Temsilciler
|
Şinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa, Ahmet Cevdet Paşa, Ali Suavi akla büyük önem ve yer vererek yeni bir rasyonalite geliştirmeye çalıştılar.[31] Ama pozitif bilimlere dayanarak düşünce üreten ilk düşünür, Tanzimat düşünürü Hoca Tahsin Efendi olsa gerektir.[32]Hoca Tahsin Efendi, Ahmet Mithat Efendi ve Beşir Fuad, materyalist fikirleri yayma konusundaki çalışmaları dağınık ve metotsuz olsa da, bu anlayışın ülkemize girip yayılması için ilk koşulları hazırlayan düşünürler arasında sayılabilir.[33]
Hoca Tahsin EFENDİ (1811-1881)
Hoca Tahsin, Türkiye’de Batılılaşma hareketinin ilk önderlerindendir. 1811’de Yanya vilayetinde doğdu. Sadrazam Reşit Paşa tarafından seçilip Avrupa’ya gönderilenler arasında yer aldı.[34]
XIX. yüzyılın ikinci yarısı… Tanzimat ve Islahat Fermanları ilan edilmiştir. Elhâsıl, Osmanlı’nın Batının vaziyetinin iyice farkına vardığı ve özellikle de maarif alanında bir nevi “teyakkuz” durumuna geçtiği zamanlardır. 1857’nin Mart ayında tahsil için Paris’e varan Osmanlı öğrencileri arasında 46 yaşında sarıklı, cübbeli bir Hoca Efendi de vardı. Islahat Fermanı, sonrasında sadece “ilm”ini almak üzere Avrupa’ya gönderilen öğrencilere, hem Arapça, Farsça, Türkçe ve İslâm ilimlerini öğretmek hem de dönünce Darülfünun’un modern bilimlerde uzmanlaşmış muallimlerinden biri olmak amacıyla tabiî ilimler tahsilinde bulunmak görevlerini derûhte etmişti. Hoca Tahsin Efendi’nin Paris’teki bir diğer görevi ise Paris’teki Osmanlı tebaasının imamlığı görevini ifa etmekti.[35]
Hoca Efendi hem fakültelerde derslere girdiği hem de sanat ve kültür çevresiyle hemhâl olduğu Paris’e hayran kalmıştı. Bu hayranlığını “Paris’e git hey efendi akl ü fikrin var ise/ Âleme gelmiş sayılmaz gitmeyenler Paris’e” dizeleriyle ifade eden Hoca Tahsin Efendi Paris’te on iki yıl ikamet etmiştir.[36]
Hoca Paris’ten dönmeden şöhreti Dersaadet’e ulaşmıştı. Materyalist felsefeyi benimsediği, Paris kahvelerinin müdavimi olduğu, Namık Kemal başta olmak üzere Yeni Osmanlılarla dostluk kurduğu, bir ara sarığını çıkartıp hasır şapka taktığı ve bu nedenle bazılarınca “Mösyö Tahsin” ya da “Gavur Tahsin” olarak anıldığı, sarığıyla bilardo oynadığı, amelde ihmalkâr olduğu... [37]
İstanbul’a dönüşünde başarısı ve bilgisiyle dikkat çekmiş, yeni açılacak olan Darülfünuna başhoca (rektör) tayin edilmiştir. Darülfünun kütüphanesine Fransa’dan hümanizm ve pozitivizm konularını içeren kitaplar getirmesi tepkilerine neden olmuştur. [38]
Muhtelif rivayetlere göre ya Hoca Tahsin’in içinde güvercin olan bir fanusun havasını boşaltarak canlıların oksijensiz yaşayamadıklarını kanıtlamaya çalıştığı bir vakum deneyi ya da Cemaleddin Afganî’nin konuşmasında peygamberliği bir nevi sanata benzetmesi yüzünden hem Darülfünûn’dan atılmış hem de Darülfünûn kapatılmıştır. Benzer bir durum gelen talebelere tabiî ilimleri öğrettiği dönemlerde de yaşanmış, Hoca bu talebelerin itikadını bozmakla suçlanmıştır.[39]
