksel (ay üstü) alemlerin ilkmaddesiydi (yani beşinci elementti). Güneş, Ay, yıldızlar, gezegenler ve bu gökcisimlerinin üzerinde hareket ettiği iç içe geçmiş döner küreler, Esirin yoğunlaşması ile oluşmuştu. Dünyadaki dört elementin tersine, Aristoteles Esirin bozulmaz olduğuna inanıyordu. Esirin kusursuzluğu, gökyüzünün daima mükemmelliğini koruyacağı ve hiçbir zaman bozulmayacağı anlamına geliyordu. Gökcisimlerinin bağlı olduğu küreler, bir üstteki kürenin etkisiyle oluşan Esir rüzgarı vasıtası ile döndürülüyor, en dıştaki küre ise, asıl hareket kaynağı olan tanrının bizzat kendisi tarafından hareket ettiriliyordu.
S: Stoa’dan önce ilk maddenin ateş olduğunu düşünen felsefe okulları var mıydı?
Y: Evet, vardı. Ateş, Stoa’dan önce de, (çeşitli kültürlerde) birçok felsefe ve mistik okul tarafından ilkmadde olarak kabul ediliyordu. Bu okulların içinde doğa felsefesi açısından en önemli olanı, Herakleitos‘un (MÖ 540-480) düşünce sistemidir. Herakleitos dünyanın, „belirli ölçülere göre tutuşup belirli ölçülere göre sönen sürekli bir ateş“ olduğunu kabul ediyordu.
S: Doğa felsefesi içinde Stoa’nın yeri nedir? Hangi akımı temsil etmektedir?
Y: Tabii, bu soruyu ayrıntılarıyla yanıtlamama olanak yok. Felsefe tarihçileri size daha kapsamlı cevaplar verebilir. Ben sadece fizik açısından önemli olan bazı teknik ayrıntılara değinmek istiyorum… Stoacı felsefenin hareket noktası, Herakleitos’un ilkmaddesi olan ateş. Ancak Stoa, maddenin değişimini Herakleitos gibi karşıtlar arası döngüye dayandırmıyor. Daha çok Anaximenes’inkine benzer bir yaklaşımla, oluşu, ateşin yoğunlaşması olarak tarif ediyor… Platon tarafından ortaya atılan „Maddeye biçim veren unsur nedir?“ sorusuna cevap verebilmek için ateşe, içerik yanında, biçimi de belirleme görevini veriyor. Böylece Stoa, maddenin içeriğini ve biçimini ateşin varlığında birleştiren, doğa felsefesinin oluşçu çizgisini (Thales, Anaximandros, Anaximenes, Herakleitos) devam ettiren bir okul oluyor. Ancak Stoa bu haliyle, maddeye norm ve yasa getiren ateşin, bu görevi teknik olarak nasıl gerçekleştirebileceğini söylemiyor. Bu eksiklik, Poseidonios ve Seneca’nın özgün çalışmaları ile gideriliyor. Esirin içinde akarak tüm varlığa yaşam gerilimi (kuvvet, sempati) veren ateş modeli, stoacılığı eksiksiz bir düşünce sistemi haline getiriyor.
S: Stoa, evrenin gelişimini ateşin yoğunlaşması olarak tarif ediyor. Modern fizik, buna benzer bir açıklama şeması elde ediyor mu?
Y: Önce, tarihsel doğa açıklamalarında benzerlikler aramanın bilimsel bir yöntem olmadığını ifade etmek isterim. Ancak, insanların düşünce şekillerinin, hangi sistematiğe bağlı kalarak basitten karmaşığa doğru geliştiğini göstermesi bakımından bu uğraşının yararlı ve eğlenceli olabileceğini düşünüyorum…
Modern fizikte, ateş denen doğa olayının ışığa (fotonlara) tekabül ettiğini gördük. Ateş ışığın kaynağı, ışık ateşin görünümü… Stoa’ya göre evrenin başlangıcında ateş vardı. Modern fizik bu düşünceyi destekliyor. Kozmolojik açıklamalara göre, evrenin başlangıcında ışık (fotonlar) vardı. Daha sonra Büyük Patlama‘yla (Big Bang), evrenin genişlemesi başladı. Bu ilk aşamadan günümüze, (tıpkı bir fosil gibi) evreni tamamen saran bir geri zemin ışınımı kaldı. Bu ışınımın dağılımı bize, evrenin giderek genişlediğini ve soğuduğunu gösteriyor. Yani makro evren, Stoa‘nın iddia ettiği gibi yoğunlaşma ile oluşmadı, aksine giderek seyreldi (yani enerji-kütle yoğunluğu azaldı). Hubble Yasası olarak bilinen bu genişleme olayını, galaksi kümelerinin birbirinden uzaklaşması olarak bugün de doğrudan doğruya gözlemlemek mümkün.
