Abdullah CEVDET (1869-1932)
|
Doktor, şair ve siyaset adamı olan Abdullah Cevdet, materyalist ve evrimci görüşlerin yayılmasına çalışanlardandır. Abdullah Cevdet’in entelektüel hayatı, birtakım tereddütlerle başlamış, fikirlerinin netleşmesi zaman almıştır. Gençliğinde gayet dindar olduğu ve 1890-1891’de yazdığı şiirlerinin bir kısmını dini duyguların etkisiyle kaleme aldığı bilinmektedir. Ancak Tıbbıye öğrencisiyken İbrahim Temo’nun kendisine vermiş olduğu Felix Isnard isminde bir Fransız tarafından Materialisme et Spiritualisme adlı kitabı okumasıyla zamanla kendisi için yeni ufuklar açılmış, Tıbbiyenin son senesinde ise L. Büchner’in temel eserini okumasıyla dünya görüşü tamamıyla değişmiştir.[90]
İttihat ve Terakki’ye dönüşecek İttihad-i Osmani Cemiyeti adlı gizli örgütü kuran beş tıbbiyeliden birisidir. Okulu bitirdikten sonra geçici görevle Diyarbakır’a gönderildi; İttihat ve Terakki’nin Diyarbakır şubesini kurdu. Bu şehirde bulunduğu sırada Mehmet Ziya Bey (Gökalp)’in intihar girişiminde ilk müdahale eden ve onu kurtaran kişi oldu; örgüte girmesini sağladı.[91]
İttihatçı hareketleri tehlikeli görüldüğünden 1895'te İstanbul’a döndüğünde bozgunculukla suçlanarak tutuklandı ve başkentten uzaklaşması için Trablusgarp Merkez Hastanesi'nin göz hekimliğine getirildi. Fakat cemiyet adına çalışmalarına orada da devam etti. Bir buçuk yıl görev yaptıktan sonra hapsedildidört ay sonra serbest bırakıldığında, Fizan'a sürülmesinin kararlaştırıldığını öğrenince, önce Tunus'a kaçtı; oradan 1897 yılında Fransa'ya geçti.[92]
Fransa’nın ardından Cenevre'ye yerleşerek; Jön Türklerle buluştu. Derneğin yayın organı olan Osmanlı Gazetesi’ni Türkçe - Fransızca olarak çıkardı ve istibdata karşı yazılar yazdı. Batı eserlerinden çeviriler yaptı.“Sultan Hamid hakkında yüz yalan uydurdum. Bazısına kendim de inandım” demekten kendisini alamamıştır.[93]
Yayımladığı yazılardan rahatsız olan padişah Abdülhamit, siyasi yazılar yazmaması ve İstanbul’a dönmemesi koşuluyla kendisini Viyana elçilik doktorluğuna atamayı önerince teklifi kabul etti. Onun Abdülhamit’e jurnalcilik yaptığı ve gazeteyi kapatıp Viyana’da doktorluğu kabul etmesinin bunun kanıtı olduğu öne sürülmüştür. 1903’te büyükelçi Mahmut Nedim Paşa’yı tokatlaması üzerine Avusturya’dan sınırdışı edildi. Cenevre’ye dönerek Osmanlı İttihat ve İnkılap Cemiyeti’ni kurdu ve örgütün yayın organı olarak yeniden Osmanlı Gazetesi’ni çıkardı.[94]
1904’te İçtihat adlı bir basımevi kurdu. Basımevinde batılılaşma yanlısı eserler bastı. 1910’da İstanbul’a döndü. İttihat ve Terakki yönetimine karşı eleştirel tutumu nedeniyle baskılara maruz kaldı. İşgal yıllarında sadrazam Damat Ferit Paşa tarafından Sıhhiye Genel Müdürlüğü’ne atanan Abdullah Cevdet, kadınlara ilk kez genelev vesikası verilmesi uygulamasını başlatınca halktan gelen tepki üzerine görevden alındı. İngiliz Muhipleri Cemiyeti’nin kuruluşunda rol oynadı, Kürt Teali Cemiyeti’nde de çalıştı. “Seçkin” insanların yetişmesine yönelik bir eğitimi ve biyolojik materyalizmi savunan Abdullah Cevdet daha Cumhuriyet kurulmadan Latin harflerine geçilmesi gerektiğini vurguladı ve kadın hakları konusundaki görüşleriyle dikkat çekti.[95]
