IV. Etik kuramı olarak pragmatizm
|
Pragmatizm bir değerler veya etik kuramı olarak da görülebilir. Buraya kadar olan tartışmamızdan, pragmatizmin bir etik kuramı olarak neleri savunduğunu çıkarsayabiliriz. Öncelikle, pragmatizm etiğe dogmatik yaklaşımı reddeder; pragmatizmde bireyi belirli bir şekilde davranmaya zorunlu kılan hiçbir kurallar bütünü yoktur. James’e göre, “bir etik felsefenin önceden dogmatik bir şekilde oluşturulması olası değildir” (James, 1979:141). İnsancıllığına (humanism), çoğulculuğuna ve etkileşimci dünya görüşüne (interactionist ontology) uygun olarak pragmatizm, her sorunun kendine özgü nitelikleri olduğunu ve bu nedenle çözümü için değişik bir yol izlenmesi gerektiğini (veya her deneyimin kendine özgü nitelikleri olduğunu) ve bireyin kendi çevresindeki değerlerin oluşturulmasına katıldığını savunur. Böylece, pragmatizme göre etik felsefe yaratma uğraşı tamamlanmış değildir ve belki de hiçbir zaman tamamlanamayacaktır. James şöyle yazar: “yeryüzündeki son insan deneyimlerini edinip söyleyeceklerini söyleyinceye kadar, etikte nihai gerçek var olamaz” (James, 1979:141). Ayrıca pragmatizmin radikal deneycilik (radical empiricism) ve bilimsel yöntemi, herhangi bir davranış kuralının bir ‘hipotez’ olarak kabul edilmesini; yani bireyin çevresiyle etkileşiminde bu kuralın kendi başarısını kanıtlamadıkça benimsenmeyeceğini öngörür. Örneğin Dewey şöyle der: “iyi ve iyi şeyler hakkındaki bütün ilke ve öğretiler hipotez olarak kabul edilecektir. Bu ilke ve öğretiler, değişmez gerçekler değil, bunlara göre hareket edildiğinde doğacak sonuçlar aracılığıyla denenip kabul edilecek -ve değiştirilecekdüşünsel ürünler (intellectual instruments) muamelesi göreceklerdir” (Dewey, 1988:221).
Bireyin işine ne geliyorsa onu yapmasını veya kendisini amaçlarına ne ulaştıracaksa onu uygulamasını salık verdiği basit bir etik kurama sahip olduğu inancının aksine, pragmatizm bireyin günlük yaşamında etiksel gelişmişliği (sophistication) yerleştirmeye çalışmıştır. Öncelikle, pragmatizm amaç-araç ayrımı gibi olay ve nesnelere ikili yaklaşımları reddeder. Örneğin Dewey, amaç-araç sürekliliği fikrini geliştirmiştir. Buna göre, davranışlarımızın nihai amaçlarını değil, bize daha yakın olan amaçlarını açıklıkla görebiliriz. Bu amaçlara “görünen amaçlar” denir ve bunlar elde edilir edilmez, nihai veya diğer amaçlarımızın elde edilmesinde bir araç durumuna geçerler. İkinci olarak, pragmatistler için etiksel davranış diğer amaçlarını göz ardı edecek şekilde bireye belirli bir amacına ulaşmasında, veya toplumun genel ve daha kapsamlı amaçlarından ayrık (izole) bir şekilde amaçlarına ulaşmasında bireye yardımcı olunması değildir. Etiksel gelişmişlik bireyin hem kendisinin hem de toplumun bütün amaç ve değerlerini göz önünde bulundurmasını gerektirir.
Örneğin Dewey, bireyi tatmin eden şeyin toplum için pek de tatmin edici olmayabileceğini öne sürmüş ve şöyle demiştir: “herhangi bir şeyin diğer şeylerle olan bağlarından ayrık bir şekilde bilinebileceğini farz etmek, bilmeyi sadece bir nesnenin görülebilir veya hissedilebilir olmasıyla eş tutmak olur ki, böylece o nesnenin ayırt edici özelliklerini bize açacak anahtar yitirilmiş olunur. Ne kadar çok bağ ve etkileşim belirlersek, söz konusu nesneyi o kadar çok biliyoruzdur. Düşünmek, bu bağların araştırılmasıdır” (Dewey, 1988: 213). Böylece, pragmatizme göre, çevredeki sorunların çözümüne veya sorunlu bir durumun sorunsuz bir şekle dönüştürülmesine yönelik genel çabamızda mümkün olduğu kadar çok değerin bir bütün haline getirilebilmesi için etik ilkeleri, insan zekasının belirli durumlara uygulanmasıyla tümevarımsal bir şekilde tanımlanmalıdır. İnsan faktörüne verilen bu önem nedeniyle Dewey, “günlük yaşamda iyinin hakim kılınması için demokratik değerlerin öğrenilip uygulanması süreci” olarak tanımladığı eğitimin önemini her fırsatta vurgulamıştır.