Stoacıların ateş ve Esir kavramının yerine, modern fiziğin ışık (foton) kavramını koyarsak (yani atomcu modeli doğru sayarsak), bu açıklama günümüzdeki elektromanyetik alan kuramıyla uyum içindedir ve atomcu modelin eksik bıraktığı noktaları tamamlamaktadır… Demek ki, mıknatıs taşının kuvvetini açıklamak istersek, birbiriyle çelişen iki modeli aynı anda kullanmamız gerekiyor; atomcu modeli, parçacık değiş tokuşunu açıklamak için, stoacı modeli, aslında boşluğun dolu olduğunu ve kuvvetin her yönde gelişen bir gerilim durumu olduğunu göstermek için.
Pekiyi, bu iki model arasındaki çelişkiyi nasıl ortadan kaldıracağız?.. Yoksa çelişkiyi olduğu gibi kabul edip, gerçeğin uzlaşmaz unsurlardan oluştuğunu genel bir prensip olarak kabul etmemiz mi gerekiyor?… Sizi merakta bırakmadan hemen söyleyeyim: Bu sorular günümüzde de kesinlikle cevaplandırılmış değil. Elektromanyetik alan kuramlarının tarihsel gelişiminde, iki modele de hak verilen dönemler olmuş, fakat sonunda ikisinin de yan yana kullanılması gerektiği ortaya çıkmıştır (bu konuyu önümüzdeki seminerlerde inceleyeceğiz)… Ancak, bu iki modeli uzlaştırma çabaları hala sona ermiş değil. Fotonun, hem parçacık olarak tek bir noktada bulunması, hem de gerilim durumu (modern adıyla dalga) olarak uzayın her noktasına yayılmış olması, günümüzde de çözüm bekleyen bir sorundur.
Sözüm burada bitiyor, beni dinlediğiniz için hepinize teşekkürler. Şimdi sorular ve tartışma bölümüne geçiyorum, katkılarınızı bekliyorum.
Sorular ve konuşmacının yanıtları:
S(oru): Antik çağda mıknatıs taşı ve kehribarın kuvvetleri, yerin çekim kuvvetinden ayrı düşünülebiliyor muydu?
Y(anıt): Hayır, düşünülemiyordu… Ancak, burada dikkat edilmesi gereken bir husus var. Cisimlerin yere düşmesini sağlayan Dünya’nın çekim kuvveti, her zaman her yerdeydi ve cisimleri her şartta etkiliyordu. Bu bakımdan yerin çekim kuvveti, mıknatıs taşı ve kehribarın kuvvetine göre daha üstün görülüyordu.
S: Kuvvet alanı atomcu modele göre, sadece parçacık değiş tokuşu ile mi açıklanabilir? Yoksa alternatif bir açıklama şekli daha var mı?
Y: Bildiğimiz başka bir atomcu alan açıklaması yok. Atomcular kuvvet alanını her zaman parçacık değiş tokuşu ile açıklamaya çalışmışlardır… Bunun nedeni açık: Madde, atomların hareketine indirgenmeye çalışılırsa eğer, kuvveti de, cisimler arası uzayda gidip gelen atomlarla (parçacıklarla) açıklamak zorunlu hale gelir.
S: Stoacı doğa felsefesini hangi kaynaktan öğrenebiliriz?
Y: Stoacı doğa felsefesini, Seneca’nın (MÖ 4 - MS 65) „Naturales Questiones=Doğa İncelemeleri” adlı eserinden öğrenebiliriz. Seneca’nın doğa hakkındaki görüşleri, antik çağın evrensel bilim adamlarından sayılan Poseidonios’un (MÖ 1. yy) düşüncelerine dayanır.
S: Esir kavramı Stoa‘dan önce de var mıydı?
Y: Evet, vardı. Değişik kültürlerden birçok felsefeci, din ve tıp düşünürü, evreni tamamıyla saran ve Esir adı verilen bir maddenin varlığını kabul ediyordu. Konuşmamın kapsamı sınırlı olduğu için, tüm bu Esir modellerine değinemedim. Ayrıca, Esirin tarihçesini anlatacak kadar birikime de sahip görmüyorum kendimi. Bu yüzden size sadece, Aristoteles felsefesinde Esirin ne anlama geldiğini kısaca özetlemek istiyorum.
Esir kavramı, doğrudan doğruya boşluk kavramıyla ilintilidir. Doğa felsefesi, boşlukla ilgili iki karşıt görüş geliştirmiştir. Birinci görüşe göre boşluk, madde parçacıklarının hareket edebilmesi için gerekli olan doldurulabilir alandır. Bu düşünceyi Demokrit, Epikuros ve Lucretius gibi atomcular savunmuştur. Boşluk hakkındaki ikinci görüş ise, öncelikle Aristoteles tarafından ileri sürülmüştür. Aristoteles’e göre, boş uzay diye bir kavram yoktur; boşluk aslında Esir dediğimiz çok ince bir maddeyle kaplıdır.