İşgal yıllarındaki İngiliz yanlısı tutumu ve Kürt milliyetçi örgütlerinde yer almasından dolayı I. Dünya Savaşı sonrasında siyasal iktidarın gözünden düşmüştü. Cumhuriyet döneminde hakkında “devlet hizmetinde ömür boyu görev almama” kararı verildi. Yaşamının geri kalanını şiir kitapları yazarak, çeviri yaparak ve İçtihad’ı yayımlayarak geçirdi. Cumhuriyetin ilk yıllarında Cevat Paşa’nın Elazığ milletvekilliğinden çekilmesi üzerine onun yerine meclise girmesi söz konusu olduysa da 1925’te göçmen getirilmesine ilişkin sözleri nedeniyle “damızlık adam getirmek istiyor” şeklinde söylenti çıkarılınca siyasetle ilişkisini kesti. 1928 yılında devlet başkanı Atatürk’ün isteğiyle Fransız filozof Jean Meslier’nin kaleme aldığı din eleştirisi kitabını çevirdi; eser, "Akl-ı Selim" adıyla Devlet Matbaası’nda, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları arasında yayımlandı.[96]
29 Kasım 1932’de İstanbul’da kalp krizinden hayatını kaybetti. Dinsizlikle suçlanan Abdullah Cevdet'in Ayasofya Camii’ne getirilen cenazesi sahipsiz kalmış, cenaze namazının kılınmaması gerektiği ifade edilmişse de Peyami Safa’nın ricası üzerine namazı kılınmış, birkaç belediye görevlisi tarafından Merkezefendi Mezarlığı’na gömülmüştür.[97]
Avrupa’nın entelektüel çevrelerinde diyalektik ve tarihsel materyalizmin önemli bir yer tuttuğu bir dönemde mesleğinin de etkisiyle fizyolojist-biyolojik materyalizmi benimsemiş ve kendi çıkardığı İctihad mecmuasında yayınladığı yazıları, eserleri, tercümeleri yoluyla bu alandaki fikir ve görüşleri yaymaya çalışmıştır. Büchner’in Madde ve Kuvvet adlı eserinin bir kısmını Fenn-i Ruh (1911) adıyla tercüme eden Abdullah Cevdet, maddenin ezeli ve ebedi gerçek olduğu düşüncesini, maddenin fenafillahı diye açıklamıştır. [98]
İslamiyeti ve İslâm peygamberini şiddetle eleştiren R. Dozy’nin Tarih-i İslâmiyet’ini çevirerek yayınlaması ve bu kitaptaki fikirlerini benimsediğine dair açıklamaları çeşitli çevrelerden tepkiler almıştır. Ama tüm bunlar Meşrutiyet sonrası özgürlük ortamından yararlanan bir taraftar grubu oluşturmasına engel teşkil etmemiştir. [99]
Gerek Osmanlı Toplumunun gerekse tüm İslâm toplumlarının geri kalmasında en önemli etken olarak dini görür. Toplum tarafından İslâm’ın reddedilmesinin zorluğunu fark eden Abdullah Cevdet ve arkadaşları zaman zaman dinden yararlanma yoluna giderek dinden yalnız siyasi amaçlı değil, daha çok İslâm ülkelerinin kültürel birliğini sağlayacak bir araç olarak faydalanmayı uygun görmüşlerdir.[100] İslâm birliği düşüncesi onun için Batı ülkelerinin emperyalist siyasalarına karşı bir sığınaktı.[101]
İttihat ve Terakki’ye dönüşecek İttihad-i Osmani Cemiyeti adlı gizli örgütü kuran beş tıbbiyeliden birisidir. Okulu bitirdikten sonra geçici görevle Diyarbakır’a gönderildi; İttihat ve Terakki’nin Diyarbakır şubesini kurdu. Bu şehirde bulunduğu sırada Mehmet Ziya Bey (Gökalp)’in intihar girişiminde ilk müdahale eden ve onu kurtaran kişi oldu; örgüte girmesini sağladı.[91]
İttihatçı hareketleri tehlikeli görüldüğünden 1895'te İstanbul’a döndüğünde bozgunculukla suçlanarak tutuklandı ve başkentten uzaklaşması için Trablusgarp Merkez Hastanesi'nin göz hekimliğine getirildi. Fakat cemiyet adına çalışmalarına orada da devam etti. Bir buçuk yıl görev yaptıktan sonra hapsedildidört ay sonra serbest bırakıldığında, Fizan'a sürülmesinin kararlaştırıldığını öğrenince, önce Tunus'a kaçtı; oradan 1897 yılında Fransa'ya geçti.[92]
Fransa’nın ardından Cenevre'ye yerleşerek; Jön Türklerle buluştu. Derneğin yayın organı olan Osmanlı Gazetesi’ni Türkçe - Fransızca olarak çıkardı ve istibdata karşı yazılar yazdı. Batı eserlerinden çeviriler yaptı.“Sultan Hamid hakkında yüz yalan uydurdum. Bazısına kendim de inandım” demekten kendisini alamamıştır.[93]
Yayımladığı yazılardan rahatsız olan padişah Abdülhamit, siyasi yazılar yazmaması ve İstanbul’a dönmemesi koşuluyla kendisini Viyana elçilik doktorluğuna atamayı önerince teklifi kabul etti. Onun Abdülhamit’e jurnalcilik yaptığı ve gazeteyi kapatıp Viyana’da doktorluğu kabul etmesinin bunun kanıtı olduğu öne sürülmüştür. 1903’te büyükelçi Mahmut Nedim Paşa’yı tokatlaması üzerine Avusturya’dan sınırdışı edildi. Cenevre’ye dönerek Osmanlı İttihat ve İnkılap Cemiyeti’ni kurdu ve örgütün yayın organı olarak yeniden Osmanlı Gazetesi’ni çıkardı.[94]