Pragmatizmin bu etik anlayışı, hem deontolojik (deontological) hem de faydacı (utilitarianism) yaklaşımların etik anlayışından farklıdır. Bir davranışın niteliği hakkında karar verirken, deontolojik yaklaşım araçların ve iyi niyetliliğin, faydacı yaklaşım ise amaçların veya sonuçların önemi üzerinde durmuştur. Fakat pragmatizme göre, bu karara ulaşmada ne araçlar ne de amaçlar değerlendirme dışında tutulmalıdır; çünkü araçlar ve amaçlar birbirlerini etkilerler. Bu nedenle pragmatistlere göre etiksel davranış, hem iyi niyeti hem de faydalı veya başarılı
sonuçları içermelidir. Bu pragmatizmin etik kuramının genel çerçevesi olmasına rağmen, yukarıda belirttiğimiz gibi, her bir olayda etiksel davranışın ne olduğu o olay bazında belirlenmelidir. İnsan zekası ve deneyimleri kullanılarak olayın özelliklerine bakılmalı ve o olayda neyin iyi olduğuna karar verilmelidir.
Bireyin işine ne geliyorsa onu yapmasını veya kendisini amaçlarına ne ulaştıracaksa onu uygulamasını salık verdiği basit bir etik kurama sahip olduğu inancının aksine, pragmatizm bireyin günlük yaşamında etiksel gelişmişliği (sophistication) yerleştirmeye çalışmıştır. Öncelikle, pragmatizm amaç-araç ayrımı gibi olay ve nesnelere ikili yaklaşımları reddeder. Örneğin Dewey, amaç-araç sürekliliği fikrini geliştirmiştir. Buna göre, davranışlarımızın nihai amaçlarını değil, bize daha yakın olan amaçlarını açıklıkla görebiliriz. Bu amaçlara “görünen amaçlar” denir ve bunlar elde edilir edilmez, nihai veya diğer amaçlarımızın elde edilmesinde bir araç durumuna geçerler. İkinci olarak, pragmatistler için etiksel davranış diğer amaçlarını göz ardı edecek şekilde bireye belirli bir amacına ulaşmasında, veya toplumun genel ve daha kapsamlı amaçlarından ayrık (izole) bir şekilde amaçlarına ulaşmasında bireye yardımcı olunması değildir. Etiksel gelişmişlik bireyin hem kendisinin hem de toplumun bütün amaç ve değerlerini göz önünde bulundurmasını gerektirir.
Örneğin Dewey, bireyi tatmin eden şeyin toplum için pek de tatmin edici olmayabileceğini öne sürmüş ve şöyle demiştir: “herhangi bir şeyin diğer şeylerle olan bağlarından ayrık bir şekilde bilinebileceğini farz etmek, bilmeyi sadece bir nesnenin görülebilir veya hissedilebilir olmasıyla eş tutmak olur ki, böylece o nesnenin ayırt edici özelliklerini bize açacak anahtar yitirilmiş olunur. Ne kadar çok bağ ve etkileşim belirlersek, söz konusu nesneyi o kadar çok biliyoruzdur. Düşünmek, bu bağların araştırılmasıdır” (Dewey, 1988: 213). Böylece, pragmatizme göre, çevredeki sorunların çözümüne veya sorunlu bir durumun sorunsuz bir şekle dönüştürülmesine yönelik genel çabamızda mümkün olduğu kadar çok değerin bir bütün haline getirilebilmesi için etik ilkeleri, insan zekasının belirli durumlara uygulanmasıyla tümevarımsal bir şekilde tanımlanmalıdır. İnsan faktörüne verilen bu önem nedeniyle Dewey, “günlük yaşamda iyinin hakim kılınması için demokratik değerlerin öğrenilip uygulanması süreci” olarak tanımladığı eğitimin önemini her fırsatta vurgulamıştır.
Pragmatizmin bu etik anlayışı, hem deontolojik (deontological) hem de faydacı (utilitarianism) yaklaşımların etik anlayışından farklıdır. Bir davranışın niteliği hakkında karar verirken, deontolojik yaklaşım araçların ve iyi niyetliliğin, faydacı yaklaşım ise amaçların veya sonuçların önemi üzerinde durmuştur. Fakat pragmatizme göre, bu karara ulaşmada ne araçlar ne de amaçlar değerlendirme dışında tutulmalıdır; çünkü araçlar ve amaçlar birbirlerini etkilerler. Bu nedenle pragmatistlere göre etiksel davranış, hem iyi niyeti hem de faydalı veya başarılı
sonuçları içermelidir. Bu pragmatizmin etik kuramının genel çerçevesi olmasına rağmen, yukarıda belirttiğimiz gibi, her bir olayda etiksel davranışın ne olduğu o olay bazında belirlenmelidir. İnsan zekası ve deneyimleri kullanılarak olayın özelliklerine bakılmalı ve o olayda neyin iyi olduğuna karar verilmelidir.