Aristoteles’in sisteminde Dünya (ay altı uzay), dört temel elementten (toprak, su, hava ve ateşten) oluşmaktaydı. Buna karşılık Esir, göksel (ay üstü) alemlerin ilkmaddesiydi (yani beşinci elementti). Güneş, Ay, yıldızlar, gezegenler ve bu gökcisimlerinin üzerinde hareket ettiği iç içe geçmiş döner küreler, Esirin yoğunlaşması ile oluşmuştu. Dünyadaki dört elementin tersine, Aristoteles Esirin bozulmaz olduğuna inanıyordu. Esirin kusursuzluğu, gökyüzünün daima mükemmelliğini koruyacağı ve hiçbir zaman bozulmayacağı anlamına geliyordu. Gökcisimlerinin bağlı olduğu küreler, bir üstteki kürenin etkisiyle oluşan Esir rüzgarı vasıtası ile döndürülüyor, en dıştaki küre ise, asıl hareket kaynağı olan tanrının bizzat kendisi tarafından hareket ettiriliyordu.
S: Stoa’dan önce ilk maddenin ateş olduğunu düşünen felsefe okulları var mıydı?
Y: Evet, vardı. Ateş, Stoa’dan önce de, (çeşitli kültürlerde) birçok felsefe ve mistik okul tarafından ilkmadde olarak kabul ediliyordu. Bu okulların içinde doğa felsefesi açısından en önemli olanı, Herakleitos‘un (MÖ 540-480) düşünce sistemidir. Herakleitos dünyanın, „belirli ölçülere göre tutuşup belirli ölçülere göre sönen sürekli bir ateş“ olduğunu kabul ediyordu.
S: Doğa felsefesi içinde Stoa’nın yeri nedir? Hangi akımı temsil etmektedir?
Y: Tabii, bu soruyu ayrıntılarıyla yanıtlamama olanak yok. Felsefe tarihçileri size daha kapsamlı cevaplar verebilir. Ben sadece fizik açısından önemli olan bazı teknik ayrıntılara değinmek istiyorum… Stoacı felsefenin hareket noktası, Herakleitos’un ilkmaddesi olan ateş. Ancak Stoa, maddenin değişimini Herakleitos gibi karşıtlar arası döngüye dayandırmıyor. Daha çok Anaximenes’inkine benzer bir yaklaşımla, oluşu, ateşin yoğunlaşması olarak tarif ediyor… Platon tarafından ortaya atılan „Maddeye biçim veren unsur nedir?“ sorusuna cevap verebilmek için ateşe, içerik yanında, biçimi de belirleme görevini veriyor. Böylece Stoa, maddenin içeriğini ve biçimini ateşin varlığında birleştiren, doğa felsefesinin oluşçu çizgisini (Thales, Anaximandros, Anaximenes, Herakleitos) devam ettiren bir okul oluyor. Ancak Stoa bu haliyle, maddeye norm ve yasa getiren ateşin, bu görevi teknik olarak nasıl gerçekleştirebileceğini söylemiyor. Bu eksiklik, Poseidonios ve Seneca’nın özgün çalışmaları ile gideriliyor. Esirin içinde akarak tüm varlığa yaşam gerilimi (kuvvet, sempati) veren ateş modeli, stoacılığı eksiksiz bir düşünce sistemi haline getiriyor.
S: Stoa, evrenin gelişimini ateşin yoğunlaşması olarak tarif ediyor. Modern fizik, buna benzer bir açıklama şeması elde ediyor mu?
Y: Önce, tarihsel doğa açıklamalarında benzerlikler aramanın bilimsel bir yöntem olmadığını ifade etmek isterim. Ancak, insanların düşünce şekillerinin, hangi sistematiğe bağlı kalarak basitten karmaşığa doğru geliştiğini göstermesi bakımından bu uğraşının yararlı ve eğlenceli olabileceğini düşünüyorum…
Modern fizikte, ateş denen doğa olayının ışığa (fotonlara) tekabül ettiğini gördük. Ateş ışığın kaynağı, ışık ateşin görünümü… Stoa’ya göre evrenin başlangıcında ateş vardı. Modern fizik bu düşünceyi destekliyor. Kozmolojik açıklamalara göre, evrenin başlangıcında ışık (fotonlar) vardı. Daha sonra Büyük Patlama‘yla (Big Bang), evrenin genişlemesi başladı. Bu ilk aşamadan günümüze, (tıpkı bir fosil gibi) evreni tamamen saran bir geri zemin ışınımı kaldı. Bu ışınımın dağılımı bize, evrenin giderek genişlediğini ve soğuduğunu gösteriyor. Yani makro evren, Stoa‘nın iddia ettiği gibi yoğunlaşma ile oluşmadı, aksine giderek seyreldi (yani enerji-kütle yoğunluğu azaldı). Hubble Yasası olarak bilinen bu genişleme olayını, galaksi kümelerinin birbirinden uzaklaşması olarak bugün de doğrudan doğruya gözlemlemek mümkün.