1904’te İçtihat adlı bir basımevi kurdu. Basımevinde batılılaşma yanlısı eserler bastı. 1910’da İstanbul’a döndü. İttihat ve Terakki yönetimine karşı eleştirel tutumu nedeniyle baskılara maruz kaldı. İşgal yıllarında sadrazam Damat Ferit Paşa tarafından Sıhhiye Genel Müdürlüğü’ne atanan Abdullah Cevdet, kadınlara ilk kez genelev vesikası verilmesi uygulamasını başlatınca halktan gelen tepki üzerine görevden alındı. İngiliz Muhipleri Cemiyeti’nin kuruluşunda rol oynadı, Kürt Teali Cemiyeti’nde de çalıştı. “Seçkin” insanların yetişmesine yönelik bir eğitimi ve biyolojik materyalizmi savunan Abdullah Cevdet daha Cumhuriyet kurulmadan Latin harflerine geçilmesi gerektiğini vurguladı ve kadın hakları konusundaki görüşleriyle dikkat çekti.[95]
İşgal yıllarındaki İngiliz yanlısı tutumu ve Kürt milliyetçi örgütlerinde yer almasından dolayı I. Dünya Savaşı sonrasında siyasal iktidarın gözünden düşmüştü. Cumhuriyet döneminde hakkında “devlet hizmetinde ömür boyu görev almama” kararı verildi. Yaşamının geri kalanını şiir kitapları yazarak, çeviri yaparak ve İçtihad’ı yayımlayarak geçirdi. Cumhuriyetin ilk yıllarında Cevat Paşa’nın Elazığ milletvekilliğinden çekilmesi üzerine onun yerine meclise girmesi söz konusu olduysa da 1925’te göçmen getirilmesine ilişkin sözleri nedeniyle “damızlık adam getirmek istiyor” şeklinde söylenti çıkarılınca siyasetle ilişkisini kesti. 1928 yılında devlet başkanı Atatürk’ün isteğiyle Fransız filozof Jean Meslier’nin kaleme aldığı din eleştirisi kitabını çevirdi; eser, "Akl-ı Selim" adıyla Devlet Matbaası’nda, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları arasında yayımlandı.[96]
29 Kasım 1932’de İstanbul’da kalp krizinden hayatını kaybetti. Dinsizlikle suçlanan Abdullah Cevdet'in Ayasofya Camii’ne getirilen cenazesi sahipsiz kalmış, cenaze namazının kılınmaması gerektiği ifade edilmişse de Peyami Safa’nın ricası üzerine namazı kılınmış, birkaç belediye görevlisi tarafından Merkezefendi Mezarlığı’na gömülmüştür.[97]
Avrupa’nın entelektüel çevrelerinde diyalektik ve tarihsel materyalizmin önemli bir yer tuttuğu bir dönemde mesleğinin de etkisiyle fizyolojist-biyolojik materyalizmi benimsemiş ve kendi çıkardığı İctihad mecmuasında yayınladığı yazıları, eserleri, tercümeleri yoluyla bu alandaki fikir ve görüşleri yaymaya çalışmıştır. Büchner’in Madde ve Kuvvet adlı eserinin bir kısmını Fenn-i Ruh (1911) adıyla tercüme eden Abdullah Cevdet, maddenin ezeli ve ebedi gerçek olduğu düşüncesini, maddenin fenafillahı diye açıklamıştır. [98]
İslamiyeti ve İslâm peygamberini şiddetle eleştiren R. Dozy’nin Tarih-i İslâmiyet’ini çevirerek yayınlaması ve bu kitaptaki fikirlerini benimsediğine dair açıklamaları çeşitli çevrelerden tepkiler almıştır. Ama tüm bunlar Meşrutiyet sonrası özgürlük ortamından yararlanan bir taraftar grubu oluşturmasına engel teşkil etmemiştir. [99]
Gerek Osmanlı Toplumunun gerekse tüm İslâm toplumlarının geri kalmasında en önemli etken olarak dini görür. Toplum tarafından İslâm’ın reddedilmesinin zorluğunu fark eden Abdullah Cevdet ve arkadaşları zaman zaman dinden yararlanma yoluna giderek dinden yalnız siyasi amaçlı değil, daha çok İslâm ülkelerinin kültürel birliğini sağlayacak bir araç olarak faydalanmayı uygun görmüşlerdir.[100] İslâm birliği düşüncesi onun için Batı ülkelerinin emperyalist siyasalarına karşı bir sığınaktı.[101]