Hem Hoca Tahsin’in bizzat kendisi hem de Şemseddin Sami, Abdülhak Hamid, Necip Asım gibi öğrencileri uğradığı haksızlıklara sitem etmişler ve her fırsatta bu ithamlara cevap vermişlerdir. Örneğin, Şemseddin Sami Hafta dergisinde “Hoca Tahsin” başlıklı bir yazı dizisi yayınlamış ve “Hoca Tahsin’in itikadı tam ve kâmil olduğuna benimle beraber şehadet edecek pek çok zevât bulunur; Amelde kusuru var idiyse de… Heyhât! Kimin yok?” ifadeleriyle hocasını savunmuştur.[40]
Matematiğe ve müspet ilimlere ilgi duyan Hoca Tahsin’in alemin yaratılışı, insan ve diğer canlıların meydana gelişi gibi konularda zaman zaman evrimci açıklamalarda bulunması, Darwin’in varlıkların oluşumuyla ilgili düşüncelerinin Kutsal Kitaba uygun olarak geliştirilmesiyle yaratılma olayının açıklanabileceğini söylemesi, madde ve kuvvetin ebedi olduklarını ileri sürmesi o dönem için oldukça yeni sayılabilecek fikirlerdir.[41]
Hoca Tahsin’in fikirlerini sunarken bazı yerlerde zaman zaman kullandığı muğlak ve kaçamak ifadeler onun materyalist olduğu izlenimini uyandırmış olsa da bu ifadelerin ardından onun sahip olduğu fikirlerin ayet ve hadislere uygun olduğunu göstermek üzere örnekler vermesi, bilinçli bir şekilde materyalizmi savunmadığı, ancak fikirlerinde materyalizme meyleden unsurların var olduğu izlenimini uyandırmaktadır. [42]
- Ahmet Rıza (1859-1930)
- Beşir Fuad (1852-1887)
- İbrahim Şinasi (1824-1871)
- Rıza Tevfik (1868-1949)
- Hüseyin Cahit Yalçın (1874-1957)
- Ahmet Şauyb (1876-1910)
- Abdullah Cevdet (1869-1932)
- Baha Tevfik (1884-1914)
Hoca Tahsin EFENDİ (1811-1881)
Hoca Tahsin, Türkiye’de Batılılaşma hareketinin ilk önderlerindendir. 1811’de Yanya vilayetinde doğdu. Sadrazam Reşit Paşa tarafından seçilip Avrupa’ya gönderilenler arasında yer aldı.[34]
XIX. yüzyılın ikinci yarısı… Tanzimat ve Islahat Fermanları ilan edilmiştir. Elhâsıl, Osmanlı’nın Batının vaziyetinin iyice farkına vardığı ve özellikle de maarif alanında bir nevi “teyakkuz” durumuna geçtiği zamanlardır. 1857’nin Mart ayında tahsil için Paris’e varan Osmanlı öğrencileri arasında 46 yaşında sarıklı, cübbeli bir Hoca Efendi de vardı. Islahat Fermanı, sonrasında sadece “ilm”ini almak üzere Avrupa’ya gönderilen öğrencilere, hem Arapça, Farsça, Türkçe ve İslâm ilimlerini öğretmek hem de dönünce Darülfünun’un modern bilimlerde uzmanlaşmış muallimlerinden biri olmak amacıyla tabiî ilimler tahsilinde bulunmak görevlerini derûhte etmişti. Hoca Tahsin Efendi’nin Paris’teki bir diğer görevi ise Paris’teki Osmanlı tebaasının imamlığı görevini ifa etmekti.[35]
Hoca Efendi hem fakültelerde derslere girdiği hem de sanat ve kültür çevresiyle hemhâl olduğu Paris’e hayran kalmıştı. Bu hayranlığını “Paris’e git hey efendi akl ü fikrin var ise/ Âleme gelmiş sayılmaz gitmeyenler Paris’e” dizeleriyle ifade eden Hoca Tahsin Efendi Paris’te on iki yıl ikamet etmiştir.[36]
Hoca Paris’ten dönmeden şöhreti Dersaadet’e ulaşmıştı. Materyalist felsefeyi benimsediği, Paris kahvelerinin müdavimi olduğu, Namık Kemal başta olmak üzere Yeni Osmanlılarla dostluk kurduğu, bir ara sarığını çıkartıp hasır şapka taktığı ve bu nedenle bazılarınca “Mösyö Tahsin” ya da “Gavur Tahsin” olarak anıldığı, sarığıyla bilardo oynadığı, amelde ihmalkâr olduğu... [37]
İstanbul’a dönüşünde başarısı ve bilgisiyle dikkat çekmiş, yeni açılacak olan Darülfünuna başhoca (rektör) tayin edilmiştir. Darülfünun kütüphanesine Fransa’dan hümanizm ve pozitivizm konularını içeren kitaplar getirmesi tepkilerine neden olmuştur. [38]
Muhtelif rivayetlere göre ya Hoca Tahsin’in içinde güvercin olan bir fanusun havasını boşaltarak canlıların oksijensiz yaşayamadıklarını kanıtlamaya çalıştığı bir vakum deneyi ya da Cemaleddin Afganî’nin konuşmasında peygamberliği bir nevi sanata benzetmesi yüzünden hem Darülfünûn’dan atılmış hem de Darülfünûn kapatılmıştır. Benzer bir durum gelen talebelere tabiî ilimleri öğrettiği dönemlerde de yaşanmış, Hoca bu talebelerin itikadını bozmakla suçlanmıştır.[39]
Hem Hoca Tahsin’in bizzat kendisi hem de Şemseddin Sami, Abdülhak Hamid, Necip Asım gibi öğrencileri uğradığı haksızlıklara sitem etmişler ve her fırsatta bu ithamlara cevap vermişlerdir. Örneğin, Şemseddin Sami Hafta dergisinde “Hoca Tahsin” başlıklı bir yazı dizisi yayınlamış ve “Hoca Tahsin’in itikadı tam ve kâmil olduğuna benimle beraber şehadet edecek pek çok zevât bulunur; Amelde kusuru var idiyse de… Heyhât! Kimin yok?” ifadeleriyle hocasını savunmuştur.[40]
Matematiğe ve müspet ilimlere ilgi duyan Hoca Tahsin’in alemin yaratılışı, insan ve diğer canlıların meydana gelişi gibi konularda zaman zaman evrimci açıklamalarda bulunması, Darwin’in varlıkların oluşumuyla ilgili düşüncelerinin Kutsal Kitaba uygun olarak geliştirilmesiyle yaratılma olayının açıklanabileceğini söylemesi, madde ve kuvvetin ebedi olduklarını ileri sürmesi o dönem için oldukça yeni sayılabilecek fikirlerdir.[41]
Hoca Tahsin’in fikirlerini sunarken bazı yerlerde zaman zaman kullandığı muğlak ve kaçamak ifadeler onun materyalist olduğu izlenimini uyandırmış olsa da bu ifadelerin ardından onun sahip olduğu fikirlerin ayet ve hadislere uygun olduğunu göstermek üzere örnekler vermesi, bilinçli bir şekilde materyalizmi savunmadığı, ancak fikirlerinde materyalizme meyleden unsurların var olduğu izlenimini uyandırmaktadır. [42]
- Ahmet Rıza (1859-1930)
- Beşir Fuad (1852-1887)
- İbrahim Şinasi (1824-1871)
- Rıza Tevfik (1868-1949)
- Hüseyin Cahit Yalçın (1874-1957)
- Ahmet Şauyb (1876-1910)
- Abdullah Cevdet (1869-1932)
- Baha Tevfik (1884-1914)